Saturday, June 23, 2018

XVII Yüzyıl OSMANLI DÜŞÜNCE HAYATI ve DÜŞÜNÜRLERI HAKKINDA BİR ÇALIŞMA

XVII yy başlarından itibaren Osmanlı İmparatorluğu her alanda gerilemeye başlamıştı.Özet olarak denebilirki gerilemeler,yönetimde ,sosyal ve ekonomik hayatta,kültür ve düşünce hayatında açık bir şekilde kendisini göstermeye başlamıştır.Bu sırada yönetim deyince hemen akla gelen hükümet,saray ve orduda bozulmalar başlamıştır.Bu sırada yönetim deyince hemen akla gelen hükümet,saray ve orduda bozulmalar başlamıştır.Osmanlılar,bu yüzyılda Avrupa Ordularında görülen teknik ve lojistik gelişmeleri takip edememişlerdi.Bu devrin önemli bir düşünce adamı olan Koçu Bey'e göre yönetimde görülen bozulmaların başlıca nedeni,eski kanun ve nizamlara uyulmaması,bunların yerini rüşvet ev iltimasın almış bulunmasıdır.Bu nedenlerin yanında Osmanlı gerilemesini büyük ölçüde hızlandıran bir başka neden daha vardır ki o da,XVI yy başlarından itibaren dünya ticaret yollarının değişmiş olmasıdır.Hatırlanacağı üzere,Osmanlı devleti,doğu batı ticaret yolları üzerinde bulunan bir ülke olarak bu ülkeler arasında yapılmakta olan ticaretten büyük yararlar sağlamakta idi.XVII yy başlarından itibaren Ingiliz ve Hollandalıların Güney ve Güneydoğu Asya'da egemenlikler kurmaya başlamaları ve dünya ticaret yollarının açık denizlere geçmesi,Osmanlı devletini ,dünya ticaretinin önemli bir kısmında mahrum etmiştir.Böylece Osmanlı devleti,ekonomik  hayatına canlılık kazandıran dünya ticaretinin önemli bir kısmından mahrum etmiştir.Böylece Osmanlı devleti,ekonomik hayatına canlılık kazandıran dünya ticaretinin önemli bir damarından ekonomik hayatına canlılık kazandıran dünya ticaretinin önemli bir damarından faydalanamayan kendi olanaklarıyla  geçinmek zorunda kalan kapalı bir havza haline gelmiştir.Avrupa'da Amerika 'nın keşfinden beri yapılan işler,Osmanlı ekonomi hayatına büyük darbeler indirmiştir.Bildiğiniz gibi,Osmanlı para birimi akçe idi.Diğer Akdeniz ve Avrupa devletleri gibi Osmanlılarda,para basmak içim kıymetli maden darlığı çekiyorlardı.Bu yüzdende gümüş madenleri devletin kontrolu altında idi.Para darlığına bir çare bulmak üzere ,akçenin ayarını bozmak,kenarlarını kırpmak gibi tedbirler alındığı oluyordu.Ancak yeni dünyanın keşfinden sonra bu dünyanın değerli madenlerinin Akdeniz ülkelerine ulaşması,durumu birden bire değiştirmiştir.Yeni dünya Amerikadan getirielne altın ve gümüşler,ilkin Ispanya'da mali bir krize ,adeta bir fiyat devrimine yol açmıştı.Batıdan gelen bu beklenemdik ucuz ve bol gümüş akını,Osmanlı maliyesi üzerinde olumsuz etkiler yapmıştır.Bu zamanda kadar kıymetli maden darlığının yarattığı sıkıntılarla uğraşan Osmanlı yöneticileri,bu birden bire artan gümüşün ortaya çıkardığı yeni ekonomik krizi önleyememişlerdir.Gümüş fiyatları birdenbire düşmüş ve bu düşmeler,geniş halk kitlelerinin ödeme gücünü aşan fiyat yükselmelerine sebep olmuştur.Bunun yanında bazı karlı alış verişler,devletin altın stoklarını eritmiştir.Bütün bunlarla ekonomik hayattaki sıkıntıların devam etmesinde etkin bir rol oynayan diğer bir konuyuda dile getirmek gerekir.Bu da XVII yy da devletin memur ve asker kadrolarının daha önceki yüzyıla oranla büyük ölçüde artmış bulunmasıdır.Koçi beyi ve Katip çelebinin  verdikleri bilgilere göre ,daha XVI yy başlarından itibaren giderek '' sipahi'' sayısı azalmış,buna karşılık ücretli asker sayısı '' Yeniçeri'' sayısı artmıştır.Katip Çelebinin verdiği rakkamlara göre ,1567 yıllarında 48 000 olan yeniçeri sayısı,1620 lerde 100.000 e çıkmış bulunuyordu.Osmanlı tarım sisteminin verimli olmasından birinci derecede sorumlu bulunan Sipahilerin sayılarının azalması,bu sistemde bazı bozulmaların ortaya çıkmasına sebep bulmuştur.Sipahilerin barış zamanındaki başlıca işleri kendi yönetimleri altında bulunan Timar,ya da Zeametlerde verimli bir tarım yaptırmaktı.Ancak zamanla sipahilerin sayıları azaldı ve bunların yerini birtakım saray mensup ve gözdeleri almaya başladı.Bu yeni yöneticilerin ,sorumluluklarını  üzerilerine almış oldukları yerlere gitmedikleri de görülüyordu.Böylece Osmanlı tarım hayatı tam bir verimsizlik içine girer.Bu sıralarda Osmanlı toplumunda,bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi,iş hayatı yolu ile zenginleşmiş,ekonomik gücü olan ve bu gücü ile hükümetler üzerinde etkili olabilecek bir sermaye sınıfı da mevcut değildi.Mevcut olan Yahudi kökenli tüccarların ise,siyasal güçleri  yoktu.Onlar da bu ekonomik güçlerini,bir takım gizli ve entrikalı yollardan göstermkete idiler.Osmanlı tarımının bu şekilde gerilediği sıralarda sanayii hayatının,tarıma göre biraz daha iyice olduğunu söyleyebiliriz.Bunun nedeni,esnaf localarının kurallarının sağlamlığıdır.Zamanla birçok zanaatlar,babadan oğula geçerek devam etmiş,böylece lonca gelenek ve kuralları korunmuştur.Sanayide kesin gerileme,yerli sanayinin ,piyasayı dolduran batı mallarıyla rekabet edemez hale gelmişti.

