Thursday, May 31, 2018

SULTAN IBRAHIM IN CINCI HOCASININ HIKAYESI

Tarihe deli lakabıyla geçmiş olan Sultan Ibrahim,ağabeyisi IV.Murat zamanında,' şimsirlik ' denen saray hapishanesinde 17 yıla yakın bir süre kapalı kalmıştı.Bu arada,öbür kardeşleri Bayazıt,Süleyman ve Kasım'ın bu amansız padişah tarafından öldürülmesi,kendisinin de her an ölüm tehlikesi içinde yaşaması,Ibrahim'İn sinirleirni son derece bozmuştu.9 Şubat 1640 günü osmanlı tahtına çıktığı vakit,asabi bir hastalık olan melankoliye yakalanmış olduğu gibi,akıl dengeside tam yerinde değildi.Osmanoğullarından erkek olarak da hayatta yalnız o kalmıştı.Annesi Kösem Sultan ve devlet ricali,Tahta bir varis  gelsin diye kendisine durmadan seçkin cariyeler sunmaktaydılar.Bu hal,onda bir de doymak bilmez bir kadın saplantısı yaratmıştı.Bu da hastalığının daha da artmasına neden oldu.Bazen birden bire bayılıyor,bütün saray kadınlarının telaşa düşürüyordu.Kösem Sultan'ı  bir endişe aldı.Sultan Ibrahim'in  ölümü bir felaket olacaktı.Sonunda,Valide Sultan'a bir cinci hoca sağlık verdiler.Padişahı o tedavi edebilirdi.Tabii hocayı getirdiler.

Cinci Hoca'nın saray kapısından içeri ayak atışı ,yanlız Sultan Ibrahimin hayatında değil,Osmanlu Sarayının tarihindede önemli bir olay oldu.Cinci Hüseyin Efendi Sultan Ibrahim'in sinirlerini  nefes ile yatıştıracaktı.Ona en çok tesir eden ilaç,kendisini okutmaktı.Ne zaman okursa,kendisnde biraz rahatlık duyuyordu.Bütün hastalığı ,hasta beyninin sinirlerinde yarattığı heyecandan,ruhunda,uyandırdığı  vehimlerden ibaretti.Bunun için Sultan Ibrahim'i biricik edebilecek kimse ancak Cinci hoca olabilirdi.

Cinci Hoca,Safraboluluydu.Babası bir şeyhti.Gençliğinde ondan bir kaç dua öğrenmişti.Istanbul'a öğrenci olarak geçmiş,medereseye gitmişti.Medresede  iken kadınlara ve çocuklara babasından öğrendiği dualarla efsun etmeye başladı.Istanbul'un sevdaliların büyü ile zaptetmeye çalışan,kendilerini büyülerle sevdirtmeye çalışan kadınlarını etrafına çekmeyi başardı.Aynı zamanda  devrin ulemasından Şeyh Mahmud Efendi'nin talebisiydi.Şeyh Efendi,Süleymaniye Medresesi'nden Izmir kadılığıan atandı.Ama onu bir memuriyete kayırmadığı gibi,beraberinde de götürmek istememişti.Hüseyin efendi ağlıya ağlıya Mahmut Efendinin  arkadaşlarına,dostlarına başvurmuştu.Onlar da haline acıyıp aracı,oldularsa da Şeyh Efendi fena halde kızdı ve aracı olan arkadaşına :

'' Behey Efendi,bizim ırzımız vardır.Kadına erkeğe efsun okuyan bir sihirbazı birlikte götürüp adımızı kötüyemi çıkaralı '' demişti

Ama,şimdi hocasının utandığı efsunculuk sanatı,Cinci Hüseyin Efendiye Sultan Ibrahimi bile muhaç etmişti.Ona kudret,kuvvet,zevk ve neşe verecek,ancak onun nefesiydi.Hoca efendi,yıllardan beri müşterilerinin cahilliğinden aldığı kuvvetle Sultan Ibrahim'i okuduiağzının kokan nefesi ile üfledi.Hünkar,bir rahatlık hissetti ve o günden sonra Hoca Efendi'ye rağbet ve iltifatı arttı.Kadınlara ve çocuklara Efsun okuyor diye küçük bir göreve bile layık görülmeyen Cinci hocanın,Fatih Medreresine ilk derecelerden müderris tayin edilmesi için ferman yayınladı.Ulemanın başı Şeyhülislam Yahya efendi '' Kanuna aykırıdır '' diye bunu uygulamak istemeyince,bu sefer Padişahın yazılı emriyle en yüksek müderrislik verildi.Ağır maaşlar bağlandıktan sonra,döşeli,dayalı muhteşem bir de konak ihsan edildi.Birkaçgün sonra Süleymaniye Müderrisi,arkasından Galata kadısı ve Padişah hocası oldu.Halbuki,bu makamlara erişebilmek için nice değerli bilginler yirmi otuz yıl hizmet ederler de yine de isteklerinede ulaşamazkardı.Safranbolulu Hüseyin Efendi ise,bunlara bir anda erişmiş,büyük küçük herkesin başvurduğu bir kimse olmuştu.Kadın,Erkek,çoluk,çocuk Efendi'nin nefesinden medet umuyordu.

Onun saraya intisabı,devlet ricali arasında da halk arasında da nufuzunu arttırmıştı.Karaçelebizade  Mahmut efendi gibi o devir ilim aristokrasisinin en önde ve en seçkin kişisi bile kızını ona vermekte tereddüt etmedi..Hüseyin efendi bu sırada ilmiye mesleğinin yukarıdan üçüncü derecesi olan Anadolu Kadıaskerliğine yükselmiş ve yavaş yavaş devlet işlerine karışmaya başlamıştı.Artık en önemli uğraşı mal ve servet toplamaktı.Aradan az bir süre geçti.Hoca efendi bugün Istanbul'da Cinci meydanı denilen yerde kendisine muhteşem bir saray yaptırmaya başladı.Insaat masrafı için devlet hazinesinden iki yüz yük akçe verildi.Üsküdar'da Cinci Hoca Sarayının yanına cinci hamamını yaptırdı.

Kendisini tanımış olan Evliya Çelebi şöyle der :

'' Cinci Hoca,hünkardan bir an ayrılmayıp padişah katından ondan yakın kimse yoktu.Hünkar arabaya binse beraber biner,tahtırevana girse birlikte girerdi.Her saati o saf padişahı hoşa gidecek sözlerle gururlandırıp hatalı işlere sevk ederdi.Çünkü devlet işlerinden yetişmemiş ,Safranboludan Şeyhzade diye anılır bir softaydı.Nasılısa yükselip saadetlü padişaha bir takım dualar okuyup ve Ibrahim han tesadüfen düzelip aslında buna dair bir harf bilmezdi.Ancak,bahtında talihi bir zaman müsaade etti ''

Şimdi,Hoca'nın huzuruna girmek bile bir marifet olmuştu.Ulema,vezirler hep Cinci Hüseyin Efendi sayesinde yüksek derecelere çıkabiliyorlardı.

Cinci Hoca,sihir ve efsun kuvvetiyle büyük konaklar ,hanlar,hamamlar,yaptırdıüı gibi hediyeler ve rüşvetlerle de büyük bir servet toplamaya çalışıyordu.Sandıklar dolusu altın,elliye yakın samur kürkü
güğümler dolusu çil akçası vardı..

Ancak bir gün geldi ve herşey tersine döndü.Israfı ve kötü idaresiyle devleti felaket uçurumunun  kenarına getiren Sultan Ibrajim 8 Agustors 1648 günü,Ulema,devlet erkanı ve yeniçeri ocağı ile gelenlerinin işbirliği ile tahtan indirildi.Yerine 7 yaşındaki oğlu IV.Mehmet Padişah oldu.Kanuna göre ,culus bahşisi verilmesi lazımdı.Devlet hazinesinde ise para yoktu.Kılıç kuşanma töreninden sonra Sadrazam Sofu Mehmet Paşa haber yolladı.Cinci Hoca'dan iki yüz kese ( bir kese ellibina akçe ) istedi.Cinci Hoca bunu kesin olarak redderri.Sadrazam Cinci'nin kaynatası Karaçelebizade Mahmut Efendiyi çağırdı ve şu teklifte bulundu:

'' Eski padişahtan yolunu bulup aldığı Süleymaniye ve öbür vakıflardan haksız yere yuttuklarını versin.Eğer cülus bahşisi için,elinden geleni yaparsa hakkında bir eziyet olmaz ve kadıaskerlikten ayrılmış başkaları gibi kendisine belli bir eglir bağlanıp  rahat eder''

Karaçelebizade,Sadrazamın bu sözlerini doğru buldu ve damadının konağına giderek meseleyi anlattı.Kendisine adeta baba nasihati verdi.Cinci Hoca,yine dinlemedi.

'' Ben mertlikten adam oldum ! Canım tendeyken onlara bir akça vermem ''

Mahmut efendi,ona işin nereye varabileceğini anlattı.Cinci hoca,inadından dönmedi.Sonunda onu ikna edemyeceğini  anlayınca yanından ayrıldı;durumu Sadrazama bildirmeye gitti.

Mahmut efendi dışarıya çıktıktan sonra yanına kethüdası Nurullah girdi.O da kendisine nasihat etti:

'' Bre efendi,bu kadar malı sana yutturmazlar.Bunlara kırk elli kese vermedikçe olmaz '' dedi.Cinci hoca başına felaket geleceğini söyledi.

Hüseyin efendi düşündü ve bir miktar akça vermeye razı oldu.Kethüdası Nurullah'a :

'' Getir şu keseleri,ayarı eksik ve silik kuruşları ve kırpık altınları ayırıp bir miktar verelim '' dedi ve '' Evi yıkılası ,öyle vakitte tamahkarlığının şiddetinden sarraflık sevdasına düştü.Keseleri ortaya döktü.Vereceği alçak ve ayarı eksik akçaları ve altınları dikkatle seçmeye başladı.Bir taraftan Sadrazama talebesinden bir ahmağı gönderdi.

'''Eğer yeni Padişaha beni hoca tayin ederseniz yüz kese vereyim'' teklifinde bulundu

Sadrazam ise ,Şeyhülislamla görüştükten sonra Cinci Hoca'nın yakalanması için Çavuş başıyı gönderdi.Çavuşbaşı adamlarıyla Cinci'nin  konağına geldi,kapıyı açtırıp zorla içeri girdi.Hala para seçmekle meşgul bulunan Cinci Hoca,bunu haber alınca  ' Can başına ' sıçradı.Keseleri,akçaları ve altınları olduğu gibi meydanda bırakıp harem dairesine kaçtı.Kethüdası yakalandı.Cinci hoca,konağın damına çıkıp oradan komşusu Tosun Çavuş'un damına atladı.Buradan boş bir odaya girdi.Üzerine bir hasır örtüp  gizledilerse de Çavuşbaşı Abdülfettah onu buldu.Kendisi zarif bir adamdı.Hasırı usulca kaldırıp..

'' Efendi hazretleri,evvelce yüksek ruhlar davet ederlerdi.... Şimdi alçak dereceli cinleri davet için hasıırn altına girmiş '' dedi

Sonra yakasına yapışıp dışarıya çıkardı.Cinci Hoca hala direniyor.

' Bre asılacaklar ,ben kadıasker değilmiyim ? Çekin elinizi bre habisler ! ' diye bağırıyordu.

Çavuşbaşı onun bu hareketleri ğzerine:
' Vurun başına,söyletmeyin !... Çekin,götürün ' emrini verdi..

Çavuşlar yumrukla bir giriştilerki Hoca'nın kavuğu yuvarlandı,yüzü gözü çürük içinde kaldı.Başı kabak,çeke çeke sürükleyerek götürdüler.Sadrazamın huzuruna çıkınca ,paşa bir şey olmamış gibi ikramda bulundu ve : 

' Gel efendi,cülüs bahşişi için yüz kese yardım et ' dedi
Cinci Hoca
' Ben akçayı kitaba verdim.Nakit elli kesem çıkmaz ' diye tutturdu.Sofu Mehmet Paşa onun yola gelmeyeceğini anladı.Cinci'ye döndü :

' Efendi,içer,ye buyurun! ' 

Bu sorada konağı aranıyordu.Hazinesinde ikiyüz kese kuruş,bohçalar dolusu değerli eşya,iki sandık altın ve elliden fazla samur kürk bulundu.Bundan sonra hesap edildi.Memurken aldığı rüşvetler ,padişah insanları ve aldığı maaşlardan masrafları çıktıktan sonra üç bin kese 1250000 altın serveti olması gerekiyordu.Ancak inkarda devam etmekteydi.Sonunda kanyutup söyletmeye karar verdiler.Meşhur Cellat Kara Ali,Hapsedildiği odaya girip ne kadar serveti olduğunu sordu.Cinci Hoca yine inkar etti.Kara Ali,hiç istifini bozmadan odanın ocağına iki taş koydu.Kayış,aşık v.s gibi işkence aletlerini Cinci Hüseyin Efendi'nin önüne döktü ve gülümseyerek :

'' Söyle efendi Sultanım,söyle.... Bu hazırlıklar senin içindir  dedi ve kollarını sıvadı

Cinci Hoca'nın aklı başından gitti.Neye uğradığını şimdi anladı,ağlamaya başladı.Kendi de kethudası da nerelerde ne varsa birer bire saymaya başladılar.Hangi duvarda örülü
hangi merdiven altında gömülü ne kadar para varsa hepsini haber verdiler.

Çavuşlar,Cinci hoca'nın konağına gittiler,söylediği yerleri aradılarçOn iki güyüm çil akça,hepsi de tas gibi çukur yetmiş bir kuruşluk yeni ve berrak halis ayarlı Mısır'ın ir nevi parası meydana çıktı.

Çavuşbaşı ,bunların hepsini topladı,Sadrazama yolladı.Paralar bir taraftan taşınıyor,bir taraftan culus bahşişi olarak dağıtılıyordu.Şimdiye kadar böyle halis ayarlı cülıs bahşişi verilmemişti.'' Cinci akçası '' sarafların bile gözlerini kamaştırdı.

Hocadan alınan servet, üçbin kese nakit ile  iki yüz kese değerinde samur,hediyelik eşya,altın ve gümüş kap kaçak,şamdan ,tepsi vesaireydi..

Buna karşılık,öbür eşyasına  ve emlakına dokunulmadı.Ayrıca vakıftan yediği günd beşyüz akça aldığı günden beri hesaplanıp onbeş bin kuruş yani onbin altın vakfa geri verildi.

Cinci hoca,Mısır'a sürüldü.Ancak,hastalandığı için Mihaliç'dan ileri gidemedi.Ama,dilini tutamadı.Verdiği paralar yüreğine işlemişti.Önüne gelene:

' Benim bunca malımı aldılar,padişaha ondan birini vermemişlerdir diyordu.Sonunda eski dostu Kırım Han'ın aracılığı ile af edilip İstanbul'a geri geldi.Bu arada bir sipahi ayaklanması oldu.Zorbalardan bazıları :

' Efendinin suçu nedir ? Bu kadar malı alındı Nice oldu ? diye söylenmeye başladılar.Fitne,Hoca'dan bilindi.Kırım hanının yine araua girmesinden çekinilip ortadan kaldırılmasına karar verilerek fermanla bir cavuş gönderildi.Çavuş Cinci'nin karşısına çıktığı zaman hala :

' Nedir Çavuş ? Bize müjdemi  getiridin ? diye sordu..

Çavuş eline fermanı verdi.Hoca,bunu okudu.Umulanın aksine,soğukkanlılığını hiç bozmadı.Abdest alıp namaz kıldı; bir kaç dakika sonra da boğulup yokluk diyarına yollandı.

Meşhur Cinci Hocanın hikayesi budur ..









OSMANLI TARIHINDEN SAYFALAR :ISTANBUL UN NÖBETÇİ DOKTORLARI

Yüzyıllar önce doktorluk ve eczacılık  tek bir sanattı.Yani doktorlar hastalarını muayene edip teşhis koyduktan sonra ,gerekli ilaçları da kendileri hazırlarlar  ve hastalarına verirlerdi.Sonradan bu iki sanat birbirinden ayrılmış ve doktorların hastaları için lüzümlu gördükleri ilaçları eczacılar hazırlamaya başlamışlardı.

