Tuesday, February 28, 2017

EL IBN RUSHD

Ibn Rüsd ( Cordoba 1126 - Marakeş 1198 ) .Latince adı Averroes bütün zamanların en önemli Aristotelesçi düşünürü ve Islamiyette en özgün siyasi düşünceye sah,p kişilerden biriydi.Siyasette önemli bir rol oynamış olan önemli bir ulema ailesinden geliyordu.Cordoba'da sıradışı Avrupa Tarzı yurttaşlık faaliyetleri meydana geldi ve Cordoba Murabıtlara karşı 1121 yılında İbniRüşdün büyükbabası dokunulmazlık sağlamak için bir heyete başarılı bir başkanlık ettiği zaman 1145-46 yıllarında ayaklandı.Bu ayaklanmanın bir nedenide Murabıtların Ibn i Rüşd'ün babasını kadı olarak dayatmalarına karşı çıkmaktı.

IbniRüşd Muvahhitlerin din politikasını destekliyordu,Sevillada ( 1169 ve 1179 ) ve Cordobada 
(1171 ) yaptı.1183 yılında Cordobada'da Kadi -i-Kuzat ( baş kadı) oldu.ilk kariyerini hukuk ve tıp alanında yaptı.Kitabı Bidayetü'l müctehid ve nihayetül-muktesid ( Mezheplerarası Mukayeseli İslam Hukuku ) önemli bir İslam fıkıh kitabıydı.daha ünlü olan Tıp Ansiklopedisi Külliyet ( Colliget ) hem Arap dünyasında hemde Latince Konuşulan dünyada son derece etkili oldu.Geç bir dönemde felsefeyle ilgilenmesi Ibn Tufeyl ile olan dostluğu sayesinde başlamıştır.bu dostluğa her ikisininde tıpla ilgilenmesi yol açmıştır.Sultan Ebu Yakup Yusuf,Ibn Rüşdün hamisi ve koruyucusu oldu (onları IIbn Tufeyl tanıştırmıştı ) Ibn Tufeylden sonra saray hekimliğine İbn Rüşd getirildi.Bu görev Sultan Yakup Mansur ( 1184 - 1199 ) zamanındada devam etti.Ancak Hrıstiyan ülkelerle yeniden patlak veren savaş hem kamuoyunun hemde din önderlerinin katı bir din Ortodoksisi istemesine yol açtı.Ibn Rüşd 1195 yılında bir filozof dolayısıyla da bir sapkın olmakla suçlandı.Bir Yahudi yerleşimine sürüldü.Sultanın sarayı Marakaşe taşınırken Ibn Rüşdde hayatının son dönemini yaşamak üzere oraya taşındı.

Muvahhitlerin Ispanyasında felsefenin ömrünün bu kadar kısa olması rejimin kendi inançları ile ilgiliydi.Ibn Tumart Tanrı bilgisine sadece akıl yoluyla ulaşılabileceğini söylüyordu.bu bilgini tefekküri bir deneyime dayanması gerekmiyordu.Ibn Rüşdün felsefeyle ilgilenmesi rejimin din bilimi ile uyumluydu.Sultan Halife şöyle diyordu : Keşke Aristotelesin yapıtları üzerinde yorum yapacakve anlamlarını açıklayacak biri çıksa ve böylelikle insanlar bu kitapları anlayabilse '

Ibn Rüşd ün Felsefesi Kuranın bilgiye değer vermesi ile bilginin insanı tanrıya götüren yol olduğu yolundaki Islami gelenek üzerie kuruluydu.Rüşd şeriatın insana nesneleri zekası yoluyla incelemesine ve onlar hakkında dğşğnmesine izin vermekle kalmayıp,ondan bunu yapmasınıda beklemesini söyledi.Insan bunu izhari kıyas sayesinde mükemmeliyete ulaşan rasyonel düşünce yoluyla yapacaktır.Ibni Rüşd ' Tehafüt et Tehafüt ' ( Tutarsızlığın Tutarsızlığı ) adlı yapıtında felsefeyi Gazaliye karşı savundu.Gazali ve diğerlerin karşı nedenlerinin keşfinin bilimin doğal bir parçası olduğunu vurguladı,bu nedensel açıklamanın geçerli olduğunu ve bunun Tanrı bilgisini desteklediğini çünkü ' Tanrını geröekten var olan varlıklarda potansiyel varlıkların yaratılmasının nedeni' olduğunu ileri sürdü.Sezgi ve misitizm tek başına yeterli değildir.Gazalinin Tanrıyı bilmenun başlangıç noktası olarak kişisel deneyime güvenmesi bu bilgiyi önyargı ve arzunun etkisine açık hale getirmektedir.

Ibn Rüşd Avrupalı Filozoflarınkindan bile daha fazla cesaret gerektiren soyutlanmış bir arayışın peşindeydi.Asıl mesele felsefenin din bilimindeki yeriydi.Ibn Rüşd bu konuyla ilgili olarak Kitab fasl al maqal'ı yazdı.Bu ikisi arasında Avrupalı aydınlar arasında yaşadığı türden bir gerilim veya çelişki göremiyordu.Avrupai anlamda bir ' Averroist ' değildi.Cünkü İbn,Rüşd kendinden önceki bazı islam filozofları gibi iman ile akıl sorununu aynı gerçeklerin izhar,diyalektik ve retorik gibi nitelik bakımından farklı olan yöntemlerle algılanıp aktarılabileceğini söyleyerek çözdü.Bu yöntemler sadece farklı değildi,aynı zamanda aralarında bir hiyerarşi vardı.İzhar yoluyla bilgi en iyisiydi.Bu bilgiye sadece aydın ve ahlaki açıdan olağanüstü insanlar yani,filozoflar ulaşabilirdi.Arkasından diyalektik ve rasyonel açıklama ve bilineni savunma geliyordu.Bu teolojinin alanıdır ( Islami anlamda kelam ) Ibn Rüşd sık sık teologları ( mutakallimun ) gerçekte bildiklerinden daha fazlasını bildiklerini ileri sürdükleri için eleştiriyordu.Son olarak,başkalarının yorumuny ( tevil ) otorite olarak kabul etmeye hazır olan,dolayısıyla mükemmelliyetten uzak olan avamı bilgilendirme yolu  olan retorik ve sembolizm geliyordu.

Ancak Ibn Rüşd için her üç metot da aynı gerçekleri öğretmektedir.Din ve Iman da felseferyle aynı şeyi öğretir.Bunlar sadece kendilerini ifade etme yollarındaki farklılık gösterir.Dolayısıyla herkez cok farklı yollarlada olsa ,Şeriatı takip edip,onun sayesinde aydınlanabilir.Bu yüzden Din kesinlikle gerekli ve zorunludur.Çünkü İnsanları tüm insanlar için evrensel olan bilgeliğe götürür. Ibn Rüşd fukahayı eleştirilerden mufa tuttu ( kendiside bir fakihti ),çünkü şeriatın en görkemli yanı mutluluğu herkes için mümkün kılmasıdır.

Ancak sadece felsefe tanrısal gerçekleri ve Şeriatı tam olarak kavrayabilir.Insanin mükemmelliğe ulaşması sadece spekülatif bilimin büün aşamalarından geçmesiyle mümkün olabilir.Aynı şekilde,Insan mükemmeliyetinin genelde dört türü vardır.
-Spekülatif Mükemmeliyet 
-Entelektüerl Mükemmeliyet
-Etik erdemlerde mükemmeliyet
-Günlük hayatta davranışlar
Bütün bu mükemmeliyetler sadece spekilatif mükemmeliyetler için ve onlara hazırlık amacıyla vardır.Dolayısıyla Ibn Rüşd diğer birçok müslüman entellektüel gibi insanları entelektüel yeteneklerine göre ayırıyordu.Bu Kurana uygun bir görüş olmaktan çok Platonik bir görüş olan epistemolojik toplumsal sınıf kurumuna yolaçtı.

Bunu Kura nı Sünneti ve Şeriatı yorumlamaya en yetkili kişilerin üstün bilgileri nedeniyle,Filozoflar olduğu görüşü takip ediyordu.Aristotelesçi ahlak felsefesi  Şeriatla birleştirilebilirdi ve birleştirilmeliydi.Çünkü Şeriat Aristoteles tarafından tanımlanıp açıklanan adalet kavramını ve diğer erdemleri savunuyordu.Ibn Rüşd uzun süredir fıkha egemen olan ve bir bütün olarak Islami söyleme kapsamlı bir şekilde nüfuz etmiş bulunan Şafii görüşü reddediyordu.Bu görüş doğru ve yanlişin kendi doğalarıyla değil,tanrısal buyrukla belirlendiğini,bu nedenle akıl yoluyla değil,sadece şeriat yoluyla bilinebileceğini savunuyordu.Ibn Rüşd ise,iyi ile kötünün ,yararlı ile zararlarlının,güzel ile çirkinin öyle kabul edildiği için değil,doğal olarak var olduğunu söyleyerek Aristotetelesin izinden geliyordu.Ahlak düşüncesine nesneleri kendi başlarına iyi veya kötü oldukları için öneren veya yasaklayan doğa yasası ile nesneleri bir yasa koyucunun emri üzerine öneren veya yasaklayan pozitif yasalar arasındaki ayrımı getiren Aristotelesin görüşlerini destekliyordu.Dolayısıyla  Doğruyu anlamak için hem aklı kıyas hemde şeri kıyas yapılmalıdır.Bu tür incelemelerin yetkili kişiler tarafından yapılmasını yasaklamak yasaya aykırıdır.Dolayısıyla Halifenin filozofları  ve onların çalışmalarını koruma görevi olduğu sonucuna ulaşılması gerekmektedir.

