Wednesday, July 25, 2018

BÜYÜK OKYANUSUN KEŞFI 25 Eylül 1513






Christophe Colomb,Amerikayı keşif seferiden döndükten sonra ve Barcelonanın kalabalık caddelerinden bir tören havasında geçerken,beraberinde getirdiği tuhaf ve paha biçilmez ,pek ok şeyi,o ana kadar hiç  tanınmayan bir ırkın kırmızıderili  insanlarını,hiç görülmemiş hayvanları,çığlıklar atan rengarenk papağanları,hantal ve ağır ağır yürüyen tapirleri ve bir süre sonra Avrupa'yı kendilerine vatan edinecek olan ilginç bitkileri ve meyveleri ,hintbuğdayı,tütün ve hindistancevizini halka gösterir.Bütün bunlar sevinç çığlıkları atan kalabalık tarafından büyük bir hayranlıkla karşılanır;fakat kral ve kraliçe ile danışmalarını en fazla etkileyen  ve heyecanlandıran şey,içi altın dolu birkaç küçük sandık ve sepet olur,Colomb'un Yeni Hindistan'dan yanında getirdiği altın miktarı pek fazla değildi;yerlilerle değiştokuş yaptığı yada zorla ele geçirdiği  birkaç külçe altın ve ziynet eşyası,bir iki avuç dolusu kadar da altın tozu,altından daha çok altın tozu ancak bir kaç yüz sikke altını basacak ganimettir.Büyük bir hayalperest olan Colomb ,gösterdiklerinin yanlızca küçük birer örnek örnek olduğunu böbürlenerek  ve de ustaca uydurur.Güvenilir kaynaklardan öğrendiğine göre,bu yeni adalarda sonsuz altın madenleri bulunmakta,bu paha biçilmez maden oradaki bazı tarlalarda ,ince toprak tabakasının  altında düz plakalar halinde yatmaktadır.Basit bir kazmayla kazılıp kolayca çıkarılabilinirdi;hatta burada güneye gidildiğinden insanın karşısına  öyle ülkeler çıkıyomuşki,kralları içki kadehlerini aktın fıçılardan  doldururlarmış ve buralarda altının değeri Ispanyada kurşuna verilenden çok daha düşükmüş .Her zaman para sıkıntısı çeken kral,kendi memleketinde bulunan bu yeni altın madeninin öyküsünü hayranlıkla dinler.Çünkü Colomb'un tam bir deli olduğu,anlattığı şeylerin doğruluğundan kuşkulanılması gerektiği henüz bilinmemektedir.ikinci yolculuk için hemen büyük bir filo hazırlanır ve mürettabatı oluşturmak için bu kez davulcular ve tellalar  da gerekli değildir.Bu yeni keşfedilen altın ülkesinde altının avuçla toplandığı haberi Ispanyolalrı çıldırtır ve Eldorado'ya ,alton ülkesine gitmek için yüzlerce ve binlerce insan akın eder.

Fakat gözlerini hırs bürümüş bu insanların bütün kentlerden ,bütün köy ve kasabalardan akıp gelmeleri ne kadar da hüzün vericidir.Yanlızca salet armalarını altınla daha iyi yaldızlamak isteyen gerçek soylular,gözüpek serüven düşkünleri yada yiğit askerler değil,Ispanyanın tüm pisliği ve çamuru da Palos'a ve Cadiz'e akın eder,altın ülkesinde daha karlı bir iş edinme hevesine düşmüş bütün damgalı hırsızlar,yol kesen eşkiyalar,çapulcular,borçlular,yaşamlarını çekilmez kılan karılarından kaçıp kurtulmak isteyen kocalar,umutsuzlar ve işlerinde başarısız olanlar,kısaca Ispanyol adliyesinin aradığı ne kadar çapulcu yada hırsız varsa tümü Eldoradaya gidecek olan filoya başvurdular.Bir çırpıda zengin olmak için herşeyi yapabilecek insan topluluğuydu.Bunlar,o ülkelerde toprağın basit bir kazmayla kazıp külçe külçe altın çıkarabildiğini söyleyen Colomba öyle inanmışlardıki,içlerinde hali vakti yerinde olanlar,bu değerli madeni büyük parçalar halinde hemen alıp götürmek iin yanlarına uşaklar ve katırları alırlar.Bu yeni yolculuğa alınmayaı başarayamayn larda başka bir yol seçmek zorunda kalırlar.Altın ülkesine  daha çabuk varmak ,ve bütün altınları ele geçirmek için kralın iznini bile almayı gerekli görmeyen bu serüven düşkünü insanlar kendi hesaplarına gemiler donatırlar ve Ispanya,başına belada olan bütün çapulculardan ve en tehlikeli eşkiyalardan  bir anda kurtulmuş olur.

Espanola ( once San Domingo ve sonra Haiti denilicektir ) valisi,bu davetsiz konukların,yönetimindeki adayı doldurmalarını  dehşetle seyreder.Her yıl sayıları daha da çoğalarak gelne gemiler yükleriyle ,her defasında gözlerini ihtiras bürümüş bir sürü insanı limana indirmektedir.Ama gelenler müthiş bir hayal kırılığına uğramaktadırşer;çünkü öyle söylendiği gibi buranın sokaklarında gelip toplanılmayı bekleyen ne külçe altın vardır nede üzerlerine vahşice saldırdıkları  şansız yerlilerden  bir altın zerresi bile almak olasıdır.Valiyi ve bathsız yerlileri dehşete düşüren  bu azgın insan süresi ,adayı bir uçtan uca dolaşıp eşkiyalık yaptılar.Valinin toprak verip hayvan dağıtarak,hatta bolca insan gücü sağlayıp her birine sayıları altmış yetmişe ulaşan yerlileri köle olarak vererek adaya yerleşmeleri için gösterdiği çaba da boşunadır.Gelenlerden ne yüksek asalet sahibi kişiler ne de bir zamanların çapulcularıburaya yerleşmeye ve toprakla uğraşmaya isteklidir..Çiftlik sahibi olup nuğday ekmek ya da hayvan gütmek için buraya gelmemişlerdir;ekip biçme işleriyle uğraşma yerine yerli halka eziyet etmeyi ( bir kaç yıl içinde bütün ada halkını vahşice yok edeceklerdir )  yada günlerini batakhanelerde geçirmeyi seçtiler.Birçoğu kısa zamanda öyle bir borç batağına düşer ki,valinin verdiği mal ve mülkten başka pelerinlerini,şapkalarını  ve hatta üzerlerindeki son gömleklerine varıncaya kadar  her şeylerini sattıkları halde ,yine de tacirlerin  ve tefecilerin elinden kendilerini kurtaramazlar.

