Wednesday, July 25, 2018

BÜYÜK OKYANUSUN KEŞFI 25 Eylül 1513






Christophe Colomb,Amerikayı keşif seferiden döndükten sonra ve Barcelonanın kalabalık caddelerinden bir tören havasında geçerken,beraberinde getirdiği tuhaf ve paha biçilmez ,pek ok şeyi,o ana kadar hiç  tanınmayan bir ırkın kırmızıderili  insanlarını,hiç görülmemiş hayvanları,çığlıklar atan rengarenk papağanları,hantal ve ağır ağır yürüyen tapirleri ve bir süre sonra Avrupa'yı kendilerine vatan edinecek olan ilginç bitkileri ve meyveleri ,hintbuğdayı,tütün ve hindistancevizini halka gösterir.Bütün bunlar sevinç çığlıkları atan kalabalık tarafından büyük bir hayranlıkla karşılanır;fakat kral ve kraliçe ile danışmalarını en fazla etkileyen  ve heyecanlandıran şey,içi altın dolu birkaç küçük sandık ve sepet olur,Colomb'un Yeni Hindistan'dan yanında getirdiği altın miktarı pek fazla değildi;yerlilerle değiştokuş yaptığı yada zorla ele geçirdiği  birkaç külçe altın ve ziynet eşyası,bir iki avuç dolusu kadar da altın tozu,altından daha çok altın tozu ancak bir kaç yüz sikke altını basacak ganimettir.Büyük bir hayalperest olan Colomb ,gösterdiklerinin yanlızca küçük birer örnek örnek olduğunu böbürlenerek  ve de ustaca uydurur.Güvenilir kaynaklardan öğrendiğine göre,bu yeni adalarda sonsuz altın madenleri bulunmakta,bu paha biçilmez maden oradaki bazı tarlalarda ,ince toprak tabakasının  altında düz plakalar halinde yatmaktadır.Basit bir kazmayla kazılıp kolayca çıkarılabilinirdi;hatta burada güneye gidildiğinden insanın karşısına  öyle ülkeler çıkıyomuşki,kralları içki kadehlerini aktın fıçılardan  doldururlarmış ve buralarda altının değeri Ispanyada kurşuna verilenden çok daha düşükmüş .Her zaman para sıkıntısı çeken kral,kendi memleketinde bulunan bu yeni altın madeninin öyküsünü hayranlıkla dinler.Çünkü Colomb'un tam bir deli olduğu,anlattığı şeylerin doğruluğundan kuşkulanılması gerektiği henüz bilinmemektedir.ikinci yolculuk için hemen büyük bir filo hazırlanır ve mürettabatı oluşturmak için bu kez davulcular ve tellalar  da gerekli değildir.Bu yeni keşfedilen altın ülkesinde altının avuçla toplandığı haberi Ispanyolalrı çıldırtır ve Eldorado'ya ,alton ülkesine gitmek için yüzlerce ve binlerce insan akın eder.

Fakat gözlerini hırs bürümüş bu insanların bütün kentlerden ,bütün köy ve kasabalardan akıp gelmeleri ne kadar da hüzün vericidir.Yanlızca salet armalarını altınla daha iyi yaldızlamak isteyen gerçek soylular,gözüpek serüven düşkünleri yada yiğit askerler değil,Ispanyanın tüm pisliği ve çamuru da Palos'a ve Cadiz'e akın eder,altın ülkesinde daha karlı bir iş edinme hevesine düşmüş bütün damgalı hırsızlar,yol kesen eşkiyalar,çapulcular,borçlular,yaşamlarını çekilmez kılan karılarından kaçıp kurtulmak isteyen kocalar,umutsuzlar ve işlerinde başarısız olanlar,kısaca Ispanyol adliyesinin aradığı ne kadar çapulcu yada hırsız varsa tümü Eldoradaya gidecek olan filoya başvurdular.Bir çırpıda zengin olmak için herşeyi yapabilecek insan topluluğuydu.Bunlar,o ülkelerde toprağın basit bir kazmayla kazıp külçe külçe altın çıkarabildiğini söyleyen Colomba öyle inanmışlardıki,içlerinde hali vakti yerinde olanlar,bu değerli madeni büyük parçalar halinde hemen alıp götürmek iin yanlarına uşaklar ve katırları alırlar.Bu yeni yolculuğa alınmayaı başarayamayn larda başka bir yol seçmek zorunda kalırlar.Altın ülkesine  daha çabuk varmak ,ve bütün altınları ele geçirmek için kralın iznini bile almayı gerekli görmeyen bu serüven düşkünü insanlar kendi hesaplarına gemiler donatırlar ve Ispanya,başına belada olan bütün çapulculardan ve en tehlikeli eşkiyalardan  bir anda kurtulmuş olur.

Espanola ( once San Domingo ve sonra Haiti denilicektir ) valisi,bu davetsiz konukların,yönetimindeki adayı doldurmalarını  dehşetle seyreder.Her yıl sayıları daha da çoğalarak gelne gemiler yükleriyle ,her defasında gözlerini ihtiras bürümüş bir sürü insanı limana indirmektedir.Ama gelenler müthiş bir hayal kırılığına uğramaktadırşer;çünkü öyle söylendiği gibi buranın sokaklarında gelip toplanılmayı bekleyen ne külçe altın vardır nede üzerlerine vahşice saldırdıkları  şansız yerlilerden  bir altın zerresi bile almak olasıdır.Valiyi ve bathsız yerlileri dehşete düşüren  bu azgın insan süresi ,adayı bir uçtan uca dolaşıp eşkiyalık yaptılar.Valinin toprak verip hayvan dağıtarak,hatta bolca insan gücü sağlayıp her birine sayıları altmış yetmişe ulaşan yerlileri köle olarak vererek adaya yerleşmeleri için gösterdiği çaba da boşunadır.Gelenlerden ne yüksek asalet sahibi kişiler ne de bir zamanların çapulcularıburaya yerleşmeye ve toprakla uğraşmaya isteklidir..Çiftlik sahibi olup nuğday ekmek ya da hayvan gütmek için buraya gelmemişlerdir;ekip biçme işleriyle uğraşma yerine yerli halka eziyet etmeyi ( bir kaç yıl içinde bütün ada halkını vahşice yok edeceklerdir )  yada günlerini batakhanelerde geçirmeyi seçtiler.Birçoğu kısa zamanda öyle bir borç batağına düşer ki,valinin verdiği mal ve mülkten başka pelerinlerini,şapkalarını  ve hatta üzerlerindeki son gömleklerine varıncaya kadar  her şeylerini sattıkları halde ,yine de tacirlerin  ve tefecilerin elinden kendilerini kurtaramazlar.

İşte bu yüzden,adada saygın kişiliğiyle tanınan hukukçu Martin Fernandes de Enciso'nun 1510 yılında Terra Ferma'daki sömürgelerinin yardımına koşmak amacıyla yeni bir birlik  oluşturup bir gemi donattığının haberi,Espanolada başarısızlığa uğramış bu insanlar için büyük sevinç kaynağı olur.Çünkü iki ünlü serüven düşkünü adam Alonzo de Ojeda ve Drego de Nicusea ,1509 tarihinde Kral Ferdinand'dan Panama Boğazı ile Venezuela kıyılarının  hemen yakınlarında ( Castilia del Oro ) Altın kastilya adını verdikleri bir sömürge kurma ayrıcalığı almışlardır:bu altını çağrıştıran isim karşısında kendine geçen,söylenen herşeye hemen inanan bu deneyimsiz hukuk adamı,bütün servetini bu işe yatırmıştır.Fakat San Sebastian'da,Urba körfezinde kurulan bu yeni sömürgenden tek bir altın  bile gelmediği gibi,tam aksine acı imdat çığlıklar yükselir.Adamlarını yarısı yerlilerle sürdürülen savaşlarda,diğer yarısı da açılk ve sefalet yüzünden yok olur.Bu işe yatırdığı parasını kurtarmak isteyen Enciso,servetinin geri kalanını da ortaya koymaktan çekinmez ve yardıma koşmak üzere yeni bir birlik oluşturur.Enciso'nun  asker aradığı haberi duyulur duyulmaz bütün bu umutsuz insanlar,Espanola'nın bütün sefilleri,bu olanaktan yararlanarak onunla birlikte buradan uzaklaşmak isterler.Yanlızca buradan uzaklaşmak,borçlulardan ve soluğunu sürekli enselerinde hissetikleri validen kaçıp kurtulmak ! Fakat alacaklılar da tetikte beklemektedir;alacaklı oldukları bu insanları gizlice sıvışıcaklarını ve bir daha yüzlerini göremeyeceklerini  fark ederler ve valiye başvurarak kendisinden özel izin almayan hiçbir kimsenin adadan dışarıya bırakılmamasını sağlamak isterler.Vali onları haklı bulur ve isteklerini yerine getirir.Ada üzerinde sıkı bir denetim başlar.Enciso'nun yardım gemisi limanın dışından bekletilmektedir,hükümet gemileri devriye gezmkete ve izinsiz bir tek kişinin bile gemiye binmesi engellenmektedir.Ölümden,namuslarıyla çalışmak yada gırtlağına kadar borca girmekten daha az korkan bu umutsuz insanlar,Enciso'nun gemisinin kendilerine geride bırakarak yelkenlerini şişirip yeni bir serüvene doğru denize aılan derin bir hüzün ve öfkeyle seyrederler

Espanola'dan yola çıkan Encisonun gemisi bütün yelkenlerini şişirmiş,Amerika kıtasına doğru ilerlemekte ve adanın son çizgileri mavi ufukra gitgide  kaybolmaktadır.Gemi sakin sakin yol almaktadır,öyle dikkat çekici bir şeyde yoktur şimdilik.Yanlızca  görkemli bir buldog köpeği tedirgin tedirgin geminin güvertesinden dolaşıp  yerleri koklamaktadır;bu heybetli hayvanın kime ait olduğunu ve gemiye nasıl girdiğini kimse bilmektedri.Ancak köpeğin son gün gemiye getirilen büyük bir erzak sandığının önünden bir tür ayrılmayışı  dikkat çeker.Sandık hiç beklenmedik bir biçimde kendiğilinden açılır ve içinden,tıpkı Kastilya kentinin azizi Santiago gibi kılıç ,miğfer ve kalkanla tepeden  tırnağa  silahlanmış otuzbeş yaşlarıdan bir adam çıkar.Cesaretin ve becerikliliğin ilk denemesini akıllara durgunluk verircesine yapan bu adamın adı,Vasco Nunez de Balboa'dır.Jerez de Los Caballeres'de soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya  gelen bu adam,sıradan bir asker olarak Rodrigo de Bastidas'la birlikte Yeni dünyaya yelken açmış ve pekçok serüven yaşadıktan sonra Esponala'da karaya çıkmıştır.Ada valisi,Nunez de Balboa'yı iyi bir sömürgeci yapmaya boş yere uğraşmış,Nunez de Balboa valinin verdiği çiftliği  bir kaç ay sonra  yüzüstü bırakmıştır;alacaklılardan yakasını nasıl kurtaracağını bilemeyerek kadar beş parasızdır.Ama kıyıda bekleyen öteki borçlular,yumruklarını skıp  öfkeyle Enciso'nun gemisine binmelerine engel olan hükümetin devriye teknelerine çaresizce bakarlarken,Nunez de Balboa bir erzak sandığına gizlenip kimsenin böyle bir kurnazlığı aklına getirmediği hareket anından yararlanarak kendisini gemiye taşıttırmakla,Diego Colomb'un kordonunu  cesurca yarmış olur.Bu kaçak yolcunun varlığı ancak gemi geri dönülmeyecek kadar kıyıdan uzaklaştıktan sonra anlaşılır.

Enciso bir hukuk adamıdır ve oğu hukukçu gibi o da romantik şeylere pek ilgi duymaz .Yeni sömürgenin alcalde'si ,yani polis müdürü olarak,böyle hilekar kimselerin ve karanlık işlerle uğraşanların  varlığına  katlanmak istenmemektedir.Nunez de Balboa'ya dönerek kendisini yanında götürmeyi kesinlikle düşünmediğini ve üzerinde insan bulunmasın rastlayacakları ilk adaya bırakacağını sert bir üslupla bildirir.

Ancak iş bu noktaya varmaz.Çünkü gemi,Castilia del Oro'ya doğru yol alırken ( henüz keşfedilmemiş bu boğazlardan sayıları bir düzineyi bulan gemilerin geçiyor olması,o zamana göre bir mucizedir,kısa zaman sonra ünü bütün dünyaya yayılıcak olan Francisco Pizzaro adında bir adamın yönetimindeki içi hıncahınç insan dolu bir sandalla karşılaşır.Sandaldakiler,Enciso'nun sömürgesi San Sebastian'dan gelmektedirler ve gemidekiler onları görevlerini sorumsuzca bırakmış asiler sanır.Ancak,sandaldakiler ,Enciso'yu dehşete düşüren şu haberi verirler.Artık San Sebastian diye bir yer mevcut değildir ve bir zamanların sömürgesinden geriye kalan yanlızca onlardır.Komutan Ojeda bir gemiyle kaçmış,iki küçük sandaldan başka ellerinde hiçbir gemi kalmayan kendileri ise,bu iki küçük sandala binebilmek için arkadaşları öle öle yetmiş kişi kalıncaya kadar beklemek zorunda kalmışlardır.Bu iki sandaldan bir tanesi yok olmuştur.Pizzaro'nun sandalındaki bu otuz dört kişi,Castillai del Oro sömürgesinden  hayatta kalmayı başarabilen son insanlardır.Bu durumda nereye gideceklerdir ? Pizarro'nun antlattıklarını duyduktan sonra,Enciso'nun adamlarıibu yazgısına terk edilmiş sömürgenin korkunç sıtmalı iklimine  ve yerlilerin zehirli oklarına kendilerini teslim etmek istemezler.Tek çıkar yol,Espanolay geri dönmektir.İşte bu tehlikeli olabilecek karar aşamasında Vasco Nune de Balboa birden ortaya atılarak Rodrigo de Bastidas'la birlikte yaptığı ilk geziden dolayı Orta Amerikanın  bütün kıyılarını çok iyi bildiğini ve anımsadığına göre,o zaman,sularında zengin altın cevheri bulunan bir nehrin kıyısında,üzerinde  sevimli ve güler yüzlü yerlilerin yaşadığı Darien adında bir yer bulduklarını söyler.Yeni sömürge işte orada kurulmalıdır; bu felaket yerde deği !

Tayfa hemen Nunez de Balboa'dan yana çıkar.Onun önerisine uyarak Panama kıstağındaki Darien'e dümen kırılır,orada yerliler alışageldiği üzere kılıçtan geçirilir ve ele geçirilen ganimetle arasında altında bulunduğundan ,desperadolar yeni sömürgenin burada kurulmasını kararlaştırığ ilahi bir şükran duygusuyla bu yeni şehre Santa Maria de la Antigua del Darien adını verdiler.Sömürgenin tüm parasal gereksinimlerini karşılayan bahtsız Enciso,Nunez de Balboa'nın gizlendiği  o sandığı,onunla birlikte hemen denize atmadığına pek yakında pişman olacaktır;çünkü bu gözüpek adam,birkaç hafta içinde yönetimi bütünüyle eline geçirmişti.Bir hukuk adamı olarak yasalara ve düzene saygılı  yetişmiş olan Enciso,o sıralarda henüz bir vali bulunup atanamadığı için Ispanya kralı adına polis müdürlüğü görevini üstlenmiş,sömürgeyi yönetmeye çalışmakta,temizlettirip yerleştiği sefil bir yerli kulübesinde,Sevilla'daki adliye sarayındaki  odasında oturuyormuş gibi sert buyruklar vermektedir.Enciso,henüz tek bir insan ayağının bile basmadığı bu yabanıl doğada yerlilerden altın toplamayı krallığın malı olduğu gerekçesiyle askerlerine yasaklar,eğitim görmemiş bu azgın sürüye düzeni ve kanunu dayatmaya uğraşır; fakat içgüdüleriyle hareket eden serüven düşkünü bu insanlar,kılıç adamının yanında yer alarak kalem adamına isyan ederler.Kısa süre sonra sömürgenin asıl efendisi Balboa olur.Enciso canını kurtarmak için kaçmak zorunda kalır.Düzeni sağlamak için kralın gönderdiği Vali Nicuesa'yı ise Balboa karaya bile çıkartmaz;kralın,yönetimini kendisine verdiği bu ülkeden kovalan bu bahtsız adam ,dönüş yolculuğu sırasında boğulur.