Öte yandan,XVI yy ortalarından bu tarafa medrese programlarından matematik ve felsefe gibi derslerin çıkarılmış bulunması,bilim hayatının gerilmesine ve düşünce hayatının durgunlaşmasına yol açmıştı.Hatırlanacağı üzere klasik Islam uygarlığı,başlangıçta helenistik Batı ve Doğudan,İran,ve Türkistan,Hindistan ve hatta Çin'den gelen kültür etkilerine açık bir durumda idi.Bu sıralarda başta matematik ve felsefe olmak üzere bir çok konularda  Arapçaya,Eski Yunan,Hind ve İran dillerinden çeviriler yapılmış bulunuyordu.Ancak zamanla müslümanlar,klasik islam uygarlığının kendi kendisine yeterli bir hale gelmiş bulunduğuna inanır olmulardı.Böyle bir anlayışın sonucu olarak,XVI yy a kadar,bilindiğine göre Latince bir Vekayiname dışında Latince yada başka bir Batı dilinden herhangi bir eserin,bir Müslüman milletin diline çevrildiği görülmemiştir.XVI.yy da tarih ve coğrafya ait sadece bir kaç eserin Türkçeye çevrilmiş olduğu bilinmektedir.

Klasik zamanların bir Müslümanı için,Frenk Avrupası,barbarlık ve inançsızlığın karanlığın içerisinde yaşamakta idi.İslamın parlak dünyasının bunlardan öğrenecekleri  birşeyleri olamazdı.Osmanlılarca da benimsenmş olan bu görüş,Osmanlılar,Avrupalılar üzerinde zaferler kazandıkça daha da kuvvetlendi.XVI yy sonlarında itibaren görülen gerilemeler karşısında,işte bu görüşte olan Osmanlı aydınları,Rönesans hareketiyle değişmiş,ilerlemiş ve kuvvetlenmeye başlamış olan Avrupa'dan herhangi bir şey öğrenmek gereğini duymuyorlardı.Kanuni devrinin kanun ve nizamları tatbik edilirse devletin kurtulacağına inanıyorlardı.


KADIZADELILER  ( FAKILAR )

