Thursday, October 12, 2017

OSMANLI PADISAHININ CENAZE TÖRENI

Osmanlı padişahlarından hasta bulunan biri,son nefesini teslim eder etmez,harem ağalarının olan ve resmi ünvanı Darüssadeağası olmakla beraber daha çok Kızlarağası diye anılan Başhadım,durumu vakit geçirmeden sadrazama bildirir.,o da Kubbe vezirleri ,Şeyhülislam ,Rumeli ve Anadolu kadıaskerleri,İstanbul kadısı,Nakibüleşraf,Defterdar,Nişancı,Kaptanıderya,Yeniçeri ağası,Sekbancıbaşı,Kulkethüdası gibi,ileri gelen devlet ve ordu ricaline bunu haber verip davet eder hepsi sadrazamların resmi makamı olan Paşakapısında buluşup hep birden Topkapı sarayına giderlerdi.Burada,çoğunlukla Kubbealtı denilen ve divan toplantılarına mahsus olan ve bazen sünnet odası’nda yeni padişahın ortaya çıkışını beklerlerdi.

Bu sırada Enderun’un yani iç saray görevlilerinin en ileri gelenlerinden ve genellikle  padişahlara  şahsen en yakın olanlardan Silahtar ağa ile Kızlarağası,tahta çıkış sırası gelmiş bulunan büyük şehzadenin kapalı tutulduğunu Şimşirlik Dairesine giderlerdi.Burası bir tür hapishane olup bir adı da kafesti.Bu iki görevli Şehzadenin yanına girerek padişahın vefat ettiğini  ve saltanat sırasının kendisine geldiğini,haber verip tebrik ve tahta oturmaya davet ederlerdi
Kafeste uzun yıllar ve daima bir ölüm korkusu içinde yaşamış bulunan şehzadeler çoğu zaman buna,inanmaz  gönlünde saltanat sevdasının bulunup bulunmadığının denendiğini sanıp direni,dışarıya çıkmak istemezlerdi.Mesela İbrahim,çok sert ve şiddetli bir padişah olan ağabeysi 4.Murat’ın 17 yıl süren saltanatı sırasında daimi bir ölüm korkusu içinde yaşamış ve öbür üçkardesşi bu padişahın emriyle öldürülmüş olduğu için,henüz yirmisekiz yaşında bulunan ağabeysinin vefatına bir türlü inanmak istemeyip,denendiğini sanmış ,bu yüzden de kendisine saltanat müjdesi getirenlere..
‘ Siz bana hiyle edersiniz ! Bana Taht ve saltanat lazım değil,kardeşim sağ olsun.Benden ne istersiniz ? karşılığını vermiş ve bulunduğu yerden çıkmak istememişti.Bunun üzerine anneleri Mahpeyker Kösem Valide Sultan gelip
-          Arslanım,başın sağ olsun.Gel çık ,taht ve saltanat seni bekliyor demişsse de ,ne ona ve nede hep birlikte
Ettikleri yeminlere güvenmemiş ve dışarı çıkmayı reddetmişti..Sonunda annesi ve Kızlarağası koltuğuna girerek.Varın kendiniz bakın diye adeta zorla dışarıya çıkardılar.Sadrazama Kemankeş Mustafa Paşa,IV.Muratın bulunduğu kapının önünde bekliyordu.Sultan Ibrahim’i o odaya götürdüler ve
Lalan budur padişahım diye tanıttılar
Oda tebrik ve taziyede bulundu.Ancak Sultan İbrahim bu olanlara hala inanamıyor
Siz bana hiya edersiniz deyip duruyordu.Yanındakiler yine yeminler edip
Allah o yattıkça size ömürler versin,taht ve saltanat mübarek olsn diyerek naaşın yanına götürdüler.Emretti yüzünü açtılar,baktı ve ölü kardeşini tanıdı.Oradan taht odasına  giderken kapıdan geri dönerek naaşın yüzünü yeniden açtırarak bir daha baktı ve ancak ondan sonra IV Murat’In ölmüş olduğuna tam anlamıyla inandı.
II.Süleyman ( 1687-1691 ) ise ağabeyisi IV.Mehmet’in saltanat süresince ,kardeşi Şehzade Ahmet ( III.Ahmet ) ile birlilkte 40 yıla yakın bir süre şimşirlik dairesşnde mahpus kalmıştı.O da padişahlık müjdesini getiren kızlarağasına inanmayıp kendisini öldüreceklerini sanmış ve

’ Ortadan kaldırmamiz emir olundu ise,bırakın iki rekat namaz kılayım.Kırk yıldır hapis çekerim,her gün ölmektense bir gün ölmek yeğdir’ diye ağlamıştı.
Kızlarağası ayaklarına kapanıp
Estagfurullah ..Haşa ki cebımıza bir kast olsa,Taht kurulmuş cümle kullarınız sizi bekler diye teminat vermişs,nihayet kardesininde



‘ Buyurun,korkmayın.Ağa yalan söylemez ‘ demesi üzerine dışarıya çıkmaya razı olmuştu.Ancak kalbinde hala korku vardı.Silahtar tarihinin naklettiğine göre,’ Zabit ve sefil,üzerinde bir şey yok .Ancak kırmızı atlas entari ve ayağında tomak yan yumuşak deriden topuksuz bir çeşit bot bulunuyordu.Bunun üzerine kızlarağası kendi samur erkan kürkünü giydirip koltuğuna girerek dışarı çıkardı.Karanlık bir yer olan arslanhanenin geçerlerken

 II.Süleyman
Beni buradamı öldüreceksiniz diye sormaktan kendini alamadı,Ağa ise Behay efendim ,niçin böyle söylersiniz ? Tahta oturmaya gidersiniz  karşılığıı vererek onu Safa köşküne çıkarmış ve havuz başında tahta oturmuştu.Saltanatı ikinci  Viyana kuşatmasını ve ağır yenilgiyi izleyen ve dört devletle süren savaşın en buhranlı zamanına  rastlamıştı.Sadrazamn Siyavuşpaşaya  gönderdiği bir yazıda
‘’ Kırk yıldır bir karanlık yerde mahpus ve hayattan mayus iken yeniden dünyaya gelip gözümü açtıl ve alemi hercümarç içinde buldum ‘’ diyerek çektiği ıstırabı ifade etmektedir Ölürken de
Dört yıllık padişahlıkta,kık yıllık hapishaneden çok derde uğrayıp artık tahammül edemez oldum,bu ne cilve ya rab demiştir
Nihayet padişah olduğunu öğrenen ve buna kanaat getiren şehzade  bir koltuğuna  Silahtar ağa,öbür koltuğuna Kızlarağası girmiş olarak Şimşirlik dairesinden ayrılır.Eski padihaşın ölüsünü  görüp tanıdıktan sonra dışarı çıkar ve üçüncü kapının önünde kurulan tahta oturmak suretiyle padişah olmuştu.
Bazende bu olay mevcut kurallar dışında  geçerdi.Örneğin,I Ahmet’in ( 1603-1617 ) tahta çıkışı bu şekilde olmuştur.Babası III.Mehmet’ın rahatsız bulunduğu saray dışında duyulmamıştı.Sadrazam Yavuz Ali Paşa seferde bulunduğu için kendisine vekalet eden sedaret kaymakamı Kasım Paşa,21 Aralık 1603 günü sabahleyin divan  için kubbe altına gelip oturmuştu.Görüşmelere henüz başladığı sırada Kapıcılar Kethüdası Hüseyin Ağa içeriye davet edilerek, Hattı Hümayun yani padişahın el yazılı  emri diye  Kaymakam paşaya götürülmesi içinbir tezkere verildi.Kasımağa açıp baktı,ancak hem noktasız hem kargacık burgacık yazıldığı için okuyamadı.Bunun üzerine  Hüseyin Ağa’ya
Bunu sana kim verdi ? diye sordu
O da
Kapı ağası Hattı Hümayundur deyip verdi  dedi
Ama,bu noktasız yazı,padişahımızın el yazısına benzemiyor ve pek okunmuyor.İçinde babam sözü geçiyor.Padişahımızın ise hayatta babaları yoktu ‘’
Tabii Kapıcılar Kethüdası bunlaru cevaplayamazdı.Kaymakam Paşa bunun üzerine  Reisülküttab ( Divan kalemlerinin amiri ve dışişleri  ile görevli ) Hasan Beyzadeyi çağırtarak tezkereyi verip okumasını istedi.O da bir göz attıktan sonra Paşa2nın kulağına yaklaşıp başkasının  duyamayacağı kadar hafif bir sesle sunları okudu:
‘’ Sen ki Kasım Paşa ‘sın,Babam Allah emiryle vefat etti.ve ben saltanat  tahtına oturuyorum.Şehri sıkı zaptedesin.Bir fesat olursa başını keserim’’
III.Mehmet2i çok seven Kasım Paşa ,son derece mahzun olmakla beraber,yinede  tam itimat edemeyip Kızlar ağasına
‘’ Bu zaif kula bir hatt ı şerif getirdiler,aslını bilemedik.Yoksa maksat bizi imtihan mıdır ve yajut bir isteğimi vardır  ? Şüphemizi defi buyurasınız  ‘’ diye bir tezkere yazıp HüseyinAğa ile yolladı.Arkasında Kasım paşa yı hemen tek başına arz odasına davet ettiler.Odaya girince yeni padişah 14 yaşındaki I.Ahmet’in  tahtta oturduğunu görüp hemen yeri öperek dışarı çıktı.
Ölen padişahların  tabii şekilde mi,yoksa bir suikaste mi kurban giderek vefat ettiklerini bilmek,Yeniçeri ocağının hakkıydı ve bu usul Sultan Ibrahım’in  öldürülmesinden sonra konulmuştu.Bunun için yeni padişahın resmen izni alındıktan sonra yeniçeriağası  ile sekban başı  öldüğü zaman üzerinden bulunan elbiseleri  henüz çıkarılmamış eski hünkarın harem kapısının önünde ve mermer direkler altında bir çadıra konulmuş olan naaşını görür ve ocak kendisine son vedada bulunurlardı.Bundan sonra naaş yıkanıp,kefenlenir ve hazırlanan tabuta koyulurdu.Elbiseleri ve çamaşırları bir sandığa konur,hazine dairesine kaldırılırdı.Bugun Topkapı sarayında görülen elbiseler bu elbiselerdir.
Bir padişahın öldüğü Ayasofya,Süleymaniye,SultanAhmet,Fatih ve Beyazıt gibi Selatin denilen padişahlar  tarafından kendi adlarına yapılmış ve ibadete açılmış  camilerden sela verilerek ilan olunur ve yenisinin  tahta çıktığı  tellalar vasıtasıyla  ve ayrıca toplar atılıp başkent halkına duyurulurdu.
Cenaze namazını  eğer bir mazereti  yoksa şeyhülislam  aksi halde yeni padişahın  emriyle  Rumeli Kazaskeri  veya Hünkar imamı kıldırırdı.Yeni padişah ise,Üçüncü kapıdan girince,karşıya gelen arzodası kapısının önünde durarak namaza katılırdı.Eski Padişah da onun emrettiği yere alayla götürülür,gömülürdü.Cenaze alayında  saray mensuplarından  yalnız kızlarağası bulunur,ölen padişahın tabutunun üzerine konulan kavuğuna ise siyah sorguç takılırdı.
Padişahın ölümüyle siyah mintan giyilip,siyah sarık sarılarak  en az üçgün  en çok bir hafta yas tutulurdu.
Kanuni öldüğü zaman,devlet erkanının siyah matem elbiseleri giyip,siyah şallara sarındıklarını,solak ve peyklerin  sorguçlarını çıkarıp börklerinin üzerine peştemallar,çeşmigirlerle ve öbür ağaların siyahalr sarıp dilsizlerin  çullar giyindiklerini Selaniki tarihi yazmaktadır.Nitekim,Bizans kaynakları 453 yılında ölen Hun Imparatoru Atillanın  cenaze töreninde yakın hizmetinde  bulunmuş olan maiyetinin çullar giymiş olduğunu kaydettiklerine göre,bunun eski bir türk geleneği olduğu anlaşılmaktadır.
Yeni padişah tahta çıkınca,eskisinin hanımlarını,kızlarını ve hayatta olup kendi anneside değilse annesini eski saray gönderirdi.Şehzadeler ise hemen nezaret altına alınırdı.Bunları idamı kanundu..
III Murat tahta çıktığı gün  5 erkek kardeşini öldürtmüştür.Bununla beraber  oglu III Mehmet 19 şehzadeyi öldürtmüştür.Bu usulü  Sultan I.Ahmet bozmuş,IV Mehmetten  başlayarak Şehzadeler sarayda hapis etmekle yetindiler,Bir askeri darbe ile tahta oturtulup bir süre sonra baska bir darbe ile tahttan inen IV Mustafa ( 1807-1808 ) öldürülen son padişahtır.
Osmanlı Tahtına yeni bir padişahın çıktığı bütün Osmanlu memleketlerine fermanlar gönderilerek ilan olunur,Cuma namazlarında hutbeler yeni padişah adına okunur,paralar basılırdı.Yeni padişah adına basılan altın paraların bir miktarı kırmızı atlas keseler içinde ve ilk Cuma namazından sonra çıkış töreninde darphane defterdarı tarafından kendisine  takdim olunur  oda bunları sadrazamn ve devlet erkanına dağıtırdı.Padişahın tahta çıkmasıyla aynı zamanda askeri ocaklara ,devlet erkanına ve hizmetlilere Cülus bahşişi dağıtılırdı.. Sadrazama ve devlet erkanına görevlerine devam edeceklerine alamet olarak kürkler ve hil atlar giydirilmeside usuldendir