İşte bu yüzden,adada saygın kişiliğiyle tanınan hukukçu Martin Fernandes de Enciso'nun 1510 yılında Terra Ferma'daki sömürgelerinin yardımına koşmak amacıyla yeni bir birlik  oluşturup bir gemi donattığının haberi,Espanolada başarısızlığa uğramış bu insanlar için büyük sevinç kaynağı olur.Çünkü iki ünlü serüven düşkünü adam Alonzo de Ojeda ve Drego de Nicusea ,1509 tarihinde Kral Ferdinand'dan Panama Boğazı ile Venezuela kıyılarının  hemen yakınlarında ( Castilia del Oro ) Altın kastilya adını verdikleri bir sömürge kurma ayrıcalığı almışlardır:bu altını çağrıştıran isim karşısında kendine geçen,söylenen herşeye hemen inanan bu deneyimsiz hukuk adamı,bütün servetini bu işe yatırmıştır.Fakat San Sebastian'da,Urba körfezinde kurulan bu yeni sömürgenden tek bir altın  bile gelmediği gibi,tam aksine acı imdat çığlıklar yükselir.Adamlarını yarısı yerlilerle sürdürülen savaşlarda,diğer yarısı da açılk ve sefalet yüzünden yok olur.Bu işe yatırdığı parasını kurtarmak isteyen Enciso,servetinin geri kalanını da ortaya koymaktan çekinmez ve yardıma koşmak üzere yeni bir birlik oluşturur.Enciso'nun  asker aradığı haberi duyulur duyulmaz bütün bu umutsuz insanlar,Espanola'nın bütün sefilleri,bu olanaktan yararlanarak onunla birlikte buradan uzaklaşmak isterler.Yanlızca buradan uzaklaşmak,borçlulardan ve soluğunu sürekli enselerinde hissetikleri validen kaçıp kurtulmak ! Fakat alacaklılar da tetikte beklemektedir;alacaklı oldukları bu insanları gizlice sıvışıcaklarını ve bir daha yüzlerini göremeyeceklerini  fark ederler ve valiye başvurarak kendisinden özel izin almayan hiçbir kimsenin adadan dışarıya bırakılmamasını sağlamak isterler.Vali onları haklı bulur ve isteklerini yerine getirir.Ada üzerinde sıkı bir denetim başlar.Enciso'nun yardım gemisi limanın dışından bekletilmektedir,hükümet gemileri devriye gezmkete ve izinsiz bir tek kişinin bile gemiye binmesi engellenmektedir.Ölümden,namuslarıyla çalışmak yada gırtlağına kadar borca girmekten daha az korkan bu umutsuz insanlar,Enciso'nun gemisinin kendilerine geride bırakarak yelkenlerini şişirip yeni bir serüvene doğru denize aılan derin bir hüzün ve öfkeyle seyrederler

Espanola'dan yola çıkan Encisonun gemisi bütün yelkenlerini şişirmiş,Amerika kıtasına doğru ilerlemekte ve adanın son çizgileri mavi ufukra gitgide  kaybolmaktadır.Gemi sakin sakin yol almaktadır,öyle dikkat çekici bir şeyde yoktur şimdilik.Yanlızca  görkemli bir buldog köpeği tedirgin tedirgin geminin güvertesinden dolaşıp  yerleri koklamaktadır;bu heybetli hayvanın kime ait olduğunu ve gemiye nasıl girdiğini kimse bilmektedri.Ancak köpeğin son gün gemiye getirilen büyük bir erzak sandığının önünden bir tür ayrılmayışı  dikkat çeker.Sandık hiç beklenmedik bir biçimde kendiğilinden açılır ve içinden,tıpkı Kastilya kentinin azizi Santiago gibi kılıç ,miğfer ve kalkanla tepeden  tırnağa  silahlanmış otuzbeş yaşlarıdan bir adam çıkar.Cesaretin ve becerikliliğin ilk denemesini akıllara durgunluk verircesine yapan bu adamın adı,Vasco Nunez de Balboa'dır.Jerez de Los Caballeres'de soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya  gelen bu adam,sıradan bir asker olarak Rodrigo de Bastidas'la birlikte Yeni dünyaya yelken açmış ve pekçok serüven yaşadıktan sonra Esponala'da karaya çıkmıştır.Ada valisi,Nunez de Balboa'yı iyi bir sömürgeci yapmaya boş yere uğraşmış,Nunez de Balboa valinin verdiği çiftliği  bir kaç ay sonra  yüzüstü bırakmıştır;alacaklılardan yakasını nasıl kurtaracağını bilemeyerek kadar beş parasızdır.Ama kıyıda bekleyen öteki borçlular,yumruklarını skıp  öfkeyle Enciso'nun gemisine binmelerine engel olan hükümetin devriye teknelerine çaresizce bakarlarken,Nunez de Balboa bir erzak sandığına gizlenip kimsenin böyle bir kurnazlığı aklına getirmediği hareket anından yararlanarak kendisini gemiye taşıttırmakla,Diego Colomb'un kordonunu  cesurca yarmış olur.Bu kaçak yolcunun varlığı ancak gemi geri dönülmeyecek kadar kıyıdan uzaklaştıktan sonra anlaşılır.

Enciso bir hukuk adamıdır ve oğu hukukçu gibi o da romantik şeylere pek ilgi duymaz .Yeni sömürgenin alcalde'si ,yani polis müdürü olarak,böyle hilekar kimselerin ve karanlık işlerle uğraşanların  varlığına  katlanmak istenmemektedir.Nunez de Balboa'ya dönerek kendisini yanında götürmeyi kesinlikle düşünmediğini ve üzerinde insan bulunmasın rastlayacakları ilk adaya bırakacağını sert bir üslupla bildirir.

Ancak iş bu noktaya varmaz.Çünkü gemi,Castilia del Oro'ya doğru yol alırken ( henüz keşfedilmemiş bu boğazlardan sayıları bir düzineyi bulan gemilerin geçiyor olması,o zamana göre bir mucizedir,kısa zaman sonra ünü bütün dünyaya yayılıcak olan Francisco Pizzaro adında bir adamın yönetimindeki içi hıncahınç insan dolu bir sandalla karşılaşır.Sandaldakiler,Enciso'nun sömürgesi San Sebastian'dan gelmektedirler ve gemidekiler onları görevlerini sorumsuzca bırakmış asiler sanır.Ancak,sandaldakiler ,Enciso'yu dehşete düşüren şu haberi verirler.Artık San Sebastian diye bir yer mevcut değildir ve bir zamanların sömürgesinden geriye kalan yanlızca onlardır.Komutan Ojeda bir gemiyle kaçmış,iki küçük sandaldan başka ellerinde hiçbir gemi kalmayan kendileri ise,bu iki küçük sandala binebilmek için arkadaşları öle öle yetmiş kişi kalıncaya kadar beklemek zorunda kalmışlardır.Bu iki sandaldan bir tanesi yok olmuştur.Pizzaro'nun sandalındaki bu otuz dört kişi,Castillai del Oro sömürgesinden  hayatta kalmayı başarabilen son insanlardır.Bu durumda nereye gideceklerdir ? Pizarro'nun antlattıklarını duyduktan sonra,Enciso'nun adamlarıibu yazgısına terk edilmiş sömürgenin korkunç sıtmalı iklimine  ve yerlilerin zehirli oklarına kendilerini teslim etmek istemezler.Tek çıkar yol,Espanolay geri dönmektir.İşte bu tehlikeli olabilecek karar aşamasında Vasco Nune de Balboa birden ortaya atılarak Rodrigo de Bastidas'la birlikte yaptığı ilk geziden dolayı Orta Amerikanın  bütün kıyılarını çok iyi bildiğini ve anımsadığına göre,o zaman,sularında zengin altın cevheri bulunan bir nehrin kıyısında,üzerinde  sevimli ve güler yüzlü yerlilerin yaşadığı Darien adında bir yer bulduklarını söyler.Yeni sömürge işte orada kurulmalıdır; bu felaket yerde deği !