Istanbul'da Eminönün'deki Mısırçarşısında  '' Kökçüler '' denilen,dükkanlar uzun süre bir çeşit ilkel eczane görevini yapmışlardır.Eski tabiplerin  ilaçları tamamen bitkisel kaynağa,otlara ve köklere dayandığı için bunları satanlar bu yüzden kökçü diye anılırdı..Bu bitkisel ilaçlar bugün de bildiğimiz ıhlamur,papatya,nane,kekik,tarçın,karanfil,meyan kökü,maydanoz kökü gibi şeyler olduğu gibi,bugün adı unutulmuş darülfilfil,kebabe,cevribevva,temrihindi,kat'ı hindi,kara halile,sarı halile,nahvel handi,sinamebi,udulkar,udul maverdi,çupiçini gibi şeylerdi.Bu arada kökçüler,seks gücünü arttıran ve esas maddesi anber olan ilaçlar hazırlamakla da pek ustaydılar.Bunlara genellikle macun denirdi.Bu arada ağır kesici,diyareyi,durdurucu gerektiğinden yatıştırıcı ve uyku verici olarak da afyon kullanılırdı.Aslında,eksi tıpta çeşitli devalr için Afyon başta gelirdi.Hatta tıbbin babası sayılan Hipokrat'In '' Afyon olmasaydı bilmemki ne yapardık '' dediği meşhurdur.

Türkiye de bugünkü anlamda ilk modern eczane 1812 yılında Galata'da açılmış ve yeni tıp bilimiyle yetişmiş doktorların ilaçlarını hazırlamaya başlamıştır.Sarayın ise,varlığını sonuna kadar korumuş olan kendi özel eczanesi bulunmaktaydı.

II.Mahmut,gericilerle daima birlik olup her yeniliğe karşı duran,bu yüzden isyanlar çıkarıp padişahlar deviren  ve hatta öldüren ,üstelik savaş gücünü hemen tümüyle yitirmiş bulunan Yeniçeri ocağını Asakiri Mansure adlı milli Türk ordusunu kurduktan sonra ,bir çok yenilik hareketlerine girişmiş,devletin dayandığı olan kurumları ıslah edip modernleştirmeye koyulmuştu.Hatta,Tanzimat devrimi  onun zamanında hazırlanmış,ancak hastalığı ve sonra ölümü yüzünden bunun ilanı kendisinden sonra tahta çıkan,oğlu Abdülmecid'e kısmet olmuştur.Tam anlamıyla hatalı bir prense gib yetiştirilmiş olan Abdülmecit henüz 16 yaşındayken tahta çıkmış olmakla beraber,babasının  yapmak istediklerini kavramış birçok eski '' Vüzera ve Vübela '' nın karşı olmasına rağmen ,başlarında Hariciye Nazırı  Mustafa Reşit Paşa'nın bulunduğu genç ve ilerici kadroya dayanarak bunu başarıp 3 Kasım 1839 tarihinde Tanzimatı ilan eder.Bunun esasını ise,Fransız ihtilalinin getirdiği insan haklarının Osmanlı memleketlerindede uygulanmas,din ve millet farkı gözetilmeden bütün vatandaşlara can,mal,ırz güvenliğiyle eşit haklar ve eşit yükümlükler  sağlaması.Osmanlu memleketlerinde keyfi idareye son vermesiydi.

Tanzimat'ın ilanı ve bunun izleyen yenilik hareketleri ,batıda çok olumlu karşılanmış,Avrupa devletleri Osmanlu devleti'nin mülki bütünlüğü  garanti altına alınmış,hem de bu devlet,Avrupa devletleri topluluğuna eşit haklarka kabul edilmiştir.

Tanzimat hareketinin iki düşmanı da vardı ve bunların biri dışarıdaiöbürü içeride bulunuyordu.Dışarıdaki düşman Türkiye için iyi hiç bir şeyi istemeyen Rusya Çarlığı,içerideki ise her yenilgiye düşman yobazlardı

Biz şimdi ,eczahanelerimizi dönelim,II.Mahmut devrinde yine Galata'da iki eczane açıldığını biliyoruz.Abdülmecit devinde bunların sayısı artmış ve Istanbul tarafındada modern eczaneler açılmıştı.Ama buna rağmen kökçülerin saltanatı yine de devam ediyordu ve daha uzun süre devam da edecekti.Özellikle cahil halk hastalandıklarında doktorra gitmek yerine kökcülere gidereke çare arıyorlardı.Doktora başvuru ise ya çok ağır vakalar veya bir türlü iyileşmek bilmeyen kronik hastalıklar içinde olurdu.

Resmi kayıtlardan bu sırada Istanbul'da ,Beyoğlu ve Kadıköy Üsküdar dahil,yaklaşık 350.000 kişinin yaşadığı anlaşılmaktadır.Abdülmecit devrinde modern eczanelerle birlikte modern tabiplerin de satısı arttı.Ancak bunlarka yeni tarzda yetiştirilmiş cerrahların çoğu Galata ve Beyoğlunda otururlardı.Böylece nüfusu en yoğun olan Istanbul tarafında özellikle geceleri acele doktor veya cerrah,lazım olunca bulunması mümkün olmuyor ve bu hal büyük bir sıkıntı yaratıyor,hala bazen ölümlere yol açıyordu.1843 yılında durum Genç Padişaha duyuruldu.Son derece ince ruhlu ve merhametli olan Sultan Abdülmecit,buna hemen kesin ve kalıcı çare olamk üzere şehrin merkezi yerinde her baş vuranın faydalanabileceği bir poliklinik açılmasını ve nöbetçi tabip ve cerrah bulundurulmasını istedi.Bunun üzerine Istanbul'da,şmdiki nöbetçi eczaneler gibi,nöbetçi usulu konulmasına karar verildi.Yer olarak da Koska da Sırmakeshane karşısındaki ' Eczacı dükkanı ',yeni eczane seçildi.Burada tıbbiye mektebinden  secilmiş tecrübeli on doktor ve iki cerrah,her gece sabaha kadar nöbet tutacak gelenleri muayene edecek,ayrıca hasta ağırsa veya kaza geçirmişse çağrıldıkları yere hemen gidecek,kudreti olmayan hastalardan da para almayacaklardı.Bunların maaşlarıyla fakir ve muhtaç hastalara bedava verilecek ilaçların bedeli hazinesinden ödenecekti.

Bu karar hemen uygulanarak büyük bir sıkıntı ortandan kalktı.Şunu düşünmek gerekir ki,böyle bir kararın alınarak şehirde nöbetçi doktorluk usulünün kurulması ve acil hallerde  her türlü muayene ve tedavinin bedava olması bundan tam 175 yıl önce ve örneğin Ingiltere de Mahaller Doktorları teşkilatının kurulmasundan 100 yıl evveldir.

Türkiye de modern Tıp öğretimi II.Mahmut zamanında başladı;14 Mart 1827 günü 'Tıphane ' ve Cerrahhanei Amire ' adıyla  açılan iki okul,11 yıl sonra genel olarak ' Mektebi Tıbbıyei Şahane ' adını aldı.Ders veren hekimlerin başına'da  Viyanadan davet edilen Dr Bernard getirildi.
O günlerin ümlü hekimbaşı Abdülhak Molla da Tıbbiye Nazırlığına atandı.Asker olsun,sivil olsun pek çok genç,doktor olarak yetiştirildi.

1892'de bu iki kuruluş birleştirildikten başka,Haydarpaşa'da bir Tıbbiye binasınında inşasına başlandı.1903'de Askeri Tıbbıye başlandı. 1903'de Askeri Tıbbiye olarak açılan bu binanın üst katı beş yıl sonra bir klinik hale getirildi.Mülki Tıbbiye'nin  de Haydarpaşa'ya taşınmasıyla bu kuruluşa ' Tıp Fakültesi '' adı verildi.Bu bina,bugün Haydarpaşa Lisesinin yeraldığı kuleleri olan büyük yapıdır..

Geceleri  yada hafta sonlarında hastalanan bir kimsete  yardım çağırmanın  zorlaştığı bugünün Istanbu'unda ,175 önce kurulan nöbetçi doktor servisini kuranları takdir etmemiz gerekir...

OSMANLI TARIHINDEN SAYFALAR :PIYALE PAŞANIN HIKAYESI

Sultan Ibrahim,Sultan I.Ahmet'in altı oğlundan biridir.Oğullarından Genç Osman diye anılan daha 18 yaşındayken tahttan indirilip Yedikule zindanlarında idam edilmiştir.Kendisi ile Idam edilern Osmanlı Padişahıdır.Onun saltanattan uzaklaştırılması üzerine,amcası I.Mustafa ( daha evvel akıl ve ruh problemleri yüzünden tahttan indirilen ) yeniden padişah olur.Ancak hastalığının devam ettiği görülünce tahttan indirilip,IV .Murat tahta geçmiştir.Tahta geçtiğinde 12 yaşında olmasına rağmen güçlü ve kuvvetli idi.Tahta geçtiğinde devlet tam bir kargaşa ve anarşi içinde idi.Ama güçlü iradesi ve azmi ile ülkede düzeni sağladı.Bu arada kendisine taht ve saltanat için rakip olabilecek kardeşlerinden Bayezit,Süleyman ve Kasım'ı Osmanlı Devleti'nin Anayasası olan '' Kavanin ı Al i Osman '' gereğince ve ' Nizam ı Alem ' için ortadan kaldırmış,yalnız ana bir kardeşi Şehzade İbrahimi sağ bırakmıştı..Kendisi saha 28 yaşında öldüğü sırada ,kardeşi Ibrahim tahta geçti.Böylece ondan sonra gelen tüm padişahlar onun soyundan üremişlerdir.

Sultan Ibrahim,IV Murat devrinde yani 17 yıla yakın sarayın Şimşirlik adlı hapishanesinde hergün öldürülmek korkusuyla yaşamıştı.Hele öbür kardeşleri öldürüldükten sonra sıranın kendisine geldiğini düşünerek daha büyük korkulara kapılmış bulunuyordu.Bu yüzden 25 yaşında padişah olduğu zaman sinirli,hatta aklı dengesi yeridne değildi.Tarihe bu nedenle deli ibrahim diye geçmiştir.Hükümranlığı sırasında çok saçma sapan işler yapmış,pekçok değerli devlet adamını şahsi kaprisleri yüzünde öldürtmüş,hazineyi har vurup savurmuştur.Sonunda Annesi Kösem Sultanında  içinde olduğu bir komplo ile tahttan indirilip,bir hafta sonra idam olunmuştur.

İşte anlatacağımız olay,9 Şubat 1640 tarihinde tahta çıkan ve 8 yıl 5 ay 28 gün saltanat  süren bu padişahın ilk yılında geçmiştir.O sırada,Kaptan ı Derya olan Siyavuş Paşa,yetersiz görülerek bu görevinden alınmış,donanma ile tersane işlerinin yürütülmesini  Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa üzerine almıştı.Bu durum bir yıl kadar  sürdükten sonra Kaptan ı Deryalık Piyale Paşa'ya verilerek donanmanın ve tersanenin başına geçirildi.Ancak,bir süreden beri Kaptan ı Derya'lara üç tuğ yani vezirlik verilirken Piyale Paşa iki tuğlu,yani Beylerbeyi olarak bırakıldı.

Büyük Devlet adamı olan Kara Mustafa Paşa,bütün emirlerine körü körüne itaat etmeyerek daha çok devlet çıkarlarını  görüp gözettiği için 1644 yılında Sultan Ibrahim tarafından azil ve idam edilince,Piyale Paşa çok önemli bir koruyucudan mahrum kaldı.Bununla beraber,bütün gayretiyle görevie devam etti.Bu arada tersaneye iyici çekidüzen vermiş ve donanmayı yılın ilkbaharında Akdeniz'e çıkarmıştı.

Piyale Paşa,bütün Akdeniz'i boydan boya geçti ve Trablusgarp'a vardı

O devirde bu Osmanlı Eyaleti,yerli gaziler arasından seçilen Mehmet Dayı'nın idaresindeyid.Piyale Paşa adamlarından Mehmet Kaptan'ı gönderip kendisini  gemisini davet etti.Ancak,daha önceleri  kaptanı Derya Halil Paşa bu şekilde Trablusgarp'a gelmiş,o sırada Dayı bulunan Sefer Dayı'yı donanmaya çağırmış,gelince de tutuklayıp idam ettirmişti.Büyük servet ve nüfuz sahibi olan Mehmet Dayı,aynı akibete uğramamak için daveti kabul etmedi.Mehmet Kaptan'a 

- Gaziler bizim donanmaya varmamıza ve Paşa ile görüşmemize razı değillerdir.Ben ise onlara karşı duramam.Paşa hazretlerinin  merhametlerine sığınırım,bizi bu buluşmadan af buyursunlar diye bir çok ağr hediyeler sundu.Bunları arasında padişaha takdim edilmek üzere bütün sahanları ve kaşıkları,altından iki sofra takımıyla sahanları ve kaşıkları gümüşten  iki sofra takımı ,ayrıca top danesi şeklinde dökülmüş 1470 kilo  altın takdim etti.Bundan başka o sırada yeni Sadrazam olup gençliğinde Civan Kapıcıbaşı diye anılan Sultanzade Şişman Mehmet Paşa için de ağır hediyeler sundu.Tabii bu arada Piyale Paşa'yı da unutmadı.

Kaptan Paşa,bu hediyeleri aldıktan sonra  Mehmet Dsyı ile görüşmekte ısrar etmedi ve Trablus'dan  yola çıkarak  Akdeniz'i teftiş edip ağır ağır Istanbul'a döndü.

Piyale Paşa,bu kadar büyük bir servet ömründe ilk defa görülüyordu.Bunun karşısında başı döndü,gözleri karardı ve :
- Dayı'nın bana ne kadar ne verdiğini kim bilecek ? diye düşünerek bir altın ve bir gümüş sofra takımını Padişah'a sunup kalanını kendisi için gizledi.

Ancak,hesaplamadığı birşey vardı.Kendisi çok sert ve disiplinci bir kimseydi ev en küçük bir kusuru affetmez ,şiddetle  cezalandırırdı.Bunun için sefere çıkmadan kısa bir süre önce kendi adamlarında olan Mehmet Kaptanı,bir kabahatindan dolayı falakaya yıkmış ve tabanlarını kızılcık sopasıyla biraz okşamıştı.Mehmet Kaptan,evvelce Paşa'nın çok iyiliğini görmüş ve onun sayesinde yükselmiş olduğu halde ,bu yüzden yine de ona kim bağlamış bulunuyor ve öçalmak için fırsat kolluyordu.Üstelik bu sırada Tersane Kethüdalığına talip olmuş ancak Piyale Paşa ,bunu çok erken görerek bu işe aracı olan Galata Kadısı Meşhur Cinci Hoca Hüseyin efendiye :
- Şimdi Kethuda bulunanın azil layik değildir '' cevabını göndermişti

Bunun üzerine Mehmet Kaptan Cinci Hoca'ya hediyeler meselesini çıtlattı.O da olup biteni,sık sık nefes edip okuduğu ve bu yüzden kendisinden çok itibar gördüğü Sultan Ibrahim'e ayrıntılarıyla anlattı.Padişah,üfrürükçü  başısına çok inanır ve güvenirdi.Hemen Mehmet Kaptan'ı huzura getirtip ,meseleyi bir de ondan dinledi,sonra da Piyale Paşa'yı Sarayburnundaki  Yalıköşküne davet ederek  Mehmet Kaplan'la yüzleştirdi.Paşa,işi inkar edip Tersane Kethudası yapmadığı için Mehmet Kaptan'ı kendisine iftirada  bulunduğunu ileri sürdü.Padişah :

- Şimdi anlarız..Alın bunu hapsedin ve evini bir hoş arayın emrini verdi

Ev basılıp aranınca da altın ve gümüş sofra takımları bulundu.Bunun üzerine Sultan Ibrahim,Piyale Paşa'yı tekrar huzuruna getirtti.Hiddettinden yerinde duramaz haldeydi.Kaptan paşayı görünce avaz avaz :
- Bre mel'un ..Ben seni Kaptan ı derya ettim,sen ise benim malımı çaldın.İşte bunlar evinde bulundu,bre hırsız !! diye bağırmaya başladı.Sonra hiddetini daha fazla zaptedemeyerek.

- Tiz boğun emrini verdi
Bostancılar bir anda üşüşüp yere yıkarak boğdular.Ne var ki acele ile altın külçesi unutulmuştu.Paşa da ölmüş.,böylece saklandığı yeri haber verecek kimse kalmamıştı.Evi ve Bahçesi  didik didik arandığı halde 1470 kilo altın bir türlü bulunamadı.Arama günlerce sürdü ve sonunda vazgeçildi.

