Monday, June 25, 2018

OSMANLI AYDINI KATIP ÇELEBI

XVII yy başlarından itibaren tarihimizde her alanda görülen gerilemelerin nedenleri üzerinde durmuş;bu arada Kadızadeliler adı verileb vaizlerle,bunlarun karşısında bulunan mutasavvıfların temsil ettikleri birbirine karşın iki düşünce akımından söz etmiştim.XVII yy ortalarında bu iki ayrı düşünce akımından söz etmiştim.XVII yüzyıl ortasında bu iki ayrı düşünce akımı temsilcilerinden,özellikle Kadızadelilerin işi çığrından çıkardıkları bir sırada,her türlü aşırılığın uzağında,aklın,bilimin ve sağduyunun temsilcisi gerçek bir bilginle karşılaşırız.İleri sürdüüğ düşünceler,bugünde geçerliliğini korumakta olan bu bilgin ve düşünce adamı Katip Çelebidir.Asıl ası Mustafa olan ve 1609-1659 yılları arasında yaşamış olan Katip Çelebi,aynı zamanda Hacı Kalfa adı ile ünlü idi.Katip Çelebi,çağının taasubu,bağnazlığı içinde sıyrılıp çıkmış,iki gruba ayrılmış bazı çağdaşlarının halkımızı birbirine düşürecek bir kavga haline getirdikleri konular üzerinde,her iki tarafında hata ve eksikliklerini belirterek doğru yola göstermeye çalışmıştır.Katip Çelebi,devletin bozuk idaresi üzerine düşündüklerini de,kimseden çekinmeksizin açık bir dille belirtilmiştir.Katip Çelebi,bu işleri yaparken tam bir iç rahatlığı içindedir.Çünkü,o,bir aydın olarak ,bunları yapmayı bir yurt görevi saymaktadır.Ayrıca bir aydın olarak böyle bir görevi yerine getirmek zorunda olduğuna inanmaktadır.Ders vermeyi,öğrenci yetiştirmey, en büyük ibadet sayan Katip Çelebi,başkalarına verdiği feyizden ücret isteyen kişiyide ' eksikli ' saymaktadır.Katip Çelebinin dili de,bilgin kişiliğine yakışır bir şekilde sade,kolay anlaşılır ve yapmacıksızdır.

Katip Çelebi'nin eserleri genel olarak tarih,coğrafya  ve düşünce hayatımızla ilgilidir.Bu konular dışında Katip Çelebi'nin Arapça yazılmış Keşfu'z Zunun adlı bir eseri daha vardırki Islam dünyasında kendi dönemine kadar her konuda yazılmış eserler,bu eserlerin yazarları hakkında kısa bilgiler veren büyük bir bibliyografya sözlüğü durumunda olan bu eser,bugün de,Doğu da ve Batı da kitaplıklarda daima başvurulan önemli bir başvuru kitabıdır.Tarih'e ait Fezleke 'si ,Osmanlı denizcilik tarihine dair olan Tuhfetu'l Kibar fi Esfair'l Bihar adlı eseri bugüne başvurulan bir kaynak kitaptır.Katip Çelebi'yi 1645 yılından itibaren coğrafya ve kozmografya ile meşgul görüyoruz.Bu sırada bir Fransız rahibi iekn Müslüman olan ve Mehmed İhlasi adını alan zatım,Atlas Minör çevirisinden yararlanarak,Doğu coğrafyacılığına ait bilgileri Batı coğrafyacılığıma  ait ynei bilgilerle tamamlamış ve nihayet Cihannüma adlı ünlü eserini yazmıştır.Bununla beraber,belirtmemiz gerekirki,bu eser ,evrenle ilgili olarak bu sıralarda Batıda görülen yeni düşüncelere uygun bir evren görüşü getirmemiştir.Katip Çelebi,bu sırada bazı Avrupalı rahipler arasında da devam etmekte olan Kopernik aleyhtarı görüşü benimsenmiş görünmektedir.Katip Çelebi,bu sırada evren  sistemi ile ilgili olarak tartışması yapılan üç görüşü sıralamış,bunlardan Batlamyus'un görüşünün  savunmasını yapmıştır.Tartışması yapılan bu üç görüşten birincisi,Aristo'nun ileri sürdüğü ve Batlamyus'da tam şeklini alan görüştür.Bu görüşe göre yeryüzü sabittir.Güneş ve gezegenler  onun çevresinde dönerler.Bu konuda ileri sürülen ikinci görüş ise,Kopernik'e aittir.Bu görüşe göre,güneş sabittir.Dünya ve gezegenler onun çevresinde dönerler.Bu iki görüşü de eleştiren ve Batlamyus görüşünün  delilsiz olduğunu,gözleme dayandığını,Kopernik görüşünün ise tam dorğu sayılamayacağını söyleyen Tycho Brache önce yer yuvarlığını,daha sonra da güneşi evrenin merkezi saymıştır.İşte Katip Çelebi,bu görüşlerden birincisini savunmuştur.Ancak verdiği bilgilerden,özellikle Kopernik sistemi hakkında bilgi sahibi olduğu görülen Katip Çelebi'nin o sıralarda henüz tartışması yapılan,tam anlamıyla benimsenmemiş ve eğitim programlarına girmemiş olan bu görüşü şüphe ile karşıladığı anlaşılmaktadır.Ayrıca,onun Kopernik sistemnine,yani güneşi evren içinde sabit ve yeryüzü ile diğer gezegenlerionun çevresinde döner kabul eden görüşe karşı çıkmasında kendisine çeviriişinde yardım eden ve bu yeni düşüncelere karşı olduğu anlaşılan yeni Müslüman eski rahibin de rolü olsa gerektir.