Tayfa hemen Nunez de Balboa'dan yana çıkar.Onun önerisine uyarak Panama kıstağındaki Darien'e dümen kırılır,orada yerliler alışageldiği üzere kılıçtan geçirilir ve ele geçirilen ganimetle arasında altında bulunduğundan ,desperadolar yeni sömürgenin burada kurulmasını kararlaştırığ ilahi bir şükran duygusuyla bu yeni şehre Santa Maria de la Antigua del Darien adını verdiler.Sömürgenin tüm parasal gereksinimlerini karşılayan bahtsız Enciso,Nunez de Balboa'nın gizlendiği  o sandığı,onunla birlikte hemen denize atmadığına pek yakında pişman olacaktır;çünkü bu gözüpek adam,birkaç hafta içinde yönetimi bütünüyle eline geçirmişti.Bir hukuk adamı olarak yasalara ve düzene saygılı  yetişmiş olan Enciso,o sıralarda henüz bir vali bulunup atanamadığı için Ispanya kralı adına polis müdürlüğü görevini üstlenmiş,sömürgeyi yönetmeye çalışmakta,temizlettirip yerleştiği sefil bir yerli kulübesinde,Sevilla'daki adliye sarayındaki  odasında oturuyormuş gibi sert buyruklar vermektedir.Enciso,henüz tek bir insan ayağının bile basmadığı bu yabanıl doğada yerlilerden altın toplamayı krallığın malı olduğu gerekçesiyle askerlerine yasaklar,eğitim görmemiş bu azgın sürüye düzeni ve kanunu dayatmaya uğraşır; fakat içgüdüleriyle hareket eden serüven düşkünü bu insanlar,kılıç adamının yanında yer alarak kalem adamına isyan ederler.Kısa süre sonra sömürgenin asıl efendisi Balboa olur.Enciso canını kurtarmak için kaçmak zorunda kalır.Düzeni sağlamak için kralın gönderdiği Vali Nicuesa'yı ise Balboa karaya bile çıkartmaz;kralın,yönetimini kendisine verdiği bu ülkeden kovalan bu bahtsız adam ,dönüş yolculuğu sırasında boğulur.

İşte bir zamanlar sandığa saklanmış olan nunez de balboa,sömürgenin efendisi olur.Fakat elde ettiği başarıya karşı içi pek rahat değildir.Çünkü krala açıkca başkaldırmıştır ve gönderilen valinin ölümüne neden olduğu için bağışlanma umudu da yok denecek kadar azdır.Kaçmış bulunan Enciso'nun şikayet dilekçesiyle birlite Ispanya yolunda olduğunu,krala başkaldırdığı için ergeç mahkemeye verileceğini bilmektedir.Ama yine de umudunu yitirmiş değildir,Ispanya çok uzaktadır ve bir gemi okyanusu ikinci kez geçinceye kadar daha bol bol vakti vardır.Gözüpek olduğu kadar da akıllı olan bu adam,zorla ele geçirdiği iktidarı  sürdüreceği tek çareyi arar.Nunez de Balboa,başarının her türlü cinayeti haklı gösterdiği bir zamanda yaşadığını ve krallık hazinesine göndereceği yüklüce altınlar sayesinde suçunu unutturabileceğini yada bağışlatabileceğini çok iyi bilmektedir.O halde önce altın bulmalıdır; çünkü altın gücün ta kendisidir.Francis Pizzarroyla  birlikte civardaki yerlileri boyunduruk altına alarak soyup soğana çevirirler ve artık alışılmış hale gelen katliamlar sırasında Balboa,kesin bir başarı kazanır.Konukseverliğini haince ve çok kaba bir biçimde Careta adındaki kabile reislerinden  biri tam olarak öldürülmek üzereyken ona şu öneride bulunur '' Yerlileri kendine düşman edeceğine kabile reisleriyke  bir anlaşmaya var,sadakatimin teminatı olarak sana kızımı verceğim ''..Nunez de Balboa ,yerliler arasında güçlü ve güvenilir bir dostu bulunmasının önemini kavramakta gecikmez,Reis Careta'nın önerisini kabul eder.Fakat asıl şaşıllıcak olan şey,onun,o Kızılderili kıza yaşamının sonuna kadar çok içten davrandığıdır.Nunez de Balboa,Reis Careta ile birlikte çevredeki bütün yerlileri egemenliği altına alır ve bunların arasında öyle bir güç kazanırki,sonunda kabile reislerinin en güçlüsü olan Comagre onu yanına çağırır.

Güçlü kabile reisinin yaptığı bu ziyaret o zaman kadar bir serüven düşkünü,tahta karşı gelmiş amansız bir asi sayılan ve Kastilya mahkemelerince asılarak yada boynu vurularak  idam edilmesine karar verilmiş bulunan Vasco Nunez de Balboa'nın yaşamında bir dönüm noktası olur.Kabile reisie Comagre onu geniş bir taş evde kabul eder; Nunez de Balboa evin  zenginliği karşısında şaşkına dönmüştür ve Comagre  herhangi bir talepte bulunmaksızın ona dörtbin onsa altın verir.Fakat şaşkınlık sırası şimdi kabile reisindedir.Zira yerlere kadar eğilerek kabul ettiği bu gökyüzü çocuklaru,bu kendilerini Tanrı sanan kudretli yabancılar,altını görür görmez tüm şan ve şereflerini yitirirler.Zincilerinde boşalmış köpekler gibi vahşice birbirlerine saldırırlar,kılıçlarını çekerler,yumruklarını sıkıp haykırarak birbirleriyla adeta savaşırlar; hepsi de altından paylarını almak istemektedir.Kabile reisi,birbirleriyle boğuşan bu azgın sürüyü hayretle ve küçümseyerek seyrederler .Bir avuç dolusu sarı madeni,kültürünün bütün tinsel ve teknik kazanımlarından üstün tutan uygar dünyanın insanı karşısında,dünyanın öteki ucundaki tüm doğa çocuklarının duyduğu sonsuz hayrettir bu.

Kabile reisi sonunda onlara hitaben bir konuşma yapar; Ispanyollar büyük bir doyumsuzluk telaşı içinde,tercümanın çevirdiği sözlerini dinlerler.Comager,!böyle değersiz  şeyler yüzünden birbirinizle kavga etmeniz ve sıradan bir maden için hiç de hoş olmayan kötü şeylere ve tehlikelere maruz kalmanız ilginç der'Yukarılarda,şu dağların arkasında büyük bir deniz var ve bu denize akan tüm nehirler beraberinde altın taşıyor.Oralarda gemilerinde sizin gibi yelken ve kürek kullanan bir kavim oturuyor ve bu kavmin krallıkları yemeklerini altın kaplarda yiyip içer.Oralarda bu sarı madenden  istediğiniz kadar bulabilirsiniz.Gerçi yol tehlikelerle dolu,kabile reisleri geçiş için yabancılara izin vermezler.Fakat yanlızca birkaç günlük bir yolculuktan sonra oraya varabilirsiniz.