Ibn Rüşd ün entelektüel projesi Aristotelesin çalışmalarını açıklamak ve tamamlamaktı.Aritoteles so derece önemliydi.Çünkü öncelikle özellikle kavramsal analize ve kıyas yoluyla izhara önem veriyordu.'Felsefe' Aristotelesi lafzi olarak yorumlamak ve onu yeni -platonculuktan arındırılmış yöntemine bağlılık anlamına geliyordu.ikinci olarak Aristoteles bilinebilicek herseyi kapsıyordu.Ibn Rüşd projesini gerçekleştirmek için iki yola başvurdu.Birincisi metinsel çözümleme yaparak Aristotelesin yapıtlarındaki yeniplatoncu malzemeyi ayıkladı.Bu alandaki başarısı günümüz bilim adamları tarafından hala hayranlıkla karşılanmaktadır.Ibn Rüşd Platon ile Aristoteles arasındaki farklılakların önemli olduğunu fark eden ilk Müslüman filozoftu.Ikıncisi Farabi ve Ibn Sina gibi  oda Aristotelesin çalışmalarını Islami dönem sırasında kazanılan bilgi ile tamamlamay çalıştı.Bu özellikle Hukuk ve toplumsal örgütlenme konularını kapsıyordu.Ibn Rüşd Aristoteles üzerine insanların farklı entelektüel yeteneklerde olduğunu göstermeyi amaçlayan üç farklı tipta yorum yazdı
Kısa Özetler yaklaşık 1160 -1170 yıllarında yazılmıştır 
Orta Şerh / Yorum      1168-1177  yıllarında yazılmış ve kendine ait bazı fikirleri eklemiştir 
Büyük Şerh / Yorum    1180-1190 yıllarında yazılmıs ve Ibn Rüşd'ün Latin Avrupada Yorumcu olarak ğn yapmasına neden olur.

Ibn Rüşd Aristoteles'in Nikomakhos'a Etik'i üzerine yazdığı Orta Şerhi  (1177 )) muhtemelen Sultan'a ithaf etmişti,sadece 1260 yılında bir Latince çevirisi günümüze gelmiştir. )ile Platonun Devlet'i üzerine yazdığı orta şerh'inde yönetim ve siyaset konularını ele alır.Bu onun son çalışması oldu.( 1194) ( muhtemelen Sultan Mansur'a ithaf etmişti sadece yaklaşık  1320 yılında yapılan bir Ibranice çeviris günümüze gelmiştir ).Platon üzerine sadece burada yorum yapmaktadır ve bunu yapma nedeni önemlidir.

Ibn Rüşd içinde erdemlerin ve ahlaki karakterin  kavramsal analizi yapılan Etik'in Aristotekesin siyaset ve yaşama alanındaki kurumsal çalışmasını oluşturduğunu düşünüyordu.Çünkü Etikin sonunda Aristoteles çogu insannın sadece zorlayıcı kanunlar sayesinde erdem kazandiğını ve bu yolla toplumsal disiplinin sağlandığını söylüyordu.Aristoteles bu yüzdende bunun siyasi incelemenin başlangıcı olduğunu belirterek kitabını tamamlamıştır.Ibn Rüşt burada Aristotelesin kendisinin yazdığı bir başka yapıtına,pratik siyaset ve yasama konularinı ele aldığı çalışmasına işaret ettiğini düşünüyordu.Ibn rüşd bu kitabın adını ' Regimine Civile ' olarak veriyordu.Kitabın pratik karakter formasyonunuda içerdiğini söylüyordu.Ancak bu kitap henüz bir adaya ulasamamıştır.Bu kitabı ulabilmeyi umuyordu,eğer bulamazsa 'bu konuyu kendi yeteneğimiz ölçüsünde ele alacağiz diyordu'.Yani tahminen by konu üzerine yazan Aristotelersin çalışmalarını tamamlayacak bir şeyleri kendisi yazacaktı.Ibn Rüşd aynı zamanda Platonun devletinin basit türdeki devletlerin nasıl değiştiği konusunda ilgilendiğini belirtir.Ancak Aristotelersin söylediklerinden yola çıkarak Platonun değerlendirilmesinin eksik olduğunu düşünüyordu.

Ibn Rüşdün Platonun Devleti üzerine şerh adlı eserini Aristotelesin Pratik siyaset üzerine kitabını ele geçirme umudunu yitirdikten sonra yazmaya karar verdiği sonucuna varabiliriz.Devlet Aristotelesin siyaset üzerine kayıp kitabının yerine gçmiştir.Bu Ibn Rüşdün bu kitabı yazmayı neden geciktirdiğini açıklamaktadır.Aquinolu Thomas'ın yaklaşık altmış beş yıl sonra Tam da Ibn Rüşdün Etik üzerine şerh adlı kitabı latince olarak yayınlandığı sırada Aristotelesin politikasını Bizans kanaluyla ele geçirmesi entelektuelle tarihin bir ironisidir..

Platonun Devlet üzerine şerhi üç bölümden oluşmaktadır.I ve II bölümleri erdemli ceya ideal devlet üzerinedir, ve sırasıyla gençlerin eğitimi ve filozof kral konularını ele almaktadır.III.Bölüm erdemli olmayan devletler üzerinedir,Ibn Rüşd ele almaya söz verdiği yönetimin pratik yönlerinin tartışmasını burada yapmaktadır.Amacı Platonu açıklamak,günün olaylarını anlamaya Platonun ne kadar uygun olduğunu göstermek ve kendi dünyasının ışığında Platonu yorumlamak ve anlatmaktı.Aslında İbni Rusdun pratik konuları ele alış şekli oldukça gelişigüzeldir.Güncel olaylaru sistematik veya  sürekli bir şekilde tartışmaz sadece kendi zamanının bir kaç önemli politkasına atıfta bulunur.Ancak yapıt bir miktarda siyasi kuram içermektedir.


Ibn Rüşd Aristoteles için etkili siyasi eylemin ( bununla özellikle yasam yoluyla erdemi teşvik etme yeteneğini kast ediyordu )hem kuramsal hem pratik bilgi gerektirdiğini ileri sürüyordu.Her beceride olduğu gibi insanın hem ilkeler hakkında bilgisi hemde deneyimi olmalıdır.' Müzikte,tıpta ve diğer aktif  disiplinlerde iyi bir eylem iki yolla gerçekleştilir.Kognitif bilim yoluyla keşfedilir ve uygulamaya konulur veya deney yoluyla kanıtlanır.Bu alanların uzmanları kendi deneyimlerine dayanarak ne yapılması gerektiğine mantıklı bir şekilde karar veren kişilerdir.Ibn Rüşd tıp analojisiyle destekleyerek ampirik deneyime gereksinim olduğunu Aristotelesten çok daha fazla vurgulamıştır.' İçlerinden hangisi yasa koyucu yapılmışsa,deneyimleri nedeniyle yapılmıştır deneysel tıptada bu böyledir.Dolayısıyla devletlerin yönetmek isteyenlerin en azından deneyim sahibi olmaları gerekir.Insanın hiç kuşkusuz etikte sözü edilen tıp ve yasama gibi pratik sanatların içerdiği genel ilkelerin kurumsal bilgisine gereksinim duymasına karşın amaç eylemden başka bir şey olmadığı için tek başına kuramsal bilgi kesinlikle yararsızdır.Bu yüzden şehirliern yönetimine kuramsal bilimler bilgileri ile uzun deneyimlerini birleştiren yaşlıların getirilmesinin uygun olduğunu söyler.Bu yazdığında Ibn Rusd 68 yasındaydı...

Platon,Aristoteles ve erken dönem Islam filozofları gibi Ibn Rüşd de siyasi toplumu ınsanların temek oluşumunun kökenleri bağlamında incelemiştir.Ancak devletin erdemin gelişmesinde oynadığı rolü kendisinden öncekilerden çok daha fazla vurgulamıştır.

Siyasi Toplum Insanoglu yaşam için yiyecek bulmak ,kalacak yer ve giyecek edinmek gibi bir bakıma hayvanlarla paylaştığı şeylere ihtiyaç duyduğu içinde gerekliidir.İşbölümü bunda kaynaklanır.Burada Ibn Rüşd ilk filozoflarla aynı zeminde buluşmaktadır.( Bu türe ait bireylerin hepsi birbirinden farklı yapıya sahiptir bu da mükemmeliyetleri arasında farklılıklar olduğunu gösterir..Bir insanın birden fazla sanatla uğraşması ya olanaksızdır  veya olanaklı olsa bile bu iyi bir yol değildir,şehirdeki her insan doğası itibarı ile en iyi yapabileceği şeyi yapmalıdır....Eger Isnan gem entelektüerl hemde ahlaki açıdan erdemli olmak istiyorsa bu gereklidir.böylelikle ibni Rüşd ün siyasi toplumun varlık nedenine ilişkin tezinin iki noktası birleşmektedir..