Katip Çelebi'nin düşünce hayatımız yönünde ise,üzerinde önemle durulması gereken iki eseri vardır.Katip Çelebi,Osmanlı devletinin bozulan maliyesinin düzeltilmesine çareler bulmak üzere kurulan kurulda bulunmuş,bu konudaki düşüncelerini dile getiren ' Dustur'l-Amel fi Islahi'l Halel adını verdiği bir rapor yazmıştır.Katip Çelebi,bu raporunun okunmayıp hasıraltı  edileceğini önceden bilmekle birlikte,bir aydın kişinin gerçek görevinin memleket hayrına  düşündüklerimi çekinmeden söylemek olduğuna inanmakta idi.Onun açıkca belirttiğine göre ,eğer şimdi o,bu bilgi be düşüncelerini açıklamasa ,Yarın Tanrı,ondan bu bilgi ve düşüncelerini niçin ortaya koymadığını soracaktır.Katip Çelebi bu rapor eserinda daha Kanuni zamanında başlayan mali ve siyasi bozulmaları düzeltmek için bir takım tedbirler önermiş,ayrıca bir siyaset düşünürü olarak kendine göre bir siyaset ve toplum teorisi ortaya koymuştur.Bu bkaımdan Katip Çelebinin bu eserinin tarihimizde yazılmış olan siyasetnameler ve ıslahat layihaları arasında önemli bir yeri vardur.Bildiğiniz gibi eski Yunan düşünüür Aristo'nun devlet teorisi ,Islam filozoflarını,Eflatun'un görüşleriyle karışmış olarak etkilemiştir.Aristo Doğu ımparatorluklarına devleti aşağı dereceden şekilleri olarak baktığı için,onları inceleme konusu dışında bırakmış,özellikle üç devlet şekli üzeridne durmuştur.Bunlar sırasıyla,tek kişinin egemen olduğu Monarşi;soylular idaresi demek olan Aristokrasi ve bütün site yani şehir halkının yönetime katıldığı Politeia'dır ( anayasal hükümet ).Bu üç türlü yönetimin her biri iyide olabilir kötüde .Monarşi bozulursa,zulmü temsil eden Tiranlı;Aristokrasi bozulursa Oligarşi;Politea bozulursa Demokrasi olur.Aristo'ya göre bu yönetimlerin en iyisi,akıllı ve adil bir hükümdar tarafından yöneltilen Monarşi'dir.İşte Islam filozoflarının etkisinde kaldığı düşünceler,ana çizgileriyle bunlardır.Bu düşünceler ise akılcı bir toplum anlayışını ortaya koymaktadır.Farabi ve Ibn Sina gibi ünlü filozofların da temsilcileri arasında bulunduğu bu akılcı görüşe karşı daha sonra XIV.yüzyılda İbni Haldun tarafından toplumları tabii şartlarına göre inceleyen tabiatçi bir toplum görüşü ileri sürülmüştür.Toplumları canlı uzviyetlere benzeten Ibn Haldun'a göre ,toplumlarda ,canlılar gibi ,doğaa,büyür,gelişir,olgunlaşır,daha sonra da duraklama,gerileme şeklinde ortaya çıkan ihtiyarlık dönemine girer ve nihayet yıkılırlar,yani ölürler,İtalyan düşünürü Vico'dan üç yüz yıl kadar önce  ileri sürülen bu görüş,eski Yunan ve Ortaçağ filozoflarının düşüncelerinden  farklıdırı ve büyük bir yenilik getirmektedir.Ortaçağ Islam filozoflarının da bir eleştirisi durumunda olan bu görüş,Osmanlı döneminde büyük bir itibar görmüştür.Katip Çelebi de,Osmanlı döneminin önde gelen İbn i Haldun'cularındandır.Onun üzerinde durduğumuz Dusturu'l-Amel fi ıslahi'l Halel adlı eserinde Ibn Haldun'un bu biyolojisi,uzviyetçi toplum felsefesine dayanan bir tarih felsefesi yapılmıştır.Katip Çelebiye göre de ,Toplumlar doğma,büyüme,gelişme,olgunlaşme ,durma ev gerileme evrelerinden geçerler ve sonunda yıkılırlar.Bu dönemlerin uzunluk,ya da kısalığı bilgi ve basiretin derecesine ve alınacak  önlemlerin isabetine bağlıdır.Toplumları ölümden kurtarmak kabil değilse de,vaktinde alınıcak isabetli tedbirlerle ömürlerini uzatmak mümkündür.Bu noktada Katip Çelebi,Ibn Haldun'dan ayrılmaktadır.Çünkü İbn Haldun'a göre,bir toplum,belli bir devreyi tamamlayacağı zaman ona dışardan yapılıcak müdaheleler fayda vermez ve belli olan sonucu değiştirmez.