Vasco Nunez de Balboa kalbinin durduğunu hisseder.Yıllardır hayalini kurdukları dillere destan altın ülkesinin izini sonunda bulmuşlardır.Önceki sömürgeciler  bu ülkenin her yerinden, güneyinden ,kuzeyinden  buralara gelipi altın aramışlardı;eğer bu kabile reisinin söyledikleri doğruysa ,altın madeni sadece birkaç günlük uzaklıkta bulunuyordu..Colomb,Cabot ve Coreral gibi o çağın bütün büyük  ve ünlü denizcilerinin aradığı ancak bir türlü bulamadıkları şu öteki Okyanusun varlığıda anlaşılıcak ve böylece dünyayı çevreleyen yolda keşfedilmiş olacaktı.Bu yeni denizi ilk gören ve ülkesi adına el koyan kişinin adı,yeryüzünde hiçbirzaman unutulmayacaktır.Balboa,işlediği bütün suçlardan kendini kurtarmak ve ün kazanmak için ne yapması gerektiğini bilmektedir.;boğazı herkesten önce geçip Hindistan'a giden denize,Mar del Sur'a açılmak ve Ispanya  kralı adına yeni altın ülkesini ele geçirmek.İşete kabile reisinin evinde geçirilen bu süre,Balboa'nın yazgısını kesin olarak belirledi ve rastlantısal olayların oradan oraya sürüklediği bu serüven düşkünü adamın yaşamı o andan itibaren kuşaktan kuşağa sürecek bir anlam kazandı.

Ömrüü yarılamış ve tam yaratma çağında bulunan br insan için yaşamın kendisine yüklediği bir görevi yerine getirmiş olmaktan daha büyük mutluluk olamazdı.Nunez de Balboa kendisini bekleyen şeyin ne olduğunu bilmektedir: ya idam edilecek yada ölümsüz olacaktı.Fakat önce tahtla barışmayı sağlamak ve daha sonra da krala karşı işlediği suçları,iktidarı zorla ele geçirmek suçunu bağışlatmak ve böylece resmen kabul ettirmek ! işte bu yüzden dünkü asi,Reis Comagre'nin  kendisine bağışladığı altınlardan  Ispanya  kralına yasa gereği vermek zorunda olduğu beşte birini iyi bir vatandaş olarak Espanola'daki Hazine bakanı Pasamonte'ye göndermekle kalmaz,dünyadaki uygulamaları yanlızca bir bilimadamı olan Enciso'dan çok daha iyi bilen biri olarak,hazine bakanının kendisine de yüklüce bağışta bulunur ve ondan sömürgenin genel kaptanı olarak resmen tanımasını rica edr.Gerçi Hazine bakanı Pasamontenin onun bu isteğini yerine getirmek için hiçbir yetkisi yoktur;ancak kendisine bağışladığı altınların hatırı için,Nunez de Balboa'ya hukuki değeri bulunmayan geçici bir belge gönderir.Geleceğini her yönden sağlama almak isteyen balboa,ülkesine kazandırdığı şeyleri Krala anlatmaları ve kabile reisinden öğrendiği önemli haberi bildirmeleri için en çok,güvendiği iki adamınıda Ispanyaya yollar..Kendisine yanlızca bin adamdan oluşan bir birlik gerekli olduğunu belirterek Sevilla'ya haber gönderir;kendisinden önce hiçbir Ispanyol'un yapamadığı şeyleri bu birlikte başarabileceğini bildirir.Balboa,yeni denizi keşfetmeyi ve Colomb'un söz verip de yerine getiremediği ancak kendisi  tarafından mutlaka ele geçirilecek olan şu altın ülkesini Ispanyaya kazandırmayı üzerine alır.

Bu umudunu yitirmiş insan,bu mahvolmuş asi için her şey iyiye gidiyor gibidir ! Ancak Ispanyadan gelen ilk gemnin getirdiği haberler kötüdür.Elinden her şeyi alınan ve kaçmak zorunda bırakılan Enciso'nun sarayda yapacağı şikayetlerin etkisini azaltmak için Ispanyaya göndermiş olduğu Isyancı ortaklardan biri,Balboa ya durumunun tehlikede olduğu,orada kendisini ölümün beklediği haberini getirir.Çünkü Enciso iktidarı zorla elegeçiren bu haydut aleyh,me Ispanyol mahkemesinde dava açmış ve Balboayı uğradığı zararları ödemeye mahkum ettirmiştir.Yakınında  bulunduklar Güney denizi üzerinde beklenen ve belkide onu kurtaracak olan haber henüz gelmemiştir;ancak isyanından dolayı Balboa'dan hesap sormak  ya da onu zincire vurup Ispanyaya götürmek üzere bir hakim bir sonraki gemiden inecektir.Bu kesindi.

Vasco Nunez de Balboa mahvolduğunu anlar .Yakınında bulunduğu Güney denizi ve Altın kıyısıyla ilgili olarak gönderdiği haber yerine ulaşmadan kendisine yargılamışlardır.Kafası kumlarda yuvarlanırken ;onlar bu haberden elbette yararlanacakdır.Hayalini kurduğu işi başka biri gerçekleştirecektir.Balboa,Ispanyadan umudunu kesmek zorundadır artık.Kralin atadığı valiyi  ölüme sürüklediği,hiç kimseye sormadan polis müdürünü makamından zorla uzaklaştırdığı bilinmektedir.Bu durumdan uzun bir hapis cezası veya idam söz konusudur.Güçlü dostlarının yardımını hesaba katması da mümkün görünmemektedir,çünkü artık tüm gücünü yitirmiştir;en iyi yardımcısı olan Altında ,acındırıp bağışlanmasını sağlayacak kadar sese getirmemiştir.Cüretkarlğının cezasından onu ancak bir tek şey kurtarabilir : daha da büyük cüretkarlık.Kraliyet yargıçları karaya çıkmadan ve görevliler onu yakalayıp ellerini ve ayaklarını  bağlamadan  önce yeni denizi ve yeni altın ülkesini bulacak olursa,belki canını kurtarabilir.Bu kıtanı insan ayağı değmemiş topraklarını ele geçirip ölümsüzlüğe sığınmak,Balboa için biricik kurtuluştur.

Nunez de Balboa,bilinmeyen Okyanusun keşfi için Ispanya'dan istediği bin adamı beklememeye karar verir ve tabii gemiden inecek hakimleride.İyisi mi,az sayıdaki gözüpek adamla bu çok büyük işi gerçekleştirmey, göze almak olacaktır ! Elleri bağlı bir durumda cellatın baltası altında bir akçak gibi ölmektense,onuruyla ölüp geçmiş en büyük serüven adamı diye anılmak çok daha iyidir.Nunez de Balboa bütün sömürge halkını bir araya toplar,zorlukları saklamadan dağlar arasından geçme düşüncesini onlara açıklar ve kimlerin kendisini izlemek istediğini sorar.Onun bu ataklığı,ötekileri de yüreklendirir.Yüz doksan kişi,yani sömürge halkından eli silha tutan neredeyse herkes,hazır olduğunu söyler.Donanım için öyle uzun uzadıya düşünmeye gerek yoktur;çünkü bu adamlar zaten sürekli savaş halinde yaşamaktadir.Darağacından ya da zindandan kurtulmak isteyen bu kahraman ve eşkiye,serüven düşkünü ve asi adam Nunez de Balbao, 1 Etlül 1513 tarihinde ölümsüzlüğe doğru yürüyüşe geçti.