Bu Altın külçesinin  ne olduğu bugün de bilinmemektedir.Bir rivayete göre Cinci hoca'nın eline geçmiş,onunla Sadrazam Sultanzade Mehmet Paşa ve yeni Derya Kaptanı Bekir Paşa ile Tersane  kethudası iken o sırada Rodos Sancakbeyliğine atanan Kara Koca ve Valide Kösem Sultan arasında gizlice eşit olarak paylaşılmıştır.

Kısmet !  




Wednesday, May 30, 2018

OSMANLI DÜĞÜNÜ ve AYŞE SULTANIN ANILARI

Osmanlı tarihinde ,bir kaçı sünnet düğünü olmak üzere ,çok sayıda görkemli düğünlere rastlamak mümkündür.Güçlü ve yerleşmiş saltanatlar zaman zaman siyasi ortamın ağır havasını değiştirmek,devletin ihtişamını göstermek için büyük düğünler düzenlemiş ve bu yolda büyük paralar harcanmıştır

Osmanlı tarihinde Evlenme ile ilgili düğünler ikiye ayrılır 
1- Şehzade düğünleri  2-Sultan düğünleri 

Birinci bölüme giren düğünler,şehzadelerim kafes denilen saraymahbesine kapatılmadıkları ve eyaletlerde valilik yaptıları dönemlerde yapılmıştır ve sayısı pek azdır.Bu düğünleri tarihe geçenleri;
- I.Murat'ın oğlu Beyazıt'i Germiyan beyi 'nin kızı Devlet Hatun'la
-II.Murat'ın da oğlu Mehmet'i Dulkadiroğlu Süleyman beyin kızı Sitti Hatun ile evlendirilmesi sebebiye yapılan büyük düğünlerdir

Anadolu'nun birden fazla Türk devletleri arasında paylaşıldığı  dönemde yapılan bu evlenmelerin,Avrupa tarihinde çok görülmüş ve haritanın değişmesinde etkili olmuş siyasi evlenmelerle bir benzerliğie vardır.Örenğin : Zayıf Germiyanoglu Beyliği Osmanlı  Devleti'yle Karaman beyliği arasında kalmıştır.Bu devletlerden birine dayanmak gerekiyordu.Germiyan beyi,Osmanlı devleti'ni seçti ve kızını  hisar ve kasabalardan oluşan zengin bir çeyizle Şehzade Beyazıt'e vererek geleceğini güvence altına almak istedi.

Bu dönemde yapılan düğünlerin en önemli özelliği,eski Türk geleneklerine yer verilmiş olmasıydı.Germiyan Beyi,kızını verme teklifini Ishak Fakih ile Sultan Murat'a bildirmişti.Ishak Fakih,Osmanlı padişahı'na cins atlarla birlikte Denizli'nin ak alemli bezlerini,Alaşehir'in kızıl dokumalarını  hediye olarak götürmüştü.Düğün hazırlıkları başlayınca Anadolu Beyleri'ne,Mısır Sultanına davetiyeler gönderildi ve bu ülkelerin elçileri seçme atlar,katar katar develer ve değerli eşyalarla düğüne katıldı..

Gelen hediyeler arasında  Osmanlı ümerasından Gazi Evrenos bey'in armağanları büyük bir servet değeri taşıyordu.Bunların arasında yüz erkek,yüz kız köle vardı ve bunların elleri boş değildi.On erkek kölenin elindeki tepsiler,filorin altınları,başka on kölenin elindeki tepsilerde mücevherlerle dolu idi.Geri kalan seksen köle de gümüş ibrik,kupa,leğen gibi değerli eşya taşıyorlardı.Bu ihtişam karşısında elçiler şaşırmış,bu hükümdarın bir kulu bu kadar zengin olursa kendisi nedir diye düşünmüşlerdir.Ancak Murat Han bu hediyeleri almamışihepsini konuklara,bilginlere ve yokusllata dağıtmış,bir kısmını da Evranos Bey'e ger vermişti..

Gelini getirmel için iki bin kişilik bir alay Kütahya'ya gönderildi.Bu alayda kadın temsilciler de vardı.Kızı,Aksungur'un hatunu ile Beyazıt bey'in dadısına emanet ettiler.Gelinin çeyizi olarak Germiyan devleti'ne bağlı bulunan,Kütahya,Simav,Tavşanlı ve Eğrigöz hisar ve kasabaları Osmanlu Devletine veriliyordu.Bugün bir ili kapsayan topraklar,Osmanlı tarihinin en zengin çeyizlerindendi.

Osmanlı şehzadeleri saray mahbesine kapatıldıktan sonra Padişah kızlarının evlendirilmesine  önem verildi.İlk parlak düğünler Kanuni Sultan Süleyman 'ın kızı Mihrimah Sultan ile kız torunlarının  düğünleri oldu.Servet birikimi,hükümdarları israf derecesini aşan düğünlere sürüklüyordu.

Bunların en gösterişli ve o derece  savurgan örneğini III.Murat verdi.Oğlu Şehzade Mehmet'i ,çeşitli yazılara konu olan,eşşiz bir düğünle sünnet ettirdikten sonra,Kızı Ayşe Sultan'ı da üç defa sadarete gelecek olan Silahdarı Bosnalı Ibrahim'le ve yine muhteşem  bir düğünle evlendirdi.Şehzade Mehmet'İn sünnet düğününün hazırlığı bir yıl sürmüş ve 1582'de yapılmıştı..

Ayşe Sultan'ın düğünü de emsalinden üstün olarak 1586 da yapıldı.O tarihe kadar sultanların nikahlarında en çok yüzbin altın mihir verilirken,Ayşe Sultan'ın mihri üç yüz bin  altına çıkarıldı.Mısır valiliğine  atanmış olan Bosnalı Ibrahim,büyük bir servete sahip olmuş,Istanbul'a burada yazılmasına gerek olmayan muhteşem hediyeler getirmişti.Sağdıçlığa atanan Kaptan Kılıç Ali Paşa 'nın geline hediye olarak verdiği duvak ve cibinliğinin değeri elli bin altın tahmin ediliyordu..

Düğünde  önce devlet büyüklerine üç bin lira hil'at dağıtıldı.Yeni evlilere Kanuni'nin Sadrazamı Ibrahim Paşa'nın ;At meydanındaki sarayı tahsis edilmişti.Burada dört gün boyunca davetlilere muhteseme ziyafet verildi.Sadrazma önce olmak üzere vezirler gelini almak için Eskisaray'a gittiler.Ayşe Sultan'ı kırmızı atlastan bir cibinlik içinde kendisine tahsis edilen saraya getirdiler.Gelin alayının önünde,Osmanlu düğünlerinin  pek önemli  bir gösterisi olan 12 zira boyunda üzerinde nadide kumaşlar ve kıymetli taşlar bulunan iki nahil  götürülüyordu..

Burada kısaca bir parlak örnegini verdiğimiz Sulta düğünleri şehzade düğünlerinde gördüğümüz  eski türk geleneklerinden  sıyrılarak Istanbul'a özgü ve belirli bir protokole bağlanacaktı.Bu protoolu söyle özetleyebiliriz:
1) Önce Sultanla damatlığa layık görülen kimsenin adaylığı ilan edilirdi.Bu adaylık süresi bazen  pek uzun sürebilirdi.Evlenecek sultaın yaşı küçük ise buluğa ermesi beklenirdi.

2) Damat adayı,bu sürede padişaha ,çevresine  ve gelecekteki eşine vereceği servet değerindeki hediyeleri hazırlardı.

3)Namzetliğin ilanından sonra devrin mali şartları,evlenecek  sultanın  ve damadın padişah katındaki değeri ile orantılı olarak ikametlerine  tahsis edilecek saray ve konak yeniden inşa edilir veya eski bir bina onarılarak yeni evlilere verilirdi.Bu konuda büyük masraflarla saraylar inşa edildiği görülmüştür.Bugün Fındıklı'daki Mimar Sinan Üniversitesi'nin binası iki sultan için inşaa edilmiş saraylardır.

4 ) Düğün töreni ve eğlenceleri,yine devrin şartlarına ve evlenecek sultanın padişah  katındaki değerine göre değişirdi.Yanlız kadınların katıldığı koltuk töreninde,damat gelin sultanın  önünde durararak ayağa kalkmasını beklerdi.Bu bekleyişin karı koca arasındaki sosyal sınıf farkını belirtecek şekilde pek uzun sürdüğü ,gelinin nazlandığı,valide sultanın veya gelinin anası olan kadın efendinin müdahalesi  ile ayağa kalktığı söylenir.
    1908 Meşrutiyet ilanından sonra bazı sultanlar,Enver,Hafız hakkı gibi devrin siyasi  kahramanları ile evlendirilmişti.Hafız Hakkı Bey'in düğününde  bulunan bir hanımdan dinlediğime göre ,ittihatçı subay sert adımlarla gelerek Sultan geline bir selam çakmış,Sultan hemen yerinden kalkarak asker eşinin koluna girmişti !

5 ) Zifaf gecesinin sabahı,zamanın Padişahı yeni evlilerin saraylarına gelerek onları sevindirir,olağaüstü ağırlanarak akşama kadar orada kalırdı.

6 ) Sultan nikahları Topkapı sarayındaki  Hırka ı Saadet  dairesinde kıyılırdı.Nikahta damadı ve gelini  birer vekil temsil ederdi.Gelinin vekili çoğu zaman kızlar ağası olurdu.Son devirlerde yazılı bir nikah sözleşmesi  tanzim edilir.Bu sözleşmede Sultan'a kocasını boşama hakkı verilirdi.

Sultan düğünleri padişahlar için sıkıntılar arasında bir nefes alma ve oyalanma fırsatı olurdu.I.Mahmut  ve III.Selim gibi çocukları olmayan padişahlarda bu mutluluğu hiç olmazsa yeğenlerinin evlilikleri ile tatmışlardır.III.Selim 1792'de Amcası I.Abdülhamit'in küçük kızı Emsa Sultan ile beraber büyüdüğü gözde adamı Kaptan Küçük Hüseyin Paşa ile evlendirerek,Cağaloğlunda  ( Bugün türbelerin bulunduğu yerde ) muhtesem bir sarayı sultana hediye etmişti

II.Abdülhamit'in kızlarından Ayşe Sultan'ın anılarınde geniş yer verdiği bir düğün vardırki çok ilginçtir.Ayşe Sultann düğününü onun kaleminde dinleyelim :

Babamin saltanatı zamanında yapılan ilk Sultan düğünleri,babamın dört kızkardeşinin,yani Behice,Seniha,Mediha ve Naile Sultanların düğünleridir.Bu dört kızkardeşinin düğünleri babasının ilk yıllarına denk gelmiştir.Bunların çeyizlerini Sultan Azi yaptırıp  hazırlatmış  ise de,bir türlü evlendirmek şansı olmamıştı..

Bunlarda sonra,Sultan Aziz'in üç kızı Saliha ,Nazima ve Esam Sultanlarla,Zekiye Sultan'ın çeyiz ve düğünlerini II.Abdülhamit yaptırmıştır.

Bunlardan sonra ' cülus kızım ' diye Sultanın adlandırdığı ablam Naime Sultanı evlendirmişti

Ondan sonra, II.Abdülhamit,Sultan Murat'ın kızları Hatice ve Fehime Sultanlarla,Sultan Aziz'in en küçük kızı Emine Sultan'ın düğününe yaptırmış,ondan sonra kendi kızı Naile Sultan'ı evlendirmiş,daha sonra Sultan V.Murat'ın kızı Fatma sultan iler amcamız Kemalettin'İn kızı Münire Sultan'ı evlendirmiş,bunlar II.Abdülhamit'İn yaptığı son düğünler olmuştur.
Böylece,Sultan Abdulhamit Han 15 Sultanın evleneme merasimini organize etmiştir..

Naime Sultan devam eder :
'' Benim ilk gördüğüm düğün,hemşirem Naime Sultan'ın düğünüdür. O zaman ben dokuz yaşındaydim.Kızkardeşime Ortaköy'de Zekiye Sultan'ın dairesinin yanında güzel bir saray yaptırmıştı.Bunlara Çifte saraylar denirdi.Kızkardeşimin çeyizi hazırlanmış.Küçük Mabeyn'e getirilmiş,bütün aile gidip çeyizi seyretmişlerdi.Düğünden bir hafta önce,Hazinedar Usta,maiyetiyle hemşiremin sarayına girmiş,hazırlığa başlamıştı.Babam,Mabeyn i Humayuna vukelayı ve bütün ricali davet etmiş,ziyafet vermiş,Seyhülislam Efendi tarafından Gazi Osman paşa'nın ikinci oğlu Kemalettin Bey'le kızkardeşimin nikahları kıyılmıştı.Naime sultan'a her yerden hediyeler geldiği gibi,nikah töreninde bulunanlara da babam bazı hediye ve nişan lar hediye etmişti.Vukela haremlerinden bu nişanı alan kimse yoktu.Gazi Osman Paşa'nın büyük oğlu Nurettin Paia da kızkardeşimiz Zekiye Sultan'ın eşiyid.Kemalettin beyde daha sonra paşa olmuştur.

Düğünden önce babam,kızkardeşimizi huzuruna çağırtıp dualar ve nasihatlar etti.Alnından öptü.Gelin elbisesini giyerek gitmek adet olmadığından,kızkardeşimiz günlük elbiseleri ile arabasına binip sarayına gitti.Arkasından kurbanlar kesilip fakirlere dağıtıldı.Ondan sonra,Valide Sultan başta olarak saray arabalarıda çıktılar.Gelinin evine gittik.Sarayın kapısı açılmış,herkes giriyordu.Büyük bir kalabalık vardı.Kardeşim Zekiye Sultan,beyaz kadifeden ,uzun etekli,sırma işlemeli bir elbise giymiş,tacı başında nişanları göğsünde evsahipliği vazifesi yapıyor,hatırlı misafirlerle görüşüyor ,emirler veriyordu.Bu şahane tuvaletiyle şefkat i mücesseme denmeye layık büyük kızkardeşimiz bizide etrafına toplamıştı.Ben,Şadiye,Refia,Büyük agabeyimiz Selim efendi'nin kızı Nemika Sultanlarla onun yanında oturuyordum.Gelinin kıyafeti eski usul ,gayet uzun ,dört etekliydi.Fakat etekler yerde bırakılmıyor,omuzundan arka eteklerim üzerine kadar aynı tip kürk giyiyordu.Kürkü,inci ve sırma ile işlenmişti.Önde,göğüsten aşağıya kadar pırlantalı düğmeler konmuştu.Belinde altından mücevherli tokalı kemer vardı.Elbisenin rengi beyazdı.Birçok eski fikirliker elbisenin beyaz oluşunu eleştiriyorlardı.Çünkü,evlenen sultanlar bugüne kadar hep kırmızı giymişler,fakat Naime Sultanın arzusu ve ısrarı ile beyaz yapılmıştı.

Zekiye Sultanın yanında Hidiv Ismail Paşa'nın kızı Prenses Fatma Hanımefendi de Beyaz tuvaletleriyle oturuyor,birçok büyük hanımefendiler girip çıkıyordu.

Sultan Mecit'in iki haremi de Valide Sultan'ın yanında oturuyor,halamız Cemile Sultanda orada bulunuyordu.

Nihayet ,damat beyi getireceklerdi.Gazi Osman Paşa,oğlunu selamlık kapısına kadar getirmiş.Kızlar ağasına teslim etmişti.Damat,dualar,senalarla Harem'e girmiş,doğruca aşağıda hazırlanan salona geçmişti.Kızkardeşimizin daha öncede oturtmuş bulunduğu tahtvari bir kanapenin önüne gelerek kalkmasını rica etti.Yarım saatten fazla geçtiği halde,hemşire kalkmadı.Bu eski bir saray geleneğiydi.Bir müddet kalkılmaz,damadın ısrarı beklenirdi.Herkes ayakta bekler,damat ter dökerdi.Kızlar ağası  başta olmak üzere bütün harem ağaları kapıda bekliyordu.Nihayet,Valide Sultan'a haber verdiler.Valide sultan gitti kapıdan '' Kızım,artık hatırım için kalk.Damadımızı üzme dedi ''.Sultanda kalktı.Aşağıdan,'' Maaşalah ' sesleri yükseliyor,Hamidiye Marşı çalınıyordu.Nihayet gelinle güvey merdivenlerden yürüyebiliyorlardı.Geleneğe göre,Sultan'ın bir kolundan kocası,öteki kolundan Kızlar ağası tutuyordu.Altı,yedi harem ağası da eteklerini tutuyorlardı.Elbisenin ve tacın ağırlığından başka,kalabalık arasında yürümek de zahmetli ve zor oluyordu.

