Genel olarak
sanıldığının aksine,Eski Mısırlılar seyahat etmeyi çok severlerdi.Köylerle ‘
Nomos ‘ aını verdikleri il merkezleri
arasında merkezlerler kral sarayları
arasında devamli bir gidiş geliş
olurdu.Büyük dini bayrankarda Mısır’ın her yanından sayısız gezgin bir araya
gelirdi.Koptos,Sile-,Sunu,Pi-Ramses ve Menfis gibi şehirler ise her mevsim ,seyahat
edenlerle dolup taşardı.Bu gezginler Asya ve Nubya’daki maden ocaklarıyla taş
ocaklarına ,bereketli topraklara doğru yola çıkarlar ve oralardan çeşit çeşit
ürünlerle geri dönerlerdi.
Varlıklı olmayanlar
için tek bir seyahat imkanı vardı: Yaya gitmek! Bunların üstleride başlarında
pek bir şey olmazdı.Ellerinde bir değnek,bellerinin aşağısında bir
peştamal,ayaklarında ise sandallar vardı.
Yolcuların en büyük
korkusu ,sağda solda gezen askerlerdi.Bunlar,sırtında un çuvalı taşıyan bir adam görünce hemen saldırıp soyuyorlardı.Hatta
ayaklarındaki sandaletleri bile alıyorlardıç
Eyaletlerin en büyük
görevlisi olan ‘’ Nomarkhes ‘ lar bu kötülüklerin çnüne geçmek için gereken
tedbirleri almaya çalışırlardı.Asyut nomarkhes’leriinde biri,yönetimi sırasında
geceleyin yolda kalan bir yolcunun,yanında yiyecekleri ve keçileriyle rahatça
uyuyabilmesini sağlamıştı.Yolcu bu güven duygusunu nomarkhes’in askerlerinin
sağladığı korkuya borçluydu.Bununla beraber bazı Nomarkhes lerin aldıkları
önlemlere bakılırsa o dönemde
haydutluğun ve yolculuk tehlikelerinin
epey yaygın olduğı anlaşılmaktadır.
Ülkede pek çok yok ve
bir o kadar da kanal vardı.Nil de her kanal açılışında kazılan topraklar öyle
yüksek setler oluşturuyorlardı ki,su taşkınları bunların üzerinden aşamıyordu.Mısırlılar
yollarla birlikte kanalların bakımına özen gösterirlerdi.Kanallar arasındaki
bentlerin üstü yaya trafiğine ,hayvan sürücülerinin geçmesine ve kayıkları
yedeğe çekmeye yarıyorlardı.Eski Mısır dilinde Köprü anlamına gelen hiçbir
kelimeye rastlanmamıştır.Bir köprünün resmi yanlızca Firavun I.Sethn’in
zaferden dönüşünü anlatan bir resimde görülür.
İçinde Timsahlar
kaynaşan ve etrafı sazlarla kaplı olan
bir gölün üstünde köprü
resmedilmiştir.Bu köprrü iki askeri binayı
birbirne bağlamaktadır .Bu binalardan biri Asya diğeri ise Afrika kıyısındadır.Kuşkusuze,ne
büyük Nil nehri’nin üzerinde ve nede
Delta’nın ikinci derecedeki kolları
üzerinde hiçbir vakit bir köprü mevcut olmamıştır.Kanalların üstünde ise taş ve
tahta köprü sayoso yok denecek kadar azdır.
Insanlar ve hayvanlar
bir kanalı ya da derinliği fazla olmayan bir bataklığı geçecekleri vakit suya
girmekte tereddüt etmezlerdi.Mısırlılar’ın çoğu yüzmeyi bilirdi.Bunlardan bir
kısmı timsahlardan korkmaksızın Nil'e dalar ve onun geçerlerdi.Fakat herkes
buna cesaret edemezdi.
Önemli kişiler
için,kayık sahibi olmayan kimselere suyu
geçirtmek,tıpkı açlara ekmek,çıplaklara giysi sağlamak kadar kaçınılmaz bir
görevdi.Teb’de ve diğer büyük kentlerde bu işi bir meslek olarak yapanlar da
vardı.Zenginler yakın gidiş gelişler için uzun süre tahtıravan kullandılar.Bu
gösterişliydi,ama yavaş ,masraflı ve az konforluydu.Taşıyıcılar yürürken
adımlarını,bir şarkının ritmine uydururlardı.Bunu para için hatta boğaz
tokluğuna yapmaktaydılar.
Yeni İmparatorluk
döneminde,krallar ancak bazı törenlerden tahtıravana bindiler.Firavun Harem’de kazandığı zaferleri
kutlama şenliklerine böyle gitti.Normal zamanlarda krallar da öteki yurttaşlar gibi çift atlı
arabayı tercih ederdi.Araba ve atlar yeni yeni lüks sayılmaya başlanmıştı.Böyle
bir araba sahibi olmak artık herkesin düşleri arasına girecekti.