Panama'yı çevreleyen dağlar arasındaki boğazlardan geçilmeye,Balboa'nın hayat arkadaşı,kabile reisinin kızı Careta'nın küçük ülkesi Coyba topraklarından başlanır.Çevreyi tanımaması yüzüden Balboa'nın  boğazın en yerini seçmemiş olması bu tehlikelerle dolu  geçidi aşma süresini birkaçgün daha uzatır.Fakat hiç tanınmayan bir ülkeye yapılan böylesine atak bir hareket için Balboa'nın ,herşeyden önce ikmal ve çekilmede kendisine yardımcı olacak dost bir yerli kabilesinin güvenini kazanmış olması gerekliydi.Korkunç Buldog köpeklerinin koruyuculuğunda kargılar,kılıçlar ve oklarla silahlandırılmış yüz doksan asker,on büyük kayığa binerek Darien'den Coyba'ya geçer.Dost ve Müttefik kabile reisi,yüklerini taşımada ve yol göstermede yardımcı olmaları için yerlilerini onların emrine verir ve böylece gözüpek ve en tehlikeli kişiler için bile zorluklarla dolu o ümlü yürüyüş 6 eylülde başlar.Ispanyollar yüzyıllar sonra Panama kanalı yapılırken  bile binlerce cana mal olacak bu bataklık ve sıtma mikrobuyla dolu topraklarda,Ekvatorun boğucu sıcağında yol almak zorunda kalırlar.Zehirli sarmaşıklarla neredeyse bütünüyle kaybolmuş bu bilinmezliğe  giden yolun,daja ilk andan itibaren balta ve kılıçlarla temizlenmesi gerekmektedir.Önden gidenler,yeşil ve dev bir maden ocağını anımsatan sık ormanlardan ve çalılıklardan geçerek arkadan gelenlere yol açarlar;arka arkaya dizilerek ilerler ,olası bir kızılderili saldırısına karşı hep tetikte yürürler.Ekvator ormanı sıcağı yolcuları etkilemektedir.Birden tufanı anımsatan  Ekvator Yağmuru boşanır,küçücük dereler bir anda önüne gelen herşeyi sürükleyip götüren nehirlere dönüşür,bu dereleri ya sel sularıyla boüuşarak yada yerlilerin ağaç kabuklarından yaptıkları sallanan asma köprüler üzerinden geçmek gerekir.Ispanyolların yanında bir avuç dolusu mısırdan başka yiyecek yoktur.Zehirli ve kan emen böcek sürüleriyle çevrilmiş bu adamlar,uykusuz ,aç susuz olarak ilerlemeye çalışırlar ve sonunda bitkin düşerler.Yola koyulalı daha bir hafta olmuşken,adamların çoğu bu sıkıntıya artık dayanamaz bir duruma gelir.Asıl tehlikenin kendilerini bundan sonra beklediğini bilen Nunez de Balboa,bütün  sıtmalıların ve yürüyemeyecek duruma gelmiş olanları geride bırakılmasını buyurur.Bu büyük serüvene,yanlızca seçkin adamlarla atılmak istemektedir.

Arazi sonunda yükselmeye başlar.Ekvator iklimine özgü bataklıklarda büyüyüp gelişen balta girmemiş ormanlar aydınlanır.Fakat artık korunabilecekleri ağaç gölgeside olmadığı için tepelerinden vuran kızgın Ekvator güneşi,bu tam teçhizatlı insanları kasıp kavurur.Yorgun ve bitkin düşen Ispanyollar,yavaş yavaş ve sık sık konaklayarak ,iki deniz arasındaki daracık yolu tıpkı bir belkemiği gibi ayıran  o sıradağlara tırmanmaya çalışırlar.Görüş alanı giderek açılmaya başlamıştır,geceleri hava serinlemekte  ve insanlar ferahlamaktadirlar. On sekiz gün süren bir mücadeleden sonra pek çok zorluk aşılmış gibidir.Yanlarındaki Kızılderili kılavuzun söylediğine göre,zirvesinden her iki Okyanusundan,Atlas Okyanusu ve o zaman henüz bilinmeyen ve adı olmayan Büyük Okyanus'un da görülebildiği o sıradağlar,şimdi tam önlerinde yükselmektedir.Fakat doğanın bu sert ve amansız direnişi tam kırılır gibi olduğu anda yeni bir düşmanla karşılaşırlar:Yerli kabile reisi,yüzlerce savaşçısının ileri sürerek bu yabancıların topraklarına girişini engellemek ister.Nunez de Balboa,yerlilerle savaşta hayli deneyimlidir.Onların haklarından gelmek için dolam tüfeklerini bir kere ateşlemek yeter ve böylece şimşek ve gök gürlemesinin yerliler üzerindeki sihirli etkisi,bir kere daha kanıtlanmış olur.Korku içinde haykırarak kaçan yerlilere,Ispanyollar,bılldog köpekleriyle arkadan saldırırlar.Ama bu kolay kazanılmış utkuya sevineceği yerde Balboa ,bütün Ispanyol sömürgecileri gibi acımasız davranarak bu başarısını lekeler:Savunmasız,elleri bağlı aç buldog köpeklerinin önüne canlı canlı attırarak parçalattırır.Nunez de Balboa'nın adı ölümsüzlük gününden önceki gece,iğrenç katliamla kirlenir.

Ispanyol sömürgecilerinin kişilik ve davranış biçimlerindeki bu anlaşılmaz çelişki bir kere daha kendini gösterir.Koyu birer Hristiyan olan bu insanlar,bir yandan dindarlık ve inanç bütünlüğü içinde,içten gelen kutsal bir duyguyla Tanrıya seslenirler,öte yandan da insanlık tarihinin gördüğü en rezil davranışları yine bu Tanrı adına sergilerler.Cesaretin,özverinin ve nefsi feda edip her türlü acıya katlanabilmenin kahramanca örneğini  verebilecek bu insanlar,insalık adına utanç verici bir biçimde birbirlerini aldatıp birbirleriyle çekişirler.Fakat bütün bu utanç verici davranışlarının içinde yinede bir onur duyguları vardır ve tarihsel görevlerinin büyüklüğüne yakışan bir bilinçle hareket etmektedirler.Bir akşam önce elelri bağlı suçsuz tutsakları vahşi köpek sürülerinin öenüne attıran ve ağızlarından henüz taze insan kanı damlamakta olan hayvanların dudaklarını hoşnutlukla okşayan Nunez de Balboa,yaptığı şeyin önemli olduğunun farkındadır.

Katliamdan hemen sonra ,akşamüstü yerlilerden biri ona yakındaki bir tepeyi işaret ederek bilinmiyen deniz Mar del Sur'un buradan görülebileceğini söyler.Balboa derhal harekete geçer.Yaralıları ve yorgunları,yağmaladıkları köye bırakır ve yola devam edebilecek olanlara ki yola çıkan yüzdoksan kişiden ,altmış yedi kişi kalmıştı,dağa tırmanmalarını emreder.Sabahleyin saat ona doğru,tepeye ince yaklamış bulunmaktadırlar.Aşmak zorunda oldukları küçücük ve çıplak bir tepecik daha vardır,sonra önlerinde uzanan uçsuz bucaksız dünyayı seyredebilecektir..