Böylece,gelin odasına kadar geldiler.Önümüzden geçtiler.Biz küçükler orada bulunan bir masanın üzerine çıkarılmıştık.Ancak bu surette görüyorduk.Damat gelini köşesine oturtmuştu.Çıkarken gülerek elini cebine soktu.Altınlar serpmeye başladı.Bir kıyamettir koptu.Damada güç halle harem ağaları yol açıp selamlığa çıkardılar

Ondan sonra Hazinedar Usta '' Padişah tarafından '' diye bağırdı ve altınlar serpti.O altınlarda kapışıldı.Arkasından Valide Sulatn tarafından serpildi.Ondan sonra halalarımızın ve tüm sultanlaın başkalfaları,isimleriyle bağırarak aşağı katta,bahçede para serpmeye başladılar.Mızıkacılarada para serpildiğinden müzük durmus,garip sesler çıkıyordu..

Nihayet bu gürültü,patırtıda bitti.Herkes birbirini rahatça görmeye başladı.Gelinin odasına gittik.Kendisini tebrikle elini öprük.Kızkardesşim çok güzedli.Ufak,tefek,çok nazik  muhteşem güzel yeşil ela gözlü,ince uzun kaşlı ,beyaz şeffaf tenliydi.Ağız ve dişleri çok güzeldi.Kaşları ve tipi babama çok benzerdi.Elbisesi onu şahane gösteriyordu.Özellikle yapılmış olan beyaz sırmalarla işlenmiş tahtın üzerinde oturuyordu.Bütün oda beyaz,sırmalı hereke kumaşlarıyla döşenmişti.Biz küçükleri yanına oturttu.Bizimle konuşuyordu,biz de ona hayran hayran bakıyorduk.

Ziyafet başlayacaktı.Salonlarda ,sofalarda,bahçede.Harem ve Selamlık'ta sofralar kurulmuştu.Kilerciler koşuşuyorlar,seyircilerede ayrıca yemekler veriliyor,gelip geçenler,bile yemek alıyorlardı.Mızıka durmadan çalıyordu.Akşma doğru bu durumda sona erdi.Misafirler,vukela haremleri gittiler.Biz bize kaldık.Biz de damadı içeriye koyduktan ve damat.Valide Sultan'ın elini öptükten sonra gidecektik.Halalarımız orada idiler.

Yatsı ile beraber damadı yine Gazi Osman Paşa kapıya kadar getirdi.Kızlar ağası içeriye aldı.Damat,zevcesi Sultan'ın odasına girmedne önce,Valide Sultan'a sultanların ellerini öptü.Sırmalı seccade yayılmış damat odaya girer girmez doğruca gidip namaza durmuştu.Hemşire daha evvelden ayakta bulunuyordu.Halalarımızın kapıdan bakıyorlar,kahkaha ile gülüyorlar,konuşuyorlar,biz de orada durup olan biteni seyrediyorduk.

Bu işde bitince ,Kızlar ağası odanın kapısını açıp Sultanlara  yerden bir temanna ederek,'' Allah,hayırlı,uğurlu eylesin ' diye dua etmiş,halalarımız,kahkahalı dualarıyla arabalarını emretmişler,cümlemiz birden çıkıp evlerimizi gelmiştik.

Bütün Sultanların düğünü böyle olurdu.Birlikte bir kaç Sultan evlendiği zaman köşeye oturma merasiminde sırasıyla evlenen Sultanların saraylarına gidilirdi.Mesela,babamın saltanatı,zamanında yaptırmış olduğu ikinci düğünde,birlikte evlendirilen dört sultandan önce Saliha Sultan'a ,sonra Nazima Sultan'a gidilmiş.Zekiye Sultan'a gidildikten sonra en küçük olan Esma Sultan'a en son gidilmişti.Sultanlar arasında da husustan yaş eskiliğine bakılırdı.

Sultan Abdülaziz,padişahlığı sırasında ancak üç hanım sultan evlendirmiştir.Bilindiği gibi,yalnız annesi hanedan dan olan,yani Sultanlarla damatlardan doğan kızlara ' Hanım Sultan !  erkekler ' Sultanzade ' denirdi..Evlendirilen bu hanımsultanlar şunlardır: Sultan Mecit'le, Sultan Aziz'İn kız kardeşleri Atiye Sultan'ın ve zevci Fethi Paşa'nın  kızları olan Saniye ve Feride hanım sultanlar,bizim büyük halamız,yani babamın halalarından Adile Sultan ve zevci Tophane Müşürü Mehmet Ali Paşa'nın kızı Hayriye Hanımsultandır.

Evet,Bunlar Ayşe Osmanoğlunun anılarında alıntılardır.

Nerede eski düğünler....

Kaynakça: Yıllarboyu tarih dergisi

Tuesday, May 29, 2018

INGILTERE NIN ISTANBULDAKI ILK BÜYÜKELÇISI EDWARD BARTON'UN KISA HIKAYESI

York eyaletinin Henby kasabasında yerleşmiş Edward Borton'un ikinci oğlu olup babasının adı  taşıyan Edward,ilk önce Kraliçe I.Elizabeth çağında kurulan The Levant Company'nin bir memuru olarak ve William Harborne'a sekretere olarak Istanbul'a gönderilir.o devirde,doğudaki dışişleri memurlarını maaşlarını sözü gçene şirket öderdi.Böylece 1584 yılında Istanbul'a ayak basan Edward ,Harborne'dan meslekle ilgili bilgiler öğrendiği gibi Türkleri de yakında tanıma fırsatı elde etmiş oldu.1590'da Harborne ölünce onun görevini üstlendi.Ne var ki,the levant company maaşını vermekte bilerek gecikiyor ve kendisini zor durumda bırakıyordu.Öyle ki,1591 de Lord Burghley,Lordlar kamarasından hitap ederek Şirket müdürlerine Barton'a ne kadar maaş verildiği ,bu maaşın sürekli olarak verilip verilmediği ve halen kendisine ne kadar borçlu bulunduklarını resmen sorunca 1594 yılında Barton'a birikmiş maaşlarından 2000 altın ödendiği gibi 1596 yılında da Kraliçe Elizabeth kendisini resmen Ingiltere Imparatorluğunun Osmanlu Imparatorluğu nezdindeki büyükelçiliğe atadı ve kendisinide şirketin entrikalarından korudu.

Kraliçe Elizebeth'in kendisine verdiği en büyük görev Ispanya Kralı II.Felipe'nin Akdeniz'deki deniz gücünü kırmak için ,Türk donanmasını harekete geçirmekti.O sırada Felipe'nin Portekiz'i işgal etmiş olması,Ingiltere'nin endişelerinide daha da arttırmıştı.Kraliçe Elizabeth, Ispanyaya karşı ve her gün artna tehditlerine  karşı Osmanlı, Ingiltere ve Fransa'yla birlikte protestab davası için silaha sarılarak işbirliği yapılmasını umuyordu.Barton gönderdiği  mesajlarında bu yolda umut verici cümleler kullanmıştı.Ne varki III.Murat ya ekonomik ya da stratejik nedenlerle Donanmayı Ispanyaya karşı yollamadı.Ingiltere ile dostluk devam etti.

Bir ara,Kraliçe Elizabeth,yine bir mektup göndererek Fas Sultanın elinde esir bulunan Don Antonio'nun oglunun kurtulması konusunda III.Murat'tan yardım ister.'' Her ne fermanı hümayununuz olursa,canla başla bunu yerine getiririz '' diyerek çocuğun istanbul'a yollanması için Fas Sultanına bir mektup yollar.

Bu sırada III.Murat ,hayata gözlerini yummuş ve yerine oğlu III.Mehmet tahta geçmişti.Kraliçe Elizabeth bundan yararlanarak,Katolik dünyasına karşı Osmanlı desteğini sağlayabilmek için III.Mehmet'e bir gemi dolusu hediye gönderdi.

1595 yılında Ingiliz donanmasına mensup,toplarla donatılmış ' Hector ' adlı gemiş Haliç limanında demirlediği zaman,Istanbullular Ingilterenin gücünü ve görkemini görerek şaşırmışlardı.Halkın serbestçe gezmesine izin verilen gemi büyük olay olmıştu.Bu arada büyükelçi Edward Barton ,gönderilen  hediyeleri ,renkli ve gözalıcı bir törenle Sultan'ın huzuruna götürmüştü.Hediyelerin içinde Ingiliz dokuması yünlü kumaşlar,kadınlar için Pamuklu,desenli,ince kumaşlar yanında III.Mehmetin çok dikkatini çeken hediye,kendi kendine işleyen bir orgtu.Eskilerin ' erganun' dediği bu müzik aletinin,yapıcısı büyük Ingiliz sanatçısı Thomas Dallam'ıda beraberinde getirmiş ve sarayda kurduğu orgun müziği III.Mehmet'i büyülemişti.Müziğin sonuna doğru,orgun üzerindek, madeni kuşlar kanatlarını çırparak türlü sesler çıkarıyorlardı.Hatta,karatavuklarla ardıç kuşlarının içine gizlendiği çalılıkta orgun üzerinde,doğadan gerçek bir sahneymiş gibi canlandırılmıştı.III.Mehmet ,Ingiliz savaş gemisi ' Hector ' uda beğenmiş ve benzerlerini emretmişti..

Ingiliz savaş gemisini gezen ve getirdiği hediyeler konsuudna abartmalı öyküleer dinleyen Türkler Edward Barton'u çok sevmişlerdi.Barton bu sevgiye layık olduğunu göstermek için Avusturya seferine 21 Haziran 1596 da Sultan ile katıldı.Sadrazam Damat Ibrahim Paşa daha önceden yola çıkmıştı.Erlau ve Haçova meydan savaşlarında Türklerle birlikte düşmana karşı savaşmış,Türklerin düşmanı püskürtmesine hayran olup,bu zaferede katkısı olmuştur.Sultan III.Mehmed bu nedenle Kraliçe Elizabeth' yazdığı mektuptu şöyle diyordu :

''Suvarin hristiyanlardan alındığı zaman,Barton da ordumuzda bulunuyordu.Macaristan'ın Agria kalesi Archiduk Maximilien'İn kuvvetlerinden alındığında,büyük yararlılık görülmüştü.Majestenizin çok saygı değer büyükelçisi,yüksek izninizi almaya vakit bulamadan benım karargahımla birlikte savaşa katılmak ve büyük yararlılık göstermek suretiyle bizim duymakta olduğumuz minnet ve takdiir,umarım ki ,majesteleri de aynı şekilde kendisinden esirgemeyeceklerdir ''

Seferden Istanbul'a döndüklerinde ,şehri müthiş bir veba salgının kırıp geçirmekte olduğunu gördüler.Barton,kendisine yapılan tavsiyelere uyarak Heybeliadaya taşındı.Ne çareki 1597 yılında bu hastalığı kaparak öldü.Naaşı heybeliadadaki Meryem Ana manastırını ( Aya yani ) avlusuna gömülmüştür.Mezarının üzerinde şu yazar ( Ingiltere kraliçesinin pek ünlü ve saygıdeğer Elçisi Edward Barton,Türk imparatoru ile birlikte Macaristan seferine gitmiş ve muzaffer olarak dönüşte ölmüştür.) 18 Ocan 1597 de öldüğünde 30 yaşında idi

Türk Ingiliz iliişkilerinin kökleşmesine emeği geçmiş bulunan Barton zamanında sigara tütününün ilk kez ingiliz gemileriyle Türkiyeye getirildiği kaynaklarımızda yer alır.Peçevi tarihidne şöyle denir '' Macaristan seferinden dönen Yeniçeriler kahvelere gittikleri zaman yeni bir şeyle karşılaştılar.Bu tütündü.Ingiliz keferesi yurda soktuğu tütünü bazı hastalıklara şifadır diye satmıştı.Ehli keyif bazı kimselerde buna müptela olmuşlardır.Bu tütün,tiryakiliği öyle ileri gitti ki,Istanbul'da kaç kez büyük yangınlara neden oldu .Nice yüz bin adam ateşe kurban gitti..

Türk ve Ingiliz dostlupunun fiilen kurucusu ve onu geliştiren  ve hatta bu uğurda hayata gözlerini yuman Edward Barton ,Kraliçe Elizabeth'in  emirlerini  yerine getirmek için canla başla çalışmış ve iyi ilişkiler kurulmuştur. Ruhu Şad Olsun..

SULTAN ILE KONUSMAYI BİLMEK LAZIM !

-Hafız Mehmet Derviş efendi,Ayasofya Camii katibiydi ileri derecede  oburluğu ce şişmanlığı yüzünden  ise ' Aygır Imam ' diye anılırdı.Her nasılsa III.Selim'in ( 1789-1808 )  gözüne girmiş bulunuyordu.Gayet iyi kalpli olan hünkar bir kere teveccühünü  kazanmış olanlardan bir daha kolay kolay vazgeçmeyecek yaratılıştaydı.Hafız Mehmet Efendi,onun sayesinde sarayda evvela ikinci imam,sonra hünkar baş imamı olmuştu.Bir süre geçince  Anadolu Kadıaskerliği derecesi  verildi.Öbür ülema bu dereceye erişmek için,normal olarak en az otuz yıl beklerlerken ,Aygır Imam,bu yolu  on yılda atmıştı.Ayrıca Padişahın türlü iltifat ve ihsanlarını görüyor,saraya istediği gibi giriyor çıkıyordu.Herkes kendisine itibar edip saygılı davranıyordu.

İşte bu zat,ortada hiç bir sebep yokken sadece cibiliyetindeki aşağılılık yüzünden efendisi III Selim'e karşı çok ağr bir nankörlükle bulunmuş,ama cezasını de görmüştür.

III.Selim,savaşlarda  artık hiç bir işe yaramadığı  anlaşılan Yeniçeri ocağını  bir tarafa bırakıp Batı Savaş tekniğine göre yetiştirilmiş  modern bir ordu  kurmayı ve bu,işi başardıktan sonra ocağı büsbütün kaldırmayı düşünüyordu.Bunun için evvela '' Nizam- ı Cedit '' adlı yeni bir askeri teşkilat meydana getirdi.Ancak,Amcazadesi Veliaht Şehzade Mustafa'nın ( IV.Mustafa ) tahta geçmek için el altından kışkırttığı taraftarları,başlarında Sadaret Kaymakamı yani Sadrazam Vekili '' Boyu kısa,kendi köse adlı Musa '' diye meşhur Musa Paşa,önce Boğaz kalelerindeki ' Yamak ' denilen muhafızları ,sonra da Yeniçeri Ocağı'nı ayağa kaldırdılar.III Selim,bu ayaklanmayı Nizam-ı Cedit askeriyle kolaylıkla bastırabilecek durumda olduğu halde,vatandaş kanı dökülmemesi için anlaşma yolunu seçmeye karar verdi.İşte bu sıra asiler arasında :

'' Sultan Selim kendisinin tahttan indirilmesi mümkün olmasın ve bunun için  de Osmanoğulların'dan kimse hayatta kalmasın diye Şehzade Mustafa  ve Şehzade  Mahmut efendilerimizi öldürtmeye kalkışıyor ! '' diye bir söylenti çıktı.Bunu ise Köse Musa Paşa'nın adamları  kasıtlı olarak yayıyorlardı.

Durum,saraya bildirildi.III Selim buna çok üzüldü

'' Benim evladım yok.Şehzadeler evladlarım  ve göz bebeklerimdir.Allah göstermisin ,onları ortadan kaldırıp Osmanoğulları  soyunun sona ermesine sebep olmam hiç akla gelirmi ? Allah o günleri göstermesin ! '' dedi. ve aynı zamanda ulemadan ve ocak halkından birer temsilcinin saraya gelerek şehzadelerin korunmasını üstlenmelerini istedi.Ocak'tan eski Sekbanbaşı Osman Ağa seçildi.Ülemadan ise,Şeyhülislam tarafından bu görev kime verilmek istendiyse :

' Allah göstermisin ......... Padişahımızın gözlemek bize düşmez diye reddedildi.

Görev sonunda aygır Imam'a  teklif edilince o bunu tereddütsüz  kabullenip hamurundaki soysuzluğu ilk defa  olarak açığa vurdu.Bunun üzerine iki görevli birlikte saraya vardılar ve hünkarın huzuruna alındılar.Osman ağa,hemen yere öpüp dışarıya çıktı.Aygır Imam ise,olduğu yerde tam bir aygır gibi duruyor,artuk kendisinden ne fayda  ve ne de zarar gelebileceğine inandığı padişaha küstah ve saygısız bir şekilde bakıyordu.