Görülüyor ki,bir devletin geri kalışının çeşitli nedenleri vardır.Geri kalışı,bir tek nedene bağlamak doğru değildir.Özetlemeye çalıştığımız çeşitli nedenle yanında bu yüzyılda düşünce ve din alanında kendisini gösteren hoşgörmezlik ve bağnazlığıda özellikle dikkati çekmek gerekir.Gerçekten bu yüzyılda,bu hoşgörmezlik  ve bağnazlığın temsilcileri olarak bu vaizler sınıfının ortaya çıktığı görülmektedir.Kendilerine  Kadızadeliler  yada Fakılar adı verilen bu vaizlerin,başlıca iki özellikleri bulunmakta idi Bunlar, bir  yandan tasavvuf ve tarikat mensuplarına düşman idiler;öte yandan da devletin türlü alanlarda geri kalışını,halkın dinden uzaklaşarak,Peygamber devrinden sonra ortaya çıkmış olan birtakım yenilikleri benimsemil olmasına bağlıyorlardı.Bu vaizler,cahil halkı okşayan konuşmalar yaparak kendi taraflarına çekmeye çalışmışlar,bu sırada genellikle aydınlara hitap eden ve oldukça hoşgörülü olan mutassavvıflara karşı düşmanca bir tavır takınmışlardır.Bir zamanlar,karşıt görüşleri açıklayan kitap ve risalelerle yapılan tartışmalar,bu yüzyılın ortalarına doğru Istanbul'da tam anlamıyla eyleme dönüşmüş,hükümetlerin aczi,bazı saray ağalarının bu vaizlerle işbirliği yapmış olmaları,içinden çıkarılması güç bir ortam yaratmıştır.Tarikat mensuplarına karşı yapılan saldırılar sonucunda Mevlevi ve Halveti tarikatlarında ayinler  yapılamaz hale gelmiş,bazı tekkler basılmış,bzı dervişler '' tecdid i imama '' yani imanlarını  yenilemeye zorlanmıştır,bazı tarikat ileri gelenleri ölümle tehdit edilmişlerdir.

KADIZADE MEHMED

Bu vaizlerin önderi 1582 - 1635 yılları arasında yaşamış olan Balıkesirli Mehmed Efendi idi.Kendisi Küçük Kadızade diye ünlü idi.Taraftarları kendilerine  Kadızadeliler demekte idiler.
Kadızade Mehmet Efendi,bir ara tarikat yoluna girmek istemiş,ancak bu yol,meşrep ve anlayışına uymadığından,meslek olarak vaizliği seçmişti.Hitabeti kuvvetli olduğundan kısa zamanda ün kazanarak 1631 yılında Ayasofya Camii vaizi olmuştu.Bu sırada devlet işlerinin bozukluğuna dikkati çeken Kadızade,bütün bu bozuklukların şeriata aykırı hareketlerin sonucu olduğunu ileri sürmüş,halkı,şeriate aykırı saydığı tarikatlere karşı cephe almaya davet etmiştir.Kadızade,bu sırada tütün yasağı koymuş olan padişah IV Murad'ın bu yasağınıda desteklemiştir.Kendisine,tütün ve kahvenin Tanrı tarafından yasaklanmadığı hatırlatılınca '' hükümdarın menetmesiyle terki lazım gelir:terketmeyenler katlolunurlar '' deemekten çekinmemiştir.Bu yüzden de haklı haksız birçok insan öldürülmüştür.

ABDÜLMECIT SIVASI

Kadızade,tasavvuf ve tarikat ileri gelenleri  ile uğraşırken,özellikle zikir,devran ve sema'nın haram olduğu üzerinde durmuştur.Bu ve benzeri konular üzerinde zamanın önde gelen mutasavvıflarından Abdülmecid Sivasi Efendi,Kadızade'ye karşı müsbet bilimlerin öğretilmesini,sema'ı,ezan ve mevlidin güzel sesle okunmasını,kahve ve tütün'ün içilebileceğini savunmuştur


USTUVANI MEHMED

Kadızade'nin 1635 yılında ölümünden sonra onun yolundan giden vaizler,haram olduğu kesin delillerle bilinmeyen bazı şeylerin haram olduğu ve bunları yapanların kafir sayılmsı gerektiği yolundaki düşüncelerine söylemekte devam etmişlerdir.Güzel sesle Kur'an okuyanların,cumalarda salavat getirenlerin,na't-ı şerif okuyanların bu işleri yapmalarnı tehdit yoluyla önlemek istemişlerdir.Bu dönemde bu vaizlerin,önde gelen temsilcisi olarak Üstüvani Mehmet Efendiyi görüyoruz.Ayasofya camiinde direk dibine oturup ,direğe yaslanarak  va'z ettiği için kendisine ' Üstüvani '' adı verilmiştir..Ustüvaninin konuşmaları,bir öğrenci tarafından yazılarak bir Risale hali getirilmiştir.Bugün kütüphanelerimizde çeşitli yazma nüshaları bulunan bu Risale'den öğrendiğimize göre,sufilerin yaptıkları sema haramdır.Sema,düpedüz rakstır.Raksın,müziğin,tef çalmanın,zurna ile birlikte türkü söylemenin Islam'da yeri yoktur.Üstüvani Mehmet Efendi,resme,özellikle de insan resmine karşı çıkmıştır.Ona göre,bir yabancının evinde bile olsa,görülen ' suret'in yani resmin,gözlerini bozmak gerekir.İşte bu türlü düşüncelerin etkisi ile,bugün kitaplıklarımızda bulunan minyatürlü yazma eserlerde bulunan bazı insan resimlerinin başlarının bozulmuş olduklaro görülür.Bu türlü konuşmalarında Üstüvani Mehmet Efendi yanlız değildi.Şeyh Veli Çavuşoğlu,Köse Mehmet gibi öteki bazı vaizler de bu yöndeki konuşmalarıyla kendisini yalnız bırakmıyorlardı.Hatta bunlardan Çavuşoğlu,aynı zamanda ünlü bir şair olan Şeyhülislam Yahya Efendi'yi kafirlikle suçlamıştı.Çünkü bir şiirinde 