İşte bir zamanlar sandığa saklanmış olan nunez de balboa,sömürgenin efendisi olur.Fakat elde ettiği başarıya karşı içi pek rahat değildir.Çünkü krala açıkca başkaldırmıştır ve gönderilen valinin ölümüne neden olduğu için bağışlanma umudu da yok denecek kadar azdır.Kaçmış bulunan Enciso'nun şikayet dilekçesiyle birlite Ispanya yolunda olduğunu,krala başkaldırdığı için ergeç mahkemeye verileceğini bilmektedir.Ama yine de umudunu yitirmiş değildir,Ispanya çok uzaktadır ve bir gemi okyanusu ikinci kez geçinceye kadar daha bol bol vakti vardır.Gözüpek olduğu kadar da akıllı olan bu adam,zorla ele geçirdiği iktidarı  sürdüreceği tek çareyi arar.Nunez de Balboa,başarının her türlü cinayeti haklı gösterdiği bir zamanda yaşadığını ve krallık hazinesine göndereceği yüklüce altınlar sayesinde suçunu unutturabileceğini yada bağışlatabileceğini çok iyi bilmektedir.O halde önce altın bulmalıdır; çünkü altın gücün ta kendisidir.Francis Pizzarroyla  birlikte civardaki yerlileri boyunduruk altına alarak soyup soğana çevirirler ve artık alışılmış hale gelen katliamlar sırasında Balboa,kesin bir başarı kazanır.Konukseverliğini haince ve çok kaba bir biçimde Careta adındaki kabile reislerinden  biri tam olarak öldürülmek üzereyken ona şu öneride bulunur '' Yerlileri kendine düşman edeceğine kabile reisleriyke  bir anlaşmaya var,sadakatimin teminatı olarak sana kızımı verceğim ''..Nunez de Balboa ,yerliler arasında güçlü ve güvenilir bir dostu bulunmasının önemini kavramakta gecikmez,Reis Careta'nın önerisini kabul eder.Fakat asıl şaşıllıcak olan şey,onun,o Kızılderili kıza yaşamının sonuna kadar çok içten davrandığıdır.Nunez de Balboa,Reis Careta ile birlikte çevredeki bütün yerlileri egemenliği altına alır ve bunların arasında öyle bir güç kazanırki,sonunda kabile reislerinin en güçlüsü olan Comagre onu yanına çağırır.

Güçlü kabile reisinin yaptığı bu ziyaret o zaman kadar bir serüven düşkünü,tahta karşı gelmiş amansız bir asi sayılan ve Kastilya mahkemelerince asılarak yada boynu vurularak  idam edilmesine karar verilmiş bulunan Vasco Nunez de Balboa'nın yaşamında bir dönüm noktası olur.Kabile reisie Comagre onu geniş bir taş evde kabul eder; Nunez de Balboa evin  zenginliği karşısında şaşkına dönmüştür ve Comagre  herhangi bir talepte bulunmaksızın ona dörtbin onsa altın verir.Fakat şaşkınlık sırası şimdi kabile reisindedir.Zira yerlere kadar eğilerek kabul ettiği bu gökyüzü çocuklaru,bu kendilerini Tanrı sanan kudretli yabancılar,altını görür görmez tüm şan ve şereflerini yitirirler.Zincilerinde boşalmış köpekler gibi vahşice birbirlerine saldırırlar,kılıçlarını çekerler,yumruklarını sıkıp haykırarak birbirleriyla adeta savaşırlar; hepsi de altından paylarını almak istemektedir.Kabile reisi,birbirleriyle boğuşan bu azgın sürüyü hayretle ve küçümseyerek seyrederler .Bir avuç dolusu sarı madeni,kültürünün bütün tinsel ve teknik kazanımlarından üstün tutan uygar dünyanın insanı karşısında,dünyanın öteki ucundaki tüm doğa çocuklarının duyduğu sonsuz hayrettir bu.

Kabile reisi sonunda onlara hitaben bir konuşma yapar; Ispanyollar büyük bir doyumsuzluk telaşı içinde,tercümanın çevirdiği sözlerini dinlerler.Comager,!böyle değersiz  şeyler yüzünden birbirinizle kavga etmeniz ve sıradan bir maden için hiç de hoş olmayan kötü şeylere ve tehlikelere maruz kalmanız ilginç der'Yukarılarda,şu dağların arkasında büyük bir deniz var ve bu denize akan tüm nehirler beraberinde altın taşıyor.Oralarda gemilerinde sizin gibi yelken ve kürek kullanan bir kavim oturuyor ve bu kavmin krallıkları yemeklerini altın kaplarda yiyip içer.Oralarda bu sarı madenden  istediğiniz kadar bulabilirsiniz.Gerçi yol tehlikelerle dolu,kabile reisleri geçiş için yabancılara izin vermezler.Fakat yanlızca birkaç günlük bir yolculuktan sonra oraya varabilirsiniz.

Vasco Nunez de Balboa kalbinin durduğunu hisseder.Yıllardır hayalini kurdukları dillere destan altın ülkesinin izini sonunda bulmuşlardır.Önceki sömürgeciler  bu ülkenin her yerinden, güneyinden ,kuzeyinden  buralara gelipi altın aramışlardı;eğer bu kabile reisinin söyledikleri doğruysa ,altın madeni sadece birkaç günlük uzaklıkta bulunuyordu..Colomb,Cabot ve Coreral gibi o çağın bütün büyük  ve ünlü denizcilerinin aradığı ancak bir türlü bulamadıkları şu öteki Okyanusun varlığıda anlaşılıcak ve böylece dünyayı çevreleyen yolda keşfedilmiş olacaktı.Bu yeni denizi ilk gören ve ülkesi adına el koyan kişinin adı,yeryüzünde hiçbirzaman unutulmayacaktır.Balboa,işlediği bütün suçlardan kendini kurtarmak ve ün kazanmak için ne yapması gerektiğini bilmektedir.;boğazı herkesten önce geçip Hindistan'a giden denize,Mar del Sur'a açılmak ve Ispanya  kralı adına yeni altın ülkesini ele geçirmek.İşete kabile reisinin evinde geçirilen bu süre,Balboa'nın yazgısını kesin olarak belirledi ve rastlantısal olayların oradan oraya sürüklediği bu serüven düşkünü adamın yaşamı o andan itibaren kuşaktan kuşağa sürecek bir anlam kazandı.

Ömrüü yarılamış ve tam yaratma çağında bulunan br insan için yaşamın kendisine yüklediği bir görevi yerine getirmiş olmaktan daha büyük mutluluk olamazdı.Nunez de Balboa kendisini bekleyen şeyin ne olduğunu bilmektedir: ya idam edilecek yada ölümsüz olacaktı.Fakat önce tahtla barışmayı sağlamak ve daha sonra da krala karşı işlediği suçları,iktidarı zorla ele geçirmek suçunu bağışlatmak ve böylece resmen kabul ettirmek ! işte bu yüzden dünkü asi,Reis Comagre'nin  kendisine bağışladığı altınlardan  Ispanya  kralına yasa gereği vermek zorunda olduğu beşte birini iyi bir vatandaş olarak Espanola'daki Hazine bakanı Pasamonte'ye göndermekle kalmaz,dünyadaki uygulamaları yanlızca bir bilimadamı olan Enciso'dan çok daha iyi bilen biri olarak,hazine bakanının kendisine de yüklüce bağışta bulunur ve ondan sömürgenin genel kaptanı olarak resmen tanımasını rica edr.Gerçi Hazine bakanı Pasamontenin onun bu isteğini yerine getirmek için hiçbir yetkisi yoktur;ancak kendisine bağışladığı altınların hatırı için,Nunez de Balboa'ya hukuki değeri bulunmayan geçici bir belge gönderir.Geleceğini her yönden sağlama almak isteyen balboa,ülkesine kazandırdığı şeyleri Krala anlatmaları ve kabile reisinden öğrendiği önemli haberi bildirmeleri için en çok,güvendiği iki adamınıda Ispanyaya yollar..Kendisine yanlızca bin adamdan oluşan bir birlik gerekli olduğunu belirterek Sevilla'ya haber gönderir;kendisinden önce hiçbir Ispanyol'un yapamadığı şeyleri bu birlikte başarabileceğini bildirir.Balboa,yeni denizi keşfetmeyi ve Colomb'un söz verip de yerine getiremediği ancak kendisi  tarafından mutlaka ele geçirilecek olan şu altın ülkesini Ispanyaya kazandırmayı üzerine alır.

Bu umudunu yitirmiş insan,bu mahvolmuş asi için her şey iyiye gidiyor gibidir ! Ancak Ispanyadan gelen ilk gemnin getirdiği haberler kötüdür.Elinden her şeyi alınan ve kaçmak zorunda bırakılan Enciso'nun sarayda yapacağı şikayetlerin etkisini azaltmak için Ispanyaya göndermiş olduğu Isyancı ortaklardan biri,Balboa ya durumunun tehlikede olduğu,orada kendisini ölümün beklediği haberini getirir.Çünkü Enciso iktidarı zorla elegeçiren bu haydut aleyh,me Ispanyol mahkemesinde dava açmış ve Balboayı uğradığı zararları ödemeye mahkum ettirmiştir.Yakınında  bulunduklar Güney denizi üzerinde beklenen ve belkide onu kurtaracak olan haber henüz gelmemiştir;ancak isyanından dolayı Balboa'dan hesap sormak  ya da onu zincire vurup Ispanyaya götürmek üzere bir hakim bir sonraki gemiden inecektir.Bu kesindi.

Vasco Nunez de Balboa mahvolduğunu anlar .Yakınında bulunduğu Güney denizi ve Altın kıyısıyla ilgili olarak gönderdiği haber yerine ulaşmadan kendisine yargılamışlardır.Kafası kumlarda yuvarlanırken ;onlar bu haberden elbette yararlanacakdır.Hayalini kurduğu işi başka biri gerçekleştirecektir.Balboa,Ispanyadan umudunu kesmek zorundadır artık.Kralin atadığı valiyi  ölüme sürüklediği,hiç kimseye sormadan polis müdürünü makamından zorla uzaklaştırdığı bilinmektedir.Bu durumdan uzun bir hapis cezası veya idam söz konusudur.Güçlü dostlarının yardımını hesaba katması da mümkün görünmemektedir,çünkü artık tüm gücünü yitirmiştir;en iyi yardımcısı olan Altında ,acındırıp bağışlanmasını sağlayacak kadar sese getirmemiştir.Cüretkarlğının cezasından onu ancak bir tek şey kurtarabilir : daha da büyük cüretkarlık.Kraliyet yargıçları karaya çıkmadan ve görevliler onu yakalayıp ellerini ve ayaklarını  bağlamadan  önce yeni denizi ve yeni altın ülkesini bulacak olursa,belki canını kurtarabilir.Bu kıtanı insan ayağı değmemiş topraklarını ele geçirip ölümsüzlüğe sığınmak,Balboa için biricik kurtuluştur.

Nunez de Balboa,bilinmeyen Okyanusun keşfi için Ispanya'dan istediği bin adamı beklememeye karar verir ve tabii gemiden inecek hakimleride.İyisi mi,az sayıdaki gözüpek adamla bu çok büyük işi gerçekleştirmey, göze almak olacaktır ! Elleri bağlı bir durumda cellatın baltası altında bir akçak gibi ölmektense,onuruyla ölüp geçmiş en büyük serüven adamı diye anılmak çok daha iyidir.Nunez de Balboa bütün sömürge halkını bir araya toplar,zorlukları saklamadan dağlar arasından geçme düşüncesini onlara açıklar ve kimlerin kendisini izlemek istediğini sorar.Onun bu ataklığı,ötekileri de yüreklendirir.Yüz doksan kişi,yani sömürge halkından eli silha tutan neredeyse herkes,hazır olduğunu söyler.Donanım için öyle uzun uzadıya düşünmeye gerek yoktur;çünkü bu adamlar zaten sürekli savaş halinde yaşamaktadir.Darağacından ya da zindandan kurtulmak isteyen bu kahraman ve eşkiye,serüven düşkünü ve asi adam Nunez de Balbao, 1 Etlül 1513 tarihinde ölümsüzlüğe doğru yürüyüşe geçti.

Panama'yı çevreleyen dağlar arasındaki boğazlardan geçilmeye,Balboa'nın hayat arkadaşı,kabile reisinin kızı Careta'nın küçük ülkesi Coyba topraklarından başlanır.Çevreyi tanımaması yüzüden Balboa'nın  boğazın en yerini seçmemiş olması bu tehlikelerle dolu  geçidi aşma süresini birkaçgün daha uzatır.Fakat hiç tanınmayan bir ülkeye yapılan böylesine atak bir hareket için Balboa'nın ,herşeyden önce ikmal ve çekilmede kendisine yardımcı olacak dost bir yerli kabilesinin güvenini kazanmış olması gerekliydi.Korkunç Buldog köpeklerinin koruyuculuğunda kargılar,kılıçlar ve oklarla silahlandırılmış yüz doksan asker,on büyük kayığa binerek Darien'den Coyba'ya geçer.Dost ve Müttefik kabile reisi,yüklerini taşımada ve yol göstermede yardımcı olmaları için yerlilerini onların emrine verir ve böylece gözüpek ve en tehlikeli kişiler için bile zorluklarla dolu o ümlü yürüyüş 6 eylülde başlar.Ispanyollar yüzyıllar sonra Panama kanalı yapılırken  bile binlerce cana mal olacak bu bataklık ve sıtma mikrobuyla dolu topraklarda,Ekvatorun boğucu sıcağında yol almak zorunda kalırlar.Zehirli sarmaşıklarla neredeyse bütünüyle kaybolmuş bu bilinmezliğe  giden yolun,daja ilk andan itibaren balta ve kılıçlarla temizlenmesi gerekmektedir.Önden gidenler,yeşil ve dev bir maden ocağını anımsatan sık ormanlardan ve çalılıklardan geçerek arkadan gelenlere yol açarlar;arka arkaya dizilerek ilerler ,olası bir kızılderili saldırısına karşı hep tetikte yürürler.Ekvator ormanı sıcağı yolcuları etkilemektedir.Birden tufanı anımsatan  Ekvator Yağmuru boşanır,küçücük dereler bir anda önüne gelen herşeyi sürükleyip götüren nehirlere dönüşür,bu dereleri ya sel sularıyla boüuşarak yada yerlilerin ağaç kabuklarından yaptıkları sallanan asma köprüler üzerinden geçmek gerekir.Ispanyolların yanında bir avuç dolusu mısırdan başka yiyecek yoktur.Zehirli ve kan emen böcek sürüleriyle çevrilmiş bu adamlar,uykusuz ,aç susuz olarak ilerlemeye çalışırlar ve sonunda bitkin düşerler.Yola koyulalı daha bir hafta olmuşken,adamların çoğu bu sıkıntıya artık dayanamaz bir duruma gelir.Asıl tehlikenin kendilerini bundan sonra beklediğini bilen Nunez de Balboa,bütün  sıtmalıların ve yürüyemeyecek duruma gelmiş olanları geride bırakılmasını buyurur.Bu büyük serüvene,yanlızca seçkin adamlarla atılmak istemektedir.

Arazi sonunda yükselmeye başlar.Ekvator iklimine özgü bataklıklarda büyüyüp gelişen balta girmemiş ormanlar aydınlanır.Fakat artık korunabilecekleri ağaç gölgeside olmadığı için tepelerinden vuran kızgın Ekvator güneşi,bu tam teçhizatlı insanları kasıp kavurur.Yorgun ve bitkin düşen Ispanyollar,yavaş yavaş ve sık sık konaklayarak ,iki deniz arasındaki daracık yolu tıpkı bir belkemiği gibi ayıran  o sıradağlara tırmanmaya çalışırlar.Görüş alanı giderek açılmaya başlamıştır,geceleri hava serinlemekte  ve insanlar ferahlamaktadirlar. On sekiz gün süren bir mücadeleden sonra pek çok zorluk aşılmış gibidir.Yanlarındaki Kızılderili kılavuzun söylediğine göre,zirvesinden her iki Okyanusundan,Atlas Okyanusu ve o zaman henüz bilinmeyen ve adı olmayan Büyük Okyanus'un da görülebildiği o sıradağlar,şimdi tam önlerinde yükselmektedir.Fakat doğanın bu sert ve amansız direnişi tam kırılır gibi olduğu anda yeni bir düşmanla karşılaşırlar:Yerli kabile reisi,yüzlerce savaşçısının ileri sürerek bu yabancıların topraklarına girişini engellemek ister.Nunez de Balboa,yerlilerle savaşta hayli deneyimlidir.Onların haklarından gelmek için dolam tüfeklerini bir kere ateşlemek yeter ve böylece şimşek ve gök gürlemesinin yerliler üzerindeki sihirli etkisi,bir kere daha kanıtlanmış olur.Korku içinde haykırarak kaçan yerlilere,Ispanyollar,bılldog köpekleriyle arkadan saldırırlar.Ama bu kolay kazanılmış utkuya sevineceği yerde Balboa ,bütün Ispanyol sömürgecileri gibi acımasız davranarak bu başarısını lekeler:Savunmasız,elleri bağlı aç buldog köpeklerinin önüne canlı canlı attırarak parçalattırır.Nunez de Balboa'nın adı ölümsüzlük gününden önceki gece,iğrenç katliamla kirlenir.

Ispanyol sömürgecilerinin kişilik ve davranış biçimlerindeki bu anlaşılmaz çelişki bir kere daha kendini gösterir.Koyu birer Hristiyan olan bu insanlar,bir yandan dindarlık ve inanç bütünlüğü içinde,içten gelen kutsal bir duyguyla Tanrıya seslenirler,öte yandan da insanlık tarihinin gördüğü en rezil davranışları yine bu Tanrı adına sergilerler.Cesaretin,özverinin ve nefsi feda edip her türlü acıya katlanabilmenin kahramanca örneğini  verebilecek bu insanlar,insalık adına utanç verici bir biçimde birbirlerini aldatıp birbirleriyle çekişirler.Fakat bütün bu utanç verici davranışlarının içinde yinede bir onur duyguları vardır ve tarihsel görevlerinin büyüklüğüne yakışan bir bilinçle hareket etmektedirler.Bir akşam önce elelri bağlı suçsuz tutsakları vahşi köpek sürülerinin öenüne attıran ve ağızlarından henüz taze insan kanı damlamakta olan hayvanların dudaklarını hoşnutlukla okşayan Nunez de Balboa,yaptığı şeyin önemli olduğunun farkındadır.