Monday, October 9, 2017

OSMANLI TARIHINDEN SAYFALAR :KIZLAR AĞASININ TUZAĞI

Osmanlı tahtında kısa bir süre kalabilen  III.Osman ( 1754-1757 ) kılık değiştirerek  şehirde sade bir vatandaş gibi dolaşmayı severdi.Bu sırada örneğin seyyar satıcılardan börek,kebap,kestane leblebi alıp yer,halkla konuşur,esnafla pazarlık ederdi
Bu gezintilerin birinde sokaklarda ve seyir yerlerinde kadınların yüzü açık olarak dolaştıklarını gördü.Bunun üzerine o sırada Sadrazamn bulunan Büyük Devlet Adamı,bilgin ve şair Koca Ragıp Paşa’ya bir emirle kadınların sokağa çıkmayıp evlerinde oturmalarını,mutlaka çıkmaları gerekirse yüzlerini sımsıkı örtmelerini ve seyir yerlerine adım atmamalarını bildirdi.Aynı günlerde bir gece gökte yuvarlak ve ışıklı bir cisim görülüp deniz ufkuna inerek kaybolan kadar ortalığı aydınlattı.Sofular bunu padişahın bu emri üzerine gökten nur yağdığı şeklinde yorumlandılar..Bazı kimseler ve bu arada müneccim denilen gökbilimciler ise ,olayı başka şekilde yorumlayıp yakında önemli bir şeyler olacağını dostlarına fısıldadılar.Hakikaten,kısa zaman sonra III.Osman rahatsızlanıp bütün tedavilere rağmen 59 yaşında ölerek yerine 31Ekim 1757 yılında III.Mustafa tahta geçti..
Osmanlı tahtında sadece 2 yıl 10 ay 18 gün kalmış olan III.Osman zamanında Kızlarağası Ebu Vukuf Ahmet Ağa,onun üzerinde büyük nüfuz sahibi olmuş ve bu sayede küpünü bir hayli doldurmuştu.Ancak,karşısında daima III.Osmanın son sadrazamı olan Koca Ragıp Paşayı karşısında bulmuştu.Koca Ragıp Paşa son derece namuslu ve dirayetli bir devlet adamıydı.Aynı zamanda değerli bir alim vd şairdi.Şahsi kitaplarını vakf edip Laleli civarıdan kurduğu Ragıp Pasa Kutuphanesi bugun hala ayaktadır.Bu kütüphanede hala cok ilginç eserler bulunmaktadır,mesela burada bulunan Iranlı şair Nizaminin baştan başa minyatürlerle süslü Hamse  adlı essiz eseride buradadır
Koca Ragıp Paşa,kendi rüşvet ve irtikablarını geniş ölçüde engellediği için Ebu Vukuf Ahmet Ağa ona düşman kesilmiş,ancak ne yapsa  ve ne söylese III.Osman’a tesir edip azlini başaramamıştı.Bunun üzerine başka bir düzene başvurdu.Her yıl İstanbul dan Hicaz’a bir hacı kafilesi giderdi.Bu kafilede  devletin Mekke ve Medine fakirleine dağıtılıcak olan ve Surre diye anılan sadakalar,özel memurların gözetiminde olarak bulunurdu.BU kafile,Şam Valisinin sorumluluğu altındaydı.Ebu vukuf Ahmet Ağa,evvela Şam Valiliğine  kendi adamlarından  Mekkizade Hüseyin Ağa’yı vezirlik  rütbesi ve Paşa ünvanıyla tayin ettirdi.Bundan sonra onun vasıtasıyla çöl eşkıyasına Cerdeci Musa Paşa muhafazasındaki  kafileye saldırmaları için gizlice haber uçurdu.Kendisi,bu olay sonunda Sadrazamın  mutlaka yerinden  lacağını  umuyordu.Aslında böyle bir fırsatı dört gözle bekleyen eşkıya,hac kafilesinden saldırıp Musa Paşa’nın askerini değıttıktan sonr hacıları çevirdiler,paralarını eşyalarını ve binek hayvanlarını alıp yollarda perişan bıraktılar.Ancak,devletin gönderdiği paraya dokunmaya cesaret edemediler.Bu haber istanbula ulaştığı zaman ise ,III.Osman  vefat etmiş bulunduğu için olay hemen ele alınamamış ve mesele ortada kalmıştır
III.Osman ağırlaşınca ,Ebu Vukuf  Ahmet Ağa bu son fırsattan istifade etmek isteyip kendince bir plan hazırladı.Buna göre Koca Ragıp Paşa’yı padişah çağırmış gibi saraya davet edecek ve yine padişah istemiş gibi Sadrazamlık mühürünü eliden alıp dostu ve yakın adamı Kaptanı Derya Kel Ahmet Paşazade  Ali Paşayı verip, Sadrazam olmasını sağlayacaktı.Böylece yeni padişah tahta çıkınca hazır bir sadrazam bulacak ve görevine devamını isteyecekti.Bu planını Ali Paşa’ya gizlice açmış,o da bu şekilde teklif edlen sadrazamnlığı tereddütsüz kabul etmişti..
29 Ekim 1757 akşamı III.Osman daha da ağırlaşıp Komaya girdi.Kızlarağası bunun üzerine hemen harekete  geçmeye karar vererek  Baltacılar Kethudası nı Sadrazamı saraya davet için Babıaliye gönderdi.Ancak,bu daşaveraları sezmiş olan Kızlarağası Yazıcısı Ibrahim Ağa daha evvel davranıp durumu bir tezkere ile Koca Ragıp Paşa’ya gizlice haber verdi ve ayrıca padişahın sabaha çıkamaycağını bildirdi.Sadrazam bunun üzerine,nereye gittiğini haber  vermeden Babıaliden ayrıldı.Biraz sonra ise Baltacılar Kethüdasu çıkagelip paşayı sordu.
-          Ayrılıp Gitmişs dediler
-          Acaba nereye gitti ?
-          Herhalde konağına vardı
Herif oradan acele paşanın konağına gittiysede ,Babıaliden henüz dönmediği cevabını aldı.Bunun üzerine geri dönüp durumu anlatınca Ebu Vukuf Ahmet Ağa fena halde sinirlenerek
-          Be adama git,nerede bulursan hemen buraya getir ‘!!
Baltacılar Kethudasu tekrara Babıaliye ve konağa vardıysa da paşayı bulamadı ve saraya eli boş döndü.Merede bulunduğunu bilen yoktu
Böylece gün bitip gece oldu.Ragıp Paşa,tekrar Babıaliye dönerek olayların gelişmesini beklemeye başladı.Yatsıdan sonra ise III.Osman vefat etti.Durum kendisine bir ulakla resmen bildirilincr Koca Ragıp Paşa hemen saraya varıp öbür devlet erkanı ile birlikte yeni Padişah III.Mustafanın tahta çıkış törenlerin de hazır bulundu..
Yazıcı Ibrahim Efendi,gayet tavii olarak sadrazama yaptığı bu büyük hizmetin mükafatını bekliyordu.Ancak,Koca Ragıp Paşa ilk iş olarak onu görevinden azletti.Sebebini ise şöyle açıklanıyordu.
-          Devletin bir sırrını bana haber veren,başkasınada haber verir ve kendi efendisine ihanet eden,banada eder
Ancak onu büsbütün açıkta bırakmayarak bir süre sonra ikinci derecede  bir göreve atadı.
Ancak asıl hedefi,kendi çıkarı için devlete bile ihanet etmekten çekinmeyene Ebu Vukuf Ahmet Ağa idi.İlk iş olarak onu azil ve Mısıra sürgün edilmesine ferman aldı.Yerine Başmuhasip Beşir Aga atandı
Bu sırada yeni Padişah III.Mustafa ,sadrazamnı teşvikiyle,hac kafilesini kısa süre önce uğramış olduğu saldırı meselesiyle ilgilendi.Koca Ragıp Paşa,bu işte eski kızlarağasının parmağının bulunduğunu esasen biliyordu.Nitekim yapılan araştırma ve soruşturma sonunda mesele meydana çıktı.Ebu Vukuf Ahmet ağa,henüz yola çıkmamıştı.Padişahın emri üzerine tutuklanıp boynu  vurularak kesik kafası teşhir edilmek üzere Topkapı sarayının ikinci kapısının önündeki İbrat Taşına kondu
Koca Ragıp Paşa ise sadrazamlığını altıncı yılını iki ay kadar aştuktan sonra 8 Nisan 1763 gunu 65 yasında vefat etti.Degerli bir devlet adamıydı