III.Selim,onu görünce şaşıp kalmıştı.Böyle bir görevi kabul etmiş olmasını,bir türlü aklına sığdıramıyordu.Lakin,birdenbire gözleri parladı.Imam Efedi'nin her halde bir amacı olmalıydı.BU dar zamanında böylecd yanına sokulmak fırsatı elde edip kendisine mümkün olursa bir yardımda bulunmak istediğini sandı ve ona doğru bir kaç adım atıp yavaşça :

' Ne var ,ne yok Hoca Efendi ? ' diye sordu 

Lakin,Aygır imam'ın suratı çatıldı ve her türlü saygı tonundan yoksun bir sesle 
- Ne olacak dedi '' Ismail Paşa gibi dindar bir vezirin  kadri bilinmedi ''( Padişahın bir süre önce Sadrazam Ismail Paşa'yı azlettiğini kastediyordu ) ve Ibrahim Kethuda'ya  itibar olundu ( Eski sadrazamlık Kethudası olup ki bugunun  içişleri bakanı gibi idi,Sultan ona çok güvenirdi ;Ibrahim m paşa Isyan sırasında Nizam - ı Cedid'e tarafdar olmak ve bu düşünceyi padişaha telkin etmekle suçlanıp can düşmanı Köse Musa Paşa'nın işaretiyle Yeniçeriler tarafında  linç edilmişti ) '' Ibrahim kethuda ,cihanı harabetti.Onun şerrinden iki yıldır Tokay Arpalığını ele geçiremedim '' 

Aygır Imam,böylece daha devam edecekti Padişah :

'' Öyle değil Hoca efendi,öyle değil '' diye sözünü kesti.

Adam ise aynı sertlikle 
'' Ne bileyim biz öyle duyduk....'' cevabını verdi

III.Selim fena halde sıkılmıştı.Ancak meşhur nezaketini bu olayda da elden bırakmıyarak :
'' Hoca Efendi'yi götürün,istirahat etsin '' emrini verdi

Padişahın yakınlarıdan Hasodalı Mehmet Tayyar efendi,Silahdar Süleyman Paşa,,Ümit ağa,Hasan bey ve diğerleini Aygır Imam'ı dışarıya alıp.

'' Buyrun bir kahve için '' diye sünnet odasının yanındaki Avadancı Odası'na soktular.Hemen kapıyı kapatıp kendisine kahveler,şerbetler,şekerlemeler sundular,dostluk ve güleryüz gösterip güveninin kazandıktan sonra içlerinde biri:

'' Hoca efendi '' dedi '  Bizim sizinle dost olduğumuzu bilirsiniz ''

Aygır İmam :
'' Şüphem yoktur '' karşılığını verdi.
'' Biz şimdi size bir şey söyleyip ve bir şey yapmaya cesaret etsek kimseye söylemeyeceğinize ve bize bir zarar gelmeyeceğine dair teminat verirmisiniz ''

Aygır imam onların hünkarı tahtttan indirmek istediklerini sanarak :
'' Hay,Hay '' dedi '' Size nasıl teminat verebilirim ? ''
'' Efendim malumunuzdurki ,Müslümana teminat yemin ve şart ile olur ve bunu da bize siz öğrettiniz ''

Hoca Efendi :
'' Pekala '' diyerek orada duyacaklarını ve göreceklerini ,burada olacakları kimseye söylemeyeceğine Kuran ı Kerime el basarak yemin ve şart etti.

Bunun üzerine hazır bulunanlar

'' Bre dinsiz,imansız,izansız,edepsiz,terbiyesiz,utanmaz,alçak köpek ! Padişahlarla nasıl konuşulacağını daha öğrenemedinmi ? Aşağılık nankör..... '' diyerek hep birden üzerine çullandılar ve sille tokat,tekme,yumruk bayıltıncaya kadar döverek efendilerinin intikamını aldılar

Ne varki ,kısa süre sonra III.Selim tahttan indirilerek  yerine IV.Mustafa padişah oldu.Eski Padişahın mensuplarından yalnız Aygır Imam İtibar görüp mevkiini koruyabildi.Bu arada Avadancı Odası'nda  duyduğu ağır sözleri ve yediği müthiş dayağı,yemin ve şart ettiği için,kimseye söyleyemediğinden ona bu oyunu oynayanları gördükçe,ters ters bakarak homurdanmakla yetinmekteydi..

Aradan çok geçmeden,Aygır Imam'ın canı bir gün yumurta istedi.Üstelik pek sıkca bir temmuz günüydü.Kırk kadar yumurtayı bol yağda pişirip yedi ! Hararet bastığı için de üzerine bir maşraba buzlu su içti.Arkasından da hastalandı ve tam kırk gün, bir karış dışarıya  uğrayan dilini dişleriyle çiğnedikten sonra büyük bir ızdıraplar içinde geberip gitti..

Etme,Bulma dünyası bu..............





Monday, May 28, 2018

OSMANLI TARIHINDEN SAYFALAR YAVUZ SULTAN SELIM ve ŞEHZADE SÜLEYMAN

Yavuz Sultan Selim Han,Osmanoğulları soyundan gelen padişahların şüphesiz en büyüğüdür.Babası II.Beyazıt ,Annesi Dulkadiroğlu Alauddevle Bey'in kızı Ayşe Hatun'dur.Dulkadiroğulları 1339 yılında Maraş-Elbistna Bölgesin'de kurulmuş ve sonra sınırları Malatya ve Harput taraflarına kadar genişlemiş bir Türk Beyliğidir.

Yavuz Sultan Selim ,1467 yılında Amasya'da doğmuştır.Babasının sağlığında Trabzon Sancak Beyi bulunuyordu.Oğlu Süleyman ( Kanuni )  ise Kırım'da Kale Sancak Beyiydi.Bu sırada II.Beyazıt'ın gevşek idaresi yüzünden devlet bir takım tehlikeler içinde bulunuyordu.Onun görüşünde olan çevresindeki devlet adamlarıda Veliaht olarak Şehzade Ahmet'i istiyorlardı.Osmanlı devletinde  ise veliathlık kurumu yoktu ve ' Kavanin - i Al -i Osman '' denilen anayasaya göre ,tac ve tah şehzadelerden birine nasip olusa,devlet düzeninin korunması için öbür kardeşlerini öldürebilirdi.Yaşı Altmışı aşmış bulunan  Sultan Beyazıt ise tahttan büsbütün  çekilmeyi düşünüyor ve o da yerine büyük oğlunun geçmesini istiyordu.Hatta bu konuda  bazı çalışmalar yapıldığını anlayan Yeniçeri ocağı karşı çıkınca bu iş yarım kalmıştı...

Osmanlı devlet'İnde Oğuz geleneği hala devam etmekteydi ve bu geleneğe göre devlet,başta bulunan ailenin ortak malı idi.Başa geçicek olanın öbür şeyler,yani devlet ileri gelenleri ile ocaklı tarafından kabul edilmesi zorunluluktur.Bu ikiliye sonraları '' Ulema '' denilen ve devlette ileri derecede adli görev almış bilginler de dahil edilmişti.BU yüzden ocaklının karşı çıkması ve '' Hünkarımızın sağlığında bize başka padişah gerekmez '' diye diretmezi;Şehzade Ahmet'in sağlığında babasının yerine geçmesine engel olmuştu..

Selim,Trabzon Sancakbeyliğinde  bulunduğu sırada bütün bunları ve ayrıca öbür ağabetisi Şehzade Korkut'un da başa geçmek için bazı denemeleri bulunduğu haberini almıştı.Öte yandan Iran Safevi Hükümdarı Şah Ismail'in de devletin bu durgun halinden faydalanarka Anadolu'yu Istila hazırlıklarında bulunduğunu  ve bunun devleti için büyük tehlike oluşturduğunu sezerek durumu babasına yolladığı mektuplarla bildirmiş olduğu halde bunlara hiç önem verilmemişti.

İşte,Yavuz ,Bunun üzerine harekete geçip,Kırım hanının da yardımıyla Kefe üzerinden Rumeli'ye gelmiş,ancak babası II.Beyazıt ile yaptığı savaşı kaybetmişti.Bununla beraber,bu davadan vazgeçmeyerek mücadeleyi devam ettirdi ve sonunda kendisini tutan ocaklının da yardımı ile 26 Nisan 1512 günü babasını tahttan indirip yerine geçti.II.Beyazıt,resmen saltanattan onun lehine kendi isteğiyle vezgeçmiş görünüyordu;aslında ise buna mecbur kalmıştı..

II.Beyazıt bir süre Eski Sarayda oturdu.Ancak bunun kendisi için de,oğlu içinde sakıncalı olduğunu düşünerek ve başkentten uzakta daha emniyette bulunacağını hesaplayarak oğlu olan yeni padişahtan ,oradaki sarayda oturmak üzere Dimetoko'ya gönderilmesini istedi ve bu isteği hemen kabul edildi.Bunun üzerine maiyetine verilen Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa,Yusuf Paşa,Defterdar Kasım Çelebi ve Doktor Ahi Çelebi 'yle 23 Mayıs 1522 günü büyük bir törenle istanbuldan ayrıldı.Bu sırada oğlu Yavuz Selim Han,arabasının sol yanında yaya yürüyerek onu Edirnekapıya kadar geçirmişti.

Kafile,26 Mayıs 1512 günü Çorlu civarında Sırtköyü'nde mola verdiği sıarda II.Beyazit  namaz kılmak için abdest almak istedi;ancak yüzünü yıkarken sakalları ,bıyıkları ve kaşları dökülerek elinde kaldı.O zaman zehirlenmiş olduğunu anladı ! Önce,Hekim Ahi Çelebi'yi çağırtmak istediysede ,bu işte onun da rolü¨bulunacağını düşünerek bundan vazgeçti ve çadırına çekilip dua,ibadet ve tövbe ile meşgul oldu.ve orada öldü..

Pek çok tarihçiye göre,II.Beyazit ,oğlu Yavuz Sultan Selim'in emriyle zehirletilmiş  ve Yavuz bunu ,devletini güvenliğini düşündüğü için ileride çıkması muhtemelen  tatsız olayları önlemek aamacıyla yapmıştı.

Bu sırada,II.Beyazıt'ın ,Yavuz'dan başka iki oğlu ve beş torunu hayatta bulunuyordu.Bunların varlığı Osmanlı devleti için bir tehlikeydi.Anayasaya göre ,kendilerine,hayat hakkı tanınmadığından canlarını kurtarmak için başkaldırmaya hazırdılar.Üstelik dış düşmanlarda  onları bu işe kışkırtmaktan geri durmazlardı..Yıldırım Beyazıt Han'ın Ankara meydan savaşında  Timurlenk' e yenilip esir olmasından sonra intihar etmesi üzerine oğullarının birbirlerine düşmesi yüzünden  devletin yıkılıp parçalarına ve hatta yok olma tehlikesine uğramış olduğu henüz unutulmamış bulunduğu gibi,II Murat devrinde Şehzade Mustafa Çelebi ve küçük Şehzade Mustafa'nın isyanları ve maceraları da hatırlarda henüz tazeliğini muhafaza ediyordu.

Bunun için Yavuz'Un kararı hepsini tasfiye etmek ve tahtta rakipsiz kalmaktı.Bu işe ise evvela torunlardan başladı.

II.Beyaztı'ın kendisi hayatta iken ölen,oğullarından Alemşah'ın  oğlu Osmanşah bu sırada Çankırı Sancakbeyi,Şahinşah'ın oğlu  Mehmet Niğde Sancakbeyi,Mahmud'un oğulları Musa,Orhan ve Emir ise çeşitli sancakbeyliklerinde bulunmaktaydılar.En büyükleri,Osmanşah ,yirmi ve ne küçükleri Mehmet yedi yaşında,öbürleri ise bunların arasındaki yaşlarda idiler. Yavuz'un emriyle beşi de tutuklanıp Bursa'ya götürüldüler ve buradaki sarayın kapıcılar dairesinde hapsedildiler.

Cellatlar kendilerini idam etmek için,iiçer,iye girdikleri zaman  yaşça be küçükleri bulunan Şehzade Mehmet,diz çökerek canının bağişlanmasını  dileyip,padişah hizmetinde iki akça gündelikçi bir sipahi olarak hizmete hazır olduğunu söylediyse de dinleyen olmadı.En büyükleri Osmanşah ise,cellatlara hücum edip,onlarla boğuştu;birinin kolunu kırdı,birini ağır şekilde yaraladı;ancak yardıma gelenlere hepsini öldürdüler.

Aynı zamanda devirn namlı bilginlerinden olan Şehzade Korkut,Manisa Sancakbeyi idi.Kendisi Yavuz'a gönderdiği bir mektupta yanlız ilimle meşgül olduğunu tac ve tahtta gözü bulunmadığını ;esasen çocuğuda olmadığı için böyle bir şey düşünmediğini bildirmiş,Yavuz da bu hali devam ettikçe kendisine bir zarar erişmeyeceği cevabını vermişti.Ancak,bir süre sonra onun başkaldırmaya eğilimli olduğunu anladı ve Bursa'da bulunduğu sırada birdenbire üzerine yürüyereke Manisayı bastı.Lakin,Korkut durumu daha evvel,haber aldığı için kaçmış ve Teke iline kadar varıp orada gizlenmişti.Niyeti bir yabancı gemi bulup tıpkı evvelce Cem Sultan'ın yapmış olduğu gibi,Rodos şövalyelerine sığınmak ve böylece canını kurtarmaktı.Ne Çare ki bunu başaramadan ele geçirildi ve Bursa 'ya doğru yola çıkarıldı.Bütün isteiği ,kardeşinin yanına sağ olarak götürülmekti.ancak,şehire bir kaç konak kala idam edildi.

En büyük Şehzade Ahmet ise kurduğu bir ordu ile isyan halinde bulunuyordu.Yavzu'la Yenişehir Ovasında savaşa tutuştular,Ahmet yenilip esir düştü ve idam edildi.

Yukarıda söylemiş olduğumuz gini;Korkut çocuksuzdu,Ahmet'in ise Alaaddin,Murat,Kasım,Süleyman ve Osman adlı beş oğlu vardı.Bunlardan Alaaddin ile Kasım kaçığ Mısır Memluk Sultanı Kansu Gavri'y sığınmışlardı.Alaaddin bir süre sonra hastalanarak öldü.Kasım ise yaşamaya devam etti.Yavuz Sultan Selim Mısır üzerine yürüdüğü zaman Kansu Gavri onu saltanat sancakları açtırarak ordusuna aldı.24 Agustos 1514 günü Merc i dabık da geçen büyük meydan savaşında Kansu Gavri yenilip hayatını kaybedince  Kasım mısıra döndü.,ancak bu seferde yeni Sultan Tomanbayın elinde oyuncak oldu ve onunla birlikte Yavuz'a karşı 22 Ocak 1517 tarihinde Ridaniye meydan savaşına katıldı.Memluk ordusu savaş meydanında yenildi,Tomanbay ve Kasım kahireye kaçsalarda,Tomanbay yakalanıp idam edildi ama Kasım ortanan kayıp oldu.Yavuz Kahireden ayrılmadan evvel Buraya vali olarak eski Haleo valisi Hayırbeyi atadı.Hayırbey Kasımı bulur ve kafasını kestirip,istanbula yollar.

Şehzade Ahmet'in öbür iki oğlu Süleyman ile Murat Iran şahı Ismaile sığınmışlardı.Süleyman,tıpkı Mısır'a iltica eden kardesi Alaaddin gibi bir süre sonra hastalanıp öldü.Kendisini Şah Ismail'in zehirlettiği rivayet edilmişsse de doğru değildir.Tam tersine Şah onları Osmanluı devletine karşı  faydalanmayı düşünüyordu.Bunun üzerine ıstanbuldan yollana bir fedai Şehzade Murat'ı öldürür.

Bunların dışındada Yavuz'un kendi üç oğlunu öldürdüğü rivayeti vardır.Bu rivayetin kaynağı  Tarihçi Ahmet Tevhit Bey'den gelmektedir.Onun eserinde bahis ettiği gibi yavuz'un oğlu  Süleymandan ( Kanuni ) başka Murat,Mahmut ve Abdullah adlı Üç oğlu daha vardı.Şehzade Süleymanın tahtta tek olması için üç oğludunuda 20 kasım 1514 tarihinde öldürdüğü söylenir

Bütün bunların dışında Yavuz'un  Oglu Süleyman içinde ölüm emri verdiği rivayet edilir.Yavuz Sultan Selim daha evvel Kefe'de Sancakbeyi olan oğlunu önce Istanbul'a getirtir,daha sonra Manisa Sancakbeyliği görevini verir.III.Murat devrine kadar şehzadeler devlet ve idari işlerde deneyim kazanmaları için Lala lari ile birlikte sancakbeylik görevini yaparlardı.