Katliamdan hemen sonra ,akşamüstü yerlilerden biri ona yakındaki bir tepeyi işaret ederek bilinmiyen deniz Mar del Sur'un buradan görülebileceğini söyler.Balboa derhal harekete geçer.Yaralıları ve yorgunları,yağmaladıkları köye bırakır ve yola devam edebilecek olanlara ki yola çıkan yüzdoksan kişiden ,altmış yedi kişi kalmıştı,dağa tırmanmalarını emreder.Sabahleyin saat ona doğru,tepeye ince yaklamış bulunmaktadırlar.Aşmak zorunda oldukları küçücük ve çıplak bir tepecik daha vardır,sonra önlerinde uzanan uçsuz bucaksız dünyayı seyredebilecektir..

Tam o sırada Balboa,adamlarına durmalarını emreder,Peşinden hiç kimsenin gelmemesini söyler;çünkü bu bilinmiyen okyanusu ilk kez görecek olan bakış anını kimselerle paylaşmak istemez.Dünyamızın iki büyük okyanusdan biri olan Atlas Okyanusunu geçtikten sonra,Büyük Okyanus'u da gören ilk İspanyol,ilk Avrupalı ve ilk hristiyan olmak ve öyle de kalmak ister.Bu büyük anın önemiyle iyice sarsılmış ve kalbi çarpar bir durumda,sol elinde bayragğı,sağ elinde kılıcı ile bu uçsuz bucaksız boşluktaki ıssız siluete doğru yürür ve yavaş yavaş,hiç acele etmeden tepeye tırmanır.Artık düşleri gerçekleşmiştir.Yanlızca bir kaç adım daha;mesafe gittikçe azalır ve şimdi,tam tepeye ulaştığı zaman manzara ile karşılaşır.Nunez de Balboa ,içine bu uçsuz bucaksız denizdeki maviliğin yansıdığı ilk Avrupalı gözün,kendi gözü olduğunu bilmenin verdiği keyif ve gururla kendinden geçer ve önünde uzanan o eşsiz manzaraya bakar.

Vasco de Nunez de Balboa,kendine gelir ve sevincini paylaşmak için adamlarını  ve can yoldaşlarını yanına çağırır.Adamları,husursuz,heyecan içinde,soluya soluya ve haykırarak tepeye tırmanırlar ,mavi sonsuzluğu görünce hayret içinde kalırlar.Kafileye eşlik eden Peder Anders de Vara,birdenbire bir Ilahi söylemeye başlar ve herkes katılır. Yerliler,üzerine Ispanya Kralının adının baş harfleri  kazınacak bir haç dikmek için bu adamların,pederin bir tek sözü üzerine ,bir ağacı nasıl yere yıktıklarını hayretler içinde seyrederler.Ve şu anda,zirvede yükselen haç,tahta kollarıyla iki Okyanusu kuçaklar.

Nunez de Balbao ,bu korkunç sessizlik sırasında öne çıkarak askerlerine bir söylev çeker ;Krala ve kiliseye bağlılığını perçinler.Eğer adamları ,kendisine şimdiye kadar gösterdikleri bağlılıklarını sürdürmeye devam edecek olurlarsa bu yeni Hindistan'dan Ispanyanın en zengin insanları olarak geri döneceklerdir.Balboa,rüzgarın gittiği bütün toprakları Ispnaya Krallığı adına ele geçirebilmek için bayrağını dört rüzgar yönünde sallar.Daha sonra bu tarihsel anı gelecek kuşaklara aktaracak bir belge düzenlenmesi için Katibi Andres de Valderrabano'yu yanına çağırır.Katip,kapalı bir tahta kutuda sakladığı hokkası ve kalemiyle balta girmemiş Ekvator ormanlarından geçirerek buraya kadar taşıdığı bir parşömen kağıdını açar ve Güney Denizinin ,Mar del Sur'un ,bu toprakların valisi ,asil ve  yüca kaptan Nunez de Balbao tarafından keşfinden hazır bulunmuş olan bütün soyluları,şövalyeleri ve askerleri,bu denizi ilk defa Senor Vasco Nunez'in gördüğünü ve kendisinden sonra geleceklere  göstermiş olduğunuda doğrulamaya çağırır.

Sonra, bu altmış yedi insan tepeden aşağıya inerler ve 25 Eylül 1513 tarihinde insanlık,yeryüzünün o zamana kadar bilinmeyen son okyanusunuda böylece öğrenmiş olur.

Artık kesinlik kazanmıştır.Balboa ve adamları denizi görmüşlerdir.Şimdi hemen aşağıya ,sahile inip nemli dalgarı hissetmek ister.Iniş 2 gün sürer.Nunez de Balboa dağdan deniz ine en kısa yolu bulmak için adamlarını gruplara ayırır.Bunlardan Alonzo Martinin yönetimindeki 3.grup ,kumsala ilk olarak varır.Bu serüven düşkünlerinin en sıradan askerleri bile kendilerini şöhret düşkünlüğüne öylesine kaptırmışlar ve ölümsüz tutkusu öyle güçlüdürki sıradan bir adam olan Alonzo Martin bile derhal katibi çağırarak henüz adı konulmamış bu sulara ilk elini sokanın kendisi olduğunu belgeyle onaylatır.Alonzo daha sonra denize ulaştığını Balboya bildirir..Nunez ,yeni bir heyecanla ve çoşkuyla hemen harekete geçer ve ertesi gün,yani başmelek Mikail'in takvim günü ,tıpkı başmelek Mikail gibi silahlanmış olarak yirmi iki adamıyla birlikte ,görkemli bir törenle bu yeni denizi kendi egemenliklerin almak için kumsalda belirir.Balboa hemen denize doğru yürümez,yüce efendileri gibi gururla ve ihtişamla bir ağacın altında dinlenerek yükselen denizin,dalgalarını yanına kadar atmasını ve uysal bir köpek gibi ayaklarını yalamasını bekler.Bundan sonra ayağa kalkar,güneşte bir ayna gibi parıldayan kalkanını omzuna atar,bir elinde kılıcı,bir elinde Meryem Ana tasvirleri bulunan kastilya sancağı olduğu halde denizin içine doğru yürür.Dalgalar kalçalarına vurmaya başladığı ve gövdesi bütünüyle okyanusun sularına girdiği zaman,o ana kadar asi ve umutsuz serüvenci  Nunez de Balboa ,şimdi Kralın en sadık uşağı ve kahraman komutanı olarak,sancağını dört bir yana sallayarak yüksek sesle şöyle der : '' Onların adına ve Ispanya kraliyet tacı yararına bu denizlere ,bu toprakları ve bu denizleri ,üzerinde herhangi bir prens  ya da bir kaptan hak iddia edecek olursa,ister Hıristiyan ister dinsiz,hangi inançtan olursa olsun buraları Kastilya kralı adına,şu andan başlayarak ve her zaman dünya döndükçe  ve kıyamet gününe kadar savunacağıma ant içiyorum ''

Balboa'nın arkasında tüm ispanyollar ,bu yemini tekrarlarlar ve sözcükler dalgaların müthiş uğultusunu bir an için bastırır.Daha sonra her biri,dudaklarını deniz suyuyla ıslatır; Katip Andres Valderrabarno,bu toprakları kral adına sahiplenme sahnesie tekrar katılır ve belgesini şu sözlerle tamamlar '' Bu yirmi iki insan ile katip Andres de Valderrabano,ayaklarını bu Mar del Sur'a sokan ilk Hristiyanlardandır  ve hepsi bu denizin suyununda ,öteki denizin suyu gibi tuzlu olup olmadığını anlamak için ağızlarını ıslatmışlar ve bu suyunda ötekisi gibi olduğunu görünce,Tanrıya şükretmişlerdir.''

Büyük serüven başarıyla sonuçlanmıştır,Şimdi para kazanma zamanıdır.Gerçi İspanyollar yerlilerden zorla ve değiştokuş yoluyla biraz altın elde etmektediriler; ancak bu büyük çoşkunun ortasında onları yeni bir sürpriz beklemektedir.Çünkü yerliler civardaki adalada bolca bulunan ve aralarında Cervantes ve lope de Vega'nın övgüyle söz ettikleri  '' Pellegrina '' diye adlandırılan,Ispanyol ve Ingiliz Krallarının taçlarını süsleyen,dünyanın en güzel  ve paha biçilmez incilerinden avuç avuç getirmektedirler.Ispanyollar,burada istiridye ve kum tanecikleri kadar bol bulunan bu incilerle bütün ceplerini ,bütün torbalarını doldururlar.Fakat kendileri için yeryüzünde en önemli olan şeyi yani Altını sorduklarında,kabile reislerinden biri,dağ çizgilerinin ufukta yavaş yavaş kaybolduğu güney yönünü işaret eder ve orada çok zengin bir ülke var der,Bu ülkenin hükümdarları altın kaplarda yemek yerler ve dört ayaklı kocaman kocaman hayvanlar( lamalar ) ,bu paha biçilmez yükleri kralın hazinesine taşırlar.Kabile reisi denizin aşağısında ,güneyde,dağların arkasında bulunan ülkenin adınıda söylerler '' Biru '' gibi söylenen ve kulağa hoş gelen yabancı bir isim.

Vasco Nunez de Balboa reisin eliye işaret ettiği yöne,dağların ufukta kaybolduğu noktaya bakar ve gözlerini oradan bir türlü ayıramaz.Insanın aklını çelen bu yumuşak '' Biru '' sözcüğü hemen içine işlemiştir.Kalbi heyecanla atmaktadır.Yaşamnda ikinci keza hiç beklemediği bir anda kendisine çok önemli bir haber veriliyordu.İlk haberi ona Comagre vermişti.Çevredeki denizle ilgili bu haber gerçek çıkmıştı.Inciler kumsalını ve Güney denizini ,Mar del Sur'u bulmuştu; belki bu ikinci haberde doğru çıkacak ve Başboa dünyanın en zengin ülkesini ,Inkalar krallığını ele geçirecekti.

Nunez de Balboa,özlem dolu bakışlarını ufuktan bir türlü ayıramamaktadır.'' Biru '' ,'' Peru '' sözcüğü tıpkı bir çıngırak gibi tüm benliğini sarmıştır.Ama çaresizlik içinderi ve bu da ona acı vermektedir.İki yada üç düzine yorgun adamla ülkeler ele geçirmke olası değildir.O halde hemen Darien'e dönmli ve kuvvet topladıktan sonra artık biline yollardan geçerek bu yeni altın ülkesine gitmelidir.Fakat bu geri dönüş yolculuğu de pek kolay olmayacaktır.Ispanyollar Ekvatorun balta girmemiş ormanlarıyla yeniden mücadele etnej,yerlilerin baskınlarına karşı koymak zorundadırlar.Dört ay süren korkunç güçlüklerle dolu zorlu bir yürüyüşten sınra 19 Ocak 1514 te ,tekrar Darien'e varanlar artık savaşçı değil,son bir gayret gösterip ayakta kalmaya çalışan sıtmaı küçüçük bir kafiledir.Yorgunluk ve bitkinlikten neredeyse ölecek hale gelmiş olan Balboa'yı da yerliler bir hamak içinde taşımaktadırlar.Fakat tarihin en büyük işlerinden biri başarılmıştır.Balboa veridği sözü tutmuş,kendisiyle birlikte bilinmezliğe gelme,yürekliliğini gösteren herkes zengin olmuştur.Balboa'nın askeleri,Kolomb'un ve öteki sömürgecilerin hiçbir zaman ele geçiremediği altınlarla,Güney denizi kıyılarından dönmüşlerdir ve öteki sömürgecilerde bu işten kendi paylarını almışlardır.Ganimetin beşte biri de taht için ayrılmıştır.Bu büyük adamın,zavallı yerlilerin bedenlerini vahşice parçalayan köpeği leoncico'yu bile ganimetin paylaşılması sırasında unutmayarak savaşçılardan biriymiş gibi beşyüz altınla ödüllendirmesini kime ayıplamaz.Böylesine kusursuz bir adamın vali gibi otoriter davranmasına kimse karşı çıkmamaktadır.Bir zamanlar devlete başkaldırmış  bu asi adam,şimdi bir ilah gibi görülmekedir ve Kolombdan bu yana Kastilya tahtı için en büyük işi başarıyla sonuçlandırdığı haberini Ispanya'ya gururla gönderir.Şansının güneşi,o ana kadar üzerine çöken bütün kara bulutları dağıtmış ve onu en yükseklere çıkarmıştır.

Fakat Balboa'nın sevinci uzun sürmez,Birkaç ay sonra ,güneşli bir haziran gününde Darien halkı hayret içinde kumsala koşar ,Ufukta bir yelkenli belirmiştir ve dünyanın bu kaybolmuş köşesinde bir mucize gibi karşılanır.Derken bu geminin yanında ikinci bir gemi daha görülür ve sonra bir üçüncüsü,derken bir dördüncüsü,bir beşincisi ve az sonra sayıları onu,hayır on beşi,hayır hayır yirmiyi bulur;bütün bir filo ,limana doğru hızla yol almaktadır.Kısa bir süre sonra da gerçek iyice anlaşılır;Bütün bu gemilerin buralara gelmesini sağlayan şey,Balboa'nın krala yazdığı bir mektuptur.Ama başarılarını  ve kahramanlıklarını  bildirdiği mektup değil,yerli kabile reisinin çevredeki altın ülkesi ve Güney Deniziyle ilgili sözlerini bildirdiği  ve buraları ele geçirmek için ikibin kişilik  bir ordu istediği bir önceki mektuptur.Ispanyol tahtı böyle bir sefer için  hiç duraksamamış,görkemli bir filo hazırlayıp hemen yola çıkartmıştır.Ama bu son derece önemli görevi,Nunez de Balboa gibi bir asiye,kötü ün sahibi bir serüven adamına vermek,Sevilla'da da Barcelona'da da kimsenin aklına gelmemiştir.Kralın Valisi olarak sömürgede düzeni yeniden kurmak,şimdiye kadar yapılan bütün yolsuzlukların  ve işlenen cinayetlerin hesabını sormak,Güney Denizini bulmak ve sözü edilen  altın ülkesini ele geçirmek üzere zengin ,soylu ve itibar sahibi ,atlmış yaşlarında  ve genellikle Pedrarias diye anılan Pedro Arias Davilla'yı donanmayla göndermişti.

Fakta Pedrariras için can sıkıcı bir durumdur.Bir yandan,önceki valiyi kovduğu için asi Nunez  de Balboa dan hesap sormaya ve eğer suçu sabit görülürse onu zincire vurmaya ve yargılamaya menur edilirken,öte yandan da Güney denizini bulmakla görevlendirilmiştir.Ama gemisi daha karaya yanaşır yanaşmaz,hesap sormaya geldiği bu asinin bütün olağanüstü işleri tekbaşına başarmakla Amerikanın keşfinden bu yana Ispanyol tahtı için en büyük görevi yaptığını ,yalnızca kendisinin olan bu utkuyu haklı olarak kutladığını öğrenir.Kuşkusuz,böyle bir adamı yargılayıp adi bir suçlu gibi celladın eline teslim edemezdi;onu saygıyla selamlayıp içtenlikle kutlaması gerekt.Fakat Nunez de Balboa mahvolmuştu.Pedrarias gerçekleştirmek  üzere gönderildiği  ve kendisine asırla boyunca büyük bir ün sağlayacak bu çok büyük işi kendi başına yapmış olan bu rakibi hiçbir zaman bağışlamayacaktır.Gerçi sömürgecileri daha şimdiden kızdırmamak için bu kahraman eşkiyaya beslediği kini gizlemek zorunda kalır,soruşturma ertelenir ve Pedrarias ,Ispanyadaki kızını Nunez de Balboa'ya nişanlayarak göstermelik bir barış yapar.Ancak Balboa'ya karşı beslediği kin ve kıskançlık duygusu kesinlikle azalmaz,aksine  Balboa nın elde ettiği başarılardan nihayet haberdar olan Ispanya dan bir zamanların asisine hak ettiği payeyi vererek onu soyluluğa yükselten  ve Pedriarias'ı her önemli konuda ona danışmak zorunda bırakan kararnamenin gelmesiyle bu kin ve kıskançlık duygusu daha da artar.Bu küçük ülkeye iki vali fazladır,ikisinden  birinin ortadan yok olması,birinin geri çekilmesi ve oyunu kaybetmesi  gerekecektir.Askeri kudret ve yargı gücü Pedrarias'ın elinde bulunduğu için Vasco Nunez de Balboa,başının üzerinde dolaşan kılıcı hissetmektedir.Bu yüzden birincisinde kendisine o eşşiz başarıyı sağlamış olan  kaçışı tekrarlamak ve bir kere daha ölmezliğie sığınmak ister.Bu amaçla Pedrarias'tan,Güney denizi kıyılarını etraflıca araştırmak ve daha geniş bir bölgeyi ele geçirmek üzere  emrine bir kuvvet verilmesini ister.Fakat bu eski asinin gerçek amacı,denizin öteki kıyısında kendi başına,her türlü denetimden ızak,kendi filosunu kurmak ve kendi topraklarının efendisi olmak ve hatta,eğer işler yolunda gidecek olursa,o efsanevi Biru'yu ,Yenidünyanın altın ülkesini ele geçirmektir.Pedrarios onun bu istediğini sinsice onaylar ,Eğer Balboa bu girişiminde başarısızkığa uğrarsa iyi olacak fakat başarılı olursa ,bu hırslı adamdan kurtulmak için epeyce uğraşması gerekecektir.