Bu ve Insanın yaşamını kazanmak gereksinimi belli birey gruplarını yani devleti oluşturan kısımların ortaya çıkmasına yol açar.Ibn Rüşd siyasi adalet konusunu tartışırkende meslek  gruplarınada değinmiştir..' Bu devlet içindeki topluluklar nedeniyler adil olacaktır.Çünkü devletin adil olabilmesi sadece  yurttaşlarının hepsinin bireysel olarak yazgılı oldukları şeyi yapmalarıyla mümkündür'

Ibn Rüşd burada tamamlayıcılık argümanını kullanıyordu..Insanlar temelde karşılıklı olarak birbirlerine ihtiyaçları vardır.Ibn Rüşd kendi felsefe görüşündede bu fikri aynı derecede ciddiye almıştır.Bilgiye ulaşan birey değil türdür.Felsefenin yapılış süreci...bir bütün olarak insanlığı ilgilendirir.her ikiside edebidir.felsefenin her zaman dünyanın herhangi bir bölgesinde yapılma zorunluluğu vardır.( Muhtemelen bu kuşkusuz herkes kadar kendisininde keskin bir şekilde yaşadığı filozofun toplumsal soyutlanması sorununa cevap verme tarzıydı )

Mutlu bir toplum bilgiye yaklaşımın her üç türününde ( Izhari,argümentatif ve retorik )kullanılmakta olduğu bir toplumdur.Filozof ' halkın katılımı olmaksızın var olamaz ve mutluluğu yakalayamaz Bu Ibn Rüşdün akıl hocası olarak kabul ettiği Ibn Bacce'den önemli bir ayrılış demektir.Ve tabii kitleler iyi yönetim ve toplumun adil bir şekilde düzenlenmesi için filozoflara bel bağlarlar.Sağlam bir iş bölümü sadece şehirdeki sınıfların kuramsal bilimin ve onu yönetenlerin emirettiği şeye boyun eğmeleri durumunda mümkündür.Dolayısıyla toplumun ve devletin oluşumunun itici gücü hem epistomoloji hemde teknolojidir.Mükemmel toplumda veya erdemli devlette tüm insan mükemmeliyetleri gerçekleştirilir

Ibn Rüşd için devlet herşeyden önce ahlaki bir olgudur.Kullandığı araç işbölümüdür ve işbölümü için şunlar gerekir.
1-Şaşmaz ve üleştirici adalet 
2-Eğitim 
3-Zorlama ( ceza hukuku ) 

Ibn Rüşt ilk olarak fıkıh üzerine eğitim aldı ve olgunluk döneminin büyük bir kısmında kadi i kuzarlık yaptı.Ibn Rüşd'ün Aristoteles ile Eflatunun ahlaki karakterin ve erdemin geliştirilmesinde ve erdemli olmayanlara karşı takınılacak tavırlarda kanunların rolü ve zor kullanma gereksinimi hakkındaki analizlerini son derece uygun bulduğu açıktı.Birey için tanımlanabilir bir ahlaki mükemmeliyetin olduğu ve bunu geliştirmenin devletin temel görevi olduğunu fikri o zamanki Müslüman ve Hristiyan toplumlarda günümüzün modern liberal toplumlarında yaratmadığı bir etki yaratıyordu.Hem Eflatun hem Aristoteles toplumun etik monoteizmle desteklendiği düşüncesini vurguluyordu;bu da erdeme mümkün olan en fazla sayıda insann nasıl ulaşacağının cevabıydı.

Ibn Rüşd Aristoteteles'in görüşlerini tekrarlar ve güncelleştirirken bunlara kendi fikirleiryle de katkıda bulunuyordu.Insanın kişi olarak gelişebilmesi için her türlü süreci kullanarak gerçek fikirlere ulaşmayı öğrenmesi gerekiyordu.Erdemleri bilmek bütün soyluları ve özgür insanları motive etmeye yeter;ancak çoğu insana korku ve terör de gerekmektedir.Oğlan çocuklarının davranışları ile ilgili yasalar yapma ihtiyacıda buradan gelmektedir ( bazi kimseler : bütün yaşamları boyunca yasalaraihtiyaç duyarlar ) Alışkanlık önemlidir.Iyı insanlar hem bilinçli olarak  hem alışkanlıktan dolayı kötülükten kaçınanlardır.Erdem ya retorik ve şiir veya zorlama ve azarlama yoluyla teşvik edilebilir.Ibn Rüşd Şeriata göre Allah'a ulaşmanın ,konuşmak ve savaşmak olmak üzere iki yolu olduğunu belirtir. ' Toplum,sağlıklı bir ahlak eğitimi sağlamalıdır.eğer bu sağlanmıyorsa,herkes kendi çocukları ve arkadaşlarıyla ilgilenmelidir.

Ibn Rüşd Aristotelesçi düşünceyi otoriter bir yöne götürmüştür'Sağlam bir düşünce yapısına sahip şehirlerde bile ' ( muhtemelen iyi bir devlette yaşayan herkes erdemli olmadığı için )iyi davranışları geliştirmek için zorlama gerekir.Buda güçlü bir mutlaki monarşi gerektirir: İyi davranış güçlü bir insan tarafından yönetilen insanlarda bulunur ve şehirlerde ( kötü davranıştan uzak durmak ) ancak insanları buna zorlayan güçlü hükümdarlarla mümkündür.Ibn Rüşd bu amaca ulaşmak için kullanılıcak zorlayıcı gücün mutlak bir hükümdar ( rex absolutus ) olmadığı sürece mümkün olmadığını söylemiştir..Metnin muğlak olmasına rağmen,bu Aristoteles'e yapılmış ve halife yönetimi ile sultan yönetimi modeli üzerine kurulu önemli bir ek gibi görünmektedir.Eflatunun cumhuriyeti üzerine yorumlar adlı eserinde erdemli olmayan şehirlerden bahsederken,bu şehirlerin hükümdarlarının halkarını rezil ederek zaman zaman onları sopalarla döverek ve idam ederek cezalandırdıklarına işaret eder.

''' Hiç bir şey yurttaşların karakterlerinin kötülüğünü ve düşüncelerinin alçaklığını onların yargıca ve hekime ihtiyaç duymaları kadar iyi gösteremez.Bunun nedeni bu yurttaşların kendi erdemlerinin olmaması,sadece zorlamayla erdemli olmalıdır '''

Ibn Rüşd özel olarak halifelik hakkında pek fazla şey söylememiştir,buda halifeliğin pratik anlamda öneminin azaldığını yansıtıyor olabilir..' Filozof',' Kral' ' Yasa koyucu' ve ' Imam' sanki birbirlerinin eş anlamlısı gibidir.Farabinin tersine Ibn Rüşd böyle bir kişinin ne yapması gerektiği konusunda pek fazla şey söylememiştir..Bu kişi aynı zamanda bir peygamberde mi olmalıydı?..Burada derinlemesine bir araştirma yapacak durumu var,bizde yapacağız diye yazdı ama bunu hiç bir zaman yapmadı.Söylediklerinden bir peygamber yasa koruyucunun aynı zamanda bir filozof olması gerektiğini anlıyoruz.Bu Felsefenin peygamberliğe üstün olduğunu göstermez.Çünkü zaten peygamberin izhar kanıtlarına dayalı belli bir bilgisi vardır.Ibn Rüşd'ün söylemek istediği  her kim geçerli bir din yasası oluşturursa ( öncelikle Muhammed aynı zamanda kendi dönemlerinde Isa ve Musa ) o kişi aynı zamanda filozof kraldır.Bir Filizof Kralın ise mevcut din yasalarının en iyisinden daha kötü bir yasa koyması mümkündür..

Ibn Rüşd'ün bir filozof kralda bulunması gerektiğini düşündüğü özelliklerin arasında Eflatun tarafından belirtilenlerle birlikte Sünni yazarlar tarafından halifelik için gerekli olduğu belirtilenn özelliklerde vardı.Filozof kralın kuramsal ve pratik bilgisi olmalıdır.Öğretmenlik yaparken sadece izhar kanıtları değil,aynı zamanda ikna edici ve şiirsel argümanlarda ' kullanabilmelidir.ahlaken erdemli olmalıdır ve pratik bilim tarafından açıklanan şeyleri uluslarda ve devletlerde olgunlaştırma yeteğine sahip olmalıdır.Bir başka deyişler Aristoteles Etiğinin ögretisi uygulayabilmelidir..