Tam o sırada Balboa,adamlarına durmalarını emreder,Peşinden hiç kimsenin gelmemesini söyler;çünkü bu bilinmiyen okyanusu ilk kez görecek olan bakış anını kimselerle paylaşmak istemez.Dünyamızın iki büyük okyanusdan biri olan Atlas Okyanusunu geçtikten sonra,Büyük Okyanus'u da gören ilk İspanyol,ilk Avrupalı ve ilk hristiyan olmak ve öyle de kalmak ister.Bu büyük anın önemiyle iyice sarsılmış ve kalbi çarpar bir durumda,sol elinde bayragğı,sağ elinde kılıcı ile bu uçsuz bucaksız boşluktaki ıssız siluete doğru yürür ve yavaş yavaş,hiç acele etmeden tepeye tırmanır.Artık düşleri gerçekleşmiştir.Yanlızca bir kaç adım daha;mesafe gittikçe azalır ve şimdi,tam tepeye ulaştığı zaman manzara ile karşılaşır.Nunez de Balboa ,içine bu uçsuz bucaksız denizdeki maviliğin yansıdığı ilk Avrupalı gözün,kendi gözü olduğunu bilmenin verdiği keyif ve gururla kendinden geçer ve önünde uzanan o eşsiz manzaraya bakar.

Vasco de Nunez de Balboa,kendine gelir ve sevincini paylaşmak için adamlarını  ve can yoldaşlarını yanına çağırır.Adamları,husursuz,heyecan içinde,soluya soluya ve haykırarak tepeye tırmanırlar ,mavi sonsuzluğu görünce hayret içinde kalırlar.Kafileye eşlik eden Peder Anders de Vara,birdenbire bir Ilahi söylemeye başlar ve herkes katılır. Yerliler,üzerine Ispanya Kralının adının baş harfleri  kazınacak bir haç dikmek için bu adamların,pederin bir tek sözü üzerine ,bir ağacı nasıl yere yıktıklarını hayretler içinde seyrederler.Ve şu anda,zirvede yükselen haç,tahta kollarıyla iki Okyanusu kuçaklar.

Nunez de Balbao ,bu korkunç sessizlik sırasında öne çıkarak askerlerine bir söylev çeker ;Krala ve kiliseye bağlılığını perçinler.Eğer adamları ,kendisine şimdiye kadar gösterdikleri bağlılıklarını sürdürmeye devam edecek olurlarsa bu yeni Hindistan'dan Ispanyanın en zengin insanları olarak geri döneceklerdir.Balboa,rüzgarın gittiği bütün toprakları Ispnaya Krallığı adına ele geçirebilmek için bayrağını dört rüzgar yönünde sallar.Daha sonra bu tarihsel anı gelecek kuşaklara aktaracak bir belge düzenlenmesi için Katibi Andres de Valderrabano'yu yanına çağırır.Katip,kapalı bir tahta kutuda sakladığı hokkası ve kalemiyle balta girmemiş Ekvator ormanlarından geçirerek buraya kadar taşıdığı bir parşömen kağıdını açar ve Güney Denizinin ,Mar del Sur'un ,bu toprakların valisi ,asil ve  yüca kaptan Nunez de Balbao tarafından keşfinden hazır bulunmuş olan bütün soyluları,şövalyeleri ve askerleri,bu denizi ilk defa Senor Vasco Nunez'in gördüğünü ve kendisinden sonra geleceklere  göstermiş olduğunuda doğrulamaya çağırır.

Sonra, bu altmış yedi insan tepeden aşağıya inerler ve 25 Eylül 1513 tarihinde insanlık,yeryüzünün o zamana kadar bilinmeyen son okyanusunuda böylece öğrenmiş olur.

Artık kesinlik kazanmıştır.Balboa ve adamları denizi görmüşlerdir.Şimdi hemen aşağıya ,sahile inip nemli dalgarı hissetmek ister.Iniş 2 gün sürer.Nunez de Balboa dağdan deniz ine en kısa yolu bulmak için adamlarını gruplara ayırır.Bunlardan Alonzo Martinin yönetimindeki 3.grup ,kumsala ilk olarak varır.Bu serüven düşkünlerinin en sıradan askerleri bile kendilerini şöhret düşkünlüğüne öylesine kaptırmışlar ve ölümsüz tutkusu öyle güçlüdürki sıradan bir adam olan Alonzo Martin bile derhal katibi çağırarak henüz adı konulmamış bu sulara ilk elini sokanın kendisi olduğunu belgeyle onaylatır.Alonzo daha sonra denize ulaştığını Balboya bildirir..Nunez ,yeni bir heyecanla ve çoşkuyla hemen harekete geçer ve ertesi gün,yani başmelek Mikail'in takvim günü ,tıpkı başmelek Mikail gibi silahlanmış olarak yirmi iki adamıyla birlikte ,görkemli bir törenle bu yeni denizi kendi egemenliklerin almak için kumsalda belirir.Balboa hemen denize doğru yürümez,yüce efendileri gibi gururla ve ihtişamla bir ağacın altında dinlenerek yükselen denizin,dalgalarını yanına kadar atmasını ve uysal bir köpek gibi ayaklarını yalamasını bekler.Bundan sonra ayağa kalkar,güneşte bir ayna gibi parıldayan kalkanını omzuna atar,bir elinde kılıcı,bir elinde Meryem Ana tasvirleri bulunan kastilya sancağı olduğu halde denizin içine doğru yürür.Dalgalar kalçalarına vurmaya başladığı ve gövdesi bütünüyle okyanusun sularına girdiği zaman,o ana kadar asi ve umutsuz serüvenci  Nunez de Balboa ,şimdi Kralın en sadık uşağı ve kahraman komutanı olarak,sancağını dört bir yana sallayarak yüksek sesle şöyle der : '' Onların adına ve Ispanya kraliyet tacı yararına bu denizlere ,bu toprakları ve bu denizleri ,üzerinde herhangi bir prens  ya da bir kaptan hak iddia edecek olursa,ister Hıristiyan ister dinsiz,hangi inançtan olursa olsun buraları Kastilya kralı adına,şu andan başlayarak ve her zaman dünya döndükçe  ve kıyamet gününe kadar savunacağıma ant içiyorum ''

Balboa'nın arkasında tüm ispanyollar ,bu yemini tekrarlarlar ve sözcükler dalgaların müthiş uğultusunu bir an için bastırır.Daha sonra her biri,dudaklarını deniz suyuyla ıslatır; Katip Andres Valderrabarno,bu toprakları kral adına sahiplenme sahnesie tekrar katılır ve belgesini şu sözlerle tamamlar '' Bu yirmi iki insan ile katip Andres de Valderrabano,ayaklarını bu Mar del Sur'a sokan ilk Hristiyanlardandır  ve hepsi bu denizin suyununda ,öteki denizin suyu gibi tuzlu olup olmadığını anlamak için ağızlarını ıslatmışlar ve bu suyunda ötekisi gibi olduğunu görünce,Tanrıya şükretmişlerdir.''