Böylece,Nunez de Balboa'nın ölümsüzlüğe yaptığı bu ikinci sığınma yolculuğu başlamış olur.Bu yeni girişimi,birincisinin tarihte sağladığı başarıyı kazanmamış olsa da çok daha görkemli geçer.Balboa,yine dağları aşarak gerçekleştirdiği bu yürüyüşü yanlızca adamlarıyla yapmaz,birincisinin aksine dört gemi yapımına yetecek kadar kereste,kalas,yelken bezi,çapan ve bocurgatı binlerce yerlinin sırtına yükleyip taşıtır.Çünkü orada bir donanma kuracak olursa,o zaman bu bölgedeki bütün kıyıları ,inci adalarını ve efsaneler ülkesi Peru'yu ele geçirebilir,Fakat hiç bir zaman yılmayan bu kararlı adamın şansı bu kez yüzüne gülmez ve karşısına yeni engeller çıkar.Balta girmemiş Ekvator Ormanlarından geçerken kurtlar odunları yiyip bitirir,çok zor koşullarda  getirilen kalaslar işe yaramaz hale gelir.Balboa,cesaretini  kaybetmez  ve Panama körfezinde ağaçlar kestirerek yeni kalaslar biçtirir.Azim ve kararlılıkla gerçek bir mucize başarılır.Çalışmalar başarıyla sonuçlanmıştır ve Büyük Okyanus'un ilk gemileri harekete hazırdır.Ancak tam bu sırada çıkan bir fırtına,gemilerin bulunduğu nehirlerin kabarmasına neden olur ve denize sürüklenen gemiler parçalanır.Ancak üçüncü bir girişim sonunda iki gemi yapılabilir .Fakat Balboanın daha üç gemiye ihtiyacı vardır.Ancak  o zaman yola çıkabilir ve kabile reisinin  güneyi işaret ettiği  ve aklını çelen '' biru '  sözcüğünü ilk kez duyduğu andan beri gece gündüz hayal ettiği o altın ülkesini ele geçirebilir.Nunez de Balboa,bir kaç cesur asker ,daha getirtip oluşuracağı seçme bir birlikle kendi devletini kurabilir ! Yanlızca bir kaç ay daha zamana ve birazda şansa gereksinimi vardır.O zaman dünya tarihine ,Inkalar galibi ve Peru tarihi Pizarro'nun  adı değil,Nunez de Balboa nın adı geçecektir.

Fakat şans en çok sevdiklerine  bile her zaman cömert değildir.Ilahların Insanoğluna iz bırakan işler başarma şansını bir defadan fazla verdikleri pek görülmemiştir.

Nunez de Balboa,bu büyük girişime demir gibi bir iradeyle hazırlanmıştı.Fakat hazin sonunu hazırlayan da yine bu sarsılmaz  iradesi oldu.Bu sırada Pedrarias 'ın kuşkulu bakışlafı,onun bütün amaçları kaygıyla izlemektedir.Belki de biri Balboa'ya ihanet etmiş ve onun hırs dolu hükümranlık hülyalarını Pedrarias'a bildirmişti;belki de Pedrarias ,kıskançlık yüzünden eski asinin başarılı olmasından çekiniyordu.Her ne olmuş olursa olsun,Pedrarias ,Balboa'ya dostça bir mektup gönderip bu büyük girişim için harekete geçmeden önce kendisiyle son bir kez daha görüşmesi için Darien yakınlarındaki  Acla kentine gelmesini ister.Pedrarias'tan askeri destek alacağını uman Balboa çağrıya uyarak hiç vakit kaybetmeden Darien'e döner .Kentin kapıları dışında  küçük bir müfrez ona doğru ilerlemektedir.Balboa  askerlerin kendisini karşılamaya geldiklerini sanarak ve komutanlarını,pek çok senelik silah arkadaşı,Güney Denizinin keşfi sırasında  yanından  hiç ayırmadığı güvenilir dostu Francisco Pizzaroyu kucaklamak üzere sevinç içinde onlara yürür.

Fakat Francisco Pizarro ,Balboa'nın omzuna ellerini koyar  ve kendisini tutukladığını söyler.Çünkü Pizarro da ölümsüzlük arzusuyla  yanıp tutuşmaktadır;altın ülkesini ele geçirme arzusu onu da sarmıştır ve böylsine gözüpek bir adamın ayakaltından çekilmesi,işine gelmektedir.Vali Pedrarias,düzmece bir isyan olayı yüzünden dava açar ve yargılama çabuk sonuçlanır.Birkaç gün sonra Nunez de Balboa ve en sadık arkadaşları,boyunlarının vurulacağı kütüğün önüne getirilirler,Celladın baltası havada parlar ve yere düşen baştaki gözlerin ışığı,dünyamızı çevreleyen her iki Okyanusuda insanlık tarihinde ilk defa görmüş olan ışık söner 






* Bu yazı Stefan Zweig'ın ' Insanlığın Yıldızının parladığı anlar ' adlı eserinden aktarılmıştır.

Saturday, July 21, 2018

ALBAY RIPLEY ve INGILIZ TÜFEKLERININ HIKAYESI

Wesy Point askeri akademisinden 1813 de mezun olan Albay James Ripley belkide dört yıl süren kanlı Amerikan içi savaşının çıkmasından sorunlu kişilerin başında geliyor.Aslında bu anlaşmazlık birkaç ay içinde haledilebilirdi.1861 de Birleşik devlet ordusunun Savaş Gereçleri Bölümünün başına getirildiğinde altmış yedi yaşında olan Ripley ordunun silahlarını güçlendirmek için teklif edilen her türlü buluşa burun kıvırıyordu.Ripley,özellikle piyade için gerekli ateşli silahların alınmaması için her türlü bürokratik yolu deneyen adam olarak da tarihe geçmiştir.Aralıksız atış sağlayan Spencer tüfeklerinin askerlerin çok fazla cephane harcamasına neden olacağını ve bunun da orduya pahalıya mal olcağını ileri sürmüştü.

En büyük aptallığıysa yaptığı bir şey değil,yapmadığ bir şey nedeniyledir ve iki tarafın da on binlerce asker kaybetmesine yol açmıştır.

Hikayemiz 1852 de Ingiltere'nin modern dünyanın ilk fuarını Kristal Saray'da düzenlemesiyle başlıyor.Fuarda,Amerikan Standı açıldığında sadece mekanik parçalar olan kutular ortaya çıktı.Izleyicilerin arasından gönüllüler alındı ve birazcık yardımla bir kaç dakika içinde bu parçaları bir Colt tabancaya dönüştürdüler.Bu silah kusursuz bir isabet oranına sahipti ve çok kolay bir araya getirilebiliyordu.Bu gösteri öylesine yeni bir şeydiki,Ingiliz parlamentosu bu yeni teknolojiyi keşfetmek üzere bir komisyon oluşturup Amerikaya gönderdi.Komisyonun ilk durağı Spriingfield cephaneliğiydi.O sırada burada 1855 model Springfield 58 tüfeklerinin seri üretimini geçilmişti.Bu yüksek isabet oranına hayran kalan ingilizker tüm fabrikayı satın aldı.Üç yıl içinde Ingilizler kendi Springfield tüfeklerini üretmeye başladılar.577 kalibre Enfield......Bu model Amerikalıların Sprinfieldine çok benziyordu.Sadece Kabza ve kalibresinde ufak farklılıklar vardı.

Amerikada düşmanlıkların artması federal hükümeti hazırlıksız yakaladı.Ancak daha sonra ortaya atılan bazı iddaalara göre Buchanan'ın emrindeki Savaş bakanı Jeffferson Davis,hala görevdeyken alınan önemli kararları sabote etmiştir.Ordunun yirmibinden az askeri vardı.Dahası,sahip olmaları gereken modern silahlarda yoktu.1855 model Sprinfield  tüfekleri sadece yirmi otuzbin kadardı ve çoğuda güneydeki cephaneliklerdeydi.

Konfederason askerlerinin Sumter kalesine ateş açmasından üç gün önce Lincoln yetmiş beşbin gönüllüye çağrıda bulundu.Yaz sonunda ise yarım milyon adama daha savaş çağrısından bulunuldu.Birlik'in sorunu gönüllüler bulmak değil,onlara silha verebilmketi.Aslonda gönüllerin birçoğu geri çevriliyordu.Albay Ripley'in masasına gelen sorun buydu.

Öncelikle Ripley o an sahip olunan silahlarla ilgili bir sorun olmadığını söyledi.Bu silahlar 1812 de yapılan savaşlarda güzel çalışmıştı.Ancak herkes ateş mekanizmalı  silahlar konusunda ısrarlıysa aralıksız atış yapan silahlar alınabilirdi.Ancak burada bir sorun vardı.Springfield silah fabrikasının ve öteki silah üreticilerinin bu kadar silahı yapması en az bir yıl alırdı.Zaten silah alımı için özel sektöre başvurmaktan bahsedilemezdi bile.

Bu ikilem karşısında Ripley'nin emrindeki bir personel  müdürü krize basit bir çözüm önerdi: Ingiltereye gidip,gerekli silahları Enfield'dan saton almak.Ingilezler bu silahlar için maliyetine fiyat veriyordu,çünkü kendileri daha ileri bir teknolojiye geçisin hazırlıkları içindeydiler.Sonuç olarak Birlik ordusu bir kaç ay içinde silahlanabilirdi.

Albay james Ripley bu fikri duyunca ılgına döndü.Bir zamanlar Ingilizilere karşı savaşmıştı şimdi silah almak için tutup onlara koşması düşünülemezdi bile.Dahası,Ripley savaşın yaz sonuna kadar biteceğinden emindi ve birkaç yüz bin silah satın almak boşa gidecek paralar demekti.Silahlar ulaştığında belkide ordular çoktan dağılıyorolacaktı.Sonunda şöyle bir fikirle geldi; bu bir Amerikan savaşıydı ve Amerikan mallarıyla yapılmalıydı.Bundan başkası hiç de vatanseverce bir davranış olmazdı.

Personel müdürü bu fikri  geri çekti,bir daha düşündü ve bu yaşlı adamın  kalbini kazanacağını umduğunu yeni bir fikirle geri geldi.Istihbarat birimlerden alınan bilgiye göre Konfederasyoncular  çoktan Ingiltereye gitmiş  ve tüm Enfied silahlarını satın alıp daha da yenilerini imal ettirmek üzere anlaşıyorlardı.

Ripley yine çıldırdı ancak bu kez paniğe kapılmadı.Eğer Konferderasyon Ingiliz  silahlarını satın almak istiyorsa bu onların bileceği işti,Ripley'yi hiç ilgilendirmezdi.Tekrar,silahlar gelene kadar savaşın biteceğini ve Amerikan askerlerinin Amerikan silahlarıyla savaşacağını yineledi.Personel müdür ısrarla karşı çıktı ve Federal hükümetin konfederasyonun o silahları almasına engel olması gerektiğini savundu.Eğer Ripley o silahları kullanmak  istemiyorsa bile ötekilerin almaması için satın alınıp okyonusa atılablirdi.

Personel müdürü Ripley'in huzurundan kovuldu ve bir daha bu konuyu gündeme getirmemesi istendi.Üç ay sonra Manassas'ta otuzbeş binin üzerinde Birlik askeri savaş girdi.Çoğunluğunda eski püskü silahlar vardı.Son saldırıyı Henry tepesinden yaptılar ve Konfederasyon direnişini kırdılar.Bu son kahramanca atak Stonewall Jackson'ın adamlarının  yepyeni Enfield tüfekleriyle açtığı yaylım ateşiyle son buldu.Bu silahlar üçyüz elli metre öteden  bir insanı vurabiliyordu.Yüz metreden daha yakından ateşlendiğinden ise mutlaka öldürücü oluyordu.Bu mesafeden Birlik askerinin eksi tüfekleri bir işe yaramazdı.

Sonudan Ripley yönetiminden gelen baskılara dayanamadı ve Einfield   tüfekleri sipariş etmeye başladı.Ancak artık çok geçti.İLk stoklar Güney'e gitmişti.Savaşın en ironik yanlarından biri Ingilizlerin hem güneylilere ,hem de kuzeylilere Enfield tüfeklerini satmaya devam etmiş olmasıdır.Riplet umutsuz bir şekilde ,yüzünü Prusyallara döndü.Prusyalılar  çoktan üstten doldurmalı siah teknolojisine geçmişlerdi ve eski önden doldurmalı silahları satmak istiyorlardı.Onlardan başka Belçikalılardanda silah alındı.Ancak bu tüfekler arkasında olanlar için önünde olanlardançok daha tehlikeliydi.Birlik askerlerinin çoğu bürokrasiyi bir yana bırakıp soğuk bir mantıkla savaş alanında hayatlarının  buna bağlı olduğunu düşünerek,kendi paralarıyla  Sharps ve Burnside gibi daha ileri teknoloji ürünü ve Ripley'i isyan ettirecek kadar pahalı mermileri olan silahları satın aldılar.

Amerikan İç savaşının en büyük mitlerinden biri savaş boyunca Konfederasyon ordularının yetersiz bir donanımla  savaşmış olduğudur.Bu,Albay Ripley sayesinde savaşın ilk yılları için kesinlikler doğru değildi.1862 yazına kadar Birlik askerleri,özellikle  batıdaki operasyonlarda  eski tüfeklerle savaşmıştı.Konfederasyon birliklerinde ise Enfieldler vardı.Enfieldler olmadan güney kesini 1861 ve 1862 deki savaşlarda yıkılabilirdi.Konfederasyon ordusu üstten  doldurmalı silahlarla donanmış bir birlik ordusuyla karşılaşsaydı ve bir de Enfieldleri olmasaydı Güney'in asla ikinci Manassas,Antietam ,Gettysburg gibi zaferleri olmazdı.

Ripleyin ordusu ilk savaşlarından çoğunu  kaybetti.Kendilerinden de olabilecek silahlarla etkisiz hale getirildiler.Ripley değişime karşı savaştı ve bu yüzden aralıksız atış yapan tüfeklerin alınması gecikti.Bu karar daha erken alınsaydı iç savaş çok daha kısa sürebilirdi.Ripley,1863 de ordudan atıldu.Sonrası bilinmiyor


SICILYA DA AKŞAM DUASI KATLIAMI




Romalılar Sicilyayı işgal ettiğinden beri ve muhtemelen daha da önce,Sicilyalılar Akdeniz'in kontrolü kimin elindeyse onun paspası olmaktan bıkmıştı.1282 de Fransız Monarşisi Sicilyayı kontrolü altına aldığında da ,1266 da Charles d'Anjou Sicilya Krallığına getirildiğinde durum buydu.Büyük bir ihtimalle Charles adannın bir deniz üssü olmaktan ve vergi getirmekten başka bir yararı olmadığını anlamıştı.Sicilyalılar kendi çıkar ve ihtiyaçları gözetilmeden büyük Avrupa devletleri tarafından yapılan anlaşmalardan rahatsızdı.

Bugünkü milliyetçilik koşullarında Sicilyalıların rahatszılığının milli nedenlerden kaynaklandığını düşünebilirsiniz.Sicilya da Avrupanın geri kalanına göre bu anlamda daha ciddi bir kimliğin oluştuğundan söz etmek mümkünse de bu sorunun sadece küçük bir kısmıydı.Sicilyalılar için en can sıkıcı durum Fransız monarşisinin paraya ihtiyacı olması ve Sicilya gibi uzak yerleri para makinesi gibi görmesiydi.Ayrıca vergi toplamak ve düzeni sağlamak için adaya Fransız yöneticileri de gelmişti.Çoğu Parisli bu Fransızlar Sicilyalıları yıkanmayan,pis köylüler  olarak görüyorlardı.Sicilyalıların  yıkanmayan köylüler olduğu doğruydu  ama asıl sorun Fransızların ada halkını   aşağılamasıydı.

Bununla birlikte ,işgalcilere karşı kendilerini savunmak için Cosa Nostra'yı yaratmış olan bu halk olduka sakindi.Ufak tefek bir sürü olay oluyor,anlaşmazlıklar artıyordu.Ama 30 Mart 1282ye kadar önemli bir meydana gelmedi.Paskalydan sonraki pazartesi günü işler birden karıştı.Bir grup Sicilyalı kilisede akşam duası için toplanmıştı.Birgün  önce bir grup Fransız Askeri Santa Spiro kilisesini basmış ve vergi borcu olan bazı kaçakları yakalamıştı.Bu,açıkca ötekilere  gözdağı vermek için yapılmış bir ibret göstirisiydi.Kilisede otururken kelepçelenip götürülen bu adamların oluşturduğu manzara sadece mırıldanmalara yol açtı ama kimse direnmedi,Ve o pazartesi günü,akşam duası başlamadan önce şehrin yerlisi Katolikler kilisenin önünde toplanmıştı.