Ibn Rüşd Eflatunun Cumhuriyeti üzerine yorumlar adlı eserinde rejim değişikliklerini ve erdemli olmayan devletleri tartışır ( bu devletlere bazen Eflatunun dediği gibi dalalete düşmüş,bazende Farabinin dediği gibi cahil demektedir ).Erdemli devletler kralııkla veya aristokrasiyle idare edilen devletlerdir.Ibn Rüşd ün birden fazla kişinin erdemli yönetiminden söz etmemesi dikkat çekicidir,özellikle de insan Ibn Rüşdün Aristotelesin Avrupalı yorumcuları ile karşılaştırıldığında.Bu,Aristotelesin  Politikasının ne büyük bir fark yarattığına bir örnek olabilir.Erdemli olmayan devletler yaşamın amacı hakkındaki yanlış görüşleri yansıtır:Şeref peşinde olan insanlar timokrasiyi benimserler,zenginlik peşinde olanlar oligarsiyi benimserler,zevk peşinde olanlar demokrasiyi benimserler.Ibn Rüşd Eflatunun söylediklerini açıklaybilmek için İslam tarihinden ve çağdaş siyasetten örnekler vermiştir.Bu örnekler gelişigüzeldir ama Ibn Rüşdün ister Müslüman ister Avrupalı olsun kendi döneminin diğer filozoflarından çok daha ciddi bir şekilde felsefei bilgi külliyatına yeni ve çağdaş siyasi olguları sokmaya çalışmştır 

Ilk Murabıt sultanının zamanında Şeriat yönetimi vardı ama oğlu timokrasiye geçti,torunuda putperesliğe,Ibn Tumartın ve onun ardılının zamanında Muvahhitler Şeriat rejimiyle yönetiliyordu,daha sonra timokrasiye ve 'şu anda benimsemiş oldukları aşağılık şeylere' meylettiler.Her iki durumdada bütün bu meyletme süreci yaklaşık kırk yıl sürdü.Demokrasiden zorbalığa geçiş 1106 yılında bir demokrasi olan ve 1145 yılındada Zorbalık yönetimine geçen Cordobada görülmektedir.Ibn Rüşd kendi ülkesinde ilgili olarak açıkca kötümserdi ve ülkesinin düşüş süreci içinde olduğunu düşünüyordu

Dahada önemlisi,Ibn Rüşd demokrasiyi ' asıl amacın hane olduğu ve şehrin de sadece onun için var olduğu bir rejim olarak tanımlıyordu.' Dolayısıyla demokras tamamıyla domestiktir '  ...' Insanlar isterlerse bütün malları şahsi malları olabilir ' günümüzdeki pek çok müslüman hükümdarın halkı tamamıyla domestik topluluklardı.Bu topluluklarda siyasi toplum bir kazadır sadece bir eklemedir.Gerçektende Arap Islam toplumunda ve siyasetinde hanenin rolü en önemli şey haline gelmişti.Ibn Rüşd aynı zamanda  seçkinler ile avam arasındaki farkın çok büyük olduğunu söylemiştir.' iki sınıf insan vardır.Bir sınıf yığınlar diğer sınıf yüceler olarak tanımlanır.Irandaki insanların durumu buydu,bizim pek çok şehrimizdeki durumda budur.

Ibn Rüşd iki konuyla ilgili olarak mevcut islami uygulamalarda değişiklik yapılmasını önerir,Cihat ile ilgili olarak yakın zaman önce yaşanılan deneyimleri inceler ve Müslümanların 'yasa koyucunun niyeti'ni yanlış anlamış olduğuna karar verir ve inanmayanlara karşı savaş açılması konusunda yapılmış bir öneriyi evrensel bir kural haline getirdiklerini söyler.Savai Insanın kendi köklerinden farkli köklere sahip olanları yok edene kadar yararlıdır: o zaman bile  barışın savaşa tercih edildiği zamanlar vardır...

''' Müslüman Haşk yararlılık kuralını bir sorumluluk kuralı olarak kabul ettiği için ve düşmanların kökünü kazımak olanaksız olduğundan bu kuraldan dolayı çok fazla kayıp verildi ve bütün bunlaryasa koyucunun amacını bilmedikleri için oldu.Dolayısıyla insan  savaş yerine barışı tercih etmek gerekir demelidir '''

Burada yasa koyucunun amacı gibi bir kavramın,eğer bu kavram Arap İslam dünyasında kullanılmış olsaydı  nasıl bir rol oynayabileceğine dair işaretleri görmekteyiz.ayrıca Yunan düşüncesi Avrupa Hristiyan kültüründe kabul edildiği gibi daha kapsamlı bir şekilde kabul edilseydi,ortaya ne çıkardı,bunuda görmekteyiz..

Ibn Rüşd en ilginç ve özgün görüşlerini kadın konusunda ileri sürer.Bu konudaki görüşlerini şöyle açıklar : ''' Erkeklerle  aynı türden oldukları için kadınlar zorunlu olarak erkeğin amacını paylaşırlar,diyoruz '''Bu nedenle kadınlar zanaatla uğraşabilirler,bazı zanaatlarda ' zayıf ' bazılarında ise daha iyidirler.Savaşçı olabilirler.Filozof Hükümdat olabilirler.Bu düşünce kuşkusuz Eflatunun kadınların filozof hükümdat olabileceklerini kabul etmesinden etkilenmiştir.Bu da klasik Yunanun etkisinin Potansiyel öneminin bir başka göstergesidir.Ibn Rüşd kendi toplumunda kadınların aşağılanmasının yanlış olduğunu bunun cehaletten kaynaklandığını ve ülkenin ekonomik olarak geri kalmasına yol açtığını açıkca söylemiştir..

''' Ancak bu şehirlerde sadece kocalarının hizmetini gördüklerinden ve üremeye,çocuk yetiştirmeye ve emzirmeye mahkum edildiklerinden,kadınların yetenekleri bilinmemektedir.Bu onların faaliyetlerini engellemektedir.... Bu şehirlerdeki kadınlar hiç bir insan erdemine göre hazırlanmamaktadırlar... Kadınların  bu şehirlerdeki erkeklerin sırtında yük olmaları bu şehirlerin fakirliğinin nedenlerinden biridri '''

Ibn Rüşd Eflatunun Cumhuriyeti hakkındaki yorumu adlı eserinin sonunda Eflatuna önemli bir eleştiri yöneltir.Sosyal ve siyasi fenomenlerin doğal değil  istemli olduğunu söyler.Dolayısıyla rejim değişiklikleri Eflatunun öngördüğü sırayı ızlemeyebilir.Ele alınan bütün birey tipleride '' Bu şehirlerin hepsinde bulunabileceğinden ,bu şehirlerden herhangi birinin diğer bir şehre dönüşmesi mümkündür.Biz diyoruzki  Eflatunun öngördüğü şey siyasi topluluklara yön veren bir kanun olarak alınmamalıdır.Eğer elinde Aristotelesin Politikası olsaydı böyle bir düşünür neler yapmazdı ?

Ibn Rüşdün siyaset üzerine yazdığı yapıtlar Arap dünyasında ilgi görmemiştir ve hiç bir zaman doğuya nüfuz etmemiştir.Her iki yapıtın Arapçaları yoktur bile.Sünni fıkıhtan yana olanlar din ile felsefe arasında açık bir çelişki görmüşler ve felsefi uygulamaları yasaklamaya ve Ibn Rüşd de dahil olmak üzere filozofların baskı altında tutmaya başlamışlardı.Karşı reformasyon sırasında Ispanyadada benzer bir şey olmuştur.Ibn Rüşd hükümdarın  istememesine rağmen ,mahkeme önüne çıkarılan ve yapıtları yakılan son filozof değildi..

Ibn Rüşdün'ün ölümünden bir kaç yıl sonra  Cordoba ve Sevilla Hristiyanların eline geçti.Artık Müslüman İspanya Granada Krallığından ibaretti.Ibn Rüşdün entelektüel çocukları Avrupalılardır.Ispanyol siyaset felsefesi bir kez daha meyvesini Kuzey ülkelerinde veriyordu ..





Kaynak : Siyasi islam düşüncesi Tarhi / AnthonyBlack - Dost 











Saturday, February 25, 2017

ABOU YOUSSOUF YA'KOUB

Harun ur Resid Baş Kadı Yakub Ebu Yusuftan bir verği kitabı yazmasını istedi.Ebu Yusuf ( 731 - 798 ) bu makama ilk atanan kişiydi ve bireysel akla en fazla yer veren Hanefi mezhebine mensuptu.Onun Yazdığı vergi kitabı ' Kitab a  Kharac ' devlet yönetimi hakkında bir Fakih tarafından yazılmış olan ilk eserdi..

Ebu Yusufun görevi Toprak vergisi toplama ve dağıtma yöntemlerini şeriata uygunluğu bakımından açıklamakttı.Kitabında çeşitli Ekonomik ve Askeri konularda korunan halklara nasıl davranılacağı gibi toplumsal konuları ele aldı.

Vergilendirme,etik ve devletin fonksiyonları bağlamında ele alınmıştır. Bir Fakihtne bekleneceği gibi Ebu Yusuf herkes için eşit adalet kavramını vurguladı. Halife ' Buyuklerle Kucukler arasında hiç bir ayrım gözetmeden Allahun düzenini kurmalıdır'vergi toplayanların herkese aynı biçimde davranmasını sağlamalıdır.Allahın emrini yansız olarak uygulamalıdır.Yapılan hatalar insanların lehine olmalıdır,vergi memurları ödünsüz ama yumuşak olmalıdır.Halife yoksullara ve hükümlülere karşı müşfik olmalıdır..

Ebu Yusuf Halifenin şeriatla ilişkisi konusundada ilginç bir yorum getirdi.Halifenin işleri 'uyruklarının pek anlayamadıkları konuları aydınlatmak ve görevlerinin ne olduğundan emin olmadıkları zaman bu görevlere açıklık getirmektir.Ama muhtemelen bu halifenin Şeriatı yorumlayabileceği anlamına gelmiyordu.Büyük olasılıkla Ebu Yusuf  burada halifenin ' Şeri cezaları uygulama ( Hudud ) ve herkese haklarını verme gibi şeyleri kapsayan yürütme rolünden bahis ediyordu.