Büyük serüven başarıyla sonuçlanmıştır,Şimdi para kazanma zamanıdır.Gerçi İspanyollar yerlilerden zorla ve değiştokuş yoluyla biraz altın elde etmektediriler; ancak bu büyük çoşkunun ortasında onları yeni bir sürpriz beklemektedir.Çünkü yerliler civardaki adalada bolca bulunan ve aralarında Cervantes ve lope de Vega'nın övgüyle söz ettikleri  '' Pellegrina '' diye adlandırılan,Ispanyol ve Ingiliz Krallarının taçlarını süsleyen,dünyanın en güzel  ve paha biçilmez incilerinden avuç avuç getirmektedirler.Ispanyollar,burada istiridye ve kum tanecikleri kadar bol bulunan bu incilerle bütün ceplerini ,bütün torbalarını doldururlar.Fakat kendileri için yeryüzünde en önemli olan şeyi yani Altını sorduklarında,kabile reislerinden biri,dağ çizgilerinin ufukta yavaş yavaş kaybolduğu güney yönünü işaret eder ve orada çok zengin bir ülke var der,Bu ülkenin hükümdarları altın kaplarda yemek yerler ve dört ayaklı kocaman kocaman hayvanlar( lamalar ) ,bu paha biçilmez yükleri kralın hazinesine taşırlar.Kabile reisi denizin aşağısında ,güneyde,dağların arkasında bulunan ülkenin adınıda söylerler '' Biru '' gibi söylenen ve kulağa hoş gelen yabancı bir isim.

Vasco Nunez de Balboa reisin eliye işaret ettiği yöne,dağların ufukta kaybolduğu noktaya bakar ve gözlerini oradan bir türlü ayıramaz.Insanın aklını çelen bu yumuşak '' Biru '' sözcüğü hemen içine işlemiştir.Kalbi heyecanla atmaktadır.Yaşamnda ikinci keza hiç beklemediği bir anda kendisine çok önemli bir haber veriliyordu.İlk haberi ona Comagre vermişti.Çevredeki denizle ilgili bu haber gerçek çıkmıştı.Inciler kumsalını ve Güney denizini ,Mar del Sur'u bulmuştu; belki bu ikinci haberde doğru çıkacak ve Başboa dünyanın en zengin ülkesini ,Inkalar krallığını ele geçirecekti.

Nunez de Balboa,özlem dolu bakışlarını ufuktan bir türlü ayıramamaktadır.'' Biru '' ,'' Peru '' sözcüğü tıpkı bir çıngırak gibi tüm benliğini sarmıştır.Ama çaresizlik içinderi ve bu da ona acı vermektedir.İki yada üç düzine yorgun adamla ülkeler ele geçirmke olası değildir.O halde hemen Darien'e dönmli ve kuvvet topladıktan sonra artık biline yollardan geçerek bu yeni altın ülkesine gitmelidir.Fakat bu geri dönüş yolculuğu de pek kolay olmayacaktır.Ispanyollar Ekvatorun balta girmemiş ormanlarıyla yeniden mücadele etnej,yerlilerin baskınlarına karşı koymak zorundadırlar.Dört ay süren korkunç güçlüklerle dolu zorlu bir yürüyüşten sınra 19 Ocak 1514 te ,tekrar Darien'e varanlar artık savaşçı değil,son bir gayret gösterip ayakta kalmaya çalışan sıtmaı küçüçük bir kafiledir.Yorgunluk ve bitkinlikten neredeyse ölecek hale gelmiş olan Balboa'yı da yerliler bir hamak içinde taşımaktadırlar.Fakat tarihin en büyük işlerinden biri başarılmıştır.Balboa veridği sözü tutmuş,kendisiyle birlikte bilinmezliğe gelme,yürekliliğini gösteren herkes zengin olmuştur.Balboa'nın askeleri,Kolomb'un ve öteki sömürgecilerin hiçbir zaman ele geçiremediği altınlarla,Güney denizi kıyılarından dönmüşlerdir ve öteki sömürgecilerde bu işten kendi paylarını almışlardır.Ganimetin beşte biri de taht için ayrılmıştır.Bu büyük adamın,zavallı yerlilerin bedenlerini vahşice parçalayan köpeği leoncico'yu bile ganimetin paylaşılması sırasında unutmayarak savaşçılardan biriymiş gibi beşyüz altınla ödüllendirmesini kime ayıplamaz.Böylesine kusursuz bir adamın vali gibi otoriter davranmasına kimse karşı çıkmamaktadır.Bir zamanlar devlete başkaldırmış  bu asi adam,şimdi bir ilah gibi görülmekedir ve Kolombdan bu yana Kastilya tahtı için en büyük işi başarıyla sonuçlandırdığı haberini Ispanya'ya gururla gönderir.Şansının güneşi,o ana kadar üzerine çöken bütün kara bulutları dağıtmış ve onu en yükseklere çıkarmıştır.

Fakat Balboa'nın sevinci uzun sürmez,Birkaç ay sonra ,güneşli bir haziran gününde Darien halkı hayret içinde kumsala koşar ,Ufukta bir yelkenli belirmiştir ve dünyanın bu kaybolmuş köşesinde bir mucize gibi karşılanır.Derken bu geminin yanında ikinci bir gemi daha görülür ve sonra bir üçüncüsü,derken bir dördüncüsü,bir beşincisi ve az sonra sayıları onu,hayır on beşi,hayır hayır yirmiyi bulur;bütün bir filo ,limana doğru hızla yol almaktadır.Kısa bir süre sonra da gerçek iyice anlaşılır;Bütün bu gemilerin buralara gelmesini sağlayan şey,Balboa'nın krala yazdığı bir mektuptur.Ama başarılarını  ve kahramanlıklarını  bildirdiği mektup değil,yerli kabile reisinin çevredeki altın ülkesi ve Güney Deniziyle ilgili sözlerini bildirdiği  ve buraları ele geçirmek için ikibin kişilik  bir ordu istediği bir önceki mektuptur.Ispanyol tahtı böyle bir sefer için  hiç duraksamamış,görkemli bir filo hazırlayıp hemen yola çıkartmıştır.Ama bu son derece önemli görevi,Nunez de Balboa gibi bir asiye,kötü ün sahibi bir serüven adamına vermek,Sevilla'da da Barcelona'da da kimsenin aklına gelmemiştir.Kralın Valisi olarak sömürgede düzeni yeniden kurmak,şimdiye kadar yapılan bütün yolsuzlukların  ve işlenen cinayetlerin hesabını sormak,Güney Denizini bulmak ve sözü edilen  altın ülkesini ele geçirmek üzere zengin ,soylu ve itibar sahibi ,atlmış yaşlarında  ve genellikle Pedrarias diye anılan Pedro Arias Davilla'yı donanmayla göndermişti.