Yetkililer böyle büyük bir kalabalıktan rahatsız olmuştu.Bunun sadece dinsel bir kutlama olduğundan ve Sicilyalıların silahlı olmadığından emin olmak için iki yüz Fransız askeri gönderildi.Aslında bu çok anlamlıydı.Çünkü daha evvel benzer toplantılar  tartışmalara neden olmuştu ve birgün önce aynı yerde kötü olaylar yaşanmıştı.Sicilyalılar üzerlerinin aranmasına ses çıkarmadı.Silahsızlardı.Ama Fransızların tacizci yaklaşımı, Sicilyalıların gururuna dokunmuştu.Fransız askerlerden biri silah aramak bahanesiyle elini yeni evli bir kadının bluzunun içine elini sokunca ,kocası öfkelendi '' Fransızlara ölüm ' diye bağırıp,Fransızın kılıcını belinden çekerek üzerine yürüdü.Bu hareket kalabalığı ayaklandırdı.Hiçbiri  silahlı olmamasına rağmen tüm Fransız askerlerini öldürmeyi başardılarKayıtlara göre Sicilyalılar da iki yüz kayıp verdi.

Sonraki günlerd tüm ada halkı ayaklandı.Binlerce Fransız ve onlarla işbirliği yapan yada evlenenler öldürüldü

Charles'in tepkisi iki birlik daha göndermek oldu.Yeni birlikler ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırıp  Sicilyayı geri aldılar.Adada İsyan ve direniş bir yaşam tarzı halini aldı.Halk adadali yönetime alternatif olarak adı bugün Cosa Nostra olarak bilinen kültürel bir doku oluşturdu.Fransızların tutumu sadece isyana neden olmadu,aynı zamanda Amerikanın ilk organize suç örgütününde temellerini attı.Bagajlarda bulunan cesetlerin,ayagından beton dökülmüş,dizlerinden vurulmuş insanların okuduğu beddualra hep dinsel  bir kutlamada sorun çıkmasını engelleme işgüzarlıpından bulunan Fransız yöneticilerine gitmeliydi.

Friday, July 20, 2018

AMERIKAYI ILK KEŞFEDEN VIKINGLERMIDIR ?


XI yüzyıl Viking Halklarının en güçlü olduğu dönemdi,Kanunları çok iyi düzenlenmiş,vahşetleriyle ünlnemişlerdi.Yöneticiler dünyanın en zengin ve en güçlülerindendi.Yöneticileri dünyanın en zengin ve en güçlülerindendi.Bizans Imparatorluğunun gurur duyduğu şeylerden biri,Imparator Varangian'ın muhafızlarının tamamen Rusya'dan ve Iskandinavyadan gelme vikiglerden oluşmasıydı.Vikingler gemileriyle Dublinden  Kiev'e kadar yelken açarlardı.


Ama şaşırtıcı bir şekilde ,Amerika kıtasına yerleşmediler.Hem de Avrupalılar arasında yerleşme olanağına ilk onlar sahip olmuşken.... Vikinglerin toprak hırsları,neredeyse altına duydukları kadardı.Nova Scotaia kıyılarındaki yemyeşi ' Vinland' harika bir ödeül olacaklardı onlar için.Ayrıca Vikinglerin yerleştiği Izlanda'dan ve Grönlandan daha iyi bir iklimi vardı.Toprağı verimsiz ,havanın hep kasvetli olduğu anavatanları Norveçten daha iyiyidi.Yerlilerin karşı koyması Vikingleri etkilemedi.Amerikaya yerleşen XVII yy göçmenleri gibi yerlilere karşı tüfek ve tabancaları olmasada zırhları ve çelik silahları yeterliydi.Hemde pek uzak değildi,Grönlandan Amerika kıyısına gitmek,Norveçten Izlandaya yada Izlandaya Grönlanda gitmenin yarısı kadardı.Bugün bile Nova Scotaida durursanız,ufukta yüksek Grönlanda zirvelerinin gölgesini görebilirsiniz.Öyleyse Avrupanın en yayılmacı,en dinamik insanlarndan olan  Vikingler yağmaya böylesine hazır bu kıtayı tercih etmediler ?

Bunun yanıtı Viking tarihinin en ünlü iki adamının karanlık geçmişlerinde yatıyor.Birisi Kızıl Eric,ya da nam ı diğer kanlı Eric ,diğer oğullarından Leif Ericson'du.

Vikingler ,tecavüz ve çapulculukta kötü bir üne sahip olsalar da,Kızıl Eric onlar için bile çok vahşiydi.Norveç'te ufak bir kavga sonucunda silahsız bir komşusunu öldürdüğü için önce Norveçten Izlandaya sürgüne gönderildi.Orada oğlu Lief doğdu.Izlandaya yerleştikten sonra yeni bir kavgaya tutuştu ve orada yeni bir kavgaya tutuştu ve orada uzun süredir yaşayanlardan birni öldürdü.O sıralar onu sürgüne gönderecek  başka yer olmadığı için,,Eric'e birkaç komşusunun olduüu Izlandanın batı kesimine  yerleşmesi emredildi.Bu da bir işe yaramadı,982 yılında Eric yeniden kavga sonucunda birini öldürmesiyle Kanlı lakabını aldı.Böylece Eric Izlandayı terketmek zorunda kaldı.Ama Eric'in insanları kolayca etkiliyebiliyordu.Etrafına bir grup memnuniyetsiz sıkılmış Vikingi topladı.Uzun yola dayanaklı gemiler inşaa ettiler ve batıya doğru yelken açtılar.

Eric ve arkadaşları,kara görene karda 500 mil yol aldlar.Eric,yeşil ülke anlamına gelen Grönland adını ,buzla kaplı bölgeye yeni insan çekmek içn koymuştu.Eric ve arkadaşları Izlandaya geri döndüler ve orada bir Koloni kurmak üzere birkaç yüz Vikingli aileyi ikna ettiler.Hava kötü,toprak kayalık olmasına rağmen burada yaşayan başka kimsenin olmaması herşeyi katlanılır kılıyordu.Böylece Eric'in bilfiil komutası altında belkide beş yüz kişiden oluşan,bir koloni Grönlanda yerleşti.

1001 yılında o zamanlar bütün Vikingleri çeken gezi tutkusu Eric'in oğlu Leif'in kanına girdi,Ama gitmek için kesin bir hedef belirlememişti.Çeşitli belirtilere ve söylenenlere göre daha batıda başka bir ada daha vardı.Babası gala Grönlandın yöneticisiydi ve bu da Lief'in gemisine adam toplayarak,bu adayı keşfetmek üzere yelken açmasına olanak verdi.Şaşırtcı bir şekilde kısa sürede Nova Scotia kıyısına vardılar.Babası gibi Leif de iyi bir ismin insanları çekeceğini bildiğinden  buraya Vinland ( Berekteli toprak ) adını verdi.Sonrai artık nufusu bin beşyüz kişiye çıkan Grönlanda geri döndü.Babasını Grönland için yaptıklarını,Vinland için yapmak,Insanların yeni keşfettiği bölgeye yerleşmesini istiyordu.

Ama ne yazıkki bu gerçekleşmedi.Kızıl Eric tahtını Leif'e bırakarak öldü.Anladığımız kadarıyla Grönlandı iyi yönetmiş ve liderliği zamanında koloni genişlemişti.Ama Leif ,yönetiminin ilk birkaç yılında ülkesiyle ilgilenmekten Vinland'a hiç vakit ayıramadı. Bu yüzden Vinland'la ilgilenme görevini kız kardeşi Freydis'e verdi.

Freydis'in araştırma gezileri sonucunda ilk kez Vikingler ve Amerika yerlileri birbirleriyle karşılaşmış oldu.Vikingler taş ve yapmaya başladıklarında kalmaya karar verdikleri anlaşılınca  yerliler çevrelerinde küçük bir kontrol halkası oluşturdular.Bir araya geldiler ve elli kadar Viking gemisini geri püskürttüler.Vikingler kaybetmiş olsa da Freydis bu kaybedilen  çatışmada kahraman olmuştu.Geri dönüp  yerlilerin üstüne vahşi bir şekilde saldırarak ,gemiler güvenle yola çıkana kadar geri çekilmelerini sağlamıştı.

Freydis,bir kaç yıl sora daha büyük bir grupla geri döndü.Bu sefer daha iyi silahlanmışlardı,sayıca daha fazlaydılar.Ama,koloninin kaderi çoktan kötü çizilmiş gibiydi.Freydis'in  gemisi karaya ilk çıkanlardan değildi.Freydis geldiğinde sahiplenmeyei düşündüğü eve daha önce gelen iki erkek kardeşi ve ailelerinin yerleştiğini gördü.Babası,Kanlı Eric'in geleneğini sürdüren Freydis bunu kabullenmedi.Her iki kardeşi öldürdüğünde kimse araya girmedi.Ama karılarının ve çocuklarınında öldürülmelerini emrettiğinde kimse bunu yapmaya yanaşmadı.Öfkeden deliye dönene Freydis,eline bir savaş baltası alıp kendi işini kendi hal etti.

O yıl sömürgeciler  kışı geçirmek çin Grönland'a döndüler.İki ailenin katlinin duyulmaması için çaba harcandı ama birileri yine de konuştu.Bu,Leif'içok zor bir duruma soktu.Kızkardeşi nedensiz yere,Leif'in korumakla sorumlu olduğu kadınları ve çocukları öldürmüştü.Kurallara göre katili öldürtmesi gerekiyordu,ama aynı zamanda kendi kız kardeşini ölüme göndermesi Viking kurallarını çiğnemesi anlamına geliyordu.Sonunda,üzüntüyle ve kendini  zorlayarak Leif bir çözüm buldu,kız kardeşini sürgüne gönderdi ve Vinland'a gidilmesini  yasakladı.Belkide,Vinland'da hiç,yerleşim olmazsa ,hafızalradan bu kötü anıyı silebileceğine ve kız kardeşini geri getirebileceğine inanıyordu.Ya bu fiyaskodan o kadar hayal kırıklığına uğramıştıki,katlimanın gerçekleştiği yerin bir daha adını duymak istemiyordu.

Böylece yıllar boyunca yasak sürüp gitti.Hatta Leif'in ölümünden sonra kötü hasatlar,zor kışlar yaşanmasına rağmen koloniyi batıya,Kuzey Amerikaya doğru yaymamaları,bunu akıllarına bile getirmediklerini gösteriyor.Bunun yerine birçok kişi Grönland'da  kalmalarının olanaksızlığını anladılar ve tekrar Izlandaya geri döndüler.Bir kaçı kalmaya devam etti ama iki yüz elli yıl sonra Grönland ,tekrar kıta Avrupasından kimsenin olmadığı bir yere döndü.Bu arada bütün bu yıllar sırasında ,sadece ailede bir katil olduğu için Leif'in Vinland'a koyduğu yasaka saygı gördü.Sonuç olarak dönemin en dinamik ırkı Kuzey Amerikayı işgal etmek şansını kaçırmış oldu.Eğer Eric'in oğlu ,kız kardeşinin gözden topraklara gitmeyi yasaklamasaydı,bugun dünta ne kadar farklı olurdu ?

Wednesday, July 18, 2018

AYDINLAMA VE AKIL ÇAĞI ÜZERINE BİR ÇALIŞMA

Akıl ağı,Inanç ağı ve İdeolojiler ağı olarak tanımlanabilen dönemşer arasında ( Onyedinci yüzyılın  ikinci yarısından on sekizinci yüzyılın sonuna kadar ) yaşanmıştır.Bu,inanların değiştirilmeye  zorlanmadığı bir dönemdi,yani 1648 den önceki Reform ve Karşı Reform hareketlerinin  yada ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda beliren '' izm '' lerin saldırgan eğilimlerini içermiyordu.Bu yeni mantığın ayrılmaz bir parçası,aklın yüceliğini savunan filozofların,insan doğasının mükemmel olmadığı ve kutsal bir yönlendirmeye ihtiyaç duyduğu şeklindeki daha önceki varsayımdan vazgeçtikleri Aydınlama hareketiydi.Bu inanç yerine,doğadan ,insan oluşumlarının mükemmelliğe doğru ilerlemesini mümkün kılıcak kesin ilkeler çıkartma düşüncesi vurgulandı.Bu tür bir gelişme iin gerekli olan,kutsal esinlemelerden ziyade insan aklıydı.

Akıl Çağı,XVII yy dan itibaren ilerlemeye devam eti ve XVIII yy ikinci yarısının başlarında en güçlü zamanını yaşadı,Ama,bu andan itibaren filozofların,insan aklını tüm sorunlar için evrensel bir çare olarak değil,her türlü mükemmelikten uzak ve sadece bazı davranışların gerçekleştirilebilmesine imkan sağlayan bir araç olarak görmete başlamalaryla,dönem sonra erdi.Romantizm yeni ve daha yoğun bir akım olarak ortaya çıktı ve akıl duyuların efendisi olmak yerine  onlara hizmet eden bir etkene indirgendi.

Akıl çağı,dinsel ve metafizik yaklaşımların son bulduğu bu dönemde yükseldi.Yeni ve din dışı bir felsefe biçimi,üç önemli değişimin  sentezi olarak ortaya çıktı.

Birinci değişim,daha önce eleştirilmesine izin verilmeyen pek ok varsayımını reddedilmesini sağlayan yeni bir mantik yönteminin doğuşuydu.Bunun kuramcıları Descartes ( 1596-1650 ) ve Bacon ( 1561-1626 ) idi.Descartes ,doğruyu bulma arayışında, 1641 de yayınlanan Discours de la Methode adlı eserinde sıraladağı dört temel prensibi bir araya getiren değişik bir yöntem geliştirmişti.Bunların arasında en önemlisi '' gerçekten emin oluncaya kadar hiç bir şeyi doğru kabul etmemek,yani önyargılar ve acelecei kararlardan kaçınmak '' ilkesiydi.Yöntemi,'' her türlü problem,incelemek üzere mümkün olduğu kadar parçalara ayırma '' ve '' en basit  olan ile başlayıp,en karmaşık bilgiye ulaşıncıya kadaer,düşüncelerini  bir sıra dahilinde örgütlemek '' idi.Bu işlemde ,son bölüm '' düşünce akışını tamamladıktan sonra,gözden kaçan bir nokta var mı diye kontrol etmek'' idi.Bu yöntem mantık çıkarımları için bulunmuş en etkili metottu.

Ikinci değişim,Insan ve dopanın incelenmesinde bu akılcı yaklaşımın kullanılması halinde,insanın gelecekteki gelişimi konusunda belli başlı ilkelerin temel yasalar şeklinde ortaya çıkacağına  dair inanışın belirlemesiydi.Bu inanışı etkileyen o zamanda değin ,en geniş kapsamlı  ve en kalıcı fizik kanunlarını bulan Newton'un ( 1642-1727 ) başarılarıydı.Çağdaşlarının hayal gücüne etkisi ,Pope'un onun anısına yazdığı mezar yazısında söylediği gibi,inanılmaz ölçülerdeydi.
Felsefenin de bilim gibi benzer temel kanunlar dahilinde olabileceği yönünde  bir görüş bile vardı;bu görüşe göre ilerleme ve mutluluğun kanunlarıda yerçekimi ve dinamik yasaları gibi belirlenebilirdi.

Üçüncü değişim,bu kanunların mantıkla aydınlanabilmesi için başlangıç noktası olarak kullanılan kimi öngörülerin  doğuşuydu.Bu fikirlerin çoğu,Spinoza ( 1634-1677 ),Bayle ( 1647-1706 ) ve hepsinden önemlisi Locke ( 1632-1704 ) tarafından geliştirilmişti.Örneğin,Locke ,' Epistola de Tolerantia '' adlı eserinde dinsel hoşgörü için bir '' insanı aydınlıkta kör bir canavar gibi davranmaktan kurtaran insan aklı arasındaki bağlantıydı.Onun mantıklı ve ileri görüşlü yorumu,'' her insanın ruhunu geliştirme yolunun kendine ait olduğu ve öyle de bırakılması gerektiği '' şeklindeydi.' Hükümet Üzerine ikinci çalışma ' adlı eserinde,,temsilci kurumlar için teorik bir yapı da oluşturmuş ve hepsinden öte,orijinal ruh kavramını  temelinde sarsmıştı.Lock'a göre ,insan zihni boş bir levha gibiydi ve çevreden edindiği izlenimlerle,het insan bu levhaya ayrı şeyler yazıyordu.Bu sosyolojik yaklaşıma göre,insan sadece çevresine uyum sağlıyor,yani mantık tarafından bulunan temel kurallarla uyum içerisinde hareket ediyordu.

XVII yy da Akıl çağı Aydinlanma hareketi süresince en güçlü dönemini yaşadı ve merkez olarak Fransayı seçti.Huguenotlar 1685 teki gelişlerinin  hemen ardından çeşitli çıkışlarla,kilisenin eleştirelebilmesine  uygun bir ortam yarattılar.Fransa içinde,Aydınlanma Felsefesi,salonlarda tartışmayı sevem asiller sayesinde yayıldı.Aynı zamanda Ingiltere ile daha önceki karşılıklı etkileşimler de mevcuttu.1700 den sonra Locke'un seferleri Fransada yayınlandı; Voltair 1726 da Ingiltere'yi ziyaret etti ve Ünlü Encyclopedie,Chambers Ansiklopedisinin Fransız versiyonunu üretmeyi amaçlarken doğdu.