Bu tür
arabalardan,kral veya vezir saraylarına yapılan ziyaretlerde,teftiş gezilerinde
ve av partilerinde yararlanılırdı.Bunlar,uzun yolculuklar için elverişli
değildiler.Eski Mısır’da en rağbette olan taşıma aracı gemiydi.
Bir Mısırlı kutsal
Abidos kentine hac ziyareti için yola çıkacağı vakit genellikle kalabalıkça bir
filo halinde yola çıkardı.Yolcular önü ve arkası çok kalkık olan bir eski zaman
kayağıma binerlerdi.Böylece yolculuğun dini amacı daha ilk bakışta
anlaşılırdı.Hac yolcuları tapınaklarda kutsal eşya koymaya mahsus kutaklara
benzeyen tıpkı bahçe kameriyesi gibi bir kamarada otururlardı.
Kürekleri ve yelkenli
olmayan bu kayık,bağlı bulunduğu başka bir kayık tarafından
çekilmekteydi.Mürettabatı sadece iki kişiden ibaretti.Bunlardan biri bağlama
kablosuna gözcülük eder,gerektikçe onu uzatıp kısaltırdı.Öbürü de,iki dümeni
idare ederdi.Bu dümenler ağaçtan yapılmaydı ve boyalıydı;her birinin en üst
kısmında yolcuların koruyucusu tanrıça
hathor’un başı vardı.Çekici kayıkta ise,kayığın burnuna ve arkasına bir kablo
ile sımsıkı tesbit ettirilmiş bir direk bulunurdu.
Kayığın ortasını bir
kornişler süslü büyük bir kamara işgal ediyordu.Bunun duvarları boyalı
motiflerle kaplıydı.Kıç tarafta bir oyuk içindeki dümen küçük bir direğe
yaslanmıştı.Dümenci ,onu tek koluyla idare ederdi.
Suyun aktığı yönde
gidildiği,büyük su yüzeylerinden geçildiği veya rüzgar olmadığı vakitler kürek
çekmek gerekirdi.Kürekçiler on,on iki kişi,çok kere daha fazla olurlardı.Kaptan
ön tarafta elinde tuttuğu büyük bir mızrakla suyun derinliğini ölçerdi.Kamara
damının üstünde oturan ikinci kaptan elindeki kamçıyla zaman zaman tembel kürekçilerin omuzlarını okşardı.Mürettabatı
dümenci tamamlıyordu.
Eğer akıntıya karşı
seyrediliyor ise,kayığın tek olan yelkeni açılırdı.Bu,dikdörtgen biçiminde ,eni
boyundan fazla,iki seren arasında gerilir ve bir sürü iplerle idare edilen bir bezdi.Kürekçiler,oturdukları banklardan
kalkmazlardı.
Konut vermek durumunda
olanlar ilerisini daha iyi görebilmek için iplere tırmanırlardı.Nil
üzerinde gidiliyorsa yolculuk
bir dereceye kadar çabuk ve olaysız geçerdi.Fakat şayet her mevsim
geçişe elverişli olmayan kanallarda
yolculuk edilecekse önceden bilgi almak gerekirdi.
Nil nehrini Nübye’ye
kadar çıkmakta kullanılan kayıklar birer gerçek yüzen
evdiler.Bunların,sancak,hem de iskele tarafında bir dümenleri olurdu.Yolcular
ortada büyük kamarada otururlardı.Onun bitişiğinde atlar için de bir bölüm
bulunurdu.Ayrıca,biri önder,diğeri arkada 2 kamara bulunurdu.
Eldeki resmili
belgeler Nil Nehri’nden inip çıkan gemilerin sayısı hakkında kesin bir bilgi
vermemektedirler.Zira Mısır dilinde gemi anlamına gelen sözcüklerin sayısı çok
fazladır.Taş ocaklarında çıkarılan büyük blokların,dikilitaşların dev gibi
heykellerin taşınmasında mavnalar kullanılırdı.Firavun III Tuthmosis’in heykeli
götürülürken krallara layık bi tören yapılmıştı.Heykel tapınak gibi özel bir yere oturtulmuş ve buhurdanlıkla
tütsülenmişti.Onu taşıyan kayığı,ikinci bir kayık çekiyordu.
Hayvan ve tahol
taşımak için özel olarak yapılmış gemilerde vardı.Bunlar rıhtımlara
yanaştıkları vakit ölçülü aralıklarla
konmuş traverslerden oluşan bir eğik düzey uzatılırdı.Hamallar tek tek
sıralanırlar ve şarkı söyleyerek gemiyi boşaltırlardı.