Mescidde riya -pişeler itsün,ko riyayı
Meyhaneye gelkim ne riya var ,ne mürai

Vaiz Çavuşoğlu,bu va'zı sırasında bu beyti okumuş '' Ey Ümmet i Muhammed ,her kim bu beyti okursa,kafir olur:zira bu beyit küfürdür '' demekten çekinmemiştir.İşte Kadızadeliler,bu sıralarda işi büsbütün azıtarak tekkeleri basmaya ve dervişleri dağıtmaya başlamışlardır.Sadrazam Melek Ahmed Paşa'nın aczinden de yararlanan Kadızadeliler,giderek devlet işlerine karışmaya başlamışlardır.Köprülü Mehmet Paşa'nın sadrazam oluşunun sekizinci Cuma günü Fatih Camiinde müezzinler na't-şerif  okurlarken bir grup Kadızadeli,bunların makamla okunmasını önlemek istemişler,kan dökülmesine ramak kalmıştır.Bundan sonra işi büsbütün azıtan Kadızadeliler,tekkeleri yıkmaya,taş ve topraklarını denize dökmeye,rastladıkları derviş ve şeyhlere imanlarını yenileme teklifinde bulunmaya başlamışlardır.Bundan sonra da padişaha giderek,Peygamber devrinden sonra benimsenmiş olan bütün yeniliklerin ortadan kaldırılması,bu arada Istanbul'daki Selatin Camiilerinin birer minaresi dışında diğer minarelerinin yıkılması için izin istemişlerdi.Durumu öğrenen Köprülü Mehmed Paşa,elebaşlarına haber göndererek nasihatte bulunmuş,fakat bu nasihatlerin olumlu bir etkisi görülmemiştir.Bunun üzerine Köprülü Mehmet Paşa,derhal devrin ileri gelen bilginlerini huzuruna davet ederek,onlarla Kadızadelilerin ileri sürdükleri görüşlerin doğruluk derecesini tartışmış,bu konuda onlardan bilgi almıştır.Davet edilen bilginler,Kadızadelilerin görüşlerinin batıl olduğunu ,fitne çıkaranların cezalandırılması,gerektiğini belirtmişlerdir.Durumu Padişahla da görüşen Köprülü Mehmed Paşa,padişahtan olay çıkaranların öldürülmesi için emir aldığı halde,bu yola gitmeyerek,elebaşıları Kıbrıs'a sürmüş,bundan sonra ortalık yatışmış,bu mesellde böylece halledilmiştir.

Bu konuyu sona erdirirken bir hususu da önemle belirtmemi gerekir.Halkımız büyük çoğunluğu ile iyi kötü ayırdetmeksizin Peygamber döneminden sonra benimsenmiş bütün yenilikleri kaldırmak isteyen Kadızadelilerin görüşlerini benimsemiş,üstelik devrin ünlü Bilgini Katip  Çelebi'nin deyimiyle'' bu ahmakları '' alaya almaktan çekinmemişti.Bu dönemin ünlü vakanüvisti Naima'nın eserinde,aldığım aşağıdaki bölüm,bu gerçeği bütün açıklığı ile gözler önüne sermektedir.

'' Kadızadelilerle ilgisi olan bir kişi,bu vaizlerden birine:
' Kaşık kullanmak bir yeniliktir.Bu konuda ne dersiniz ? ' diye sorar.Vaizin bu soruya cevabı şöyledir:
'' Yemeği elleri ile yesinler '' Aynı kişi bu kez :
'' Paki kaşıkçı esnafı ne yapsın ? ' deyince,Vaiz ' başka iş tutsunlar ' cevabını verir.Bunun üzerine aynı kişinin 
'' Peygamber zamanında çakşır ve don  yoktu.Şu halde sizlere göre bunları giymek bir bid'attir,yeniliktir.Onları da kaldırırmısınız ? sorusuna vaiz
'' Evet menederiz,Peştemal kuşansınlar' diye cevap verince,soru sahibi dayanamayarak 
'' Efendiler,halk -ı alemi soyup,baldırı çıplak çöl Arabı kıyafetine sokmak istersiniz ' demekten kendisini alamamıştır...


No comments:

Post a Comment