Aydınlana felsefesi,Fransaya yerleştikten sonra,Descartes,Newton ve Locke'un fikirlerini sentezleyerek,insan aklının hiç olmadığı kadar önem kazanmasına neden oldu.Ortak tema,insan mutluluğunun felsefenin asıl amaşlarından biri olduğuydu.Insanın bu yolda ihtiyaç duyacağı herşey kendi iinde gizliydi ve aklı sayesinde onları dışarı çıkartabilirdi.Böylece,Burlamaqui'nin '' Insanin mutluluğu bulmasının tek yolu aklını kullanmasıdır '' sözüne inanların sayısı arttı.Diderot ( 1713-1784 ) '' Bir Hristiyan için onur ne ise,bir filozof için de mantık odur ''diyecek kadar bu düşünceyi ileri götürdü.Mantık iki aşamada insanın mutluluğunu sağlayacaktı;önce insan doğasının temel özellikleri bulunacak ve incelenecek sonra da adım mükemmel bir toplum oluşturulacaktı.Turgot'ya göre ,bu yolla 'ınsan,ırkı belki yavaş,ama düzenli adımlarla mükemmelliğe doğru ilerleyecek '' idi.Bu gelişimin mutlak bir amacı vardı.Turgot '' Insanlığın bütün pürüzlerinden kurtulacağı '' aşamayı gözünde canlandırabiliyordu.Bu bakış açısı,Condorcet'nin şu sözlerinde de varlığını belli ediyordu: '' Güneş,kendi mantığından başka efendi tanımayan özgür insanın üzerinde doğduğunda,zaman gelmiş olacak ''

Bu yaklaşımın dini,siyasi ve iktisadi alanlardaki uygulamaları nelerdi ?
Filozofların gerçek amacı dini ortadan kaldırmak değil,Diderot'nun sözleriyle,'' Tanrıyı yüceleştirmek ve özgürlüğe kavuşturmak '' idi.Doğayı yönlendiren kutsal bir eldi ve böylece doğanın içinde değil onun üzerine ayrı bir yerde kutsal bir varlığın kabulünü onaylıyordu.Böylece Tanrı,yarattıklarının büyük kısmına acı çektirerek  zalim bir efendiden  ziyade ,akıllı ve yüce bir ruh olarak görülüyordu.Sonuç olarak,filozoflar insana doğuştan verilen bir ruh olmadığına inanarak,cehennem ve kader kavramlarını reddetmiş oluyorlardı.Voltaire '' Insan günahkar olarak doğmaz,hatalar yaptıkça kirlenir '' görüşündeydi.Geleneksel Tanrı kavramının başlıca savunucusu ise ,filozofların zayıflamasını dilediği kilise yönetimiydi.

Bazı yazarlar Locke'un teorilerinin etkisi altın,siyasal kurumlaru incelemeye koyudular.Turgot ,idari bilimlerin bu yöntemlerle daha da kolaylaşacağına ve '' sadece  normak bir mantığa sahip olan insanların erişebileceği düzeye geleceğine inanıyordu.Montesquieu  ( 1689-1755 9 kurumsal anazilinzi dikkatli bir gözleme dayandırarakdeğişik durumlar ve etekiler hakkında genellemeler yaptı ve en bilindik parçası güçler ayrılığı ilkesi olan kendi idealini bu genellemeler üzerine inşaa etti.Tüm yaklaşımı akılcılığı temel almıştı '' Mutlaka temel bir neden vardır ve kurallar,o ve diğer faktörler arasındaki ilişkiye dayanır..Kısmen fizyokratlara ait olan iktisat kuramları ise,'' Bırakın doğa yönetsin  ' kuralını savunuyordu.Bu ,liberak ticaret ve devlet müdahalesinin en düşük düzeyde olması  ( laissez faire ) anlamına geliyordu.Bununla birlikte,eğer devlet sorumluluklarından feragat etmeyecekse ,iç gümrük uygulaması,adaletsiz vergi dağılımı ve baskıcı esnaf birlikleri dikkatli bir siyaset ile ele alınmalıydı.Akılcılık,ortak ve sabit toprak vergisi ( impot unique ) ve tüm toprak kölelerinin özgürlüğe kavuşturulması konularında öncü oldu. Diderot, D'Alembert ,Quesnay  ve Le Mercier ideal iktisadi ortam yaratıldıktan sonra,hem nüfusun hemde refahın artmaya devam edeceğini düşünüyordu.Bu yönde bir gelişim,Huxley'nin Brave Newworld ( Cesur yeni dünya )  ve Orwell'in 1984 adlı eserlerinde bulunmayan geleceğe yönelik iyimserliği  ortaya çıkarmak üzere toplumsal uyum ve yeni siyasak kurumlarlar bütünleşecekti.

Fransız aydınlanmasını pratikte etkileri açıktır.Coğrafi açıdan Alman ve Avusturya ,Aydınlanmaları gibi bölgesel versiyonlar yaratmış ve Avrupa'da pek çok ülkeyi etkilemiş olsa bile,toplama bakıldığında çok sınırlı kaldı.Toplumun büyük kısmı bu gelişmelerin dışındaydı.Voltaire'e göre ,aklın üstünlüğü anlayışı sadece,insan ırkının düşünen bölünü yani binde birini etkilemişti..Hitap ettiği kesimin bu kadar düşük bir yüzde olması,Aydınlanmanın en büyük zaafıydı;çünkü Hristiyanlık ya da daha sonraki ideolojiler gibi geniş kitlelere hitap edememişti.Hatta sadece okumuş ve zengin grupların ilgilenmesi nedeniyler,ister  ilerici despotizm şeklinde olsun,ister geleneksel imtiyazların korunmasuun haklı çıkarılması şeklinde olsun.,Aydınlanmanın sağladığı fikirlerin uygulanması genelde amacından saptırılmış ve sulandırılmıştı .Mantığı temel alan bir felsefe,inanç yada duyguları temel alanların sahip olduğu avantajlardan yoksun oluşu nedeniyler benzer sonuçlarla karşılaşmıştı.

Hiçbir XVII yy filozofu akılcılığa doğrudan saldırmadı.Ama zaman zaman insan aklı hicivlere neden oldu; Voltaire'in Candide'i ve Swifft'in Güliverin Maceraları gibi.Hatta Aydınlanma bike,insan aklının mükemmelliğe ulaşmanın tek yolu olduğu şeklindeki genel anlayışı,sorgulayan düşünce akınlarını besleyerek,akılcılığı zor durumda bıraktı.Ingiliz Aydınlanması onsekizinci yüzyılın başlarında ütopyalar dönemini aştığı için,bu tür sorgulamalar Ingiltere'de yoğunlaşıyordu; Locke'un eserlerini bu kadar popüler yapan parlamento ve Stuartlar arasındaki çatışmalar,toplumun çoğunluğu   tarafından kabul edilen yarı monarşi rejiminin getirilmesi ile sona ermişti.Dinsel hoşgörü,Fransa'dakinden daha ileri düzeydeydi ve Ingiltere,tüm Avrupa ülkeri arasında,liberal iktisadi yapının ve laissez faire anlayışının kısmende olsa işlediği tek devletti.Pek çok Ingiliz yazar,bu somut başarıları  tatmin edici bir uzlaşma olarak görüyor ve mükemmel bir toplum arayışını sürdürme gereğini duymuyordu.

Böyle bir ortam,akılcılığın oynadığı rolü sonunda önemsizleştirdi.Ingiliz Aydınlanmasının en etkili yazarlarından olan David Hume ( 1711-1776 ),insan aklının ' ahlaki açıdan nötr '' olması yüzünden,iyilik için olduğu kadar kötülük içinde çalışabileceğini düşünüyordu.Insan gelişiminde en önemli faktörler ,ona göre deneyim ve tutkulardı : '' En cahil ve aptal köylülerin,bebeklerin ve hatta en vahşi hayvanların bile doğa kanunlarını yaşayıp,öğrenebileceği  ve deneyimleri sayesinde gelişebileceği kesindir diyordu.Akıl insanın sahip olduğu en önemli yeteneklerin arasında olabilirdi,ama '' tutkuların kölesisir ve öyle de olmalıdır '' diye ekliyordu,Diğer bir deyişle,akıl ancak özgül amaçlara ulaşmanın bir yoluydu.

Bu yaklaşımın sonuçları,akılcılığın bir darbe daha almasına yol açtı.Üstelik bunlar sadece Ingiltereye ve Hume'a özgü düşünceler değildi;aklın sınırları olduğunun düşünenler Fransa'da da çoğalmaya başlamıştı.Ama asıl öldürücü darbeyi vuran Hume'un 1739 da yayınladığı Insan doğası üzerine bir inceleme ve 1749 da yayınladığı Insanın Anlama Yetisi üzerine bir soruşturma adlı eserleriyd,i ve bunların içerdiğ fikirler ,insan aklının mükemmeliyete götüren bir araç olduğu tezine yerle bir etti.Bununla birlikte,Kara Avrupa'sında insan aklının yeniden incelenmesine zemin hazırladı; yüzyılın sonlarına doğru bu fikirler Kant'ın ( 1724-1804 ) kendi tezini oluşturmasına ve felsefenin yeni bir tartışma alanı yaratmasına neden oldu.

Akılcılık akımının gözden düşmesiyle birlikte başlayan yeni arayışlar Inanç Çağına bir geri dönüş yaratabilirdi;gerçekten de XVIII yy sonlarına doğru  bu yönde gelişmeler söz konusuydu,ama değişim Romantizm yönünde oldu.Geleneklere ve duygulara verilen önem arttı ve böylece edebiyatta yeni bri dönem açıldı.Jean Jacaues Rousseau ( 1712-1778 ) ve Burke (  1729-1797 ) gibi yazarlar bu dönemde duygusal öğelerin bolca yer aldığı eserler verdiler.Vurgulanması gerekir ki,her iki yazarda  kendi tezlerini akılcı yöntemlerle  oluştursalar da,insan aklının mükemmelliğe götürdüğü anlayşını asla benimsemediler.Rousseau doğa üzerinde yoğunlaşırken,Burke bir ulusun geleneklerinin bilgeliğini vurguladı.

Locke ve Voltaire gibi filozoflar insanın doğuştan kötü bir varlık olduğu fikrini reddettiler.Rousseau bu inancı aşırı noktalara taşıdı ve '' insanın,doğasında iyilik olduğunu '' iddia etti.Rousseau ,insanın anlamsız fikirler ve acımasız toplumsal kuramlar sayesinde özünü kaybettiğini savunuyordu.Bu anlamsız fikirler '' inancı ve erdemi yok ederken '' toplum da onun ünlü Toplum sözleşmesindeki paradoksu yaratıyordu : '' Insan özgür doğar ve sonra zincire vurulur '' .Rousseau'ya göre tek çözüm doğaya dönmek ve demokratik yönetimlerin en sade biçimi ile yetinmekti.Ancak bu yolla insanın  içindeki  doğal  iyilik mantığın kısıtlamalarından  kurtulabilirdi.Rousseau örneğin şehirleri '' Insan ırkının batakhaneleri '' olarak tanımlaması gibi,değişik yollarla maddi ilerlemelere karşı duyduğu nefreti belli etmişti.Aydınlanmanın en önemli inançlarından birine meydan okuduğu için,insanların aşağılamalarıyla ,karşılaştı.Voltaire ona yazdığı bir mektupta ''... insanın dört ayak üzerinde yürüyesi geliyor.Ama ben azından altmış yıldan beri emekelem huyunu kaybettim ve tekrar kazanmam da pek mümkün değil '' diye yazmıştı.Voltaire,Roussea'nun doğal iyilik arayışının temelsiz olduğunu düşünüyorsa da,aslında Rousseau mantıkçı görüşlerin hakimiyetinden kurtulmayı amaçlıyordu.'' Mantık denilen şeyin,herkesin kendi çıkarını gözetmesini sağlayan bir takım hesaplardan başka bir şey olduğunu sanmıyorum '' diyordu.

Burke '' Insan doğal olarak mantıklıdır '' inancı çerçevesinde,doğal  iyilikten çok doğal bilgelik kavramına önem verdi.Ama bu anlayış mükemmel kurumlar kurmakta kullanılan akılcılıktan olduka farklıydı,bu,geçmişteki bilgeliğin birikiminden oluşuyordu: ' Bizler insanların kendi mantık dağarcıklarıyla  hareket etmelerinden  yana değiliz; çünkü bu dağarcık çok küçüktür  ve ulusların yüzyılların ve devletin birikimlerine sığınmak daha mantıklıdır '' .Öyleyse niye mükemmelik arayışına girilmeliydi ? Bu sadece teoride kalmış bir yaklaşımdı ve teorilerde kendi içlerinde güvenilmez noktalar taşıyordu.'' Şeylerin oluşumlarının  doğası gereği,insanların yarattıklarının özünde bir zayıflık mevcuttur;ve bu zayıflık çoğunlukla siyasal mekanizmanın mükemmelleştirilmesi girişimine o kadar sıkı yapmıştırki,buradaki en ufak bir hata teorik mükemmeliyetçiliğin yol açacağı kötülüklere  karşı gerekli panzehir haline gelir '' Bu yüzden,gelişme ancak organik  anlamda,mümkündü.Burke'e göre ,toplumlar ilkeler üzerine  kurulmazlar,kendiğilinden gelişirlerdi.Bu gelişmenin yönünü değiştirme  girişimi ise ,sadece kalıcı zarar ve bozukluklara yol açardı.

Romanztimz farklı bakış açıları yarattı ve Aklıcılığın hakimiyetinin  yerine geçecek olan aşırı uçlara getirdi.Rousseau da Burke de romantikti,ama akıl çağındaki iki filozofa göre,birbirlerinden daha uzak görüşlere  sahiptiler.Rousseau mevcut toplumları eleştirirken,Burke onları organik bir gelişmenin ürünü olmaları nedeniyle savunurken,Burke devletleri organik bir gelişmeye izin vermeleri konusunda uyardı.En büyük farklılık ise,bu iki filozofun siyasi otoritelere karşı sergiledikleri tutumlardaydı.Rousseau insanların içindeki doğal güçlerin onları mevcut sisteme karşı baş kaldırmaya ve özgürlüklerini tekrar elde etmeye zorlayacağını düşünürken,Burke bu teoriyi saçma ve tehlikeli bularak,tüm bozukluklarına rağmen,parlamenter yönetimin temek alınmasından ısrar etti.

Böyle karşıt anlayışlara izin veren bir kapasiteye sahip olması,Romantizm'in farklı biçimler altından pek çok yönre kanalize olacağının habercisiydi.Bu kii zaman suistimallere de yol açtı,örneğin : Robespierre 1792-1794  yılları arasındaki Terör dönemi'ni haklı çıkartmak için Rousseaunun fikirlerini kullandı.Bazen de Romantizm,siyasal alanda devletin otoritesini pekiştirmek ve baskıcı siyasetler oluşturmak amacıyla çarpıtıldı.Ancak şu göz ardı edilemez; ister sanat yoluyla,isterse  XIX ve XX yüzyıllardaki modern siyasal ideolojilere  kaynaklık etmek  yoluyla  olsun,Romantizm insanların hayatını büyük ölçüde etkiledi.


Kaynakça: J.Lee Stephen Avrupa tarihinden kesitler 


Monday, July 16, 2018

ISPANYOL SÖMÜRGECILİĞİNİN ÜLKESININ EKONOMISINE ETKILERI

Ispanyol Imparatorluğunun  yeni Dünyadaki en büyük kazancı,San juan de Ulloa ve Nombre de Dios'tan düzenelene yıllık seferlerle ülkeye taşınan Altın külçeleri oldu.İlk başlarda Kraliyete ait olan altın ve gümüş madenleri ,Kraliyetin sadece belli bir pay almayı kabul etmesiyle bireylerin ve şirketletin zenginlik kaynakları arasına girmeye başladı.Böylece her geminin taşıdığı mallar,kraliyet ve özel mülkiyet arasında bölündü.Kısmı dalgalanmalara rağmen,yeni dünyanın maceracılarının  taşıdıkları ganimetler,1530-1570 arasında düzenli olarak arttı,1571-1580 arasında hız kazandı ve 1586-1600 yılları arasında en büyük miktarlar ulaşarak,XVII yüzyılın başında da bu özelliğini korudu.Ancak 1625 den sonra serüven ticareti eskisi kadar ganimet sağlamamaya başladı.

Başta maceracı gemiciler Ispanyaya büyük kazançlar sağladı;Sevilla  Avrupa'nın en büyük limanı oldu ve deniz seferlerinin artışı ile Kuzey Ispanyadaki gemi yapımı hız kazandı.Ispanya,bilinen altın rezervlerinin çoğunu kontrol eden,dünyanın belli başlı güçlerinden biri olmuş gibi gözüksede sonuç tam tersi oldu.Avrupa'da kısa süreli bu prestij ve refah döneminin ardından imparatorluk ve fetihlerin getirdiği altın rezervleri,1580 ve 1590 larda bu refahı takip eden bir iktisadi krize neden oldu.Ispanya kendini toparlayamadı ve gerileyişi xvıı boyunca sürdü.Bütün bu olaylar kaynakları yanlış kullanmanın ve altının her zaman refaha yol açacağı şeklindeki yanlış inancın klasik örneklerinde birini oluşturdu.Bu gerilemenin sebebi neydi ?