ISTANBUL'UN GALATA SEMTININ HIKAYESI USTUNE BİR ÇALIŞMA

Bizans devrinde Istanbul 14 bolgeye ayırlmıştı.Bunların biri de Galata iid.Galata ilk zamanlarda Istanbul’un karşısında küçük bir köydü.Amalfililer ,Pizalılar,Venedikliler ve Cenevizliler gini Bizans’ın ticaretiyle ilgili olan birçok Latin şehirleri halkı,çok eskiden beri İstanbul’a yerleşmişlerdi.Hatta bunların,bugünkü Yemiş iskelesi cıvarından Sirkeciye kadarki bölgede ,asıl şehirden duvarla ayrılmış mahalle ve çarşıları vardı.Ancak bu yer kendilerine dar geldiği için zamanla Galata tarafına geçip yerleştiler.Böylece burası yavaş yavaş bir Latin şehri halini almaya başladı.Ortaçağda Bizans ticaretinin hemen tamamı  Latinlerin elinde bulunuyordu.Bunlar,Bizans’daki bitip tükenmek bilmeyen kargaşalıklardan faydalanarak imtiyazlarını gittikçe genişletmişler ve kendi kendilerini idare eden küçük hükümetçikler haline gelmişlerdi.

Burada ilk önce Imparato Zenon devrinde ve 475 tarihinde  bir kule yapılmıştır.Bundan maksat,Galatayı saldırılardan korumakta bu Kule deniz kıyısındaydı
Galata’ya ilk yerleşenler Venedikliler olmuştu.Sonra onlarla Bizanslılar arasında geçen savaşta Cenevizliler tarafsız kaldıkları için ve daha bazı durumlarda onlara yardımda bulunduklarından Galata tarafında araziye ve geniş imtiyazlara sahip oldular.Hatta 1303 yılında Imparator II Andronikos Paleologos’ tan şehirlerinin  genişletilmesi  ve askeri yönden tahkimi için ferman aldılar.Bunun üzerine ve bundan sonra her fırsatta Galata’nın etrafını surlar ve hendeklerle çevirdiler.Günümüzde hala bazı kalıntıları olan bu surların bir Kısmı,Istanbulun alınmasından sonra ve hakimiyet alameti olarak Fatih tarafından yıkılmıştır.Bugun kalafatyerine doğru olan tarafındaki kısımlardan birkaç parça duvar ,bir iki kule kalıntısı ve Saint Benoit  Manastırları içine rastlayan bir iki kule harabesnde başa bir şey kalmamıştı..

Incir ağaçları pek bol olduğundan Galata semtine ilk zamanlarda Incirlik anlamına gelen rumca Sikai denilirdi.Sonra Imparator I Justinian ( 527-565 ) burada bir saray ve bazı binalar yaptırarak şehri imar etti.Bu yüzden buraya Justianopolis denildi.Galata adının ne zamandan beri kullanıldığı bilinmiyor.Pek eski olan bu isim şimdiki Beyoğlunuda kapsıyordu.
Beyoğlunun adı ise XVIyy da başlar. Venedik Cumhuiyetinin  ‘’ Balyos ‘denilen İstanbul elçisi olup sonra Cumhuriyetin başına geçen Andrea Grittin nin Istanbulda bulunduğu sırada güzelliğiyle un salmış bir rum metresi vardı.Bundan bir oğlu oldu,evlilik dışı olmasına rağmen çocuğa resmen tanıyarak soyadını verdi.Alaiso Gritti mükemmel bir eğitim alarak istanbula geri döndü,Bugunku Taksim Gezi parkı civarında güzel bir saray yaptırdı kendine,Makbul Ibrahim Paşanın iyi bir dostu olan Gritti onun idamından bir sene evveş Venedige dönmüştü.Kendi,gayri meşru bir kişin,n oğlu olduğu için Türkler ona  Frenk beyin oğlu diye anarlardı,Semt bu yüzden onun adını almış ve kısaltılaraka Beyoğlu denmiştir

Cenevizliler Galatayı  sonrada yalnız Beyoğlu tarafı için kullanılan ve karşı kıyı anlamına gelen Peramatis sözü kısaltılmış şekli olan Pera diye anarlardı.Nitekim Kendi topluluklarınada ‘’ Magnifica Communita di Pera ‘’ yani Kutsal Pera Cemiyeti  derlerdi.Rumların Kelt olarak adlandırdığı 3 yy sonlarında başkanları Breenius ile  buradan gecen Tektosages kabilesi nde dolayı ki Galatlar diye anılır,buraya Galata ismi verildiği söylenir.Rumlar Latineler Gallos derlerdi


Cenevizliler kaleleri ve Galata kulesini yapmadan  evvel Bizanslıların bu taraflarda kaleleri vardı.Bunlar eski Galata gümrüğünün bulunduğu yere rastlıyor ve Haliçi kapsayan zincirin bir ucu buraya bağlı bulunuyordu.Hatta Cenevizlilere Kasabalarını surlarla çevirme  izni verildiği zaman bu kale onların duvarlarının dışında bırakılmış ve Bizanslılara ait olarak kalmıştır.Galata kulesi ise  Cenevizliler tarafından surlarla birlikte yapılmıştır.1446 yılında bir miktar daha yukseltilmiis ve Bu kuleye Isa kulesi adı verilmiştir.. o zamanlar ustunde bir Hac bulumuyordu

Osmanlılar devrinde 1794 yılında çıkan bir yangında bir hayli zarar görmüş  ve külahı tamamen yanmış ve daha sonra III.Selim tarafında onarılmıştır.1824 yılında II Mahmut zamanında bir yangında tekrar hasara uğrayınca ,onarılmıştır.Koni şeklindeki külahı çürüyüp çöktüğü için 1877 yılında son onarımdan evvelki şekilde tamir edilmişti.Yüksekliği deniz yüzünden 130,bulunduğu yerdeki toprak yüzeyden 50 m kadardır.Yapıldığından beri değişen yeri yalnız üst kısmı olup son onarımda burasıda eski şeklini almıştır..

Cenevizlilerin surları tamamladıkları tarih 1341 yılıdır.Galata bu sırada Ceneviz Hükümeti tarafından atanan ve Podesta denilen bir temsilcisi tarafından tam yetki ile idare olunmaktaydı
Galata surlarının dışında bağlar ve bostanlar vardı.Kasabanın nüfusu arttıkça oturulan kısım Beyoğlu sırtlarına doğru yayıldı ve böylece Beyoğlu semti  yavaş yavaş meydana geldi.Pera adıda burası için kullanılmaya başlandı.Asıl kasaba ise artık sadece Galata diye anılmaya başlandı
Galata aslında dar bir bölgeye sıkışmis olduğundan Cenevizliler XV yy dan itibaren surların dışında sayfiye evleri edinmeye başlamışlardı.Zenginler özellikle yaz aylarında burada oturuyorlardı.Fetihten sonra Türkler  evvela Kulekapısı semtinde yerleşip şimdi Divan edebiyatı müzesi olam meşhur Kulekapııs Mevlivihanesinin  bulunduğu sokağın alt kısmında Kulekapısı camiini yapmışlardı.Bu karşı kıyıda türkleri inşa ettiği ilk camiidir.Camii zamanla harap olmuş,mezarlık ise yüksek duvarlar sayesinde uzun süre yerinde kalmıştır.