Yine rivayete göre Yavuz Mısır seferinden döndükten sonra Şehzade Süleyman,babasını kutlamak amacı ile istanbula gelir.Ancak Izın almadığı için Babasını ona kızdığı söylenir.kendiside bu biçimde gelip babasını tahttan indirdiği için içine kurt düşmüştü.Bu sırada kendisi 54 oglu 23 yaşındaydı.

Sultan I Selim o gün Kandilli ile Çengelköy arasındaki Kule bahçesinde bulunyordu.Evliya Çelebi  burayı Papaz korusuna yakın olarak tarif eder.Bugün Kuleli Askeri Lisesinin olduğu yerdir.Şehzade başkente varır varmaz gözaltına alınmış ve Kule Bahçesinde bulunan kuledes hapis edilmişti.Yavuz,Bostancıbaşı Iskender ağayı çağırarak hemen boynunun vurulmasını emir etti.Ancak Bostanbıbaşı akıllı ve devlet çıkarlarını önde tutan bir kimseydi.Yavuzun başka bir evladı olmadığını biliyor ve veliaht olmadan saltanatın tehlikede olduğunu hissederek,Süleyman yerine başkasını öldürüp gömdü.Şehzadeye ise kılık değiştirip bahcevan klubesinde sakladı 3 sene boyunca.

Sultan Selim 1520 tarihinde yeni bir sefere çıkma hazırlığı içinde iken hastalandı.Muhasabi Ahsan Canı dinlemeyerek sırtında çıkan ve henüz olgunlaşmamış bulunan bir çıbanı sıktırmış ve daha olgunlaşmadığı için azdırmıştı.Bu o zamanlar yanı kara denilene Şirpençeydi.Çok acı çekiyor ve kendisini iyi hissetmiyordu.Oglu Süleymanun öldüğünü düşünerek büyük pişmanlık duyuyordu.Bostancıbaşına dert yanınca,Iskender paşa hemen Süleymanı getirterek babasına yüz sürdürdü.Yavuz onu bağrına basığ Sancağına geri yolladı.Bir keç gün sonra da o haliyle Istanbul'dan hareket ettiysede babasını öldüğü sırt köy mevkiine geldiğinde agırıları arttı devam edemedi ve tum doktorların gayretlerine rağmen öldü.

Şehzade Manisadan hemen Istanbula geldi.Tahta oturdu.Babasının cenazesini Istanbul'a getirtip bugün Sultan Selim Camii'nin bulunduğu yerdeki  türbesine törenle gömüldükten sonra .Kanuni ilk iş olarak ona iyiliği dokunan Iskender Paşa'yı Anadolu Beylerbeyi görevne getirdi.Daha sonra Dıyarbakı beylerbeyi görevinide yapan paşa 15 sene sonra eceli ile ölmüştür.Kanuni ayrıca bir mahpus gibi kaldığı Kule Bahçesinde ,her katında mermer havuzlar ve fiskiyeler bulunan bir köşk yaptırmıştır.Burad abirde kendi eliyle diktiği bir selvi ağacı olduğu söylenir

Bu maceranın gerçek olup olmadığı belli olmasada,rivayet olarak konusagelmiştir.Gerçeği Yanlız Allah bilir.....


Friday, May 25, 2018

OSMANLI IMPARATORLUĞUNDAKI HADIM SADRAZAMLAR KIMLERDIR ?

Osmanlı imparatorluğunda Hadım lakaplı Sadrazamların bazıları aşağıda anlatılmaya çalıştım

Hadım Ali Paşa :  II.Beyazit zamanında sadrazamlık yapmış ve savaşta vurulmuş Osmanlı vezirlerindendir.Sarayın akağalarındandı.1486 'da vezir olmuş,1511 de ölmüştür.Atik Ali Paşa diyede anılır.Cesur bilgili bir devlet adamı  ve korkusuz bir askerdi.Şeytan Kulu Şah Kulu denen asi Karabıyıkoğlu'nu ortadan kaldırmak için çarpışırken vurulmuştur.Savaşırken ölen ilk sadrazamdır.Istanbul'da ,Çemberlitaş'ta bir cami ile külliyesi,Karagümrük'te bir cami ile hamamı vardır.Khora Kilisesini ( Kariye muzesi ) camiiye çevirende odur.

Hadım Ali Paşa : Yanyalıdır.Kanuni zamanında yaşamıştır.Macarlara ve Avusturyalılara karşı yapılan svaşlarda ün yapmıştır.1557 de ölmüştür.Çatalcada bir camii vardır

Hadım Hasan Paşa : III.Mehmet döneminin sadrazamlarındandır.Harem'deki hadım kölelerdendi.Eğri seferinde  bulundu,Saray kadınlarına rüşvet vermekle yerinde kalmaya çalışmıştı.Valide Sultan'a da rüşvet verdiği ortaya çıkınca,Yeni Camii nin temelinin atıldığı hün,onunda boynu vurduruldu.Zeki,Tamahkar ve mağdurdu.Istanbulda yaptırdığı camide gömülüdür.

Hadım Mesih Paşa : III Murat dönemi sadrazamlarındandır.Harem dairesinin hadım kölelerindedni.1583'de  Özdemiroğlu Osman Paşa'nın yerine sadarete getirildi.1588 de öldü.Karagümrük'te yaptırdığı camiinin bahçesinde gömülüdür

Hadım Süleyman Paşa : Kanuni Süleyman dönemi sadrazamlarındandır.Harem'deki hadım kölelerdendi.Yemen valisi iken Hindistan'a musallat olan Portekizlileri donanmasıyla kaçırmıştır.Ele geçirdiği çok değerli eşyalarla dönerek padişahın gözüne girmiş,1540 ta Lütfi Paşa'nın yerine  sadarete geçirilmiştir.Ama 4 yıl kadar sonra Hüsrev Paşa ile münakaşa  etmesi üzerine gözden düşmüş,azledilmişs ve sürüldüğü Malkara'da 1548 de ölmüştür


Thursday, May 24, 2018

ISLAM REFORMISTI MUHAMMED ABDUH 1849-1905

      Muhammed Abduh ( 1849-1905 ) Afgani'nin izinden gidenlerin en etkilisiydi.Abduh,Afgani'yi manevi rehberi olarak benımsedi ve onun etkisi altında gazetecilik ve siyaseti ile ilgi alanın olan mistik maneviyat ile birleştirdi.Mısır'dan sürüldü( 1882-89 )Afgani ile birlikte başarılı bir reformcı gazete çıkardı.( Paris 1884 );Kahireye geri döndü.Şeriatta reform yapmaya çalıştı ve müftü olarak atandı( başkadı : 1899-1905 ) .Temsilciler meclsii üyesi oldu..

Abduh'un reform hareketine katkısı kısmen bir fakih ve başkadı olarak oynadığı rolde yatmaktadir.Halkın iyiliği için ahlak ile hukukun modren koşullara uyarlanması gerektiğini savunarak bireysel muhakemenin alanını büyük ölçüde genişletti.Insanların prensipte iyiyi ve kötüyü sadece akılları ile bilebileceklerini ileri sürdü.Ancak o da,çoğu insanın bunu yapmayo başaramadığını düşünüyordu; dahası,insanlar sadece din yoluyla iyilik yapmaya yönlendirilebilir.Doğru olanı yapma yükümlülüğü sadece vahiy yoluyla bilinir.Dolayısıyla Islamiyet'in başlangıcına kadar giden bir fıkıh geleneğinin yönünü çevirerek ahlak felsefesinde önemli bir değişiklik yapmanın eşiğine kadar gelmişken,Abduh'un ahlaki akılcılığı Aquinolu Thomas'ın veya John Locke'ın gittigi yere uzanmadı..

Abduh siyasette Afgani'den daha ılımlıydı.'' Siyasi örgütlemenin  Islami öğreti ile belirlenen bir konu olmayıp zaman zaman koşullara göre,toplum içinde genel bir uzlaşıyla belirlendiğini düşünüyordu.Yeni Osmanlılarınkine benzer bir tutum sergileri; onun etkisiyle ' Maliki fukaha ile Ibn Teymiye'nin  maslahatı,yavaş yavaş John Stuart Mill'in yararı;Islami fıkhın icması,demokrasi kuramındaki ' halk yuna ; seçenler ve azledenler  de parlamentı temsilcilerine dönüştü..

Ancak kısıtlanmamış güçlü bir adamın yönetiminde yaşayan ve sadece  kendi çıkarlarını düşüne insanlar,' öteki ulusların yaşayışları hakkında bir şeyler öğrenip... bir zamanlar kendilerinin de haklarının ve müreffeh bir yaşamlarının olduğunu anımsadıkları zaman ahlaklı bir toplum düzeninin yükselebileceğini söylerken,Abduh'un kendi toplumunu düşündüğü açıktı.''İşte o zaman toplumlarını,doğasının gerektirdiği ilkeler uyarınca değiştirmeye karar vereceklerdir '' İşte o zaman kamuoyu oluşucaktır  ve insanlar  geröekten ortak çıkarları olduğunun farkına varacaklardır.Insanlar ' bu yasayı oluşturma görevini  tek bir kişinin eline teslim etme konusunda etkisiz olacaklardır,çünkü tek bir bireyin tüm insanların farklı çıkarlarını  yorumlaması mümkün değildir'' .Eğitim toplumun bakış açısından gerekli değişiklilerin gerçekleşmesini sağlayacaktır..

Ancak Abduh daha sonra temsili kurumların çalıştırılabilmesi için önce ' Doğu'nun 'ilerlemesini sağlayacak adil bir diktatörün gerekli olduğu düşüncesini benimsedi. Yine de Islamiyette sadece bir sivil hükümdar vardır.Bu sivil hükümdar göreve ulus tarafından getirilmitir,onun tarafından denetlenir ve onun tarafından azledilebilir ve kendi kontrolü altında olmayan bir yasaya karşı sorumludur..

Abduh Kuzey Afrika'da başlayan selefiyye hareketini desteklerdi ve toplumu yöneten  bir güç olarak Mısır'da modernist reformculuğu kurdu.Mısır'da,Suriye'de,Kuzey Afrika'da ve Endenozya'da Afganinin fikirlerinin yayılmasını sağladı ...

ISLAM REFORMISTI SEYYID CEMALLETIN AFGANI

Seyyid Cemaleddin Afgani ( Asterabad 1837 - Istanbul 1897 ) bu farklı ama paralel hareketleri tek bir evrensel programa dönüştürdü.Islamiyet'in geri dönüş fikrini  Hindistan'dan karizmarik liderlik ve devrimci eylem fikrini şiilikten aldı ;Seyyid Ahmed Han ile Hayreddin Paşa'nın Batı bilimine karşı takındıkları olumlu tavrı paylaştı.Ancak Afgani,Islamiyet ile Batı'nın konumunu  gerçek anlamda Pan islamcı bir gözle gören ilk filozoftu.Ona göre Islamiyet son derece zengin bir kültürel ünite,yüce bir topluluktu;ama kendisinin  aşağılanmasına izin vermişti ve artık gelişmiş bir kafir tarafından dört bir yandan kuşatılmıştı.Şiileri ve Sünnileri  aynı toplumun üyeleri olarak görüyordu ve ortak düşman ile savaşmak için her iki mezhepten de yararlandı.Afgani sadece bir öğretmen ve risale yazarı değil,aynı zamanda bazı açılardan,içinde yazdığı koşullara göre özgün bir düşünürdü..

Afgani'nin programı klasik İslam tarzındaydı.Hem aydın hem manebi hemde siyasi.Afgani Iran'da eğitim görmüş,yirmili yaşlarının başında Isyan sonrası Hindistan'da yaşamıştı;Hindistan'da iken Avrupa bilimine hayran oldu ama Ingiliz egemenliğinden nefret etti.Afgan aşiretlerinin Ingilizlere karşı direnişinde yer aldı ( 1866 - 1868 ) .1871 yılında kahireye gitti ve öğretmeliğe başladı.1879 a kadar kahirede kaldı.:Islamdaki feksefi ve mistik gelenek ile Islamiyet'i siyasi olaral yükseltme arzusunu birleştirdi..

Afgani yeni fikirlere çok açıktı.Bazıları onun ateist olduğundan kuşkulandılar.Mısırlı öğrencilerden birinin söylediği gibi,onun özgünlüğ,vaaz ettiği  ülkelerdeki din alimlerinin bütün Islamiyeti yeniden gözden geçirmelerini ve geçmişe tutunmak yerine,modern bilim ile uyumlu bir şekilde ileri doğru entelektüel bir hamle yapma' gerektiğini kabul etmelerini sağlamaya çalışmasıydı.Bazı tarihçiler dahada ileri giderek ' Afgani ile en yakınındaki öğrencileri insanları geleneksel inançlardan uzaklaştıırp,onları yerli özelliklere sahip bir açık fikirliliğe ve akılcılığa yönlendirirdi '' Fikirlerinin farklı kitleler tarafından benimsenmesi için takkiye yaptı.

Afgani Berlin Antlaşmasının  ve II Abdülhamidin siyasal islama yönelmesinin hemen ardından Pan Islamcılık davasını savunmaya başladı.Bir tür uluslarası cemiyet fikrini attı'' Edirne'den Peşaver'e kadar tüm müslümanlar ,savunmada ve saldırıda  anlaşma içinde olmalıdırlar '' (1884 ) .Osmanlu politikasının  Almanya ile ittifak kurmaktansa bu olması gerektiğini söyledi.Hindistan'a döndü ( 1879-1882 ) ,arkasından Paris'e ve Londra'ya gitti ( 1883-1886 ) .Malkom gibi göçmen müslüman aydınların ilgi odağı oldu,Islamiyet'le ilgilenen Avrupalılarla  tanıştı ve Renan'la dinin toplumdaki rolü hakkında tartışmalar yaptı.Her yerde Batı kültürüne ve gücüene karşı direnişi güçlendirmeye çalıştı.Iran'daki meşrutiyetçi aydınlara tavsiyelerde bulundu ve 1891-1892 yıllarında yapılna tütün protestoları sırasında yabancı tekelini kırması için en üst düzey müçtehide otoritesini kullanma çağrısında bulundu. Iran'daki Mollaların şahı devirmesini istedi.;sonuçta Şah,Afganinin bir müridi tarafından öldürüldü.Afgani,Osmanlu padişah halifenin akıl hocası olmayı arzuluyordu;ancak Abdülhamid ondan pek hoşlanmadı ve Afgani hayatının son yıllarını sanak bir hapishanede geçirdi.Gittiği her yerde Müslümanları Islamiyet hakkındaki yeni görüşlerini kabul etmeye ve siyasi liderleri,Avrupalılara karşı her türlü önlemi almaya davet ediyorduç

Afganinin düşüncesi Ibn Sina ile bazı şiilerde bulunan kehanetin,mistisizmin ve felsefenin temelde bir olduğu görüşünden yararlanıyordu;Doğruya vahiy,sezgi ve akıl yolu ile ulaşılıt'' Dünyada bilimden başka hükümdar yoktur,yoktur ve olmayacaktır '' demiştir.Avrupa bilimi tabii ki,özgün islami mirastan gelmektedir.Her şeyi kapsayan bilimde felsefedir;' felsefenin ruhu olmazsa ' diğer bilimler solar.Bütün bunlar siaysi bir görüşü ifade ediyordu;Avrupalılar dünyaya bilimleri sayesinde hükmediyordu..

Afgani modernistlerin idealist görüşünü paylaşıyordu: Tarihsel değişimin motorları akıl ve kişiliktir.Bu nedenler,Islamiyet'in en önce ihtiyaç duyduğu şey manevi ve entellektüel canlanmaydı.Bakış açısından köklü bir değişiklik gerekiyordu;önceki çağların trendinin tersine çevrilmeliydi.Burada Afganinin aklında özellikle,din ile bilim arasındaki ilişkinin yeniden değerlendirilmesi vardı.Renan,Doğu ülkelerinin geri kalmışlığının nedenini ıslamiyetin bilim karşıtı tutumuna bağlamıştı.Afganide bunu büyük ölçüde destekledi.'' Dogma ile özgür araştırma arasındaki çatışma insanlık var oldukça sürecektir...korkarım ki bu korkunç çatışmada zafer özgür düşüncenin olmayacaktır,çünkü kitleler akıldan hoşlanmaz ..Dolayısıyla,bazı eksi filozoflar halka felsefe yolu ile öğretemeyecekleri gerçekleri din yoluyla öğretebileceklerini  düşünürken,Afgani daha karamsar bir görüştedir.