Ebu Yusuf Halifeye büyük bir saygıyla hitap ediyordu ama onun görevlerinin ciddiyetini ve Allaha hesap verme durumunda olduğunu vurguluyordu.Halife çalışkan olmalıdır.(bugünün işini asla yarına bırakmamalıdır,bilen ama bir şey yapmayan kişi Allaha ciddi hesap vermek zorunda kalır ) Uyruklar koyunların çobana emanet edildiği gibi hükümdara emanet edilmişlerdir.Hadisler göstermektedirki bir hükümdarın öldükten sonraki hayatı siyasal davranışlarına bağlıdır,Çünkü Peygamber en çok adil imamı sever en çokda zorbadan nefret eder.

Ebu Yusuf siyasal ekonomiye ve bunun  devlet yönetimiyle ilişkisine değinen ilk kişiydi.Vergide adalet refahı arttırır genel olarak ekonomik refahda iyi bir yönetime bağlıdır.( Bir iran dusuncesiydi )Çünkü eğer vergi oranları adaletsiz olursa toprak kullanılamaz hale gelir.Adil vergiler ve Şeri cezaların adil biçimde uygulanması genel refahı dolayısıyla da devletin gelirlerinide arttırır.Kitapra atıf yapılan bir hadise göre,fiyatlar denetlenmemelidir,çünkü fiyatların yüksek veya düşük olması allaha bağlıdır,ama ırakın sulanmasasının temini Halifenin görevidir.Fiyat düzenlenmelerinin sıkça uygulanmasına ve Nasihatülmülük edebiyatında savunulmasuna karşın serbest pazar yaklaşımı standart islam ekonomosi oldu.Ebu Yusufta siyasal ekonomiye bütüncül bir yaklaşım görülmektedir

Friday, February 24, 2017

PADOVALI MARSILIUS




Image result for Padovali Marselius

Dante'nin barış özlemini paylasan,ama ondan farklı olarak Kiliseyi siyasal iktidarın boyunduruğu altına sokarak modern anlamda devlet kavramının düsunulebilmesine ilk katkıyı sağlayan düşünür Padovalı Marsilius tur.( devlet kafalarda ya vardır ya yoktur  yani devlet bütünüyle onu düşünenlerin kafasında olan bir gercektir ) Padovlaı Kuramcının yapıtı Batının yani Hristiyanlığın ufkunda siyasal modernizmin belirlemey başladığı temel yapıt olarak ortaya çıkar

Marsilius 1280yılları arasından Padovanın noter Loncasına bağlı burjuva kökenli bir ailenin üyesi olarak dünyaya geldi.Büyük bir olasıkla hekimliğide içeren kapsamlı bir öğrenim gördü ve Ibni Rüşdçü Aristotelesçilik  çizgisini benimsedi.Paris Universitesinde kısa süre ( 1312 - 1313 ) profesörlük ve rektörlük yaptuktan sonra İtalyada imparatorluk yanlısız Ghibellinoların siyasal danışmanı oldu.1320 de yeniden Paris'e geldi,burada bir yandan üniversitede Aristoteles hakkında dersler verirken  öte yandan ( Jean de Jandun'un yardım ettiği ) başyapıtı Defensor Pacisi ( Barış savunucusu ) kaleme alıp 1324 te tamamladı,kitabın yazarı olduğu ortaya çıkınca,1326 yılında Bavyera Kralı IV Ludwigin Nurnbergteki sarayına suğındı.

Bu arada IV Ludwig ile Papa XXII Johannes arasında iktidar çatışması doruk noktasında idi.Bu çatışma dört yıldan beri sürmekteydi.Bu tarihte Bos bulunan imparatorluk tahtına aday olan ıkı kral kozlarını paylaşmak için silaha başvurdu.Papanın desteklediği Avusturya Kralı Frederichi 1322 yılındaki Muhldorf savasından yenen Bavyera Kralı Lüdwig  Papanın onayını beklemeksizin kendini imparator ilan etti ve Ghibellino partisininde kışkırtmasıyla Kuzey italyadaki şehir devletlerini kontrol altına almaya çalıştıyı 

XXII Johannes otoritesinin sarsıldığını anladığında bir reaksiyon göstermel zorunda hissetti.1323 sonlarında Ludwige bir mektup yazarak ve 3 ay içinde huzuruna gelip hesap vermesini istedi.Bu süre bittiğinde  23 Mart 1324 'te Ludwigi aforoz edip imparatorluğu onun elinden aldığını açıkladı.Papanın bu katı tutumuna karşı Ludwigin cevabı sert oldu..Imparator 22 Mayıs 1324 te  yayınladığı ' Sachsenhausen Bildirisiyle ' bir yandan Papayı dünyevi iktidarı gasp etmekle ve dinsel sapkın olmakla suçladı,öte yandan Papayı  devre dışı bırakmak amacıyla Tıpkı Philippe le bel gibi Kilise genel kurul toplanması çağrısında bulundu..

Papa ile arasındaki çatışmayı silah gücüyle noktalamak isteyen Ludwig,1327 de İtalyaya bir sefer düzenledi.Bir yıl önce XXII Johannes tarafından aforoz edilmiş olan Marsiliusda bu sefere katılmıstı.Padovalı Marsilius Ludwigin Tarantede topladığı Ghibellino toplantıısnda bulunduktan sonra Milanoya gidip papalığa karşı ımparatorluk savlarının sözcülüğünü yaptı.Bu arada Ludwig  Romaya girmişti Pierre de Corbara V.Nicolaus adıyla karşı papa ilan edildi ve 7 ocak 1328 de Ludwig evlilikleri fesh etme yetkisi ile imparatorluk tacı giydi.Bunun üzerine Marsilius İmparator tarafında Milano Başpiskoposluğuna atanır.Ludwig italyada cok kalmayıp Almanyaya döndü.1330 yılında yanlız kalan karşı papa XXII Johannes ile anlaşıp onun papalığını kabul etti.Marsilius imparator ile Almanyaya döndü.1343 de olene kadar Ludwigin sarayında yaşadı.Bu süre içinde Defensor Pacis ten farklı olarak imparatorluk iktidarını savunan kitaplar yazdı...

Kaynak : Tanrı Devletinden Karl Devlete imge kitabevi  Mehmet Ali Ağaoğulları-Levent Köker 

DANTE ALIGHIERI



Image result for dante alighieri


1265 te Floransada doğan ve 1321 de Ravennada ölen Danre Aligheri,italyanın ve Avrupanın en büyük ozanlarından biri olarak kabul edilmektedir.Şiirin dışında edebiyat kuramı ve ahlak felsefesi ile uğraşmış olan Dante siyasal düşüncelerini De Monarchia adlı yapıtında ortaya koymuştur.Yaşadığı dönemde İtalyanın bitmez tükenmez mücadelelere gerek devletler,gerekse siyasal hizipler,gerekse Papa yandaşları ile karşıtları arasında kanlı savaşlara sahne olması ve kendisinin bu ortamda etkin politikada yer alıp fırtınalı bir yaşam sürmesi yapıtında açıkladığı siyasal düşüncelerinin biçimlenmesinde etkili olmuştur.Bu bakımndan De Monarchianın incelenmesie geçmeden önce dönemin siyasal gelişmelerini ve Dantenin yaşamını ana çizgileriyle belirtmek gerekir

Dantenin doğduğu tarihte İtalyanın diğer Kent devletlerinde olduğu gibi Floransadada siyasal ve ekonomik üstünlük sağlamak isteyen imparatorluk yanlısı Ghibellinolar ile papalik yanlısı Guelfolar arasında şidderli çatışmalar vardı ( Guelfo adu 12 yyda Kutsal Roma Germen Tahtı için mücadele veren Welt ailesinden,Ghibellino adı ise weltlerin muhalifleri Hohenstaufenlere ait olan bir şato Waiblingden gelmektedir ) 

Dantenin burjuva kökenli ailesi Guelfolar yanında yer almıştı.Dantede ailesinin izinden giderek daha demokratik olan bu hizibin üyesi oldu.1289 yılında süvari olarak Ghibellinolara karşı Campaldino savaşına ve Pizanın Caprona kalesine düzenlene sefer katıldı.1295te Floransada yapılan yasal düzenlemelerle meslek loncalarına bağlı kimselere yönetime katılma hakkı tanınınca,Dante de Bilim ve Felsefeyle uğraşan başka yurttaşlar gibi Doktorlar ve Eczacılar Loncasına girdi ve etkin olarak politikaya atıldı.1296 da Yüzler kurulu adındaki Yurttaşlar meclisinde yer alarak soylulara karşı çıkarılan demokratik eğilimli yasaları destekledi.Ardından meslek loncalarının başkanlarını seçen mecliste üyelik yaptı.1300 yılında altı lonca başkanından biri sıfatıyla Floransanın en yüksek yöneticilik görevi olan Priore'liğe seçildi..