Aradan 60 yıl kadar bir zaman geçince Tophaneden Kasımpaşaya kadar uzanan  ve 4 yol ağzına,yani bugünkü kumbaracaı ve Asmalımescit  sokaklarının Beyoğlu Caddesiyle kesiştikleri yere kadar varan kalabalık bir Türk Mahallesi doğmuştur.1492 yılında II.Beyazit devrinde ise, vezirlerden Iskender Paşanın çiftliğinin bulunduğu yerde yukarıda adı geçen Kulekapısı mevlevihanesi inşa edilmiş olduğu gibi daha ileride yine bu tarihlerde aynı padişah tarafından  o zamanlar Galata sarayı diye anılan acemi ocağı kışlası yapılmıştır.Burada yetişenler kabiliyetlerine göre saray hizmetine veya çok itibarlı bir teşkilat olan Kapıkulu süvari ocaklarına katılırlardı.Degerli bir ilim yuvası idi,Bugun orada Galatasaray lisesi bulunmaktadır.Yine bu devirde Tersana kalafatbaşısı Yunus Ağa ,Dörtyol ağızındaki sonradan dış kapısını saran pek güzel ve özellikle ince ipek gibi yaprakları pek makbul olan asma ağacı dolayısıyla Asmalımescit diye anılan camii inşa ettirmiştir.Zamanla semte de kendi adını vermiştir.Bu camii,bugun aynı ismi taşıyan sokağın alt tarafında ve sol koldaki Minare sokağının başındaydı.Bugun mevcut değildir.Mezarlığında ve mescide yakın yerde bulunan Yunus Ağanın kabrie öyle….. Asmalımescitin harap minaresi uzun süre orada kaldığından sokağa adını vermiştir

  
Bugünkü Tunelbaşı civarı,tamamen bir türk mahallesi olmuştu.Galatada sık sık çıkan yangınlar yüzünden yabancı elçilikler yavaş yavaş Beyoğlu tarafına  yerleşmişlerdi.Böylece Fransa,Venedik,Raguza,Ingiltere,Isvec,Danimarka ve daha sonra Hollanda,Lehistan ,Rusya v.b devletleri tek bir caddeden ibaret ve etrafı dar sokaklarla sarılı Beyoğlunda güzel konaklar edindiler
Buraya ilk yerleşen Fransa elçiliğidir.Onu öbürleri izlediler.Bunun üzerine bu elçiliklerin tebaalarıda aileleriyle birlikte kendi elçiliklerini civarında yerleşmeye başladılar,buralara ev ve kiliseler yaptılar
Galatadaki en eşki Binalar ise evvelce kilise iken 665 yılında Istanbul’un Araplar tarafından kuşatılması sırasında caöiye çevrilmiş  Arap camii ve St Paul & St Pierre Kilisesi ve Saint Benoit Manastırıdır.Bunlar dışında daha yakın zamanlara ait olmakla berabet Galata köprüsüyle azap kapı arasında eski yapılar mevcuttur.Kürkçüler Kapısındakş Yelkenciler hanın bazı kısımlar,yemeniciler sokağının güneyindeki bazı mağazalar,Perşembe pazarı civarındaki evler,Persembe pazarı ve Galata Mahkenesi sokağını birleştiği köşedeki ev,yine Perşembe pazarı caddesiyle Bakır ve Samur sokaklarının arasına rastlayan mağazaların bir kısmı,cadde ile eski Tay çıkmazının birleştiğiköşedeki han,Voyvoda caddesine çıkan Bankalar sokağındaki kagir bina bunlar arasında sayılabilir..Bunun dış cephe duvarında ve ikinci kat hizasındaki bir taş levhada şu Fransızca yazı okunmaktadır ‘ Andre Chenier naqıit dans cette maison le 30.10..1762 ‘’ Andre checni bu evde 30 ekim 1762 de doğmuştur yazar.

Bu zat Fransız edebiyatının ve Fransız devrimin tanınmış kişilerdir.iki yaşında bulunduğu sırada ailesiyle birlikte Fransaya dönmüş ve orada eğitim almıştır.Fransa devrimi sırasında Londra elçiliğinde memurdu.1790 tarihinde Parise döndüğü zaman terör devir başlamıştı.Kendisi  karşı bulunduğu terör idaresi aleyhine şiirler yazmaya  ve halkı isyana çağırdı.1794 yılında tevkif ve idam edildi.Babası Louis Chenier,evvelce istanbula gelerek  Galatada yerleşmiş Fransuz bir çuha tüccarının yanından çalışmış ve aslen Kıbrıslı bir aileden gelen Elizabeth adlı bir kızla evlenmişti.Andres ise onun gibi istanbulda doğmus  ve 1812 yılında Paris te ölmüş olan kardeşi Joseph ,bu evliliğin ürünüdür.Louis Chenier ise daha sonra Fransanın Fas Konsolosluğunda 15 yıl çalıştı.

Bu evin karşısında ve Banka sokağu ile Perşembe pazarı Caddesinin  birleştiği yerde bulunan bina ise,Ceneviz Podesta’sının eviydi.Yetmişs beş yıl kadar evvel yıkılmış ve yerine Frankini hanı yapılmıştır.ilk binayı yaptıran Podesta ise Marinisi dir.Bununla beraber ,Podestaların çoğunlukla resmi bir makamı bulunmayıp bu memuriyete kim atanırsa onun konağı bu işi görürdü.Nitekim Arap Camiinin karşısında bulunan binanın alt kısmı da bir zamanlar Podesta konağıydı
Galatanın surları bir katlıydı.Kalenin içinde ayrıca üç kat bölme hisar duvarı bulunmaktaydı.Dış sur kapıları 11 tane olup bunlar sırası ile şöyledir.
-Batıda Kasımpaşa tarafından Meyyit Kapısı
-Güneyde Deniz kıyısında Azapkapısı
-Kürekçi Kapısı
-Yağkapanı Kapısı
-Balıkpazari kapısı
-Karaköy kapısı
-Doğuda deniz kıyısında Aya Nicholas veya Kursunku Mahzen kapısı
-Denize karşı kılıç kapısı
-Denize açılan Demirkapı
-Kara tarafında Tophane kapısı
-Kule tarafında Küçük kule kapısı
-Büyük Kule Kapısı
Ic bölmelerdeki kapılar ise şunlardı
-Karaköy kapısı
-Mihal kapısı
-Meydancık kapısı
-Kilise kapısı
-Icazap Kapısı
-Savak kapısı
Surların uzunluğu ortalama 13.350 metre,duvarların yüksekliği yeryer 10-20 metre idi.Surlar,1864 yılında tamamen yıktırılıp ortadan kaldırılmıştır
XVII yy da Galatada 18 Müslüman 70 Rum  3 Latin ve 2 Ermeni mahallesi vardı.Bu sıralarda burada oturanlar gemici,tüccar ,el sanatçısı,marangoz ,kalafatçı gibi kimselerdi.Halkını çoğu Cezayir kesimi elbise giyerdi.Kaptanları ve kabadayıları meşhurdu.Meyhanecileri Rum,satıcıları Ermeni,aracıları Yahudiydi.Ulufeci denilen genç çocuklarla  aracıların işi kotu idi.
Has beyaz ekmeği,elvan şekeri,süslü varaklı bahar helvası,Baharlı simiti,çeşitli şarapları meşhurdu.Taşmerdiven,Mihalaki,Kefeli,Manyeli,Kaşkaval,Sünbüllü,Konstantin ( Kosta ),Saranda adlı meyhaneciler  en güzel şarapların satıldıkları yerlerdir
Galata bambaşka bir dünya idi,Bugun hala gizemini koruyan bir semt,ve hep koruyacak