Ancak Afgani için daha başka şeyler de vardırYirminci yüzyık toplumsal çözümlemesine daha yakın bir tezde,Islam dünyasını   göreceli olarak gerilemesinin nedenlerinden birinin siyasi otoriterlik olduğunda ısrar etti.Bilim ve felsefe ' fanatikliğimiz ile zorbalığımız ' din ve despotluk tarafında bastırılmıştır.Ancak çoğu insanın tersine Afgani bu eleştiriden dinin artık modası geçmiş bir şey olduğu düşüncesini çıkarmıyordu.Insan hem bilimsel hem de dindar olabilirçOna göre,Avrupadaki en son gelişmeleri benimsemek,felsefede ve siyasette gerçek islami ilkelere geri dönmekler aynıydı.Afganş,Avrupalılar gibi kendisininde ,günümüz ıslam'ın özellik olarak gördüğü batıl inançları ve ataleti terk edip,gerçek Islam'a yani,modern  bilimin ruhuyla uyum içinde olan dine dönmeliyiz,diyordu.Farklı mezheplerden olanlar '' varsayımlara boyun eğmemeli,atalarını taklit etmekle yetinilmemelidir.' Bu nedenle ,şimdi İslamiyet'in ihtiyacı olan şey,Avrupa'daki reformasyon benzeri bir şeydir;Afgani kendisini bir tür Luther veya Laik Mesih olarak görüyordu..

Afgani'nin Müslümanlığı bir halk ve kültür olarak Batı'ya karşı güçlendirme programının entelektüel temeli buydu.Yaptığı eleştirisel din analizi bir bakıma tipik  islami düşünceydi ve Islam toplumunu siyasi açıdan canlandırıcak  ve onun yeniden  siyasi bir güç olarak ortaya çıkmasını sağlayacak siyasi projeyi desteklemeye yönelikti.Kitabu '' er-Reddu ale'd Dehriyyin '' toplumsal istikrarı,uluslarası ilişkilerde dürüstlüğü ve toplumsal sınıflar arası barışı teşvik ettiği için dini savunuyordu.Dolayısıyla,Afgani,yasanın ve düzenin dini inanca dayalı olduğu yolundaki Islami görüşü daha keskinleştirilmiş ve bunu çok açık bir biçimde çağdaş dünyaya uygulamıştır.

Afgani Islamiyet'in siyasi ve dini alanlarda canlandırılmasının bir meşrutiyet veya cumhuriyet yönetiminin benimsenmesine ve aktif bir yurttaşlık ruhuna bağlı olduğunu düşünüyordu.Burada belkide farkında olmadan Avrupa Rönesans'ının sesiyle konuşmaktadır.Vatanseverlik aşkına ve ' şereflerinin sadece ırklarında,güçlerinin  sadece toplumlarında  ve şanlarının ise sadece yurtlarnda  olduğunu bilen yurttaşlara ihtiyacımız var.'' Parlamenter yönetime  ihtiyacımız var''..Afgani bu çağrıyı,bir islami kimlik çağrısı yaparak milliyetçilik ile de birleştirmek istiyordu,çünkü  bunların her ikiside  Müslüman halkların yabancıların yayılmacılığına karşı ayaklanmasına yardım edecekti. '' Islam birliği sancağını taşımaları ' için  Osmanlı ulemasının ve ayanın içine ' yeni milliyetçilik ruhunu üflemek ' ,Orta Asyadaki  Türkmenleri ''Türk ırkının gururuyla 'kışkırtmak istiyordu ...Afgani Hindistan'da Müslüman milleyetçiliği yerine urdu milleyetçiliğini savundu.çünkü ' mutluluk sadece miliyette ve milliyet de sadece dilde vardır...Bu da göstermektedirki,onun en büyük arzısı Avrupa egemenliğine karşı çıkmaktadır..

Afgani,milliyetçilikten esinlenmiş böyle bir stsi aktivizmi,insanlaın enerjilerini harekete geçirmenin ,geleneksel İslam tavrının yarattığı ataletin üstesinden gelmenin ve insanlarıyaşamın her aşamasında kendilerini geliştirmeye güdülemenin yolu olarak görüyordu.Siyasal eylemcilik uygarlığın motorudur.Islami toplumu ileri itecek yaydır.'' Yurt ve milliyeti ( vatan ve cins ) koruma,din ile dindaşları savunma arzusu,yani vatan aşkı,millet aşkı ve din aşkı insanları erdemler ve başarılar arenasınd yarışmaya teşvik eder'..Yine burada da Rönesabs hümanizmasını yansıtmaktadır.

Afgani modernizmi başlatan kişiydi ve onu daha sonraları kökten dinciliğe dönüşecek  bir ruhla doldurmuştu.Modernizmde bulunan akımlar Afgani'de çok daha geniş kapsamlı uluslararası ve agresif bir siyasi projeye dönüştü.Afgani Avrupa felsefesi ve bilimini kucaklarken,Batı'ya meydan okuyan bir siyasi duruş sergiledi.Afgani modernistlerin doruk noktası,kökten dincilerinde temeliydi; o bir çeşit dahiydi.

Afgani'nin etkisi her yere yayıldı.Mısır'dan Afganistan'a '' neredeyse efsanevi bir kahraman oldu ''.Müslüman kardeşlere göre Afgani ' bildirici' idi.Kitaplarının 1880'lerden itibaren  popüler olduğu hindistan'da  bir çok kişi ona ' neredeyse tapınıyordu '; 1920lerdejş Hilafet hareketi ve şair filozof Muhammed İkbal,Afgani'nin fikirlerini kullandı.Iran'daki Şii siyasi teolojisi ile Batı meşrutiyetçiliği arasındaki özel ilişki de onun yaklamaşımını yansıtmaktadır...








Wednesday, May 23, 2018

OSMANLI AYDINI TUNUSLU HAYREDDIN PAŞA 1822 - 1890


Islam Uygarlığı ile Avrupa uygarlığı arasındaki ilişkiyi en sistematik biçimde  ortaya koyan kiş Türkiye'den değil,Tunus'tan çıktı.Reform yanlısı Ahmet Bey'in ( Tunus hükümdarı 1837-55) hizmetinde Kafkasyalı bir Osmanlı kölemeni olan Hayreddin Paşa ( 1822-1890 ) Büyük meclisin  ( 1861 yılında çıkarılan yeni anayasa uyarında oluşturulan bir ayan meclisi ) başkanlığına yükseldi.Resmi görevli olaraj 1853-1856 yılları arasında yaptığı Paris ziyareti onu etkilemişti.Avrupa fonlarrından alınacak borca karşı olduğu için görevinden istifa etti.1862-1869 yılları arasında Tunus dışındayken,1868 yılında Akvamü'l-Mesalik fi Ma'rifeti Ahvail Memalik adlı yapıtı yayınladı.Bugün artık büyük ölçüde unutulmuş olan açık görüşlü,dibar ve ilkeli biri olan Hayreddin Paşa modernistlerin ürünüdür.Manevi ardılı Fasi gibi asil ilişkisinin Ibn Haldun'u üreten topraklarla olması bir rastlantı olmalıdır.


Hayreddin Paşa'nın tüm hayatı boyunca amacı ' Elimizden alınanı' geri almak ve Islam dünyasının bağımsız ve güçlü olmasını sağlamaktı.Düşüncesi ile yaptıkları arasında inanılmaz bir uyum vardı:Yeni Osmanlılar gibi o da Avrupa'nın siyasi fikirlerinin  ve kurumlarının benimsenmesi gerektiğini ve bunların özgün Islamiyet'le aynı çizgide olduğunu düşünüyordu;ancak Yeni Osmanlılardan daha ileri gitti,çünkü aynı zamanda bunu Islamiyet'in dünyadaki yeniden yükselişe geçmesini sağlayacak jeopolitik bir stratejinin ilk adımı olarak görüyordu.Osmanlı hilafetinin eski halkları arasında daha yakın bağler kurulmasını savunuyordu.

Hayreddin Paşa ,Avrupa ve Islam tarihinden aldığı ampirk kanıtları birleştirerek kuşaklar boyu milletlerin gelişmesinin ve geri kalmasının nedenlerini inceledi .Kitabın girişini  yirmibir Avrupa ülkesi üzerine yaptığı karşılaştırmalı incelemesi takip eder.Avrupa'nın büyüklüğünün nedenlerini incelerken Yeni Osmanlulardan daha ileri gitmiştir.Sık sık Ibn Haldun'atıfta bulunu;onun yönetimini uygulamaya çalıştığı görülmektedir.Hayreddin Paşanın özgünlüğü ,tarihsel değişikliklerin ve Avrupanın tarihsel deneyimini bir çerçeve içine sokması gerektiğinin farkında olmasında yatmaktadır.En önemliside ,gayrimüslimlerden  bir şeyler öğrenebileceğini sistematik olarak savunmaktadır.

Hayreddin Paşa'ya göre;Uluskarası rekabet,büyük uluslar arasındaki çetin yarışma ,şu anlama gelmektedir;Müslüman toplumum ancak ' kendi grubumuzun dışındakiler hakkında bilgi sahibi olarak ' başarılı olabilir.Bu nedenler '' Allahın yardımıyla Avrupalıların ekonomi ve yönetim politikalarıyla ilgili icatları hakkında ki bütün bilgiyi topladım '' der ve Avrupalıların politikada nasıl ilerlediklerini ve bunun onların '' ülkeleri için en yüksek refaha ''ulaşmalarını nasıl sağladığını gösterdiğini söyler.Hayreddin Paşa başkalarından öğrenmenin doğru bir islami ilke olduğunu ve Islamiyet'İn çıkarlarını savunmak için gerekli olduğunu kanıtlama çalışıyordu.Bu mesaj özellikle  ulemayı hedef alıyordu.Ulema  ancak hükümdar ile birlikte çalışırsa kamu çıkarına hizmet edebilirdi ve Şeriatı bilinçli bir şekilde ancak siyasi deneyimi varsa uygulayabilirdi..

Gayrimüslimlerin  bütün davranışlarını,örgütlerini ve kitaplarını  reddetmek ' her koşulda bir hatadır ''.Insan öğrenmek için Islamiyet'İn dışına bakmak zorundadır çünkü belgelerde birçok etmen 'Insanları ve fikirleri birbirne yaklaştırmaktadır'' ; bugün bütün dünya '' birbirlerine kesinlikle ihtiyaçları olan ,değişik uluslardan insanların yaşadığı tek bir birleşik ülke olarak düşünülebilir.'' Kendi çıkarları peşinde koşuyor olsa bile,her ulusun deneyiminden sağlanacak genel yarar,insanlığın geri kalan bölümünün onun peşinde koşmasını sağlamaya yeter burada sözkonusu olan kültürel küreselleşme idi.Özellikle Fransızlar ' başkalarının çalışmalarının iyi buldukları yanlarını durmaksızın taklit ederek bu dünyada sağlam bir şekilde örgütlenmişlerdir.

Taklit etme bir başka temel gerekçe nedeniyle de savunuluyordu.Bütün insanlar aynı bilgi alanı içinde yaşarlar;aklın keşifleri prensipte herkes için aynıdır ve keşifleri  önce inanmayanların yaptıkları gerçeği hiç önemli değildir.Bu kulağa basit gelebilir.Ancak o sıralarda Müslüman aydınlar için yepyeni bir fikirdi.Modern bir Müslüman'a göre çok sıra dışı bir şekilde Hayreddin Paşa bu konuda eski dönemlerin Müslüman ve Hristiyan Aristotelesçileriyle aynı görüştedir.Şeriat ' Müslüman olsun,olmasın bütün insanların haklarını korur' derken ,ifadesinde gizli bir kozmopolitlik vardır.Dahası üzerinde konuştuğumuz siyasi ilkelerin,bir zamanlar Müslümanların sahip olduğu ama artık elimizden lınan ilkeler olduğunu ileri sürer..

Hayreddin Paşa,Avrupa devletlerini inceleme amacının onlardan ' kendi durumumuz için uygun olan ve aynı zamanda Şeriatımızı destekleyen  ve onunlar uyumlu olan şeyi almak ' olduğunu söyler.Şeriatın 'hem dini hem de laik durumlara uygulanabileceği ' konusunda ısrarlıdır.Islam Toplumunun refahına ve çıkarına ( maslahat ) olacak ve açıkça Şeriata aykırı olmayan her şey meşru bir şekilde gayrimüslimlerden ödünç alınabilir.Bir başka şekilde ifade edilecek olursa ,Avruğa bize Şeriatın hedeflerine  ulaşmamızı sağlayacak yollaru öğretebilir .Avrupa siyaseti ile Şeriat arasındaki ilişkiyi böyle açıklar.

Toplumun siyasi açıdan zayıf olmasının nedeni onun ekonomik geri kalmışlığıdır;bu durum ödemeler dengesinin bozulmasına yol açmakta,dolayısıyla da savaş zamanında ihtiyaç duyulan askeri techizatın bile alınmasını engellemektedir.Bunun nedeni Avrupa'nın teknikte ilerlemişliğidir;Hayreddin Paşa 'nın tezinin en önemli noktası bunun Avrupa ülkelerinin ' adalet ve özgürlük  üzerine kurulu olan yönetim biçimlerinin ürünü olduğudur.Burada Ibn Haldun'un çok yaratıcı bir şekilde kullanıldığı görülmektedir.Özgürlük ve Tanzimat refaha ( ümran :ibn haldun'un uygarlık için kullandığı terimdir )' yol açar.Bunların aslında  Şeriatımızın temelleridir.Hayreddin Paşa adalet ile iyi yönetimin 'refahın,halkların ve mülkün  çoğalmasının nedenleri  olduğunu çok doğru biçimde gözlemlemiştir.

Hayreddin Paşa Avrupalılar için özgürlüğüm,kişisel ve siyasi  olmak üzere  iki yönü olduğuna işaret eder .Onların kişisel özgürlük adını  verdikleri şey ' bireyin  kendisi ile mülkü üzerinde tam bir hareket  özgürlüğü olması ve kendisinin ,şerefinin  ve zenginliğinin  korunmasıdır.böylelikle,ülkenin yasalarında bulunmayan herhangi bir şey için mahkemelerde  yargılanmayacaktır.Bu görüş insanlara ticaretin yürütülmesi üzerinde tam bir denetim veriyordu...

Hem kişisel özgürlüğü hem adaleti sağlayan hukukun üstünlüğüdür.Hayreddin Paşa ile dönemin bir çok Osmanlu  ve Iranlı reformcusu için en önemli hukuk ilkesiydi.Hayreddin Paşa'nın anayasal hukuk hakkındaki görüşleri kısmen Ibn Haldun'u anımsatır:''Baskı,uygarlığının yok oluşunun habercisidir.Eğer insanların davranışları üzerinde olan kısıtlamayaı sağlayan  hükümdarın kendisi de kısıtlanmyaya tabi değilse ,yönetim hayırlı olmaz.Çünkü hukukun üstünlüğünün bulunmadığı  ülkelerin bekası tamamıyla  hükümdarların  kişise özellikelrime bağlıdır; Insan bunu Avrupa krallıklarıdna yasaların konulmasından önceki yani,Islam hükümdarlarının adaleti uyguladıkları ve ümmetin gücünün doruğunda olduğu dönemlerin tarine bakılınca görebilir .Bu nedenden dolayı, kısıtlamayı koyanında kendisine kısıtlama getirilmesine ihtiyacı vardır ve bu ya Şeriat,ya da akıl üzerine kurulu  bir siyaset biçiminde olmalıdır.Diğer bir deyişle,anayasal hukuk nakli veya akli olabilir;Hayreddin Paşa burada Ibn Haldun'un Mukkadime'sinden alıntı yapmaktadır.Hukuki ve Anayasal kısıtlamalar zorla uygulama gerektirir.Bu nedenler ' Avrupalılar  meclisler kurmuşlardır...ve basına özgülük vermişlerdir '' buna karşın bizde '' kötülükle savaşmak ulemanın ve ayanın görevidir...