Katip Çelebi'nin toplum ve düşünce hayatı ile ilgili olarak üzerinde duracağımız diğer önemli eseri Mizanu'l -Hak fi İhtiyari'l Ahakk yani '' En doğruyu seçmek için Hakk terazisi'' adını taşımaktadır.Katip Çelebi,1656 yılında yazdığı bu en son eserinde,o sırada tartışılan toplum ve din hayatıyla ilgili meseleler üzerinde çok olumlu düşünceler ileri sürmüş,tartışmaları kavgaya dönüştüren tarafları sert bir şekikde eleştirmiş,doğru yolu göstererek çıkmaza düşenleri kurtarmaya çalışmıştır.Müsbet ilimlerin gerekliliğine dair bir girişle başlayan bu eserde birbiriyle ilgili olan  ve olmayan  yirmi bir değişik konu üzerinde durulmuştur.Dünya yaratıldığından beri,insanların bölük bölük olduğunu,her bölüğün ayrı bir mezhebi,bir başka tutumu bulunduğunu ,bunun da ötekilerin düşüncesine,mezhebine ve tutumuna uymadığını söyleyen Katip Çelebi,düşünce ayrılıklarının tabii karşılanması gerektiğini ısrarla belirtir.Halkı taassup derdine,düşürmenin ve onları böyle boş şeylerle uğraştırmanın doğru olmadığını hatırlatır.Tütün konusunda olduğu gibi,örf  ve adet haline gelmiş olan işlerde ,en doğru yol,halkı kendi haline bırakmaktır,zora başvurmamaktır.Doğruları onlara nasihat yolu ile telkin etmeye çalışmaktır.Hatırdan hiç çıkarmamamızı gereken önemli husus şudur:Kafalardan kafalara giden yol,hoşgörü ve inandırma yoludur.Katip Çelebi  bu konuyu tekrar tekrar belirtmiştir.Öte yandan Katip Çelebi,bu eserinde müsbet bilgi yokluğu yüzünden birçok toplumsal meselelerin halledilmediğini,yapılan birçok işlerin temelsiz olduğunu,matematik bilen bir müftü,ya da kadı ile bu bilgilerden yoksun bir müftü ya da kadının hükümleri arasındaki farkları somut örnekler vererek açıklamaktadır.Bu genel değerlendirmeden sonra ele alınan ilk konunun '' Hızır Aleyhisselamın hayatı üzerine '' başlığı altında ,hayat,canlılar ve ölüm hakkında bilgi verdiği görülür.Bundan sonraki konu,teganni yani müzik üzerinedir.Katip Çelebi'ye göre teganni,musiki fenni kaidesine göre,nağmelerle seslerin tekrarına denir.Seslerin ruhlarda ve bedenler üzerindeki etkisi inkar olunamaz.Eğer ses,ölçüsüz ve çirkin ise,nefret yönünde etki yapar.Eğer ölçülü  ve tabiata uygun olursa ,etkisi rağbet ve benimseme yönünde olur.Ölçülü sesler ise kuşların ve insanların hançerelerinden çıkar,ya da bir aleti çalmak veya üflemek suretiyle meydana gelir.Başka uluskar ve başka din mensupları müziği kullanmışlar,ondan yararlanmışlardır.Buna karşılık Müslümanlar,insan hançerisinden çıkan sesleri,birtakım şart ve kayıtlarla uygun görmüşlerdir.Hatta bazı şeriat temsilcileri daha da ileri giderek vurmakla ve üflemekle çalınan aletleri kullanıp dinlemenin caiz olmadığın ileri sürmüşlerdir.Ama genel bir anlayış olarak din ulularu Tanrı'yı anmak,Tanrı elçisini övmek ve insanları din yoluna heveslendirmek gibi konularla ilgili şiirlerle söylenen müziği uygun görmüşler,içki ve fısk u fucurla yani Tanrı buyruğuna karşı olan şiirlerle söylenen müziği uygun görmemişlerdir.Ayrıca savaşçıları cesaretlendirmek için çalınan davul ce nakkareyi,düğünlerde çalınan tef,zil ve neyi de uygun bulmuşlardır.Katip Çelebi de bu genel kanıyı paylaşmakta ve insanı ulvileştiren ,ona yüksek duygular ilham eden müziği benimsemekte ve övmektedir..