Sunday, October 8, 2017

OSMANLI TARIHINDAN SAYFALAR :DELILER





Delilere örgütü,XV.yüzyılı sonuyla XVI.yüzyıl başları arasında kurulmuştu.ilk kez kendini Balkanlarda gösteren bu örgüt,bir çeşit atlı asker sınıfıydı.Osmanı Devleti’nin gözüpek ,hiçbirşeyden yılmayan akıllarına ne eserse onu yapan bu topluluğuna bir ara Deliller adı verildiysede halk yine ilk kuruluş adları  ve özellikleri olan Deliler sözcüğünü kullanmıştır.
Osmanlı devletinin bu erleri,kuvveti çokiaklı yok takımındandı.Deliler savaşta yararlık gösterince ‘ Aga ‘ bu rütbedede başarılı olunca Delibaşı oluyorlardı….Delibaşı vezir dairelerinde  ve sadrazam kapısındakş önemli kumandanlardandı.Törenlerde ,koruyuculuk göreviyle sadrazamın önünde yürülerdi
Halife Hz Ömer ‘’ Deli ocaklarının ‘ başı sayılırdı,Deliler bunu böyle kabul ederlerdi.Hayatlarının tek ilkesi Az yaşa,çok yaşa,yazılan gelir başa yargısıydı.Buda onların ne denli gözükara ve hayatta uzaklaştırılmış olduklarının belirgin tanımıdır.
İlkin Rumeli Beylerbeyiyle sınıt beylerinin buyruğunda olan Delilerin örgütleri zamanla genişledi.Anadolu beylerbeyi ve vezirlerininde buyruğunda örgütleri kuruldu.Silah olarak  tekne kalkanlar,eğri palalar,mızraklar,atlarının eğerine bağlanmış bozdoğanlar  taşırlardı.Vahşi hayvan derilerinden yapılmış ve kartal tüyleriyle süslü külah takarlar.Aslan,Kaplan,tilki ve Kurt derilerinden elbiseler giyerlerdi.Ayaklarında ‘ serhadlik’ denilen mahmuzlu ,burunları sivri,arkaları yüksek çizmeleri vardı.XVII yy da kıyafetlerinde bazı değişikler yapıldığı görülür.Bu tarihten sonra başlarına,bir arşın uzunluğunda siyah kuzu derisinden boru,gibi ,üzeri sarıklı kalpak giymeye başladılar.
Delilerden elli altmışı bir Bayrak olurdu.Bu bayraklara Kumanda eden kişilere ise Delibaşı denirdi.Deli ocağına giren genç,ağalardan birinin yanına yetişir,ocağın usul ve adetlerini öğrenir.eger Deli olması uygun görülürse,din ve devlet için savaşacığına ,hiçbir savaştan kaçmayacağına yemin ettirilir,tören ver dualarla başına ‘ Deli Kalpağı ‘ giydirilip Ağa çırağı olarak ocağa kayıt ettirilirdi.Yeminini tutmayan deliler ,keçe külah edilerek ocaktan kovulurdur.
Mevcut Kaynaklarda,Delilerin gördükleri görev karşılığı olarak  XVIIyy da 12 ile 15 akça arası bir ücret aldıkları belirtilir.Sonraları bu ücret yalnız savaş zamanları için verilmeye başlandı….Başlangıçta  büyük  yararlılık gösteren ve imparatorluğa hizmetleri görülen Deliler,XVIII yy başlarından itibaren bozulmaya başladılar.
Maiyetlerinde bulundukları devlet adamlarının ,vezirlerin ölümleri üzerine ücretleri kesildiğinden ,Anadolu ve Rumelide toplu halde dolaşmaya başlayıp,köylülerin huzurunu bozmaya başladılar.Özellikle XVIII yy sonlarında Delilerin elebaşılık ettiği isyanlar çıkmaya başladı.Kütahya yöresinde Kocabaşı adlı Delibaşı ,bu devirde  büyük bir ün kazanmıştı.Konya’daki  1803 ayaklanmasında Delibaşı Ismail ,asilerle birleşip Konya’ya vali olarak atanan  Ismail Paşa yı şehre sokmadı.Bir ara Delileri yeniden düzene koymak isteyen Yusuf Ziya Paşa çeşitli yerlerde bulunanları Istanbul’a getirterek Davutpaşa ve Usküdar  daki bir Kışlaya yerleştirdi.Sonra bunları topluca bağdada yolladı
1829 Osmanlı Rus savaşından sonra Deliler yeniden Anadoluy geçerek  karışıklık çıkarmak istedilersede  Askeri Örgütlenmede yenilik yapan II.Mahmut bunlaru ortadan kaldırdı.Delilerin bir bölüğü kaçmayı başarıp Mısır ve Suriyeye sığınmışlardı.Bunlar aslında gözünü budaktan sakınmayan yürekli ve başıma buyruk kimselerdi.Böylece de savaşlarda büyük yararlıklar gösterirlerdi.Nitekim  XVII.yy da yapılan Avusturya Savaşlarında gösterdikleri kahramanlıklarla ün yapmışlardı.Kanuni devrinde Gazi Husrev ve Bali Beyin ..Delileri Kendilerini efsaneleştirmişlerdi.
Halk arasındada önem verilen bu örgütün sayısı onbinin üstündeydi.Padişahların  özellikle III.Selim’in  halk arasında değişik kıyafette dolaşırken çok defa DeliKıyafeti giydiği görülmüştür.
SARICA ÖRGÜTÜ
Kuruluşu XVII.yy olan Sarıca Örgütü Osmanlu Devletindeki eyalet velilerinin kapı halkını oluşturan bir askeri bölümüydü.Bu devride devlet düzenindeki bozuklukluklar su yüzüne çıkınca  durum eyalet valilerinide etkilemişti. Haval Nedenlerle  verilen ölüm cezaları,işten çıkarılmalar,devlet yönetiminde olağan sayılmaya başladı..
Genellikle valilere yapılan işlemlerin haksızlığı onları devlet merkezine karşı kendilerini savunmaya yöneltti.Valiler bu nedenle yanlarındaki kapı halkını çoğalttılar.Bölgelerinde ocaktan kovulmuş nice kapıkulu,Sekban eri varsa topladılar.Bunlara Sarıca yahut saruca denirdi.Kumandanları  Bölükbaşı  en üstleride Başbölükbaşı denirdi
Bunlar genellikle ipten kazıktan kurtulmuş,döğüşken hiçbir şeyden  yılmaz kimselerdi.Valiler işten alınır yada öldürülürse ,valiye bağlı Sekban ve Leventlerle eyleme geçerler ; dilekleri yerine getirilmez ,valiyi makamında tutmazlarsa dağa çıkar ve eşkıyalık ederlerdi….. Tarihimizde çeşitli olaylara yol açan Celali isyanları başlarının çoğunluğu Sarıcalar örgütünden yetişmedir.I.Abdülhamit döneminde Sarıcaların kökü kazanmıştır..
SEKBAN ÖRGÜTÜ
Kuruluşu I Murat devrinde kurulan Sekban örgütü başlangıçta tazı beslemek ve padişaha birlikte ava çıkmakta yükümlüydüler.Yıldırım Beyazıtın  Niğbolu Savaşından  hemen sonra düzenlendiği  bir av partisine 6000 sekban katılmıştı.Sekban ortaları yani bölükleri ,1451 yılına gelinceye kadar tek başlarına bağımsız bir kuruluş durumundaydı.Yeniçeri ocağıyla hiçbir ilişkileri yoktu.Fatih Sultan Mehmetin  Karaman seferi dönüşünde ,Yeniçerilerin  ‘’ ilk seferdir,kullara ihsan gerek ‘’ diye padişahın önünü kesip sefer bahşişi istemeleri ,bir tür başkaldırma sayıldığından .Fatih kendisine yakın ve bağlı olduğu 7000 sekbanı Yeniçeri ocağına kattı.Amaca Yeniçeriler arasında disiplini sağlamaktı.Kapıkulu ocaklarının dışında eyalet paşaları ve sancak beylerininde sekbanları  vardı.Sınır boylarındaki sekbanların aylıkları devlet,eyalet ve sancakdakilerinki de bağlı bulundukları örgüt beyleri tarafından verilirdi..Gerektiğinde sınır boylarındaki Sekbanlar ,köylerden yada Hrıstiyanlardan devşilirdi.Eyalet sekbanları,bağlı bulundukları  valinin dışında kimseden buyruk almazlardı..
Bunlar,valinin bir çeşit fedaisi durumundaydı..XVII yüzyılda devlet düzeni iyiden iyiye bozulunca ,Sarıcalar ve Leventlerle birlikte dağa çıkıp kentleri ,kasabaları,köyleri  basarak eşkıyalık ettiler,Halk bunlara sekban eşkıyası adını takmıştı.Başlarında Sekban bölükbaşı yada bayraktarı bulunurdu belli başlı silahları tüfek ve kılıçtı



Kaynak : Yıllarboyu Tarih dergisi Temmuz 1982  Sn İhsan Birinci


DEVLET DAIRELERINE RESMI ASILAN ILK PADIŞAH




Çoğu kimse Müslümanlığın resim yapmayı yasakladığını sanır.Halbuki islamda resim yapmak değil,resimlere tapmak  yasaktır.Resim yapmayı yasaklayan ise Museviliktir.Nitekim Tevratta yazılı olan bu dinin esaslarını teşkil eden 10 emirin ikincisinde
‘’ Ne yukarıda gökyüzünde ve ne aşağıda yeryüzünde,ne toprağın altında ve ne de sulardan bulanan hiçbir şeyin suretini yapmıyasın !! ‘’ denilmektedir.Kur’an da böyle bir  yasak yoktur.Kur’an Islam’ın bütün esaslarını kapsamakta olan Tanrı buyruklarından meydana gelmiştir.

Bu yüzden Osmanlı padilahlar ve mesela Hürrem Sultan,Kösem Sultan ,Turhan Sultan,Rabia Gülnur Sultan v.s gibi bir çok padişah eş ve anneleri baştan beri – hemde yabancı ressamlara-resimlerini yaptırmışlardı.
Osmanlı padişahları içinde resmni ilk yaptıran genellikle Fatih Sultan Mehmet olduğu sanılırsada I.Murat Hüdevandigarın,Yıldırım Beyazıtın,Çelebi I.Mehmet’in,kardeşleri Emir Süleyman,Isa ve Musa Çelebilerin  yine yabancı ressamlar tarafından  ve zamanlarında yapılmış resimleri mevcuttur.

Devlet Dairelerine ilk önce resmini  astıran II.Mahmut ( 1784-1839 )olur.

II.Mahmut  her yeniliğe ve ilericiliğe engel olan  köhne yeniçeri ocağını kaldırıp ‘  Asakiri Mansureyi Muhammediye ‘ adlı bir orduyu kurduktan sonra düşündüğü yenilik  ve batı usulü islahat hareketlerine girişmiş ve devlete elinden geldiği kadar Avrupalı görünüm vermeye çalışmıştır.

Otuz yıl süren Hükümdarlığı sırasında bu uğurda pekçok güçlüklerle karşılaşmış ,ilericilik  yolunda  çetin mücadelelerde bulunmuş,icabında tahtını ve hayatını bile tehlikeye atmaktan çekinmemiştir.
II.Mahmutun yaptığı en önemli işlerden biri de ,şüphesizki Tanzimat devrimini hazırlamaktır.Tanzimat devrimi,Fransız Devriminin  ilan ettiği insan hakları beyannemesinin Osmanlı devletince kabul edilip hangi din ve millete mensup olursa olsun,bütün vatandaşları kanunlar karşısında eşit duruma getiriyor,herkese can ,mal,irz,emniyet ve dokunulmazlığı sağlıyor,vatandaşların açık olarak  yargılanmadıkça ve kanun hükümlerine aykırı şekilde  cezalandırılmasını yasaklıyordu. Bu devrin onun zamanında hazırlanmış ancak ölümü bunu ilanına engle olmuş ve bu iş oğlu Sultan Abdülmeciy tarafından başarılmıştır.
II.Mahmut zamanında yapılan devrimlerden biride  kılık ve kıyafetçe ,o devrin Avrupa tarzına uyma kararıdır.Bu iş evvela ordudan  ve memurlardan başlandı.Bizzat Padişah da yeni kıyafeti kabul etti ve kendisini bu halde gösteren resimlerinin bütün askeri ve sivil devlet dairelerine  asılmasını emretti.Bu resimlerde kendisi şalvar yerine pantolon,üstlük hil’at yerine ceket ve kavuk yerine fesle görünüyordu…

