Friday, January 25, 2019

AMERIKA YI YOK EDEN HASTALIK : ÇİÇEK





1800'lerin sonundan çiçek,Büyük Ovaları'ın güneybatısındaki Kiowa kabilesini üç kez ziyaret etti.Hastaliğın yol açtığı kayıplar ' Beyaz adamın armağını ' adlı bir Kiowa hikayesine konu oldu.

'' İyi yürekli bir Kiowa olan Saynday,tek başına yürüken,doğumun  ve iyi yaşamın yeri olan Doğu'da bir karaltı görür.Karaltı giderek büyür,ama iyi elçiler gibi dans edip sıçramaz.Derken  kızıl tozlar kaldıran bir at görünür.Üzerinde kızıl tozlara bulanmış bir binici vardır.Adam siyah elbisesi ve uzun şapkasıyla bir misyonere benzemektedir ve yüzü korkunç deliklerle doludur..Adam ve atu,Kiowaların ölülere yakıştırdığı yavaş hareket etmektedir.
'' kimsin sen ? '' diye sorar yabancı
''Ben,Saynday'ın Kiowaların yaşlı Sayndau amcalarıyım.Her zaman yanlız yürürüm ''
'' Adını hiç duymadm'' der yabancı.'' Kiowaları da hiç duymadım .Kimdir onlar ? ''Saynday ona Kiowaların kendi halkı olduğunu açıklar ve yabancı kim olduğunu sorar.
'' Ben Çiçek'im '' der yabancı
'' Ben de senin adını hiç duymadım '' der Saynday ''' Nereden geliyorsun,ne yapıyorsun ve neden buradasın ? ''
'' Çok uzaklardan geliyorum,Doğu oktanusu'nun ötesinden '' der Çiçek.'' Beyaz adamlardanım-Kiowalar nasıl senin insanlarında  onlarda benim insanlarım.Bazen onların önünde giderim,bazen arkada kalırım.Ama her zaman onlarla olurum ve beni onların kamplarında ya da evlerinde bulabilirsin ''
'' Ne iş yaparsın ? ''
'' Ölüm getiririm '' der Çiçek '' Çocuklar nefesimle,bahar karından solan bitkiler gibi solarlar.Ben yıkım getiririm.Bir kadın bir zamanlar ne kadar güzel olursa olsun,bana bir kez baktımı,ölüm kadar çirkinleşir.Erkeklereyse yanlızca bir ölüm depşk,çocuklarının ve kadınlarının yok oluşunu getiririm.En güçlü savaşçılar bile önümde eğilir.Bana bakan hiç kimse eskisi gibi olamaz.

Kiowalar hiç abartmamışlardı,çünkü çiçekten sonra Yeni Dünya asla eskisi gibi olmadı.Sonunda,Büyük kıyam,yüz yıldan kısa bir sürede yaklaşk yüz milyon Amerikan yerlisini yok etti.Kara ölüm ekolojik bir felaketse,Yeni dünyanın işgali biyolojik bir Armageddon'du.Tarihçiler ,onun dğnya tarihindeki en büyük nüfus felaketi olarak niteler.Eskidünya veba ve verem gibi öldürücüleri de,içeren biyolojik bir silahla Yeni Dünyayı  işgal ederken,asla ciddi bir direnişle karşılaşmadı.Ingiliz göçmenlerin tüfeklere,Ispanyol Conquistadorların  köpeklere,atlara ve kan dökme arzusuna ihtiyaçları yoktu.Misyonerler ve askerler her salgının ardından,şaşkınlık içindeki yerlileri kolayca bir kenara süpürebilirdi.Yeni dünyan'nın işgaline eşlik eden vurulmalara ve kılıçtan geçirilmeler,büyük ölçüde gereksizdi ve zaten hüzünlü olan hikayeyi daha da hüzünlü kılmaktan  başka bir işe yaramıyordu.Ekvatorlu büyük yazar Juan Montalvo '' eğer kalemim ağlayabilseydi,El Indio adında bir ağıt yazardım ve bütün dünya gözyaşlarına boğulurdu ''