Bu arada Guelfıolar Beyazlar ve Siyahlar olmak üzere  iki partite bölünmüşlerdi.Beyazlar  demokratik reformları sürdürmek istiyorlar,Siyahlar ise buna karşı çıkıyorlardı.Dantenin  iktidar tutkusundan dolayı kınadığı Papa VIII Bonifaciusun gizlice Siyahlarla işbirliği yapması iki parti arasındaki çatışmayı dahada alevlendiriyordu.1300 de priore liğe seçilen Dante,ılımlı Beyaz Guelfolara yakın olmasına karşın,Floransada düzeni sağlamak amacıyla öbür beş yöneticiyle birlikte tarafsız bir politika izledi ve her iki partinin önderlerini sürgüne yolladı.Ancak bir yıl sonra,Dante yeniden Yüzler kurulunda görev yaparken Beyaz Guelfolar Floransaya geri döndüler.Buna karşılık Siyah Gulefolar papanın aracılığıyla Fransa Kralı Güzel Philippe'in kardesşi Charles de Valois yı yardıma çağırdılar.Dantenin bir heyetle birlikte uzlaşma girişiminde bulunmak amacıyla papanın yanında bulunduğu sırada Charles de Valois nın ordusu Floransa halkının direnişini kırıp kente girdi.Ardından siyah Guelfolar Floransaya döndüler ve Beyazları yargılamaya koyuldular.Bu yargılamada Dante iki yıl sürgüne,yaşamı boyunca kamu görevlerinden uzak kalmaya  ve ağır para cezasına çarptırıldı.Floransa dışında bulunan Dante suçlamaları kabul etmeyip cezalara uymayacağını açıkladı.Bunun üzerine 1302yılı başında Floransaya ayak bastığı takdirde diri diri yakılarak idam edilmesine karar verildi.Böylece Dante ömür boyu surgunde yasadı

Dante bu karara karşı kendisi gibi zorunlu sürgünde bulunan Beyaz Guelfolar ve Ghibellionlar ile birleşerek Floransaya dönmenin yollarını aradı.1303 te papa seçilen ve bir yıl sonra ölen XI Benedictusun uzlaştırıcı çabalarının boşa çikması ardından Beyazlar ile Ghibellinoların oluşturdukları ordunun siyahlar tarafından yenilgiye uğratılması.Dantenin  umutlarının sönmesine neden oldu.Bundan sonra Dante İtalyanın çeşitli kentlerini dolaşarak edebiyatla ve felsefeyle uğrastı.

1308 de Luxemburg hanedanından VII.Heinrich imparator olması üzerine Dantenin  Floransaya dönme umudu yeniden canlandı.Papa V.Clemensin  elinden imparatorluk tacını giymek için italya üzerine yürüyen VII.Heinrich'in barışı  ve düzeni sağlayacağına inanan Dante,italyan prenslerine ve Floransalılara yazdığı mektuplarda imparatorun gelişini selamlamalarını istedi.İtalyayı parçalayan hizipler üstü uzlaştırıcı bir tol oynayarak imparatorluğu yeniden canlandırmyaı amaclayan VII.Heinrich bir çok muhalif güçle karşılaştı.Onunla arası açılan Papa 1309 yılında Romayı terkedip Avignona yerleşti.Bu arada Dante imparatoru desteklemeyi sürdürüyordu,hatta 1311 de Heinriche yazdığı bir mektupta ona karşı koyan Floransanın üzerine yürümesini önerd,.VII.Heinrich 1312de uzaktaki Papanın temsilcilerinin elinden imparatorluk tacını giymesine kaeşın,kuşattığı Floransayı ele geçiremedi ve 1313 te ansızın öldü.Kendisine büyük umutlar bağladığı imparatorun başarısız girişimleri ve bunların ardından gelen ölümü Danteyi büyük bir düş kırıklığına uğrattı.Dante yaşamının son yıllarını1307 yada 1308 de yazmaya başladığı ( ve Latince yerine italyanca olarak kaleme aldığı için ilk italyan ulusçusu olarak anılmasına neden olan) başyapıtı Divina Commediayı tamamlamaya adadı.Basyapıtının son dizelerini yazdıktan kısa bir süre sonra 1321 de yirmi yıldır görmediği  Floransadan uzakta sıtmadan öldü

Yazılış tarihi kesin olarak bilinmiyen ancak VII Heinrichin 1310 - 1313  italya seferi sırasında yazıldığı kabul edilen De Monarchiabarış özleminin açıkca dile getirildiği bir yapıttır.Insanlığın tek bir çatı altında toplanmadığı sürece,gercek ve kalıcı bir barışın sağlanamayacağına olan inancı,Danteyi imparatorluk düşüncesini savunmaya yöneltmiştir.Bu bakımdan kitabın başlığı gerçekte monarşiyi değil fakat evrensel monarşiyi bir başka deyişle imparatorluğu işaret etmektedir.Ancak Dantenin siyasal Düşünceler tarihindeki önemi imparatorluğun insanlık için ne denli gerekli olduğınu kanıtlama çabalarından kaynaklanmamaktadır.Zaten imparatorluk düşüncesi zamanını doldurmuştur.Germen ulusunun dışındaki diğer Avrupa Ulusları bu ideali paylaşmaktna cok uzaktaydılar ve ulusal krallıklar gerçeği karşısında bu düşünce bir düş olarak kalmaya mahkumdu.Dantenin siyasal düşünceye asıl katkısı devletin toplumsal arka planını ve devletin özünde din dışı olan bağımsız karakterini ortaya koymuş olmasındandır. Ayrıca Dante Devletin temel görevinin dünya ölçeğinde özgürlük,adalet ve barış sağlamak olduğunu vurgulayarak ve insanlığın birliğe gereksinimi olduğunu açıklayarak düşüncelerine evrensel bir boyut kazandırmıştır..

Dante,De Monarchia'nın hemen başında,çok yararlı olmasına karşın pek az bilinen dünyevi monarşinin bilimini yapmayı amaçladığını belirtip dünyevi monarşi kavramından ne anladığını ortaya koyar.Bir italyan ulusçusu olarak kabul edilen Dante imparatorluk  düşüncesine sıkı sıkıya bağlanmakla birlikte farklı koşulların farklı yasalara yol açtığını,dolayısıyla çeşitli devletlerin aynı yasalarla yönetilemeyeceğini kabul eder.Doğal yasa yerine Aristotelesin yasa anlayışını benımsemesi nedeniyle bu yargıya varan Dante,hemen ardından bunun Krallıklar yada Kentler biçiminde örgütlenmiş,siyasal birimlerin bağımsızlığı anlamına gelmediğini vurgular.Parçaların bütüne bağımlı olması gibi bu devletlerde evrensel devlete,yani imparatorluğa bağımlıdırlar.Bütün insanlığın ortak yasasını ,ortak kuralını belirleyen monarktır,Imparatordur.Bu bakımdan bu devletlerin yasaları ortak yasaya uygun olmalı ve tabii yöneticilerinden imparatorun hükmü altında bulunmalıdır.Böylece Dante metafiziksel uslamlamaları doğrultusunda Parisli Jean gibi Krallık savunuclarının savlarınıda yadsımış olur.

Kaynak : Tanrı Devletinden Karl Devlete imge kitabevi  Mehmet Ali Ağaoğulları-Levent Köker 



Thursday, February 23, 2017

ETIENNE DE LA BOETIE




Image result for etienne de la boétie

Etienne dela Boetie 1 Kasım  1530'da Fransanın Güneybatısındaki Perigord bölgesinin küçük zenginbir kenti olan Sarlat'da doğmuştur.Ailesi zengin ve soylulaştırılmış burjuva kesimindedir.Bu kesim XVI. ve XVII.yüzyıl fransasının en dinamik toplumsal sınıfını oluşturmaktaydı,zenginliğini ve başarısını yükselen ulusal monarşiye bağlamıştı.Monarşide yüksek devlet görevlerini bu sınıf içinde seçıyordu.

Bu burjuva sınıfı Fransanın güney bölgesinde daha fazla öneme ve daha büyük bir etkinliğe sahipti.Bunun nedeni bu yörelerden feodoalizmin güçsüz oluşundan ötürü eski yapıların ve değerlerin çok hızlı bir çöküş süreci içine girmiş olmasıdır.Değişen ekonomik yaşama ayak uyduramayan soylulalr gerek yaşayış biçimi,gerek servis açısından köylülere benzemekteydiler.Kırsal kesimde kendi toprakları olan küçük ve orta çiftçilerin sayısı gittikçe artıyordu.Bunun yanında  bu bölgede Kilisenin dinsel ve dünyevi etkinliği hemen hemen yok gibiydi,Ticaret burjuvazisi ise hızla yükseliyordu..

Babasını küçük yaşta kaybetmiş olan Etienne de la Boetie ailesinin etkisiyle Orleans Universitesinde Hukuk eğitimi gördü.O dönemlerde Fransada humanizm ve reform hareketleri özellikle Hukuk fakültelerinde gelişmş durumdaydu.Fransız hukuk bilginlerinin çoğu dönemin en tanınmış Hukuk okulu olan Padova Üniversitesinde okumuşlar ve Aristotelesi batıya tanıtan Ibni Rüşdün düşücelerini öğrenmilşlerdi.Bunlar Fransada skolastik kalıpları yıkarak Roma Hukukunu toplumsal gerçeklere göre yorumluyorlardı.1559 da düşüncelerinden dolayı Paris'te yakılarak idam edilen 'Protestan Parti'nin önde gelen demokrat düşünürlerden Anne du Bourg,Orleans da La Boetienin hocasi olmuştu.Tüm bu olgular göz önüne alındığında üniversite yıllarının La Boetinin düşünsel gelişimi üzerindeki etkisi açıkca ortaya çıkar.