Vakanüvis Lütfi şöyle der :
Asker ve mülki nizamların yenilenmesine itina olunduğu sırada Avrupa tarzındaa bazı şeylerin de yapılması düşünülmüş ve uygulamaları da görülmeye başlamıştı.Bunlardan biri  olmak üzere ,bazı askeri be mülki dairelere padişahın resmi gönderildi

II.Mahmut’un ilk olarak 1836 yılında Selimiye Kışlasına resminin konulmasına karar verilerek büyük bir tören düzenlendi.Ordunun ileri gelenleri,yeni büyük üniformalarını giymiş ve nişanlarını takmış olarak Hassa Ordusu müşiri ( Mareşalı ) Fevzi Paşa’nın yalısında toplandılar ve yeni kabul edilmiş olan Ay yıldızlı  bayraklar çekilmiş sandallarla gelen bir tabur Bahriye  ve iki tabur Hassa askeri ,üçer top ve bando takımlarıyla Beylerbeyi köşkünün  arkasında yer aldılar.Bir tabur asker Nuhkuyusu caddesinde ,iki tabur Mehmet Paşa köşkü önünde ,bir Bahriye taburu Bağlarbaşı’nda bir süvari alayı Haydarpaşa çayırında selam törenini ,yerine getirmek üzere hazırlandılar.Bir harbiye taburu ise kışlada bekliyordu.Bu birliklerin hepsinde top ve bando vardı.Bundan başka eski Beylerbeyi köşkünden Selimiye kışlasına kadar her kırk adımda bir süvari ve piyade karakolu hazır bekliyordu..

Resim,köşkten bir faytonla yola çıkarıldı.Atlarına binmiş Subaylar,yaya hassa askerleri ve çavuşlar önde yürüyorlardı.Hassa Ferihi ( Tümgeneral ) Fethi Paşa ile Çirmen Mutassarıfı Mustafa Nuri Paşa,Hassa ve Mansura Müşirleri bunlar takip ediyor,arkadan fayton geliyor,daha arkada ise serasker Hüsrev Mehmet Paşa ile saray mensuplarından Mabeynci Izzet bey bulunuyordu.
Padişah,bu töreni seyretmek için deniz yoluyla kışlaya gelmişti.Yolda bulunan askeri birlikler,alay önlerinden geçtikçe,bandolarını çalarak  selam duruyorlardı.Kışlaya yaklaşılınca vezirler be devlet erkanı atlarından indiler.Resim faytondan alındı ve eller üstünden taşınarak daha evvel kararlaştırılan yere konuldu.Hemen kurbanlar kesildi.Bundan sonrada Usküdar Aziz Mahmud Hudai Tekkesi şeyhi dua etti ve devrin meşhur Sümbüli şeyhlerinden Yunus efendi fatiha okuduçMutasarrıf hocalar,hala resmi caiz görmedikleri için dua ve fatiha aydın şeyhlere yaptırılmıştı..

Dua ve Fatiha sona erince bütün birliklerde bulunan toplar,21pare ateşde bulundular.Arkasından bütün askerler resmin önünden törenle geçtiler.O Akşam Selimiye Kışlasının içi ve dışı kandilerle donatıldı,havai fişekler atıldı ve asker eğlendi
Birkaç gün sonra aynı parlak törenle Babıaliyi gönderilen resimde asıldı.Bu resmi Mabeyincilerden  Vassaf  Bey getirmiş ve duasını  Sütlüce  Sadi Tekkesi Şeyhi ve II.Mahmut’un çok sevip saydığı devrin büyük bilgin ve aydınlarından Harinizade Süleyman Sıtkı efendi yapmıştı

Ancak,bir süre sonra resimde hoşlanmayan ulema halkı kışkırtmaua başladılar.Her tarafta bunun dine ve şeriata uygun olmadığı hakkında dedikodu başladı.Bu durum tüm imparatorlupa yayıldı.Hatta Hicaz Uleması bu olayı açıkça yerdiler  ve bunu putperestlik  olduğunu söylemeye başladılar.Lakin Padişah ,bunlara aldırmayarak resimleri yerinde bıraktı.Buna rağmen  bu iş,ancak onun hayatından devam edebildi.II.Mahmut vefat edince bir türlü dinmeyen dedikoduların önüne geçmek için resimlerin üstü perdelerle kapatıldı..

Tanzimat hareketinde bir süre sonra ise resim hatta daga sonraları fotoğraf  herkes  tarafından kabul gördü.Hükümdarların resimlerinin asılmasıda normal karşılanmaya başladı.Ancak Ulemanın kışkırtmalarına meydan vermemek için dua törenleri bir daha tekrarlanmadı
XX.yüzyıldaki Padişahların arasında yalnız II.Abdülhamit,resminin çekilmesini ve asılmasını istemezdi.Fakat bu,dini taassuptan değildi.Kendisi,bir evvelki padişah olup Osmanlı tahtından ancak  93 gun kalabilene V.Murat gibi yakışıklı ve Ondan evvel tahtta bulunan Sultan Abdülaziz gibi gösterişli olmadığından onların resimlerini görmüş  olan halkın kendisini beğenmemeleri ihtimali evhamına dokunduğu için adeta fotoğraf  yasağı koymuştu.Mevcut resimleri bu yüzden ya şehzadeliğine ait veya 1908 Meşrutiyetten sonra çekilmiştir…


Kaynak : Yıllarboyu tarih dergisi Sn Münir Sirer Makalesi  Kasım 1980


Saturday, October 7, 2017

ITALYA'NIN BIRLEŞTIRILMESININ HIKAYESI

1848- 1849 yıllarında bir devrim İtalya’yı karıştırdı.Devrimic Burjuvazinin yönettiği hak yığınlarının iki amacı vardır.Avusturyalılar ülkenin kuzeyinde kovmak ve birleşik  bir italya devleti kurmak,Roma,Floransa ve Venedik gibi önemli kentlerde cumhuriyet ilan edilmişti.Ama İtalyan devrimci küçük burjuvazisi,köylüleri hareketin içine çekemedi.Devrim başarısızlığa uğradı.İtalya sekiz devlete bölünmüş kaldı.Kuzey’de Avusturya egemenliği devam etti…
Kapitalizmin gelişmesi 1860 yılına doğru,özellikle Kuzeydeki devletlerde birleşme isteğini canladırdır.
Italya’nın birliği iki türlü olabilirdi

 1 ) aşağıdan  bir halk devrimi  ve birleşik bir cumhuriyetin kurulması
‘2) Yukardan toprak sahiplerinin ve burjuvazinin yönetimi altında birleşik bir krallığın kurulması ile İtalyadaki birkeşme hareketş arasında Sardıunya Krallığının politik yönetimi kont cavour’un ellerinde bulunuyordu.
Cavour,zengin toprak sahibi bir ailedendi.Gençliğinde Sardunya kralının sarayında görev yapmıştı.Topraklarında yeni tarım yöntemleri uyguluyor ve buğday ticareti yapıyordu.hatta bir suni gübre farbrikası bile kurdu.Torino Bankasının en büyük hissedarlarından biriydi..

Cavour,çok eç kalınmadıkça ukusa Ingiliz modeli bir anayasa vermenin iyi olacağını düşünüyordu.Halkın,sabrının  taşıp monarşiyi devirmesinden korkuyordu..Cumhuriyetin düşmanı idi.Politikasının başlıca,düşüncesi,Sardunya monarşisinin himayesinde  ve Fransanın desteği ile İtalya’nın birliğini gerçekleştirilmesiydi.Piemonte Kırım savaşına Fransa’nın yanında katıldığı için III.Napolyon’dan italyanın birleştirilmesini destekleyeceği sözünü almıştı..

Bununla birlikte III Napolyon  hiçbir art niyeti olmaksızın yardım söz vermiş değildi.Buna karşılık nüfusunun çoğunluğunun Fransızların oluşturduğu Savoie ile halkı İtalyan olan Nice Kontluğunun Fransaya bırakılmasını istiyordu..

1859 yılının nisan yında Fransa ile Sardunya,Avusturyaya savaş ilan ettiler.Birleşik ordularu haziran ayında kesin zaferler kazandı.1848-49 savaşlarında ün kazanmış ıkan halk kahramanı Garibaldi gönüllüleriyle birlikte 1859 Kuzey seferinede katıldı.Cavouribu savaşa halkın sevgisini çekmek için ondan yardım istemişti.

Savaş Avusturya egemenliği altında bulunan Parma ve Modena dükalıklarında ayaklanma çıkması için bir işaret oldu.
Toscananın peşinde isyancı dükalıklarda Piemonte ile birleştiler.Avusturyalıların süngüsünün desteğiyle  yönetimi elinde bulunduran prensleri çareyi kaçmakta buldular..

Devrimci bir karakter almaya başlayan savaş III.Napolyonu korkuttu.Savaşa son vermeye karar verdi.Fransa ile Avusturya arasında imzalanan anlaşmaya göre ,Lombirdayanın bir bölümü Sardunya Krallığına geçti ama Venedik Avusturya egemenliğinde kaldı.III.Napolyon tüm İtalyan bölgeleriin Avusturya boyunduruğundan kurtarılmasına ilişkin verdiği sözü yerine getirmeden ,savaştan çekildi.Bununla birlikte bu durum Nice ile Savoie’ın Fransaya bağlanmasnı engellemedi.