Fakta Pedrariras için can sıkıcı bir durumdur.Bir yandan,önceki valiyi kovduğu için asi Nunez  de Balboa dan hesap sormaya ve eğer suçu sabit görülürse onu zincire vurmaya ve yargılamaya menur edilirken,öte yandan da Güney denizini bulmakla görevlendirilmiştir.Ama gemisi daha karaya yanaşır yanaşmaz,hesap sormaya geldiği bu asinin bütün olağanüstü işleri tekbaşına başarmakla Amerikanın keşfinden bu yana Ispanyol tahtı için en büyük görevi yaptığını ,yalnızca kendisinin olan bu utkuyu haklı olarak kutladığını öğrenir.Kuşkusuz,böyle bir adamı yargılayıp adi bir suçlu gibi celladın eline teslim edemezdi;onu saygıyla selamlayıp içtenlikle kutlaması gerekt.Fakat Nunez de Balboa mahvolmuştu.Pedrarias gerçekleştirmek  üzere gönderildiği  ve kendisine asırla boyunca büyük bir ün sağlayacak bu çok büyük işi kendi başına yapmış olan bu rakibi hiçbir zaman bağışlamayacaktır.Gerçi sömürgecileri daha şimdiden kızdırmamak için bu kahraman eşkiyaya beslediği kini gizlemek zorunda kalır,soruşturma ertelenir ve Pedrarias ,Ispanyadaki kızını Nunez de Balboa'ya nişanlayarak göstermelik bir barış yapar.Ancak Balboa'ya karşı beslediği kin ve kıskançlık duygusu kesinlikle azalmaz,aksine  Balboa nın elde ettiği başarılardan nihayet haberdar olan Ispanya dan bir zamanların asisine hak ettiği payeyi vererek onu soyluluğa yükselten  ve Pedriarias'ı her önemli konuda ona danışmak zorunda bırakan kararnamenin gelmesiyle bu kin ve kıskançlık duygusu daha da artar.Bu küçük ülkeye iki vali fazladır,ikisinden  birinin ortadan yok olması,birinin geri çekilmesi ve oyunu kaybetmesi  gerekecektir.Askeri kudret ve yargı gücü Pedrarias'ın elinde bulunduğu için Vasco Nunez de Balboa,başının üzerinde dolaşan kılıcı hissetmektedir.Bu yüzden birincisinde kendisine o eşşiz başarıyı sağlamış olan  kaçışı tekrarlamak ve bir kere daha ölmezliğie sığınmak ister.Bu amaçla Pedrarias'tan,Güney denizi kıyılarını etraflıca araştırmak ve daha geniş bir bölgeyi ele geçirmek üzere  emrine bir kuvvet verilmesini ister.Fakat bu eski asinin gerçek amacı,denizin öteki kıyısında kendi başına,her türlü denetimden ızak,kendi filosunu kurmak ve kendi topraklarının efendisi olmak ve hatta,eğer işler yolunda gidecek olursa,o efsanevi Biru'yu ,Yenidünyanın altın ülkesini ele geçirmektir.Pedrarios onun bu istediğini sinsice onaylar ,Eğer Balboa bu girişiminde başarısızkığa uğrarsa iyi olacak fakat başarılı olursa ,bu hırslı adamdan kurtulmak için epeyce uğraşması gerekecektir.

Böylece,Nunez de Balboa'nın ölümsüzlüğe yaptığı bu ikinci sığınma yolculuğu başlamış olur.Bu yeni girişimi,birincisinin tarihte sağladığı başarıyı kazanmamış olsa da çok daha görkemli geçer.Balboa,yine dağları aşarak gerçekleştirdiği bu yürüyüşü yanlızca adamlarıyla yapmaz,birincisinin aksine dört gemi yapımına yetecek kadar kereste,kalas,yelken bezi,çapan ve bocurgatı binlerce yerlinin sırtına yükleyip taşıtır.Çünkü orada bir donanma kuracak olursa,o zaman bu bölgedeki bütün kıyıları ,inci adalarını ve efsaneler ülkesi Peru'yu ele geçirebilir,Fakat hiç bir zaman yılmayan bu kararlı adamın şansı bu kez yüzüne gülmez ve karşısına yeni engeller çıkar.Balta girmemiş Ekvator Ormanlarından geçerken kurtlar odunları yiyip bitirir,çok zor koşullarda  getirilen kalaslar işe yaramaz hale gelir.Balboa,cesaretini  kaybetmez  ve Panama körfezinde ağaçlar kestirerek yeni kalaslar biçtirir.Azim ve kararlılıkla gerçek bir mucize başarılır.Çalışmalar başarıyla sonuçlanmıştır ve Büyük Okyanus'un ilk gemileri harekete hazırdır.Ancak tam bu sırada çıkan bir fırtına,gemilerin bulunduğu nehirlerin kabarmasına neden olur ve denize sürüklenen gemiler parçalanır.Ancak üçüncü bir girişim sonunda iki gemi yapılabilir .Fakat Balboanın daha üç gemiye ihtiyacı vardır.Ancak  o zaman yola çıkabilir ve kabile reisinin  güneyi işaret ettiği  ve aklını çelen '' biru '  sözcüğünü ilk kez duyduğu andan beri gece gündüz hayal ettiği o altın ülkesini ele geçirebilir.Nunez de Balboa,bir kaç cesur asker ,daha getirtip oluşuracağı seçme bir birlikle kendi devletini kurabilir ! Yanlızca bir kaç ay daha zamana ve birazda şansa gereksinimi vardır.O zaman dünya tarihine ,Inkalar galibi ve Peru tarihi Pizarro'nun  adı değil,Nunez de Balboa nın adı geçecektir.

Fakat şans en çok sevdiklerine  bile her zaman cömert değildir.Ilahların Insanoğluna iz bırakan işler başarma şansını bir defadan fazla verdikleri pek görülmemiştir.

Nunez de Balboa,bu büyük girişime demir gibi bir iradeyle hazırlanmıştı.Fakat hazin sonunu hazırlayan da yine bu sarsılmaz  iradesi oldu.Bu sırada Pedrarias 'ın kuşkulu bakışlafı,onun bütün amaçları kaygıyla izlemektedir.Belki de biri Balboa'ya ihanet etmiş ve onun hırs dolu hükümranlık hülyalarını Pedrarias'a bildirmişti;belki de Pedrarias ,kıskançlık yüzünden eski asinin başarılı olmasından çekiniyordu.Her ne olmuş olursa olsun,Pedrarias ,Balboa'ya dostça bir mektup gönderip bu büyük girişim için harekete geçmeden önce kendisiyle son bir kez daha görüşmesi için Darien yakınlarındaki  Acla kentine gelmesini ister.Pedrarias'tan askeri destek alacağını uman Balboa çağrıya uyarak hiç vakit kaybetmeden Darien'e döner .Kentin kapıları dışında  küçük bir müfrez ona doğru ilerlemektedir.Balboa  askerlerin kendisini karşılamaya geldiklerini sanarak ve komutanlarını,pek çok senelik silah arkadaşı,Güney Denizinin keşfi sırasında  yanından  hiç ayırmadığı güvenilir dostu Francisco Pizzaroyu kucaklamak üzere sevinç içinde onlara yürür.

Fakat Francisco Pizarro ,Balboa'nın omzuna ellerini koyar  ve kendisini tutukladığını söyler.Çünkü Pizarro da ölümsüzlük arzusuyla  yanıp tutuşmaktadır;altın ülkesini ele geçirme arzusu onu da sarmıştır ve böylsine gözüpek bir adamın ayakaltından çekilmesi,işine gelmektedir.Vali Pedrarias,düzmece bir isyan olayı yüzünden dava açar ve yargılama çabuk sonuçlanır.Birkaç gün sonra Nunez de Balboa ve en sadık arkadaşları,boyunlarının vurulacağı kütüğün önüne getirilirler,Celladın baltası havada parlar ve yere düşen baştaki gözlerin ışığı,dünyamızı çevreleyen her iki Okyanusuda insanlık tarihinde ilk defa görmüş olan ışık söner 






* Bu yazı Stefan Zweig'ın ' Insanlığın Yıldızının parladığı anlar ' adlı eserinden aktarılmıştır.

No comments:

Post a Comment