Ispanya,ancak küçük bir zenginliği sindirebilecek kapasitedeki basit ve gelişmemiş iktisadi sistemi yüzünden ,Avrupada Altın stoku yapmaya uygun olmayan ülkelerin başında geliyordu.Herşeyden önce,ilkel tarım yöntemleri  ve verimsiz toprakları nedeniyle zayıf ve gelişmemiş bir  tarım potansiyeline sahipti.Ingiltere,Fransa ve Hollanda gibi ülkeler ,Amerika ve Afrikadaki sömürgeler gibi sağlam ve dengeli bir iktisadi yapının temelinin tarım olduğunu fark etmişlerdi.Sanayinin gelişmesi  ve dış pazarların düzenli sürekli olarak sömürülmesi  gerekiyordu.Ispanyanın XVI yüzyıldaki sanayisiz güçlü değildi ve onu canlandırıcak bir atılıma ihtiyaç duyuyordu.Başlangıçta altın külçelerinin Ispanyaya akışı,bu deniz seferlerinin taşımacılığını sağlayan ve ihtiyaçlarını gideren  başlıca sanayi kollarının işine yaradı,ama giderek bu kollar sanayi gidişat üzerinde baskın hale geldiler ve eldeki altınları değişim aracı olarak kullanıp malları diğer  ülkelerden  almak daha kolay olduğu için ,diğer sanayii dallarının  gelişmesini engellediler sonuç iktisadi  yapının güçlenmesi değil,varolan zayıf sisteminde tahrip edilmesi oldu.

Ispanyanın sömürgeleriyle kurduğu ilişkilerin niteliği de zarar verici ve zorlayıcı idi.Dayandığı ticari sistem temelde yanlıştı;sömürgelerin temin ettiği ham madde karşılığında ana devletin onların ihtiyaçlarını gidermesi planlanıyordu,ama bu asla başarılamadı.Ispanya  ( Yeni dünyadan  getirilen malların % 80nini oluşturan ve bazen % 95 lere kadar varan ) altın külçelerinin taşınmasına yoğunlaştı.Orta ve Güney Amerikadan getirilen malların çeşitlendirilmesi ile de genelde ilgilenilmedi.Sevilla,Avrupanın baharat,mısır ,fasulye,şeker ve kakao ihtiyacını karşılayan başlıca liman olmuştu,ve bu Ispanyanın giderek büyüyen  ticari zorluklar karşısında biraz olsun dengeyi yakalabilmesine yardımcı oldu.Ama bu fırsat da Hollanda'ya kaptırıldı ve XVII yy da bu malların dağılımı tamamı ile İspanyanın ellerinden çıktı.Amsterdam tropik ürünlerin dağıtıldığı en büyük limanlarından oldu.Karşılıklı ilişkinin diğer yüzüde geliştirilemedi.Ispanya yeni Dünyadaki sömürgelerinin yiyecek ve diğer ihtiyaçlarını karşılayamadı;hatta,sömürgelerin ihtiyaçları o kadar büyüdüki,Avrupanın diğer ülkelerinden sağlamak zorunda kalındı.Sömürgelerinin ihtiyaçlarını ülke sanayisinin gelişmesi için bir fırsat olarak kullanamadığı için Ispanya,sömürgeciliğinin kazançlarından yararlanamadı ve Ingiltere,Fransa ve Hollanda için ,bu ülkelerin kendi imparatorluklarını  kurdukları süreçte ders alacakları bir örnek haline geldi.

Kaynakların  yanlış kullanılmasının suçu kısmen kraliyet idaresine aitti.Bununla birlikte onları daha da kötü günler bekliyordu.Ispanya'nın yeni kazandığı zenginliklerin düşüncesizce harcanması V.Karl'ın hırslı dış siyaseti,II.Felipe'nin Habsburg-Valois çatışmalarına dahil olması ve ekonomik sonucu gayet pahalıya patlayan Lutherciliğe karşı açılan savaş ile sürdü.1540 ta Ferdinand şöyle diyordu : Ispanya krallığıda olmasa aç kalacağım...II Felipenin Ingiltere,Hollanda ve Osmanlı Imparatorluğuna karşı giriştiği askeri harekatlar, Ispanyanın ekonomisine onarılamayacak zararlar verdi.1586-1588 arasında 10 milyon duka donanmayı güçlendirmeye  ve Hollanda isyanını bastırmaya harcandı.Her iki yöneticide  dış siyasetlerini  destekleyecek altın rezervinin boyutlarını yanlış tahmin etmekle ve bu zenginliğin sürekli seferlerle destekleneceğini düşünmekle büyük bir yanılgı içine düşmüşlerdi.( II Felipe 1580 lerde ganimet miktarında beliren geçici artışa aldandı,ama bu artış daha zengin madenler bulunduğu için değil altın aramasında civanın kullanılmaya başlanması yüzündendi ).Aslnda altın madenlerindekş kraliyet payı oldukça küçüktü.1546-1550 yılları arasında V Karl toplam 6,6 milypn düka üzerinden 2 milyon düka ve 1586-1590 arasındaki kritik dönemde II Felipe 28,6 milyon  dükalık kazancın 9,6 milyonluk kısmını kraliyet hazinesine aktardılar.( Bu miktarlar donanma ve savaş masrafları için gerekli miktarı bile karşılamıyordu). Her iki yöneticinin de çözümü basitti;gelecekte daha çok altının geleceğini umarak,bankerlerden gittikçe büyüyen miktarlarda borç alıp,seferlerin devamını sağlamak.Böylece,kraliyetin kazancı ipotek altından kurtulamaz hale geldi ve borçlar ödenemeyecek boyutlara uğraştı;kraliyet hazinesi II Felipe nin döneminde 1557,1560,1575 ve 1596 yıllarında olmak üzere dört kere iflas etti.

XVI yy sonlarından itibaren Yeni Dünya'dan gelen ganimetlerin büyük kısmının Ispanya yerine başka  Avrupa ülkelerine gittiği belli oldu.Ganimetlerin el değiştirmesi  üç yolla gerçekleştı.
Birincisi,ganimetlerdeki kişisel paylar genellikle yasal olmayan yollarla,ithal tahıl ve mallara ödeniyordu.Fransız yazar Jean Bodin 1568 de bu durumun farkına vardığını şu sözlerle belli ediyor  '' Ispanyollar sırf bizden aldıkları tahıl,keten,kumaş,çivitotu boyası,kağı,kitap,hatta halı kısacası tüm mallar karşılığında altın,gümüş ve baharat vermek için dünyanın öbür yanına yelken açmak zorundalar'' 
ikinci olarak,ganimetlerdeki kraliyet payı,Ispanyanın dış siyasetini desteklemek için yabancı bankerlerden alınan borçlara gidiyordu.Bu durum Fuggerler ve Welserler gibi banlerlerin işine gelsede ,Fransa,Ingiltere ve Hollandanı kurduğu ticari ağ nedeniyle II Felipenin iflas etmesi onların tüm işlerini bozdu.
Ispanyanın altın rezervenin dış ülkelerce tüketilmesine neden olan ucuncu faktörde Hollanda ısyaninı bastırmak için yollanan orduydu.Hollanda Cumhuriyetini baskı altında tutmak için yollanan ödenek daha sonra orta ve batı Avrupaya akıyordu.Sonuçta Ispanya diğer devletlerinden gözünden kaçmayacak kadar kötü bir duruma düştü ve Amerikadan getirilen ganimetlerin dağıtımını sağlayan bir süzgeç haline geldi.Örneğin 1617 de Kastilya körfezi '' yeni dünyadan gelen altının hızla diğer ülkelerin eline geçip,asıl sahiplerini fakirliğe mahum ettiğinden yakınıyordu.

Sonuçta Ispanya büyük miktarlardaki altını çıkardı,taşıdı ve en sonunda başka devletlerin eline teslim etti;böylece önemli bir kazanç sağlamadan iktisadi sisteminin yara almasına neden oldu.Onaltıncı yüzyıl gittikçe  büyüyen mali krizlerin görüldüğü ve ticari dengenin bozulduğu bir dönem oldu.On yedinci yüzyılda Yeni dünyadan ganimet akışı yavaşladığı için durum daha da kötüleşti.Sevillaya taşınan ganimetlerin miktarı 1591-1595 yılları arasında 42 milyon düka iken bu tutar 1611-1615 yılları arasında 21 milyon dükaya ve 1631-1635  arasında 9 milyon dükaya düştü.Bunun üç sebebi vardı.Birincisi ,damarlar tükendikçe madenler daha az kazanç getirir oldu.İkincisi,sömürgeler kendi hesaplarına daha ganimet ayırmaya ve bunları gizlice Ispanya'ya taşımaya başladılar.Üçüncüsü ,gemiler Sevillaya ulaşan altın miktarını azaltmak isteyen dış güclerin saldırılarına karşı savunmasız hale geldiler.

Ispanyol ekonomisinin durumu XVII yy da çok kötüydü.Altın miktarındaki düşüş ,fiyat eğilimlerini etkiledi,onaltıncı yüzyıl boyunca genelde fiyatlarda bir yükselme görüldü ve bu durum hem Ispanyayı hemden Avrupayı sarstı.Artan nüfusun baskısı ve değerli metallerin piyasadaki bolluğu beraberlerinde 1500-1600 arasındaki yüzyıl içinde fiyatların altı katına çıkmasına ve ganimetlerin dağıtıldığı yerlerde enflasyon görüldü..Ispanya yönetimi ilk başta aradaki ilişkiyi fark edemedi,oysa Salamanca Üniversitesinin Teologlarından bir daha 1566 da  bunu açıklamıştı '' Para az bulunduğu yerde çok bulunduğu yerde kıymetlidir ''.Enflasyon en çok ıspanyada etkili olarak iktisadi yapı üzerinde hem olumlu hem olumsuz sonuçlara neden oldu.Bir yandan sanayinin gelişmesi için gerekli itkiyi sağlayıp olumlu bir etkide bulunurken,öte yandan Ispanyanın Avrupadaki direncini azaltarak krizlere yol açtı.Ama asıl önemli olan Ispanyadaki iktisadi gidişin yüksek fiyatlara adepte olması ve yeni bir değişimin tüm dengeyi bozacak olmasıydı.Ganimetler tutar olarak azalınca ve Avrupadaki fiyatlar belli bir dengeyi yakalayınca Ispanya uzun süreli bir mali bunalıma girdi.Ingiltere,Fransa ve Hollanda daha gelişmiş ve istikrarlı sistemlere sahip ülkeler ise yeni koşullara başarılı bir şekilde uyum sağladılar.

Ganimetlerin azalması ve II Felipe zamanında alınan dış borçlar,para akışının devamlılığını tehdit eder hale geldi.Madeni para ayarı III Felipe ( 1598-1621 ) ve IV Philip ( 1621-1665 ) dönemlerinde sürekli düşürüldü: 1665 ten sonra değersiz metaller para yapımında kullanılmaya başlandı.Bunlara ek olarak,kraliyetin ganimetlerindeki payının azalmasıyla yeni gelir kaynakları yaratmaya yönelik çabalarda vardı.Bu yüzden,ayarı düşürülmüş para mali yükümlülerin daha da büyümesine neden oldu.Vergilerdeki artış ( millones,alcabala,centos ve octrois ) çiftçiyi ve ticari sektörü zarara sokarken asalak gibi yaşayan asilleri etkilemedi.Bununla  beraber toplanan vergiler herhangi bir hizmete dönüştürülemedi.Kraliyet hazinesi o kadar zpr durumdaydıki,II.Karl öldüğünde cenaze masrafları bile zor karşılandı:

Bütün manzara,merkezi yönetimin iktisadi planlamadan,öngörüden ve kaliteli liderlik vasıflarından ne kadar uzak olduğunu gösteriyor ve günümüzdede böyle bir durumu hayal etmek insana zor geliyor.Hükümetin devletin iktisadi yapısındaki rolü inanılmaz ölçülerde değişsede  onaltıncı ve on yedinci yüzyılın standartlarında bile İspanya krallarının genel siyasetlerinin gelişi güzel,tutarsız ve yıkıcı olarak  nitelendirilmekten kurtulamaz.

Avrupadada diğer değişiklikler Amerikan sömürgelerinin  ve ganimet taşımacılığının bir sonucu olarak ortaya çıktı ,ki bunlar siyasi ve iktisadi  dengelerde temel yer değiştirmelere neden oldun.Bu iki aşamada gerçekleşti.

Onaltıncı yüzyılın ilk yetmiş beş yılında güçler dengesi,Akdeniz ve Orta Avrupadan iber yarımadasına  doğru kaydı.Osmanlı Imparatorluğu Uzakdoğu ticareti üzerindeki hakimiyetini sağlamlaştırdığından İtalyan limanları dağıtım merkezleri olarak önemini yitirdi ve avantaj okyanus ticaretinde yeni rotalar keşfeden ve denizaşırı imparatorluklar olan Ispanya ve Portekize geçti.Ganimetler bir süreliğine  Ispanyanın üstünlüğünü korumasuna yardım etti.V.Karl ve II .Felipenin  yönetimi altındaki Ispanya,iktisadi istikrarsızlıklar yaşasada Avrupanın en büyük güçlerindendi

XVI yy sonları ve XVII ilk yarısında güçler dengesi yeni bir değişim yaşadı.bu defa güçlene Kuzey BatıAvrupaydı.Bu ülkelerin düzenli ticari gelişimleri,Otuz yıl savaşlarınında yenilgisi birleşerek bu sonucu doğurdu.Ispanya genede kendini toparlayarak XX da istikrarlı bir ülke oldı

Saturday, July 14, 2018

ISPANYOL VE PORTEKIZ IMPARATORLUKLARI ÜZERINE BİR DENEME

Afrika,Asya ve Amerika'da sömürgler kurulmasına  yönelik ilk hareketler,XV. ve XVI yüyollarda önemli keşifleri gerçekleştiren  İber Yarımadası'nda doğdu.Emperyalimzi besleyen iki faktör,ideoloji ve zenginlik hırsıydı.1519'da  conquistadorlara Meksika'ya kadar eşlik eden Bernal Diaz bunu dürüstçe dile getiriyordu: '' Biz buraya tanrı yolunda hizmet vermeye ve zengin olmaya geldik '' .Sonuç olarak Ispanyol ve Portekiz emperyalizmi bir yandan Islamiyete ve dinsiz yerlilere karşı açılmış bir Haçlı seferi niteliği taşırken,bir taraftanda modern bir rol üstlenerek,mandaları altındaki deniz aşırı toprakların zenginliklerinin açıkca sömürülmesini başlattı.Bu ülkeler,üç okyonusa yayılan  sınırlardaki toprakları kendi yöntemlerine bağlamışlardı.Portekiz'in sömürgeleri  Cape Verde'nin Atlantik adaları,Mader ve Azor takımadaları,Brezilya kıyıları,Doğu Afrikadaki yerleşme merkezleri ( Mombassa gibi )  ve Batı Afrika'daki bazı merkezler  ( Sao Jorge gibi ) ,Afrika kıyı şeridindeki Angola ve Mozambik  gibi bölgeler,Hint okyonusundaki  Ormuz ,Goa,Kalküta ve Kolombo gibi yerler ve Uzakdoğudaki Macao,Malakka,Java gibi merkezler ile Selebler ve Molukalar'dan oluşuyordu.Ispanya'nınkiler  ise belli yerlerde yoğunlaşmıştı;Kanarya Adaları olmak üzere Batı Hint adalarının çoğu,Orta Amerika'nın tamamı ve Güney Amerika'nın önemli bir bölümü ve son olarak Filipinler.

Bu yazının amacı,iki iber devletinin sahip olduğu denizaşırı oluşumları arasındaki benzerlik ve farklilikları,her ikisinin kökenlerini,yönetim yapılarını ve iç ve dış tehditlere verdikleri tepkileri karşılaştırma yoluyla belirlemek olacaktır.

Iber emperyaliminin temelinde basit bir paradoks yatmaktadır.Portekiz keşifleri,Ispaya'nınkilere kıyasla daha sistematik ve dikkatlice planlamıştı,buna rağmen keşifler fetihlere dönüştüğünde daha etkili bir idare yapısı geliştiren Ispanya oldu.