Avrupalıların bilim ,endüstri ve tarımdaki ilerlemeleri,yöneten ile yönetilenin fikir birliğinden kaynaklanmaktadrı.Bunun kaynağı da 'bireyin kendisini,şerefini ve zenginliğini  korumak için gerekli temek özgürlükleri saglayan yasalardır '' .Dolayısıyla,Hayreddin paşa,Avrupa'nın Cumhuriyetçi geleneğinde  olduğu gibi ,kişisel ve siyasal özgürlüğü birbirine bağlar.Avrupalıların siyasi özgürlükle,halkın siyasete katılımını kastettiklerini görmüştür..Bu ilkennin  Halife Ömer tarafından benimsendiğini söyler.Hayreddin paşa anaysal demokrasi ile Islamiyetteki şura arasında da bir özdeşlik kuruyordu.Bunun ya ( parlementer yasama yoluyla ) genel siyasi konulara;yada bakanların hesap verme yükümlükleriyle bütün yürütme fiillerine uygulanabileceği görüşündeydi; bunun Fransa'da nasıl işlediğini de anlatır..

Hayreddin Paşa Yeni Osmanluların demokratikleşme programlarını tedbiri elden bırakmadan desteklerlen,Osmanlu Imparatorluğu gibi içinde çok fazla sayıda,ırk,din ve dil barındııran bir devlette bir temsilciler meclisinin karşısına çıkacak zorluklara işaret eder.Avrupa devletlerindeki 'Temsilciler meclisinin '  görevlerinin ' halk tarafından seçilmemiş olsalar bile,seçmeye ve azletmeye ehil olanlar'' ( yani bir ayan meclisi:tarafıdnan yerine getirebileceğini düşünür ) bu nedenler danışmayı zorunlu buluyordu ama demokrasi zorunlu değildiki bu müslümanlar arasında çok yaygın bir görüştir..Avrupa ve Roma geleneğini takip eden Hayreddin Paşa,acil bir durum da bir diktatörün olabileceğini söyleyerek,geçici bir otokratik  yönetimi kabul etmiştir..

Hayreddin Paşa,Avrupa sistemleri üzerine yaptığı çalışmasını sadece Islamiyet'in gücünün daha fazla zayıflamasını engellemek  için değil,aynı zamanda Islamiyet'i  esk gücüne kavuşturarak  bir kez daha Avrupa'yı geçmesini sağlayacak coğrafi dini bir stratejinin temeli olarak kullanan ilk siyaset yorumcusuydu..Islamiyet bunu kolaylıkla başarabilirdi çünkü ' Müslüman kitleler diğer ülkelerdeki kitlelerden daha zekidir '' ;başkalarının ancak siyasi  reformlar  yoluyla başarabildikleri ' özgürlük ve kararlılık 'Müslümanlara eğitimleri ve Şeriat yoluyla aşılanır.Böylelikle Hayreddin Paşa genellikle Afganiye atfedilern ideolojik inisiyatifleri dile getirir...

Tunus'un dış borçları ve maliyesinin yanlış yönetilmesi bir Ingiliz -Fransız  komisyonun  ülkenin maliyesini denetlemeye başlamasına yol açtı ( 1869 ).Hayreddin paşa ülkesine bu komisyonun  başkanı olarak döndü ve 1872-1877  yılları arasında başvezir oldu.Ülkesinin maliyesini sağlam bir temel üzerine oturtmaya,yönetimde reform yapmaya ve çiftçilerin durumunu düzeltmeye çalıştı.Ancak 1877 yılından görevden azledildi;daha sonra yeni Osmanlı Padişahına hizmet etmesi için davet edildi..



Kaynak: Siyasal Islam düşüncesi-Dost Yayınları

Saturday, May 19, 2018

OSMANLI DA PARLEMENTER LIBERALIZM ve ISLAMI DEĞERLER : YENI OSMANLILAR

Batı'nın bireysel özgürlük,meşruti yönetim ve temsili demokrasi ilkerleri ile Islami idealizmi birleştiren ilk büyük ölçekli ve kalıcı hareketi başlatan yine Osmanlu Toplumu oldu.Yeni Osmanlılar  ile birlikte Islam siyaset düşüncsi ile Batı siyaset düşüncesi arasındaki etkileşim sistematik ve yoğun bir hale geldi..

1850li yıllarda Tanzimatı ilan devlet adamı Mustafa Reşit Paşa'nın himayesindeki bir dizi reform yanlısı bürokrat reformlarom ilerleyişi konusunda düş kırıklığına uğradıar ve gazeteciliğe başladılar.1848 devrimi sırasında Fransa'da öğrenim görmüş olan Şair İbrahim Şinasi ( 1826-1871) kendi gazetsi Tasvir i Efkarı çıkarmaya başladı ( 1862 ),Sinasi siyasi misillemeden korktuğu için 1865 yılında Fransa'ya geri döndü.Grubun em sistemaitik düşünürü saray gökbilimcisinin oğlu Namık Kemal'di ( 1840-1888 ).Namık Kemal aynı zamanda bir şair ve edebiyat eleştirmeniydi.Gazetenin başyazarlığını üstlendi ve gazeteye daha radikal bir özellik kazandırdı.Daha sonra o da diğerleri gibi Avrupa'ya kaçtı (1867).Bu grup fikirlerini yazarak yayma çabalarını yoğunlaştırdı;popüler bir gazete olan Hürriyet 1868 yılında çıkmaya başladı.Yeni Osmanlılar ' ülkesinin çıkarları için insanın fikirlerini sözle ve yazıyla ifade etmesinin mutlaka kişi haklarından biri ' olarak kabul edilmesi gerektiğine ve ' uygar ülkelerde 'olduğu gibi ,insanları bilgilendirmek onları güçlü kılmanın yolunun siyasi gazetelerden geçtiğine inanıyorlardı..Yeni Osmanlılar  bilinçli bir kamuoyu yaratmyaya ve kamuoyunu  etkilemeye çalışan il gruptu.Tahta çıkmasına izin verilmeyen Mısır Veliadhdı Mustafa Fazıl Paşa tarafından finanse edilyordu.

Bu kuşak için özgürlük temel bir değer haline geldi.1878 Paris Fuarını gezen bir Türk'ün söylediği gibi,Avrupanın teknolojij başarıları özgürlüğn işi idi'' özgürlük olmadan güven olmaz;güven olmadan emek olmaz;emek olmadan refah olmaz ;refag olmadan mutluluk olmaz '' ..Bu siyaset  ile ekonomi arasındaki geleneksel Iran Islam bağının yeni bir  ifadesiydi.Yeni Osmanlılar özgürlüğe,bu sözcüğün 1789 dan beri Avrupa'da kazandığı siyai anlamı verdiler.Bazı ulema gibi onlar da Tanzimat'ın tek yönlü bir gelişme gösterdiğini ,bürokratik  zorbalığın '' Moğol '' özellikleri ile  gelişirken  Şeriat ile ulemanın sağladığı denetimin terk edildiğini ileri sürdüler.Bu nedenle Yeni Osmanlılar Tanzimat Projesini bir aşama daha ileri götürmek istediler.Yeni Osmanlıların siyasi idealleri Namık Kemal tarafından '' Ulusun egemenliği,güçler ayrılığı,yetkililerin sorumluluğu ,kişisel özgürlük,eşitlik,düşünme özgürlüğü,basın özgürlüğü,dernek kurma özgürlüğü,mülk edinme özgürlüğü,hanenin kutsallığı olarak ifade edildi.Namık Kemal  özellikle III.Fransız  Cumhuriyeti'nin anayasasına hayrandı.Islami siyasal fikirlerin tarihi bakımından önemli nokta şudur: Bu eylemciler grubu  tarihte ilk kez Batılılaşma fikri ile Islami idealizmi açıkça birleştiriyordu.Bunu yaparken de çok tutarlı nedenler belirtiyorlardı...

Yeni Osmanlılar  için Islamiyet'in siyaset dili ile modern liberal parlamenter demokrasinin siyaset dili aynı şeydir '' Onlar için ümmet,ulus demekti;icma,toplum sözleşmesi; biat,halkın padişaha egemenliği vermesi; içtihat ,parlementer yasama;meşveret demokrasi demekti.. Yeni Osmanlılar Kuran ve Hadis metinlerini ,anayasal demokrasiyi savunan tezler olarak yorumlama tekniği geliştirdiler; örnegin  Kur'an ı Kerimdeki Ali İmran suresindeki ' o halde onları ( kardeşlerini) bağışla  ve yapılıcak işlerde onların görüşlerini al'' cümlesi ile ' benim topluluğumda görüş ayrılığı Allah'ın bir lütfudur ''  hadisi parlementer yönetimi destekleyen tezler olarak sunuldu.Aynı şekilde,geleneksel fıkıh ilkesi '' ümmetin icması'' da bu amaçla kullanıldı... Osmanlı hanedananınn gücü Islami sözleşmeye dayanır.Aslında bütün bunlar eski islam ifadelerinin anlamlarını  değiştirmek anlamına geliyordu.Bu siyasal islam düşüncesinden çok belirgin  ve özgün bir gelişmeydi.Geçmişin ve dönemin siyasi değerlerinin yeniden değerlendirmesine yol açacaktı...

Onlara göre Avrupa'nın parlamenter liberalizm idealleri hem kendi içinde iyiydi,hem de Islam'In amentusune uygundu.Bu idealler yüzyıllardır Islami gelenek olarak kabul edilen normlardan ve kurumlardan üstündü,çünkü bu normlar ve kurumlar ıslami ideallerden radikal bir şekilde uzaklaşmişti.Bu nedenler Namık Kemal halkım egemenliğine ' Şeriat dilinde Baya ( sözleşme ) dendiğine işaret eder:Halkın egemenliği aynı zamanda '' her bireyin doğuştan sahip olduğu kişisel bağımsızlıktan doğan bir haktır '' ..Halkın egemenliği siyasal islam düşüncesinde ilk kez olarak bireyin özgürlüğne ve insan doğasına dayandırılıyordu...

Ihtiyaç duyulan şey şuydu: Özgün ve doğru Islamiyet tarafından emredilen şeye,yani ,halkın egemenliği üstüne kurulu meşruti ve parlementer  yönetime geçişti.Avrupa ülkelerinde uygulama buydu.Islamiyet'in temel ilkelerine dönme adına Batılı düşünce tarzını ve siyasi idealleri benimseyen yeni Osmanlılar gerçek anlamda ilk islma modernistleri oldular;Meydana gelmekte olan şey,on ikinci yüzyıl Ispanyasında  Arap-Aristotelers felsefesi ile biliminin Latin Avrupa'ya transferine benzer bir kültüral alışverişti..

Ancak Yeni Osmanlılar sadece özgün Islamiyet'İn saflığına dönmeyi arzulayan o eski ideali savunmuyorlardı.Onlar aynı zamanda,'' Şeriar  kurallarının zamanın gereklerine uygun olarak değiştirilebileceğini '' de ileri sürüyorlardı.Bir başka,deyişle ,Islami ideallerin özü ile bu idellaerin belli bir tarihsel koşullarda yorumlanış,şekilleri arasında fark olduğunu savunuyorlardı.Dolayısıyla,Batı'nın hukuk sistemin almak yerine Şeriatın ruhunun modern koşullara uyarlanması gerektiğini ileri sürebiliyorlardı.Bu nedenle,akılcı yorum ( içtihat )kapısını yeniden açanlar şaşaalı Afgani'den çok Yeni Osmanlılardı.Yeni Osmanlılar Tanrı'nın her şeyi önceden tasarlamadığında da ısrar ediyorlardı;bazı şeyler insan davranışlarına bağlıdı..

Islami idealler ile Avrupalı ideallerin yan yana getirilmesi ve kaynaştırılması,her ikisine de diğerinin ışığında bakılması,halk egemenliği ile adalet arasındaki ilişki konusunda özgün düşüncelerin ortaya çıkmasına yol açtı. Demokratik bir çoğunluğun kararları doğada Tanrı'nın koyduğu soyut doğru ile uyumlu olmalıydı.Çünkü '' ıslamiyet'te iyi ile kötüyü belirleyen Şeriattır ve bu da soyut iyi ile nihai doğruluk ölçütünn ifadesidir '' .Namık Kemal bunu Batı'nın geliştirdiği  doğal yasa fikri ile bir tutuyordu;onlarda Şeriat olmadığı için Batı bunu felsefi tümdengelim yoluyla yapmıştı.( Namık Kemal bunu Montesquieu den okumuştu ) Bu noktada Islami modernizmin temek önermelerinden birini yaptı:Ahlaki alanda Islamiyet Batı'nın sunabileceği  her şeye zaten sahiptir.Batı modernitesinin üstünlüğ maddi ve teknik başarılarında yatmaktadir ve Namık Kemal bunu Batı felsefesinin ürünü olarak görünüyordu.

Böylece Yeni Osmanlılar kendilerini Batı anlamdaki laiklikten uzaklaştırdılar.Ancak,Onlar geleneksel bir din devletine inanmıyorlardı;gayrimüslimlerin bütün haklara sahip olmaları gerektiğini savunuyorlardı.Mustafa Fazıl gibi bazı Yeni Osmanlular dinin siyasetten ayrılmasını savunuyorlardı( 1867 ): '' Din maneviyatla ilgilirid ve öteki dünya için bazı şeyler vaat eder.Ancak ülkenin yasalarını belirleyen şey din değildir.Eğer din dünya işlerine karıştırılırsa ,kendiside  dahil olmak üzere bütün herşeyi mahveder .Ancak,çoğu Yeni Osmanlıya göre din,siyasetin ahlaki temelini oluşturuyordu..

Yeni Osmalıların laiklik derecesi onların ilkerli bir biçimde,egemen  devlet ve vatanda sadakat ilkesine bağlılıklarıyla tanımlanabilir.Çünkü Yeni Osmanlılar '' liberal reformlar yaparak kurtarmak istedikleri devlet ile yakından özdeşlik kuruyorlardı'' Onlar vatana ve millete bağlı vatanseverlerdi.Namık Kemal'e göree vatan,' millet ,özgürlük,refah,kardeşlik,mülk,egemenlik,atalara saygı,aile sevgisi,gençlik anıları gibi bir çok yüce duygunun bir araya gelmesinden ortaya çıkan kutsal bir fikirdir '' .Ancak,Vatan Avrupia anlamda etnik veya ırksal toplum anlamına değil ,İslami anlamda çok etnikli toplu;yani tam olarak Osmanlı yurdu anlamına geliyordu..

Herkes gibi Yeni Osmanlıların da karşı karşıya bulundukları sorun,egemenliğin  hanedandan  halka aktarılması durumunda,siyasal sadakatin toplumsal kimlik tarafından belirlenme eğilimi göstermesiydi;bu da Osmanlıların özellikle Avrupa'daki topraklarında patlamaya hazır milliyetçilik  ve din kombinasyonlarını  ortaya çıkarıyordu.Dolayısıyla,Namık Kemal'in çok iyi ifade eder: ' halkımız arasındaki ırk ve din farklılıkları vatanımızın parçalanmasına yol açabilir'' korkusu doğuyordu.Namık Kemal bu korkuya karşılık Osmanlı  Imparatorluğunda grupların belli bölgelerde değil,iç içe yaşadıklarını ve Osmanlı Devleti'nin de çoğu devletten daha hoşgörülü olduğunu söyledi;On altıncı yüzyılda yazan Mustafa Ali gibi Namık Kemal de çeşitlilikle avantaj görüyordu.Ne yazık ki,her iki konuda da fazlasıyla iyimserdi..

Namık Kemal aynı zamanda ,kendisiyle çelişkiye düşerek,Islamı Osmanlı siyasi kimliğinin temeli olarak görüyordu.Batı'nın kültürel hegomanyasından korktuğu için İslam halklarının 'siyasi amaçlarda veya doktoriner anlaşmazlıklarda  değil,vaizlerin huzurunda ,kitapların sayfalarında  birleşmesini savunuyordu..' Batı'nın terazisinin karşısına ' Doğunun terazisini koymak istiyorud.Namık Kemal Hilafete ve ' uygarlıpın günümüzdeki beşiği Avrupa'ya yakınlıklarına bakıldığında  ' sözünü ettiğimiz bu birleşmenin merkezi kesinlikler ' Osmanlı toprakları olacaktır diyordu.Belki de bu,bir siyasi birlikten çok bir kültürel birlik çağrısıydı,ancak pan islamizmin ilk zamanlarındaki biçimiyle örtüşüyordu........



Kaynakça: Siyasal Islam düşüncesi Tarihi - Anthony Black-Dost yayınevi