Katip Çelebi bundan sonra raks konusu üzerinde duru.Ona göre raks diye,mutlak ölçülü hareketlete denir.Müzik aletlerinin çıkardığı sesler ve ölçülü nağmeler,insan ruhunu nasıl etkilerse,raks adı verilen bu ölçülü hareketleri görmek de insanı aynı şekilde etkiler.Olsa olsa etkinin yolu ayrıdır.Müzik kulak,raks  da göz yolu ile etki yapar.Katip çelebi bu konuda da sefahat ve eğlence niteliğinde olan raksı bir yana bırakır.Bu arada medrese ve tekke mensuplarının karşıt görüşlerini özetler.Açık olarak sema aleyhinde bulunmamasına rağmen,yazdıklarından gerçek düşüncesini anlamak mümkün değildir.

Katip Çelebinin üzerinde durduğu önemli bir konuda tütün meselesidir.Bildiğiniz gibi XV yüzyılın ikinci yarısında Ispanyollar,yeni dünyayı bulduktan sonra Portekiz ve Ingiliz gemileri Atlas Okyanusundan Pasifik Okyanusuna geçmek için kıyıları dolaştıkları sırada ,gemiler Gineye adı verilen bir adaya gelmişlerdi.Gemide bulunan ve o sırada hasta olan bir hekim,bu adada yanmakta olan bitiki yaprakları görür.Kokusuda dikkati çektiğinden lüle gibi bir aletle dumanını emmeye başlar.Hoşuna gittiği ve yararlı bulduğu için bu yapraklardan bol miktarda alır.Gemide bulunanlar hekime uyarak faydalı bir bitkidir diye bol miktarda alıp gemiye yüklerler.Gemi Ingiltereye döndükten sonra tütün içimi Avrupaya yayılır.Tütünün Osmanlıya gelişi ,Katip Çelebinin verdiği tarihe göre 1601 yıllarına rastlamaktadır.İşte bu tarihten sonra tütün hakkında ileri geri konuşmalar başlamıştır.Bazı vaizler haram yada mekruh olduğunu ileri sürmüşler tütün içilmesine taraftar olan kişilerde,vaizlerin bu görüşlerine karşı çıkarak,tütünün mübah sayılması gerektiği düşüncesini savunmuşlardır.Vaizler,tütün aleyhinde konuştukça,halk daha çok içmeye başlamıştır.Ancak tütün ve ateşi yüzünden çıkan yangınlarda büyük zararlara yol açmakta idi.Hem yangınların önüne geçmek,hem kötülükleri önlemek için IV Murat Kahvehaneleri kapattı,tütün içmeyi yasakladı.Fakat Insan her zaman yasak olanı arzular.Bu yüzden pek çok insanın canına kıyıldı.IV Murat Bağdat seferine giderken öreneğin konak yerinde askerin ilerigelenlerinden on ,onbeş kişi tütün içmek suçundan idam edilirken,başkaları  gizlice yenlerinden ve ceplerinde kısa çubuklu lüleler taşıyorlar ve fırsat buldukça bunları içiyorlardı.Nihayet Şeyhülislam Bahai Efendi tütünün helal olduğuna dair fetva vermiş ve bu konudaki tartışmalar da böylece sona ermiştir.Bu bilgileri veren Katip Çelebi,ayrıca tütünün çeşitli yerlerde açık olarak satılması yerine,kontrol altında belli yerlerde satılmasını uygun görürki,bu cins inhisar yani tekel idaresinin savunulmasu demektir. Bu dönemede daha Avrupada Tekel idaresi yoktu.