Marx ve Engels 1859 savaşı sırasında Avrupa ve Birleşik devletler gazetelerinde  III. Napoleonun ihanetini açıklayan makaleler yayınladılar.1859 savaşından sonra Italyanın durumunu inceleyen Marx ve Engels,ülkenin birleştirilmesi için yeni bir hareketin gelişmesinin kaçınılmazlığını sonucuna vardılar ‘ Italyan devrimi bu işe karışmalıdır diye yazıyordu .Ve gelecek onu doğtuladı

  
Nisan 1860 da Sicilyada bir köylü ayaklanması patlak verdi.Sicilya köylüleri çzgürdü ama toprakları yoktu.Topragı buyuk toprak sahiplerinde kiralıyorlardu.Kmylülere Sicilyaya özgü buğdayı ekiyorlar,olağanüstü Portakallar ve öteki meyve ağaçları yetiştiriyorlar ama butun yık bakladan başka bir şey yemiyorlardu Çünkü bütün ürünkerini baronlara yani toprak sahiplerine ve vergi memurların teslim etmek zorunda idiler.Garibaldi,güneyde bir ayaklanma patlak verdiğini öğrenince Güneyin yardımına koşmak için bir müfreze topladı

Bin kadar Insandan oluan,kçük gönüllü ordusunu toplayan Garibaldi,büyük bir gizlilikle  içinde ,adamlarıyla birlikte Cenovadan iki buharlı gemiye bindi.Adamlarının üniformaları nedeniyle ( kırmızı gömlek giyiyorlardı )onlara bin kırmızı gömlek adı takıldı. Garibaldi 2 Mayıs 1860 günü .Sicily adasının en batı kıyılarındn çıktı: Halk onu kendilerini Bourbonların zulmünden kurtarmaya gelmiş bir kurtarıcı olarak karşıladı.iki gun içinde Garibaldı müfrezelerein 4000 sicilyalı köylü katıldı.Ordusuyla birlikte kuzeye yöneldi,dağları geçti ve Calatimi kentinin önlerinde Napoli Kralının birlikleriyle karşılaştı.

Öldürücü bir ateş sağnağının altında,Garibaldinin  gönüllüleri kenti çevreleyen dik yamaçları aştılar ve krallık kuvvetlerini yendiler..

Garibaldi bu sanlı savaştan söz ederken anılarına şunları yazıyordu ‘’’ Calafilmi  ! 100 den fazla çarpışmaya katılmış olan ben,ölüm döşeğimde ,gurur dolu bir gülümsemeyle seni düşüneceğim,çünkü senden daha şanlı bir muharebe tanımıyorum bençÖlümü umursamayan kahramana ‘ binler ‘ halkın gerçek savunucuları kimlikleriyle ,zorbaların sırmalı ve püsküllü üniformlarıyla göz kamaştıran ücretli askerlerinin üzerie atılmışlardı. Binler mevzilerinde birbiri ardından fırlıyorlardı,sonunda düşmanı bozguna uğrattılae.Yaralanmamdan korktukları için çevremi aşılmaz bir duvar gibi saran bir avuç genç insanı nasıl unutabilirim ‘’’7

Garibaldinin zaferinin sonucu,geri çekilen düşmana karşı bir halk ayaklanması oldu.Her yerde müfrezeler kuruluyor ve binlerin sayıları gün geçtikçe kabarıyordu.Ağustos ayında Garibaldi 25.000 isyancıdan oluşan bir ordunun başına geçmiş bulunuyordu.Bu ordu sayesinde,Napoli Bourbonlarının 150.000 kişilik ordusuna meydan okudu.
Garibaldi adı güney italya halkı arasında öylesine bir sevgi kaynağına sahiptiki, krallık ordusunun alayları ,binleri Viva Garibaldi haykırışlarıyla alkışlıyor ve halkçı devrim saflarına katılıyorlardı.

Muzaffer Halk devrimin başına geçen Garibaldi,büyük bir askeri şefin cesaret ve yeteneğini gösterdi.Engels e göre onun başarıları,gözüpek devrimci taktiğinden ve isyan eden halkla doğrudan doğruya ilişki kurmasından ileri geliyordu.Garibaldi, karmaşık ve tehlikeli bir askeri harekatı yönetebileceğini ispat etti.
Napoli Kralinin birliklerini bozguna uğratan Garibaldi,halkın alkışları arasında kente girdi
Böylece 1860 güzünde İtalyanın belli başlı eyaletleri aşağıda gelen bir devrim ile birleşir.Bununla birlikre İtalyanın devrimic birleştirilmesi sonuna kadar gitmedi,
Eylül 1860da,Napoli de İktidar Garibaldinin eline geçti. Onu desteklemek için Floramsadan 2000 kişiden oluşan bir tümen geldi.Bu tümeden çeşitli uluslardan Rus,Fransız,Iskoc ve Mısırlı gönüllüler vardı

  
Napoliyi ele geçiren ve büyük halk desteğine sahip bulunan Garibaldi orada demokratik devrimci bir yönetim kuurp güçlendirebilir,köylüleri ayaklandırabilir ve devrim yoluyla ülkenin birliğini tamamlamak için İtalyanın öbür bölgelerine ordusunu götürebilirdi.Ama bir küçük burjuva devrimcisi olan Garibaldi,ne köylü sınıfının  geniş tabakalarını hareketing içine sokabildi nede toprak sahiplerine  karşı yaptıkları mücadelenin yönetimini ele alabildi.Hatta Cumhuriyet bile ilan edilmediçCavour,Napolinin  Sardunya Kralı Victor Emmanuel’in  egemenliğini kabul etmesini isteyince ,İtalyan halkının özlemlerini kavrayamayan Garibaldi ,Politikacı Cavour’un teklifini kabul etti ve Sardunya birliklerinin  Napoli’ye girmesii izin verdi.Piemonte’nin büyüj baskısı altında geçen bir halk oylamasından sonra ekim 1860 güney italya ,Piemonte ile birleşti.

Garibaldi,Victor Emmanuel lehine iktidardan çekilde ve onunla birlikte Napoliye girdi ( Kasım 1860 ).Victor Emmanuel’in yanında ata binmiş Garibaldi ‘ Yaşasın Kral ‘ diye bağırıyordu.

Napoli ve Sicilya,Piamonteye katıldıktan sonra,Güney İtalya,köylülerin  büyük toprak sahiplerine karşı yaptıkları sayısız isyanlara sahne oldu.Piemonte birlikleri bütün köyleri kurşuna dizdiriyordu.Bir general günlük emrinde şöyle diyordu ‘’Bu bölgeleri yerle bir edeceğiz ‘’

Italyan Burjuvazisi köylülerin İtalya’nın birleştirilmesi için yaptıkları etkin katkıyı işte böyle ödüllendirildi.
1861 yılında Piemonte ve ona katılmış öteki devletler,Torino’da,İtalya Krallığını ilan ettiler.Kral Victor Emmanuel,sadece 5 milyon nüfuslu Piemonte ‘de değil,Nüfusu 22 Milyonu bulan bir krallıkla hüküm sürüyordu artık..
Bununla birlkte 1861 yılında ,italya tamamen birleştirilmiş değildi.Venedik hala Avusturyalıların elindeydi.Gerçi Papa,eski devletlerinin üçte ikisini yitirmişti ama Roma ve çevresindeki topraklar papalığın  yönetimi altındaydı.Papa’nın Roma’yı elinde tutmasıda III.Napolyonun  gönderdiği Fransız birliklerinin desteği sayesinde mümkün olmuştu.

Katolik kilisesibnin başı Papa,yönetimindeki ,eski papalık devletinin bir kesimini koruyabilmişti.Fransanın,Avusturyanın  ve öteki Katolik ülkelerin gericilerinin  büyük desteği sayesinde devrimci hareketlere ve bilimi karşı şiddetli bir savaş sürdürüyordu..Papa 9.Pie 1864 yılında bütün ülkelerin Katoliklerine seslenen bir genelgesinde cismani iktidardan vezgeçmesinin kendisi için mümkün olmadığını bildiriyordu.Bu genelgeden sonra yayınladığı bir günahkar listesinde,insanlara zararlı saydığı öğretileri sıralıyordu..

Devrimci ve sosyalist kuramların yanı sıra doğa bilimlerinin büyük bulgularını da delilik olarak nitelendiriyordu.Vicdan özgürlüğünü yani herhangi bir dine inanma veya hiç birine inanmama hakkını kınıyordu
1866 yılında,Prusya Avusturyaya saldırınca ,italya onun yanında yer aldı.Garibaldinin askeri yeteneği ile devrimci heyecanı  bir kez daha sahneye çıktı.Bir Gönüllüler birliği topladı ve Avusturyalılar karşısında zafer kazandı.İtalyanın düzenli birlikleri bir biri ardınca yenilgilere uğratıldı  ama savaşın asıl sonunu,Prusya birliklerinin Avusturyaya indirdiği darbeler saptadı.Barışınsonunda Avusturya Venedikten vazgeçti.O da italya ile birleşti 1866.Sadece Papalık toprakları italya krallığı dışında kaldı

Dört yıl sonra 1870 de Prusya ordusu Fransayı yendi.Papanın koruyucusu III.Napolyon tahttan indirildi.Victor Emmanuel bu durumdan yararlanarak birliklerini Roma üzerine yolladı.önemsiz bir çarpışmadan sonra 1870 de kente girdi.

Simdiye kadar birbirlerinden tamamen ayrı olan sekiz İtalyan devletinden oluşan İtalya Krallığı şimdi Sardunya Krallığının ,Sardunyalı büyük mülk sahipleri ile burjuvazinin egemenliği altında  bulunuyordu




Friday, October 6, 2017

OSMANLI TARIHINDEN SAYFALAR :CANBULADZADENIN HIKAYESI

Akdeniz’de bayrağını dalgalandıran Türk Donanması,üç kıtaya yayılmış toprakları arasında ulaşımına engel olan adalara sığınımıs ve yerleşmiş Venedik egemenlığıne  vermek kararındaydı.Özellikle bazı eski tarihçilerin belirttiklerinin aksine Kıbrısın  fethi Yusuf Nassinin isteği yüzünde değildi.Sultan II.Selim Osmanlu imparatorluğunun geleceğine kötü planlar hazırlayarak çelme takmak isteyen Kıbrıs’ta yerleşmiş Venedik egemenliğine son verme kararı alınmış ve uygulanmıştır.