Portekiz Kastilya'dan daha önce denizcilik keşiflerine başladı,çünkü endelüs müslümanlarına karşı gerçekleştirilen  Reconquista  hareketini XIV yy in ortalarında tamamlamayı başarırken,Kastilya 1492ye kadar Granadayı Müslümanların işgalinden kurtaramamıştı.Portekiz için bir sonraki adım doğal olarak Kuzey Afrikadaki Müslümanlara saldırmaktı ve 1415 Ceuta kuşatması dikkatli bir stratejinin  başlangıcıydı.Prens Fatih Henry komutasında 1460 yılında  Portekiz denizcileri  Endülüs müslümanlarının başlıca zenginlik kaynağı olan Sahra çölünün güneyindeki altın madenlerini ele geçirmek ve Islamiyet'i iki ateş arasında  bırakacak bir Haçlı savaşı başlatmak amacıyla Batı afrika kıyısındaki keşiflerine hız verdiler.XV yyın büyük bölümünde Kastilya benzer bir amaca sahip değildi ve Kanarya adalarını fethetmekle yetindi.Portekiz'in planları yüzyılın ikinci yarısında daha da hırslı bir yapı kazandı.II Juan ( 1481 - 1495 )  Pedro de Covihao gibi kaşifleri,Baharat yolu ticaretinin ele geçirmek,Islamiyeti abluka içine alarak rahip John gibi Avrupa dışındaki Katolik liderlerle ittifak oluşturmanın ve Hindistan ile direkt bir deniz bağlantısı kurmanın mümkün olup olmadığını  araştırmaya yolladı.Böylece,Vasco de Gama Hindistan'a efsanevi yolculuğunu gerçekleştirdi,yoksa Lizbon'da oturmuş bilmece çözüyor olabilirdi.Bütün bu gelişmeler Portekizin Afrika'nın güney kıyıları çevresinde doğuya doğru genişleme siyasetini yürürlüğe koyması için yeterliydi.Kastilya ise Portekiz'in sahip olduğu bilgilerden yoksundu ve şansa ve varsayımlara  güvenmek zorunda kaldı.Sonuç olarak,onun devamlı batıya doğru gidilerek doğuya gidilebileceğini kanıtlamayı uman Christophe Colombe'a gösterdiği ilgi ,Portekiz ölçülerinde ele alınırsa,önemsiz sayılırdı.Colombe'un seyahatlaeri ( 1492,1493-1496,1498-1500,1502-1504 ) ilk başta fiyaskosuymuş gibi görünüyordu;Portekiz ise işe yarayan tek sömürgeciymiş gibi duruyordu,çünkü altını bulan taraf onlardı.Bununla birlikte ,elli yıl içinde kıtanın içlerine  yapılan keşiflerle Ispanya'nın sömürgeleri hızla büyürken,Portekiz sadece kıyılarda kurduğu sömürgelerle yetindi.Ispanya'nın enerjisindeki bu ai artıl iki sebepten dolayıydı.

ilk olarak Ispanyollar,1494 yılında imzalanan Tordesillas Antlaşmasınının keşfetmelerine izin verdiği bölgenn iç kısımlarında önemli maddi kaynaklar olduğunu buldular,böylece kıyı bölgeleri ve adalardan ziyade kara parçalarının iç kesimlerine yoğunlaştılar.ilk baştaki girişimler  conquistadorların girişimleriyle sınırlıydı; Meksika'da Cortes,Guetamalada Alvarado,Peru'da Pizarro,Yeni Granada'da Quesada ve Yukatanda  Montejo,arayışlarının öncelikli hedefi yerli topluluklarının sahip olduğu rivayet edilen altın ve diğer  değerli maden külçeleriydi.Ispanyol krali yeni sömürgelerin  yönetiminin sorumluluğunu üstlenince bölgeye ikinci bir akın başladı.Bu sefer yeni Ispanyada ( 1543-1548 ) Zacateca ve Bolivyada 1545 de Potosi ,altın madenleri keşfedildi.Genişleyen sınırlar ve çoğalan yerleşim merkezleri yeni idari değişiklikleri zorunlu kıldı.Ispanyanın tersine Portekiz kıyı merkezlerinin zenginliklerini sömürmekteydi ve çok çeşitli ürün olduğundan,bunları kontrol edebilmek büyük güç gerektiriyordu..İşleri daha da zorlaştıran faktör Goa,Kilwa ve Malakka gibi limanların sürekli üreticiler sayesinde  ayakta kalmasıydı.Altın bulunan iç bölgelerin ele geçirilmesine  çalışıldıysada  başarılı olunamadı.Örneğin,XVI yy da Mozambikten Monomopata Imparatorluğuna sonuç getirmeyen  bazı seferler düzenlendi,yada kalıcı yerleşim birimleri kuruldu.Buna örnek olarak  1693 altına hucum sırasında Brezilya'nın Minas Gerais bölgesinde olanlar verilebilir..Bununlar beraber,genelde Ispanya'nın temel zenginlik kaynağı olan Altın külçeleri Portekiz için ikincildi.

İkinci sebep kıtaların içine  ne kadar gidilebileceğini belirleyen  faktörün yerli topluluklarının  direnme gücüne bağlı olmasıydı.Orta ve Güney Amerikadaki  Ispanyol fetihleri,kültürel açıdan gelişmiş ama conquistadorların yaptıkları savaşlara karşı koyacak askeri güce sahip olmayan uygarlıkların yok edilmesi pahasına gerçekleştirildi.Cortez ve Pizarro ateşli silahların ve atların sağladığı avantajı kullanarak,yerli liderlerinin karşı çıkışlarını umursamadan halkı köle olarak çalıştırdılar ve son çare olarak Cortes'in düşman lideri Montezuma ve Pizarro'nun da Arahualpa'yı  kaçırmasıyla,fatihler yerlileri lidersi bıraktılar.Öte yandan,Portekiz kıyı bölgelerinde ve kısmen de doğuda büyük güçlerle karşılaştı.Hint Okyonusunda çeşitli devletler kurmuş olan Müslümanlar,Amerika yerlilerinden daha zorlu düşmanlardı.Doğu Afrika'nın iç kesimlerindeki  Müslümanla Portekiz'in kıyıdaki yerleşimlerini genişletme çabalarına şiddetle direndiler ve sonunda Mombassa ve Malindi limanları Savahililer ( Zanzibar yerlileri ) ve Ummanlı Araplar tarafından XVII yy sonunda yeniden ele geçirildi..Hindistandaki Portekiz yerleşimleri kuzeydeki yeni kurulmuş Mughal Imparatorluğunun  saldırılarıyla zor anlar yaşarken,Doğu Hindistan sömürgeleri Islamiyetin Sumatra ve Java'da Hinduizmin yerine geçtiği dönemde kuruldular.Diğer bölgelerde de maceracılar sürekli saldırılarla karşılaştılar  ve güçlü düşmanlarını bir türlü zaptedemediler.Güney Hindistan'ın Hindu devletleri,Çin imparatorluğunun Ming ve Manchu hanedanları ve Japon Shogunlukları bunlarda bir kaçıydı.Portekizliler fetih hareketinin genelde sınırlı olacağını fark ettiler ve kıyılardaki hakimiyetlerini korurken,iç bölgelerin yöneticleri  ile diplomatik ilişkilerde bulunma zorunluluğu hissettiler.Sonuç olarak Portekiz sömürgeleri Ispanya'nınkilerden çok daha farklı olarak,dağınık noktacıklarla ve kıyıdaki birimlerle sınırlı kaldı.

Ispanyol ve Portekiz yayılmacılığının ilk evreleri kişisel girişimciliğe çok şeyler borçluydu.Amerika ve Afrika'da ,yöneticilerine Ispanya krallığı tarafından büyük hareket serbestisi  tanınan yarı feodal devletler belirmişti.Yeni Ispanya ve Peru'da yerleştirilen  encomienda sistemi ile conquistodarlar geniş toprakların sahibi oldular ve yerlilerin iş gücünden faydalanma  ve gelir sağlama  haklarını elde ettiler.Örneğin,Hernando Cortes 25.000 m2 lik bir toprağa ve yüzbin yerliye sahipti.Benzer  bir yöntem 1533 ten sonra Brezilya'da da uygulandı.Ünlü yerleşmeciler  bazen Portekizden bile büyük olan ve sahiplerinin ( donatarios ) aşırı boyutlarda siyasal,hukuki ve askeri güce sahip olduğu devletler yarattı.Asya ve Doğu Hindistan bu sistemin parçası olmadı.Bu bölgelerdeki Portekiz faaliyetlerinin temelde ticari nitelikte  ve söz konusu boyutlardaki toprak imtiyazlarının da pratikte imkansız olması,bu sonucu doğurmuştu.Diğer bir engel ise tabii ki bölgedeki yerli toplulukların askeri gücü idi.

Kişisel girişimcilik  giderek ana devletin yönetimi altına girdi.Bu dönüşüm kesin belirlenmiş  bir feodalizmden  yeni bürokrasi sistemine doğruydu.Ispanya tüm Amerika sömürgelerinde aynı sistemi kurarak kendi yolunu çizerek,Portekiz daha yavaş ve isteksiz davrandı ve XVII yy başlarında Ispanyol sistemini kendi sömürgelerine adapte edinceye kadar değişik yöntemler denedi.

Bürokrasinin tepesinde Ispanya ve Portekiz kralları ( bu iki ülke 1580-1640 arasında birleşmişti ) ile Avrupa'da onlara hizmet eden kurumlar vardı.Ispanyol sistemi Konsil basamaklarından oluşuyordu.En büyük kurumsal yenilik 1524 te V.Karl tarafından kurulan  ve Casa de Contratacion ( 1503 ) ( Ticaret odası ) ile işbirliği  içinde hareket eden Yerliler konsili idi.Bu iki kurum sömürge bürokrasinin tepesine yöneticiler atayarak ve onlara talimatlar yollayarak,sömürge yönetimlerinin her aşamada düzgün işlemesinden sorumluydular.1643 ten sonra portekiz benzer bir sistem uygulamaya başlayarak,sömürge yönetimini yeni oluşturulan Denizaşırı Konsiline bağladı.Ispanya'nın Portekiz üzerindeki etkisi açıktı;idari zorluklara karşı son çare olarak konsillere başvurmak tipik bir ispanyol tarzıydı.

Sömürgelerin yönetimi,kralın vekili olarak hareket eden denizaşırı kraliyet memurlukları kavramının oluşmasını sağladı.Ispanyol sömürgeleri böylece genel valiliklere bölündü; Yeni Ispanta ( 1535 ) ,Peru ( 1569 ),Yeni Granada ( 1711-1724 ve 1740 ) ve La Plata ( 1776 ).Portekiz yönetimi ise farklı bölümlerden oluşuyordu;yöneticiler Genel vali veya Genel Kurmay ünvanını taşıyorlardı.Örneğin Brezilya 1549 da Genel kurmaylık,1560 ta ise valilik oldu ve 1763e kadar bu sıfatı taşıdı.XVI ve XVII yy lardaki en önemli sorumluluğa sahip denizaşırı yönetim birimi,Hint Okyanusu ve Doğu Hindistandaki Portekiz yerleşimcilerini yöneten Goa Valiliği idi ( 1505 ).Ispanyol valileri XVI yy da  yerliler konsilinn  düzenli kontrollerde bulunması sebebiyle devlete daha bağlıydılar.Portekizliler benzer sistemi kabul ettiklerinde  Genel Kurmayların özerklikleri zedelense de,her zaman ıspanyol yöneticilerden daha büyük bir inisiyatife ve özgürlüğe sahip oldular.

Her iki imparatorluğun yönetimleri Valilerden,Kurmaylara ve Corregidorlara kadar değişen memurlukar yarattılar;ancak Ispanyol Amerikası ve Portekiz Brezilyası gibi ulaşılması güç noktaların yönetiminde devlet ve Genek vali yönetimleri zorlanmaktaydı.Böylece  yolsuzluklar başgösterdi.Daha da önemlisi,yerli halkların Lizbon ve Madrid'den gelen emirleri hiçe sayan yöneticilerle eziyetlere maruz bırakılmasıydı.1542 de Ispanya yönetimi yerlilerin köleleştirilmesini yasaklayan Yeni kanunları çıkarttı.Ama yerel devletlerin tepkisi düşmanca oldu ve çoğunlukla bu kurallar uygulanmadı; 1550 den sonra binlerce yerli tarlalarda ve madenlerde çalışmaya zorlandı.Portekiz Kralı Sebastian'ın fermanları da benzer şekilde bu eziyetleri durduramadı.Otoriteleri köleliliği yasaklayan kanunların uygulanmasını sağlayamadı vey sağlamadı ve XVII ile XVIII yy larda köle avcılığı bir meslek haline geldi.Yerlilerin  köle haline getirilmesinin engellenememesi,her iki imparatorluk yönetimlerinin en büyük başarısızlığıydı.

Portekiz Imparatorluğu,Ispanyol Imparatorluğuna kıyasla daha şiddetli ve daha uzun süren sorunlarla boğuştu ve daha önceden çökmüş sinyalleri vermeye başladı.Bununla birlikte,ondan geriye kalanlar daha uzun süre varlığını sürdürdü.İç ve dış tehditler incelendiğinde,Ispanyanın Imparatorluğunu daha ani ve sarsıntılı bir biçimde kaybettiği  ve bu yüzden yenilenen emperyalizmle başetmesiin daha zor olduğu görülecektir.

Dış tehditler Portekiz için daha tehlikeliydi.Portekizin denizaşırı imparatorluğu ,doğuda deniz üstünlüğünü eline geçirmeyi kafasına koymuş bir Avrupa gücü karşısında savunmasızdı.XVII yy daa Hollandalılar gemi yapımında Portekizin önüne geçti ve onun sömürgelerini  ele geçirmek ve baharat ticaretinin yeni efendisi olmak için güçlü bir strateji geliştirdiler.Batavya'yı sömürge avının ve deniz ticaretinin merkezi yapan Felemenkler,Yeni gine,Portekiz Timor'u  ve Ispanyol Filipinleri dışında  Doğu hindistan takımadalarını almakla kalmayıp,Portekizlileri Hindistan ve Seylandan attı,sadece Goa'ya dokunmadı.1630 lar ve 1640 larda ise Brezilya ve Angolayı almayı başarsalarda güçlerinin  sınırlarını fazla zorlamışlardı ve iç isyanlar bu bölgeleri Portekize geri kazandırdı.Bununlar birlikte XVII yy sonundan itibaren Portekiz ancak güçlü bir donanmanın yardımıyla savunabildiği sömürgelerinin yarısını kaybetti.Ispanya da aynı şekilde,kıyı ve adalardaki topraklarına ve denizlerdeki ticari üstünlüğüne yönelik dış tehditlerin saldıralarını önleyemedi.Bütün bunlar fransa ve Ingilterenin,Ispanyanın 1494 Tordesşllas Antlaşması ile Güney Amerika ve Karayiplerdeki tekeline karşı oldukları içindi.Fransa Kralı I François bu konudaki memnuniyetsizliğini söyle özetler: Dünya bölündüğünde,Ademin vasiyetinde ,beni kendi payımdan mahrum bırakan hükmünü görmekten ne kadar mutlu olacağım '' 1570 ve 1590 larda Ingiliz girişimciler Batı Hindistan'a bir saldırı düzenleyerek,Kral Felipeyi kıyı savunması için büyük para harcamasına neden oldu.Ama Ispanyol imparatorluğunun tamamının ele geçirilmesi imlansızdı.Hiç bir Avrupa devletinin,Orta ve Güney Amerikanın içlerine doğru büyük saldırılar düzenlemeye ve sonunda ortaya çıkması kesin olan isyanları göze almaya niyeti yoktu.Böylece Ispanyanın kayıpları Batı hint adalarından birkaçı ve Florida ile kısıtlı kaldı.

İç tehditler Ispanyanın Amerika kıtasındaki dominyonlarını parçaladığı ve yönetimin merkez ile sömürge bölümlerini birbirini bağlayan bağları kopardığı için ,Ispanyol imparatorluğuna daha büyük zararlar verdi.Portekizde Brezilyanın da içinde bulunduğu bazı bölgeleri kaybetmenin acısını çekti,ama Afrikadaki sömürgelerini korudu.Her iki devletin sömürgelerinde karşılaştığı temel sorun millliyetçi akımlardı.Bu,merkezi idarelerin,,sömürgeler üzerindeki baskıcı yönetimlerinin ve kısıtlayıcı iktisadi siyasetlerinin sonucuydu.Isyanın açıkca dile getirilmesinin sebebi Ispanya ve Portekizin 1808 den itibaren Fransız işgalinde olmasıydı.Sömürgeler sırasıyla,yabancı bir Avrupa devletinin yönetimi altında yaşamak istemediklerini haykırdılar.Kopuşlar Napoleonunn düşüsü ve Fransanın yenilişinden  sonrada devam etti.1811 ve 1825 arasında Meksika,Kolombiya,Peru,Şili,Bolivya ve La plata Ispanyadan ayrılaraka bağımsız bir devlet olduklarını ilan ederlerken,Brezilya ve Uruguay da Portekizden ayrıldı.Bir zamanlar Ispanyanın sömürge hakimiyetinin en büyük gücü olan geniş topraklar,artık ayak bağı haline gelmişti.Ingilizler ve Amerikalıla kesinlikle yeniden fetih hareketlerine izin vermedikleri ve Ispanyanında bunu yapacak gücü olmadığı için gerçekleşmedi.Portekiz bu krizi daha az etkilenerek atlatabildi ve Brezilyayı kaybetmesine karşım Afrikadaki hakimiyetini güçlendirdi.Angola ve Mozambikteki Portekiz vatandaşları sayıca Afrikalılardan daha az olmaları ve ekonomik ve askeri destek için Portekize bağımlıkları yüzünden isyana ve merkezden kopuşa yanaşmadılar.

XIX yüzyılın başlarından itibaren Ispanyol emparyelizmi gücünü yitirdi. Küba ve Filipenlerdeki sömürgeleri 1818e kadar korumayı başardı ama Fransa ve Ingiltere Sömürge hırsına devam ederken,ıspanya oyun dışı kaldı.Öte yanda Portekiz Afrikada yoğunlaşıp ,Angola ve Mozambikin sınırlarını Afrikanın içine doğru genişletti,sömürgeciliğe devam etti.Bu hareket 1932 den itibaren Salazar yönetimi ile tehlike yaşasada 1974 Portekiz devrimina kadar yaşadı.