Katip Çelebinin açıklamalarda bulunduğu diğer bir konuda kahve meselesidir.Yemenden çıkan ve tütün  gibi,hatta tütünden de önce bir çok tartışmalara sebep olan kahve de,zamanla bütün dünyaya yayılmıştır.Yemen dağlarında oturanlar,burada yetişen bir ağacın meyveleri olan taneleri,döğerek yerler,ya da kavuraral suyunu içerlerdi.Dervişlik hayatına uygun,şehveti kesmeye elverişli,soğuk ve kuru gıda olduğundan ,şeyhler ve sufilerler başkalarıda kullanmaktaydılar.1543 yılında gemilerle Istanbul'a getirildiği zaman henüz tanınmadığından ve ne olduğu bilinmediğinden haram olduğuna dair fetvalar verildi..Yanık olmasından başja,topluluk halinde içildiği için,bunu içenlerin doğru yoldan çıkmış,dinsizlere benzeyeceği düşüncesi ileri sürüldü.Ancak bu arada 1555 yılında Istanbul'da Tahtakale semtinde Şamlı şems ile Halepli Hakem tarafından ilk kahvahane açılmış bulunuyordu.Bilim adamlarının buraya devama başlamaları ile tartışmalar almış yürümüştü.Şeyhülislam Ebussuud Efendi,kahve getiren gemilerin yükünü denize döktürmüş,ancak bu yasaklar ve şiddetli davranışlar fayda vermemiş;verilen fetvalar ve söylenen sözler halkı pek etkilememiştir.Kahvehaneler çoğalmaya devam etmiştir,hele kahvenin  Katip Çelebinin deyimiyle ' cana can katmasi,keyf erbabının keyfini arttırması''nedeniyel kahve içenler ' bir fincan uğruna can vermeyi ' göze alır olmuşlardır.Nihayet XVI yy sonlarında Şeyhülislam Bostanzade Mehmed Efendi,ayrıntılı ve manzum bir fetva vermiştir.Bu fetvasında o,kahvenin faydalarınıda saymış ,dökmüştür;bundan sonra Osmanlı Imparatorluğundan her sokak başında bir kahvehane açılmıştır.1683 ikinci Viyana kuşatması sırasında Viyanalılarında öğrendiği kahve,tüm Avrupaya yayılmıştır.

Katip çelebinin üzerinde durduğu önemli bir meselede '' bid'at ' lar yani yenilikler konusudur.Katip Çelebiye göre bunlar,halkın arasında yaşayan adet ve töreler dayanırlar.Bir bidat yani Peygamber devrinde görülmeyen bir yenilik halk arasında yerleştikten sonra,şeriata aykırılık ileri sürülerek bunu yasaklamak ve halkı bundan vazgeçirmeye çalışmak büyük bir ahmaklı ve bilgisizliktir.Halk,eğer bir şeye alışmış ve onu adet edinmişse ,bu bid'attir diye bırakmaz.Eğer ki,biri eline kılıcı alıp,bütün halkı kılıçtan geçirsin .Örneğin itikatle ilgili bid'atleri ortadan kaldırmak için sünni Padişahlar,Katip Çelebi'nin deyimiyle '' nice vuruş-kırışlar etmişler '' ancak bunlar fayda vermemiştir.

Halkın adetlerini bırakmayacağı kabul edilmelidir.Tanrının elçisinin görevi,ancak bildirmektir.Tutmak,halka kalmıştır.Güçle,zorla tutturmak olmaz,kısaca söylemek gerekirse ,bu işde ince elemek faydalı değildir.Zira Peygamberimizin zamanından sonra gelen devirlerde her çağın halkı,hallerini Peygamberin sünnetlerine uydurmaya çalışsalar,kendilerinin bu sünnetlerden ne kadar uzaklaşmış olduklarını görürler.Insaf edip herkes kendisini yoklasa,Peygamberin sünnetine uymakla hiçbir ilgisi bulunmadığını açıkça görür.Bu aykırılıklara şaşmamak gerekir.Zira bunlar,zamanın ve mekanın başkalığından ileri gelmektedir.Böylece Katip Çelebinin düşünceleri,örf,adet ve töreleri,mezhep farklarını ortadan kaldırmak isteyerek ,insanların belli bir görüşü benimsemeleri için onlar üzerinde baskı yapmamak,diğer bir deyişle,ifade etmek gerekirse,herkesi kendi vicdannında özgür bırakmak şeklinde özetlenebilir.Katip Çelebinin bu düşünceleri bugünkü laik devlet anlayışının da esasını oluşturmaktadır.


No comments:

Post a Comment