Fakültetyi 1535'te bitiren ve evlenen La Boetie,bir yıl sonra genç bir Hukukcu olarak Kral II Henrinin onayı üzerine Bordeaux Parlamentosundaki danışmanlık görevlerinde birine atanır.Ölümüne dek bu görevi sürdüren La Boetie,1557 yılında kendisi gibi Parlamentoda danışman olan ünlü fransız düşün adamı Montaigne ( 1533 - 1593 ) ile tanışır.Bu tarihten sonra iki düşünür arasında çok yakın bir dostluk ilişkisi kurulur.Uzun bir süre Bordeaux Parlemantosunda etkili olamayan La Boetie,1560 yılından itibaren önemli görevler üstlenir.ilk olarak Bordeauxlu yargıçlarının maaşlarının  ödenme biçimine ilişkin bir sorunu çözüme kavuşturmak için Paris'e yollanır.Burada Krallık naipliğini üstlenmiş olan ana kraliçe Catherine de Medicis'nin  başdanışmanı şansölye ( adalet bakanı ) Michel de l'Hospital ile tanışıp dostluk kurar  ve onun düşüncelerinden etkilenir..

XVI.Yüzyıl Fransasının içinde bulunduğunu en önemli sorun din çalışmalarıydı.Monarşi bir yandan krallığı zayıflarab Katolik-Protestan çatışmasına çözüm arıyor,öte yanan kiliseye olan üstünlüğünü pekiştirmeye uğraşıyordu.İki aşırı ucu oluşturan Duc de Guise 'in başını çektiği  Katolik Parti ile Fransız Calvincileri olan Hugeunotların Protestan Partisinin karşısına Michel de l'Hospital im önderliğindeki Politikler Partisi çıkmıştı.Dinsel hoşgörü yanlısı olan politikler,Katolikliğin  devlet dini olarak kalmasını,Protestanlar için ibadet özgürlğünün  güvence altına alınmasını  ve monarşinin  erkinin artırılarak Kilisenin ( daha dogrusu kiliselerin ) mutlak bir biçimde ona bağımlı kılınmasını savunuyorlardu.

1561 yılında ilki Ocakta Orleans'da  ikincisi Ekimde Pontoise da toplanan Etats Generaux,burjuvazinin ağırlığını  koymasıyla politiklerin  görüşleri doğrultusunda kararlar aldı.L'Hopital ,la Boetiyi Orleans kararlarını aşırı Katoliklere daha yakın olan Bordeaux Parlamentosuudna savunmakla görevlendirir.Bu zor işin başarıyla üstesinden gelen La Boetie,Eylül 1561 de Agenais bölgesindeki dinsel karışıklıklardan sonra Kral IX Charles tarafından düzeni sağlamakla görevlendirilen Bordeaux askeri şefinin yardımcılığına atanır.Bu iki devlet görevlisi,L'Hospital'in görüşlerini bu bölgede uygulamaya koyarlar.Agen kentinden Huguenotlarca kovulan Jacobin keşişlerin manastırlarına geri dönmelerine ve Protestanlara bir Kilisenin  tahsis edilmesine karar verirler ,köylerde ise Katolikler ile Protestanların sırayla ibadet etmesi ilkesini getirirler..

17 Ocak 1562 tarihli ' Ocak Fermani' ile Monarşi l'Hospital'İn düşüncelerini benimsediğini  ve bütün protestanlara ibadet özgürlüğü tanıdığını ilan eder.Yaşamı boyunca şiirler yazmış,Yunance ve Latince klasiklerden çeviriler yapmış olan La Boetie,bu fermanla ilgili görüşlerini küçük bir risale şeklinde kaleme alır.Bu çalışmasında ' Bütün kötülüğün dinsel bölünmeden kaynaklandığını sanki ülkede birbirine  karşıt ikie devletin belirdiğini  vurguladıktan sonra uygulana baskıların sorunu çözüme kavusturmak yerine daha da alevlendirdiğini  belirtip ' Galikan Kilisesinin koruyucusu olan kralın reformlar yoluyla sivili barışı kurmasını salık verir.Ancak La Boetienin büyük umutlar beslediği anlaşılan bu fermanın yayımlanmasından sonrada kanlı din çatışmaları sona ermez 

Aralik 1562 de Bordeaux Parlementosu La Boetiyi kentin üzerine yürüyen silahlı Hugeunot topluluğunu dağıtmakla görevlendiren askeri komisyona seçer.Bu görevi sırasında La Boetie aniden rahatsızlanır.Medoc  bölgesinden dinlenmeye giderken yolda ağırlaşır ve Germignanda 14 Agustor 1563 de ölür.Montaigenin ' kanımca çağımızın en büyük insanı idi' dediği la Boetinin ardında bıraktığı önemli yapıtı Gönüllü Kulluk Üzerine Söylevdir 

La Boetinin Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev adlo yapıtını ne zaman yazdığı hakkında kesin bir ortak kanıya varılmış değildir.Montaigne,dostunun  Söylevi 16-18 yaşları arasında bir deneme niyetiyle kaleme alındığını  ileri sürmüştür.Fakar çeşitli araştırmacılar ,bu yargıya  karşı çıkarak Söylevin 1548 yılından sonra yazıldığını  yada en azından yeniden gözden geçirildiğini kabul ederler.Bu Kişiler ,La Boetienin büyük bir olasılıkla  Fransanın Güneybatı bölgesinde patlak verip 1549 da Krallık güçlerince kanlı bir biçimde bastırılan ( ve tarihte Gabelle Ayaklanması adıyla bilinen ) köylü ayaklanmasından etkilenmiş olduğunu belirtirler.La Boetie yapıtında bu olaydan hiç söz etmemiş olmasına karşın,bu köylü  ayaklanmasının  senyörlere karşı değilde,devlete karşı bir başkaldırı biçiminde geliştiğinin bilincine varmıştır.Bu nedenle  yazar Söylevde Köylülerin  tepkisini çeken,toplumun en uç köşelerine kadar girerek varlığını her yerde hissettiren ve yerel özgürlükleri,ayrıcalıkları  yıkan iktidar aygıtını ,bir başka deyişle modern devlet gerçeğini  açıkca dile getirip eleştirebilmiştir..

Ayrıca Söylev bir gençlik dönemi ürünü olarak kabul edilse bile,La Boetinin buna Orleans da iken önemli değişiklikler  ve eklemeler getirdiği kesindir.Bunu destekleyen kanıt,yapıtta Ronsard,Du Bellay  gibi ozanlardan söz edilmiş olmasıdır.Çünkü ilk şiirlerini 1549--1550 yıllarında yayımlayan bu ozanlar,ancak 1522 den sonra tanınmaya başlamışlardır.Bu bakımdan bu ozanlarla  ilgili bölümün,Söylevin 1546 - 48 yılları arasında yazıldığı varsayılan ilk metninde bulunmadığı ve daha sonradan eklendiği ortaya çıkmaktadır.

Bundan başka La Boetinin ,Orleans Üniversitesinde hocası olan Anne du Bourg'un  demokratık düşünceleriyle radikalizminden etkilendiği ve gençliğinde yazdığı bu denemeyi hocasının görüşleri doğrultusunda geliştirdiği de olası gözükmektedir.Söylevin  yazılış,tekniğine,içerdiği görüşlere ve bunlaın tutarlılığına Eski Yunan ile Roma tarihinden getirilen örneklere ve atıfta bulunulan klasik kitaplaea bakıldığında ise yapıtın olgun bir kişi tarafından yazıldığı anlaşılmaktadır.

La Boetinin kısa yasamı boyunca yazdığy şiirleri ve yaptığı çevirileri 1570 yılında yayımlamış olan Montaigne,Söylevin elyazmasınada sahipti.Çeşitli yazışmalarında  Söylevi yazacaği kitabın ( yani denemelerin ) en önemli parçası olarak kullanmayı düşündüğünü belirtilmiş,ancak daha sonraları bu tasarısından vazgeçmiştir.Bunun nedeni Söylevin elyazmasının bugünde açıklığa kavusamamış bir biçimde Huguenot militanlarınca ele geçirilip yayımlanmış olmasıdır..

1572 deki Saint Barthelemy kıyımından sonra Huguenot'lar arasında siyasal iktidara karşı artık pasif  değilde aktif olarak direnmek  gerektiğine ,baskıya başkaldırmanın ve tiranın öldürülmesinin  meşru olduğuna ilişkin görüşler yayılmaya başlar.Bu görüşleri  savunmak için ortaya çıkan monarkomaklar diye biline Protesta düşünürlerin yazıları  yanında,daha önceleri yazılmış olmalarına karşın hemen hemen aynı temaları içeren yapıtlarda Calvinci militanlarca benimsenip kullanılır.İşte bu yapıtlardan biride La Boetinin Söylevidir.İlk olarak 1574 te Söylevden alınan bazı parçalar yazarın adı verilmeden,çeşitli yergi yazılarını içeren '( le reveillematin des francias et de leurs voisins- Fransızların ve Komsularının Çalar saati ) adlı kitapta yayımlanır.Bundan iki yıl sonra Söylev,yine aynı nitelikle bir kitap olan ( les memoires de l'Estat de France sous Charles le Neufiesme de - Dokuzuncu Charles dönemi Fransa Devleti Üzerine Savlarda )bu kez bütünüyle  ve La Boetinin adı belirtilerek ( Contre un - Bire karşı ) başlığıyla yer alır.