Yolculuğun sonunda
gelindiğinde eğik düzey tekrar konulurdu.Hayvanlar,mallar rıhtıma indirildikten
sonra tüccarla oraya bir masa,etrafı açık bir dolap getirirler,bir fırın
yakarlar ve gemicilere ziyafet çekerek yolculuğun bitişini kutlarlardı.
Çöl,Mısırlılar’a daima
korku ve bir ölçüde saygı telkin etmiştir.Atalarının Nil vadisi’ne gelip
yerleşmeden önce onun hem enine,hem boyuna katetmiş olduklarını
unutmuyorlardı.Büyük tanrılardan biri olan Min’in hüküm sürdüğü bölge
Kızıldeniz ile Kaptos kenti arasındaydı.Onun kutsal sarayı buradaydı.
Bu,uçsuz bucaksız bu
sahaya yolu düşecek bir yolcuyu her türlü tehlike beklerdi.Açlık ve susuzlukla
diğer çok kötü rastlnatılar bunların başında geliyordu.Eskiden Nil Vadisi’ne
yaklaşan ve sığırlara saldıran aslanlar kaybolmuştu.Fakat kurt,panter ve leopar
hala vardı.
Heliopolis’in
doğusundaki bölge ise kumun içinde gizlenen zehirli,dehşet verici yılanlarla
doluydu.Yolcular sırtlarında insan başı olan garip yaratıklar,zürafa gibi uzun
boyunlu yaban kedileri,kanatlı panterler,ok gibi dimdik kuruklu ve dört kçşe
kulaklı tazılar görmüşlerdi.
Bunlardan başka
soyguncu bedevi çetelerine de rastlanıyordu.Çölden geçenlerin güvenliğini
sağlamak için Mısırlılar yer yer küçük tapınaklar yapmışlardı.Heliopolis’ten
Kızıl Deniz’e kadar uzanan bölgedeki bu tapınakların biride bir grup heykel bulunmuştur.Bunların
arasında III.Ramses’te bir tanrıça heykeli
de vardı.Her birinin üzerine kutsal yazılar kazınmıştı.Insanlar,bu
yazıları okumasını bilmeseler bile,belki,onlara bakmaları,veya dokunmaları bile
yeterli oluyordu.Böylelikler yolcular daha sonraki yolculukları sırasında
tanrıların onları tıpkı kralları korudukları gibi koruyacaklarından emin olarak
yollarına devam ederlerdi.Ne var ki,yolculardan bazıları ya tanrılaraın
korumasını sağlamayı bilmemelerinden,ya da uğurlu bir rehbere düşmemiş
olmalarından dolayo çölde kaybolmaktan kurtulamıyorlardı.
Dünyanın en eski
haritaları da Mısır’da yapılmıştır.Bu haritalar taş ocakları ile altın
madenlerinin yerini
gösteriyordu.Bunlarda,engebesiz araziler açık,kırmızı renge,dağlar ise koyu
kırmızıya boyanmışlardı.Yolların üzerindeki ayak izleri yönleri göstermeye
yaramaktaydılar.Bir şato resmi firavun Sethi’nin bir dikilitaşla yerini belirlemek istediği
harabeleri işaret ediyordu.
Çölün doğusundaki bazı
bölgelerde çok değerli bir ağaç yetişiyordu.Bu da terebentin
ağacıydı.Mısırlılar onun ‘ sonte ‘ adını verdikleri reçinesini
tapınaklarda,saraylarda,evlerde yakıyorlardı.Kuşkusuz,tanrılar onların ta Punt’a
( Somali kıyıları )kadar giderek aradıkları günlükten daha çok
hoşlanırlardı.Fakat buher zaman bulunmuyordu.O vakit onun yerine
buhurluklardaki korun üzerine atılan terebentin reçinesi,tanrıların olduğu
kadar insanların da burnuna hoş gelen bir koku çıkarıyordu.
Bu reçineyi aynı
zamanda tapınakların avlularında hayvan keserken de yakarlardı.Yine bir çok
kimseler bunu evlerinin havasını temizlemekte,haşereleri ve sinekleri
öldürmekte ve tuvaletlerde kullanıyorlardı.Arılar terebentin koruluklarına çok
düşkündüler.
Bu yüzden,o
koruluklarda iki türlü dolaşırdı.Bunlardan,birinciler reçine toplarlar ve
tapınakların bahçelerine dikmek için ağaç fidanları ararlardı..İkinciler ise
yabani bal peşindeydiler.Bu bal çok tüketilen bir madde idi.III Ramses
kervanların korkusuzca yolculuk etmelerini sağlamak için polis ve okçu
birlikleri kurmuştu.Onlar sayesinde yolcu hiç de konuksever olmayan çölde
kendini büyük bir güvenlik içinde hissederdi
No comments:
Post a Comment