Lefkosenin alınmasından sonra Lala Mustafa Paşa,Beylerbeyi Mustafa Paşa’yı kendi eyalet kuvvetleriyle Magosa kalesinin ne suretle ele geçirebileceğini inceleme amacıyla Magosa’yı göndermişse de,Venedikli komutan,hiçbir suretle kanını akıtmadan kaleyi teslim edemeyeceği yanıtını vermişti.Bu kesin cevap karşısında Türk kuvvetleri 22 Eylül 1570’de kuşatmaya başlamışlardı..

Magosa adanın güney doğusunda her biri o çağa göre ikişer,üçer yüz gemilik birer donanma alabilecek genişilikte iki limanın ortasına girmiş bir burnun üzerine kurulmuştu.Kentine ve kalenin kuruluş yönünde ,karadan kaleyi dövecek uygun yerde yoktu.Denizden kıyıya fazla etki yapabilecek bir liman olduğundan,etrafı düzenli bir rıhtımlada çevrilmişti.Limana ancak bir geminin girmesine uygun yer bırakılmış,diğer kısım eskiden Haliç’te olduğu gibi kalın bir zincirle kapatılmıştı.Karadan ve denizden dışarı ile haberleşme yeraltında yapılmış bir takım gizli yollardan sürdürüldüğünden buranın birkaç saldırıyla kolayca ele geçirilmesi mümkün görülmüyordu.
Venedikliler Akdeniz’de Türk egemenliğinin kendisini göstermesi üzerine Kınrıs’ı elde tutabilmek amacıyla1495’ten beri aralıksız bir çalışma içindeydiler.

Ünlü tarihçi Hammer,kaleyi kendtin valisi olan Baglione ve askeri komutan Bragedino ile kale topçu komutanı olan Martenengo’nun savunduğunu belirtir.Kaleyi 7000 asker ile savunmakta olduğunu yazar.75  büyük topları vardır.Kalenin dört tarafı ise 35 metre derinliğinde bir hendekle çevrilmiş olup üstü de 320 kadar top kmazgalını taşımaktaydı.Ayrıca kale içinde birçok barınak ve depolarla  asker için yatabilecek yerle bulunmaktaydı..
Birçok ikmal maddeleriyle olan kalelerde gerektiğinde  gemi ve top yapabilmek için ufak bir tersahane ile bir dökümhane yer alıyordu.
Kale komutanı Bragadino Türkler’in Lefkoşeyi aldığını öğrenince Magosa’da eli silah tutamayacak ne kadar adam varsa köylere dağıtmış,bulabildiği kadar  cephane ve yiyeceği de uzun sürebilecek bir kuşatma için içerede depo etmişti.
Havaların birden bozması Türk donanmasının Kıbrıs sularından uzaklaşmasına neden olmuştu.
Piyale ve Ali Paiaların donanma ile uzaklaşmasından sonra yalnız Rodos valisi Arap Ahmet Bey,40kadar gemiyle Anadolu’dan askere yiyecek taşıma görevini yüklemişti.Türk donanmasının uzaklaştığını gören  Venedikliler bunu fırsat bilerek 15 kadar büyük gemiyle Magosa limanına giriverdiler.Böylece kaleye yeniden 2000 asker ve bir hayli cephane sokulmuş oluyordu..

Eylülen Mayıs’a kadar süren uzun kuşatma ve saldırılaın sonuç vermemesi ,komutan  ve askerler üzerinde bir yılgınık bırakmıştı.Komutanlar birbirleriyle yarış halindeydiler ve kendi askerlerine birer örnek olacak kahramanlık hareketleri gösteriyorlardı..

Ilık bir Mayıs sabahında Türk Ordusu harekete geçti.Kilis eyalet beyi Canbulatzade ,kendi erlerinin bulunduğu deniz tarafında açtırdığı lağımı arttırarak kale duvarında açılan ufak gediklerden yalınkılıç içeriye sızıp saldırıya girişmişti.Başarıya ilk anlarda ulaşan saldırı,dışarda bulunan derin hendeklerin kolaylıkla ellerine geçmesinide sağlamıştı

  
Fakat neye yarardu ki,Venedikli Komutan yapılıcak böyle girişimlere karşı yer yer ihtiyat kuvvetleri bırakmış,saldırıya karşı saldırıyla cevap vermeyi planlamıştı..Şimdi iki kuvvet arasında kıyasıya bir savaş başlamıştı.Şimdi iki kuvvet arasında kıyasıya bir savaş başlamıştı.Canbulatzade Mustafa Bey,elinde kılıcı erleri arasında ‘’ Haydi Benım aslanlarım’’ diye nara atarak savaşıyordu.Kıyasıya süren savaş sonu içeriye giren kuvvetlerimizin kement alıp çifte bacak kullanarak burçlara çıkmakta gösterdiği çabaları ne yazıkki,zafere ulaşamamıştı.
Daha sonra Muzaffer Paşa ile  Anadolu Beylerbeyi İskender paşa’nın da düzenlediği girişimde  beklenen sonucu veremiyordu.
Bu çabalardan sonra Lala Mustafa Paşa’nın emriyle bütün kuvvetler büyük hendeğin kenarına yaklaştırıldı.Getirdikleri taş ve toprakla hendeğin bir bölümü doldurularak buradan kaleyi kuşatmayı denediler.Kale komutanı  bundada tedbirliydi.Hendeğin o bölgesinde önceden hazırlamış olduğu lağamı ateşlediğinden saldırı sırasında özellikle  Avrupa’lı tarihçilerin  yazdıklarına göre üçbin kadar Türk Çocuğu göklere yükselivermişti..
Sayısız saldırıları sırasında kendi eyaletlerinin bayrak ve alemlerini ellerine alarak kuvvetlerinin başına geçen Antep,Kars,Divrik Beyleri de bu büyük savaş yolunda kanlarını akıtarak Kıbrıs’ın topraklarına gömüldüler..
Canbulatzade Mustafa vey,Kilis eyaletine atandığı zaman henüz yirmi bir yaşındaydı.Asil bir aileden geliyordu,kişisel meziyetleriyle  devlet adamları arasında genç yaşına rağmen bu makama getirilmişti.Özellikle kendisinin yönetimindeki kabilyetini ilk önce seçen de Sokollu Mehmet Paşa olmuştu.Kilise atanalı daha altı yedi ay olmuştu.Savaşa giderken  kendisine uygun gördükleri Kilis’in ileri gelenlerinden birisinin kızıyla ailesi onu nişanlamış ve düğün hazırlıklarına  bile başlamışlardı.Fakat Kınrıs’t görev aldığını öğrenir öğrenmez,nişanı bozmayı doğru bulmuş,bu davranuşından dolayı kendisini sevenlerinin ve yakınlarının eleştirlmesini ‘’Ben savaşa gidiyorum ,görevim sırasında şehitde düşebilirim,nişanlımı beni düşünmek ve onu ardımda üzüntülü ve yaslı bırakmamak için böyle davranmak zorundayim ‘’ diye cevaplandırmıştı
Canbulatzade Mustafa Bey,Magosa kuşatmasını hayırlı bir sonuca ulaştırmak amacıyla ilk lağamı kendi düzenlenmiş,kale dibindeki hendekte kalarak cesaretini herkes kabul ettirmişti.Askerlerine öncü olarak kale burcuna çıkma yönünden de büyük başarı göstermiş,gecenin karanlığında yaklaştığı burca safak zamanı çifte  bacak kullanmak sureti ile bugun Akkale adı verilen burca tırmanmıştı.Arkasından yetişen kahraman  erlerinin yardımıyla ipek kuşaklarını  birbirine bağlamıştır,böylece atını bile yukarıya çıkarmışlardı..Böylece burçta toplanan seksen kadar kahramanla kaleyi ekine geçirivermişti.Ardından Türklerin  hücumu korkusuyla Venediklilerin bir büyük kiliseye sığındıklarını öğrenince de düşmanın Akkaledeki toplarını oraya çevirererek kiliseyi dövmüştü..
Bu kahramanca hareket,kalenin tümüyle ele geçirilmesini sağlayacaktı.Kendisi kalenin alınmasıyla uğraşırken kalede her nasılsa kapatıldığı yerden kaçmayı başaran tutsak bir türk eri Venediklilerin ordu kaleyi aldıktan sonra patlatılmak üzere deniz tarafında büyük bir lağım hazırladığını,bu lağımın nerede ise patlatmak üzere olduğunu öğrenmişti..Ordusunu bu felaketten kurtarmak isteyen bu kahraman,yanına  aldığı birkaç erle lağımın bulunduğu yere kadar ulaşmış,lağımın hazırlandığı yerin ise bir hayli uzak ve düşman erleriyle dolu olduğunu görüncede kılıcına sarılıp yol açarak henüz bağlanmamış  olan lağımın kenarına kadar varabilmişti.İçerde bulunan bin kanter barutu ateşlemiş,kendi askerini yok edecek olan lağımı hayatını kaybetmek bahasına havay uçuruvermişti.Böylece vücudu ve ruhu göklere yükselirken ülkesinide en büyük hizmeti yapmış oluyordu..
  

Lala Şahin Paşa,Canbulatzadenin kaleye çıktığını öğrenince bütün kuvvetlerin birden saldırısını emretmişti.Canbulatzadenin  o kadar az bir kuvvetle gösterdiği kahramanlık ve elde ettiği başarı kale içinde bulunanları büyük bir şaşkınlık ve korku içinde bırakmıştı.Kılıçlar havada savruluyor,başlar yuvarlanıyor,zırhla parçalanıyordu.Kıyasıya bir savaş başlamıştı.


1 Agustos 1571 günü kale tümüyle Turk kuvvetlerinin eline geçtiği zaman Akkale ile Canbulatoğlunun yattığı yer arasındaki yolun iki tarafında bulunan duvarlarda bu savaşların büyük izleri kendini gösteriyordu.Akan kanlarının renklerinin bile solmadığı o duvarlar cesur yiğitlerin izini taşır