Bu durum La Boetinin yanlış bir biçimde monarkomak olarak tanınmasına yol açar.Bunun üzerie Montaigne,dostunu savunmak ,adını temize çıkarmak amacıyla Montaigne,dostunu savunmak adını temize çıkarmak amacını ile La Boetinin Söylevi neden ve hangi konum içinde yazdığını açıklamak gereği duyar ' Gönüllü kulluk ' adını verdiği bu söylevi ilk gençlilk çağlarında,tiranlara karşı özgürlüğü yücelten bir deneme biçiminde yazmıştır.Sonraları bu yapıt,iyi diye salık verilemeyecek  kişilerin eline geçmiştir.Ülke Güvenliğini bozmak ve düzeni değiştirmek isteyen bu kişiler,söylevi ,kötü amaçları doğrultusunda kullanmak için gün ışığına çıkarmışlar ve onu kendi düşüncelerini  içeren yazılar arasına katmışlardır.Yazarın anısı ,onun düşüncelerini  ve eylemlerini yakından tanımayanlarca  rencide edilmemesi için bu konunun  çocukluk çağındaki yazar tarafından sıradan ve çok yinelenmiş bir konu olarak kabul edilip salt alıştırma ,deneme olsun diye ele alındığını belirteceğim..

Montaignenin neredeyse bir genclik günahı olarak tanımladığı Söylev,din çatışmalarının yatışmasıyla birlikte göreli bir unutkalığın içine düşer.iki yüz yıl sonra Cumhuriyet için demokrasi için verilen savaşların yoğunluk kazanmasıyla yeniden gündeme gelir.Bu kez demokrasinin övgüsü  olarak değerlendirilen ve bu açıdan okunan yapıt.Fransız Devriminin ilk yıllarında iki ayrı kitapta yer alır.Daha sonraları 1835 te mistik ve humanist bir sosyalist olan Felicite de la Mennais tarafından yayımlanır.1857 de ise Louis Napolyonun darbesi üzerine Bruksele kaçan Cumhuriyetçiler,Söylevin Tiranlık karşıtı yönüne ağırlık verip yeni bir basımını gerçekleştirirler.

Siyasal alandaki çatışmaların salt politik olmaktan çıkıp sosyoekonomik bir boyut kazanmaları ( daha doğrusu bu çatışmaların sosyoekonomik temellerinin ortaya konulup kitlelerce anlaşılması ) sonucunda Söylve bu yeni ortamda militan bir yapıt biçiminde değerlendirilemediğinden,ikinci bir göreli unutkanlik dönemi içine girer..Yapıtın bugün yeniden gün ışığına çıkması ise,70li yıllarda Fransada iktidarın yada devletin baskıcı,otoriter özü sorununu ortaya koyup araştırma konusu edinen entelektüel bir akımın belirlemesi ve La Boetinin  bu yönde yeniden okunmasu ile mümkün olmuştur.Bir başka deyişler Söylevin siyaset sorununa yaklaşımındaki evrensel boyut keşfedilmiş ve yapıt bu açıdan incelenip değerlendirilmeye başlanmıştır

Ancak Söylevin incelenmesine geçmeden önce,La Boetinin yapıtında ortaya koyduğu düşünceleri ile yaşamı arasındaki çelişkiye değinmek gerekir.Yazarın kişisel çelişkisinin,içinde bulunduğu toplumsal sınıfa özgü bir çeliski olduğu söylenebilir.Taşra Burjuvazisi özgürlüklerini  yerel ayrıcalıklarına  özerkliklerine bağlıdır.Merkezi iktidarın kendisine kısıtlamalar getirecek şekilde güçlenmesinden hosnut değildir.Örmegin 1548 - 1549 ayaklandırmasını bastıran merkezi devletin.Bordeaux Parlamentosu ile Üniversitesini bir süre için kapatmasını hiç de iyi karşılamamıştır.Ancak bu sınıf,merkezi yönetiminin yerel görevlerini elinde tutması nedeniyle ona bağlıdırda.Üstelik gereksinim duyduğu düzen ile barışı sağlayabilecek tek kurumun güçlü bir monarşi olduğunun bilincindedir ve bu nedenle onu desteklemektedir.

Bu sınıfın genc bir aydını olan La boetie,Söylevde soyut bir özgürlük kavramından hareket ederek gönüllü kulluğu örgütleyecek kadar merkezileşmiş iktidara ( yani çağının  Fransız monarşisine )şiddetle bir biçimde karşı koyar.Fakat aynı zamanda,tarihsel koşulların idealinin gerçekleşmesine izin vermeyeceğini sezen La Boetie moral bir başkaldırıya sığınıp görüşlerini kağıt üzerine dökmekle yetinir.Ardından yerdiği devlet aygıtının çarklarında yer alır.Bu yönüyle Thomas More u anımsatmaktadır.Tıpkı onun gibi la boetie de bir humanist olarak toplumsal kötülüklerin azaltılmasına  özelliklede din çatışmalarının engellemesine katkıda bulunabilmek için monarşının hizmetine girmekten başka secenek bulamamıştır


Kaynak : Tanrı Devletinden Karl Devlete imge kitabevi  Mehmet Ali Ağaoğulları-Levent Köker 



Wednesday, February 22, 2017

THOMAS MÜNZER



Image result for Thomas Münzer

Luther gibi Saksonyalı bir din adamı olan Thomas Münzer 1489 yılında Hartz Dağlarındaki Stolberg kasabasında doğmuştur.Daha çocuklık yıllarında babasının yöre prensi tarafından verilen haksız bir karar sonucu idam edilmesi ,Münzerin yaşam boyu sürecek öfkesinin başlangıcı olmuştur.Nitekim onbeş yaşında bir öğrenciyken Magdeburg başpiskoposuna ve Roma kilisesine karşı gizli bir komite örgütlemeye girişmiştir.Döneminde geçerli olan teoloji hakkında sahip olduğu engin bilgisi ile doktor ünvanını alan ve halledeki kadın manastırına papaz olan Münzer 1519 yılında daha önceden görüşlerini bildiği Luther ile tanışır.
1520 de Lutherin önerisiyle Zwcikau'ya vaiz olarak giden Münzer burada yeniden vaftizciler (Anabaptsitciler ) ile ilişki kurar.Katoliklerin sembolik bir biçimde vaftiz etmelerine karşı çıkan Anabaptisler,Luther'in iman sorununu inanan ile Tanrı arasında dolaysız bir ilişki olarak kabul etmesini kabul ediyorlardı.Ancak Anabaptistler,Luther'den farkli olarak inanan ile Tanrı arasındaki ilişkinin akıla,akılcı bir anlamaya dayandığını benimsemişlerdi.Bu yüzden ne anladığı ve inandığı bilinmeyen bebeklerin vaftizine karşı cıkıyorlardı' Bundan ötürü,bu ilk yılların anabaptisleri,inanan seçkinler topluluğuna gönüllü olarak katılmak istediğini söyleyebileceği zaman onu yeniden vaftiz ediyorlardı'
Reform döneminde kurulu düzene başkaldırıan radikal kanatlardan birini temsil eden Anabaptistlerle olan tanışması Münzeri etkilemiş ve soylulara karşı nefretini Kiliseye olan hoşnutsuzlukla birleştirmesini mümkün kılmıştır.Bu çercevede daha önce gördüğümüz gibi süreç içinde düzenle uzlaşmaya yönelen Lutherden kopmuş hatta lutheri ağır dille suçlamaya başlamıştır.
  Zwickaudan sonra Praga giderek halkı yeni görüşleri doğrultasında örgütlemeye girişen Münzer başarısız deneyimden sonra 1523'te küçük bir sakson kasabası olan Allstedt'' döner.Burada Din reformunu dahada ilerleterek bir yanda dinsel törenlerde Latince kullanılmasını tümüyle yasaklarken ,diğer yandanda düzen karşıtı propogandasını örgütlemeye,halkı prenslere ve rahiplere karşı silahli mücadeleye girmeye çağıran vaazlar verir.
 Münzerin radikal görüşleri,salt bir 'inanç sistemi' olarak Hristiyanlığın yeniden yorumlanmasıyla sınırlı kalmayıp aslında reform dönemi almanyasının en temel toplumsal çelişkilerinden birini oluşturan köylülerin ağır yaşam koşulları altında ezilmesinin yarattığı siyasal oluşumlarla doğrudan ilişkili bir hal alır.Münzer artık Almanyada patlak veren köylü ayaklanmalarının önemli önderlerinden biri olmuştur.
  1524 te kendisini yakalamak isteyen Saksonya prensinden kaçmak amacıyla Allstedt'teb ayrılır.Çeşitli bölgelerde dolaşarak halkı,Kilise hiyerarşisi içinde yer almayan küçük din adamlarını  ( köy papazlarını ) ayaklanmaya çağıran Münzer,Mülhausen'e yerleşerek burada mal ortaklığına,herkesin eşit iş yükümlülüğüne dayanan ve her türlü otoritenin kaldırıldığını ilan eden bir düzen kurar.Buna karşılık Mülhausen görece demokratik bir anayasaya sahip,genel oyle seçilen ve yurttaşlar meclisinin denetemindeki senato ile yönetilen ,yoksullara erzak yardımını bir sistem olarak benimsemiş olan ' Cumhuiyetçi bir kent' olur.Bu sırada Almanyanın her yerine yayılmış olan köylü ayaklanmalarına karşı bir bastırma hareketine girişen prensler,zaten donanımsız ve savunma yapmayı bilmeyen köylüleri bastırmakta zorlanmazılar.Frankhasuende köylüleri kılıçtan geçiren askerler 1525 te Münzeri yaralı olarak geçirirlerve uzun işkencelerden sonra kafasını keserek idam ederler..


Kaynak : Tanrı Devletinden Karl Devlete imge kitabevi  Mehmet Ali Ağaoğulları-Levent Köker