Çiçek hastalığı Yenidünya'yı öylesine boşalttıki,kültürler yok oldu,koskoca uygarlıklar çöktü.Salgınlar yanlızca Aztekleri ve Inkaları yerlerinden etmekle kalmadı,sağ kalanları oraya buraya dağıtarak bütün Amerika kıtası boyunca  inanılmaz bir diaspora yarattı.Işgalciler,yarıkürenin ekonomisini sürdürebilmek için,ölen milyonlarca  yerlinin  yerine milyonlarca siyah köle getirmek zorunda kaldı.Yerlilerin boş mısır tarlaları ve şehirleri,Avrupalıların  bir yeni Avrupa yaratmak için ihtiyaç duydukları  insansız mülkleri oluşturdu ve buralar Iber inekleri,Hesse sinekleri,Ingiliz sığırları,Rus yabani otları,Norveç sıçanları ve Türk Buğdayıyla doldu.Büyük kıyam'dan sonra ,XIXyy Amerikalıları,' Vahşi dünyanın' kenarında,tarihi olmayan topraklarda yaşadıkalrını düşünerek büyüdüler. 

Meksikalı Düşünür Octavia Paz '' Amerikalı,yapmış olduklarıyla değil,yapmak istedikleriyle tanımlanan bir insana verilen addır '' dediğinde,hastalığın yarattığı bu hayati  anlamıştı.Kuşkusuz,göçmenler gerçek sahiplerinin bir hastalık tarafından yok edildiği topraklarda ancak kendi geleceklerini oluşturabilirler ve bu açıdan değerlendirildiğinde,Amerikan kültürleri gerçekten bir virüs tarafından yaratılmış ilk ve tek kültürlerdir.

Bütün virüslerin en büyüğü olan çiçek,Eski Dünya'da Colomb'un döneminden çok daha önce ortaya çıkmıştı.Eşeklerde ve Ineklerde görülen çiçek hastalığıyla ilişkisi olduğu sanılan virüs,binlerce yıl önce,Ortadoğu'da insanlar  ilk kez hayvanları evcilleştirdiklerinde bir insan paraziti olmuştu.Avrupa'da ilk kez X.yüz yıldan önce,muhtemelen  nezle gibi küçük bir rahatsızlık biçiminde kendini gösterdi.Ancak XVI ve XVII yüzyıllarda  esrarengiz bir şekilde öldürücü hale gelerek,Avrupa'nın ölüm tablolarını belirledi.Bu yeni tür (Yeni dünyada toplum dokuz tür çicek vardı )ateşe ve titremelere  neden oldu,iri cerahatli kabarıklıklar oluşturdu,elleri ve yüzü şişirdi.Hastlara berbat şekilde çürük et koktular,daha kötü vakalarda bu cerahatli sivilciler yüzü ver sırtı bir kan denizinde eritti.Virüs,ciltte kırmızı ve sarı lekeler  oluştururken,görünmez darbelerle iç organları yıprattı.Aylar süren tedavi sonucunda sağ kalanalrın çoğu bir gözünü kaybetti,ciltleri çicekbozuğu oldu ve tüm hayatları bpyunca çiceğe bağışık hale geldiler.

XVII yüzyılın sonuna gelindiğinde '' zalim hastalık '' orta ya da çok şiddetle yeniden ortaya çıktı ve Avrupa'daki çocuk ölümlerinin neredeyse üçte birinden sorumlu oldu,beş yetişkinden dördünü hasta etti.Avrupalı bir şair çiceği isabetli bir şekilde '' öyle iğrenç bir hastalık ki,ahirette,ruh gövdeye dönmeyi istemeyecektir '' diye tanımladı.Hastalığın korkutucu  görüntüsü,aşkı da mahvediyordu.Çicek başlangıcı bile yeni evlilerin sadakat yeminlerini bozmasına ve hastalanmamış eşin ortadan kaybolmasına yetiyordu..Bu ve diğer nedenlerle,üretken bir Ingiliz Tarihçi olan Thomas Macaulay onu '' ölüm nedenlerinin en korkutucu '' olarak adlandırır,bu virüsün XIX yüzyıl sonlarıdan,can sıkıcı ama tedavi edilebilir bir çocukluk hastalığına dönüşmesiyle gücünü kaybetti.

Colomb ve çiçek hastalığı Amerika kıtasına ulaşmadan önce,Yenidünya inanılmaz sayıda ve çeşitlilikle  halkla doluydu.Salamanka okulunun ünlü isimlerinden Bartolome de Las Casas,Yenidünya halklarının  faaliyetlerini bir arı kovanına benzetmişti.'' Tanrı sanki insan  ırkının hepsini ya da  büyük bir kısmını buraya yerleştirmiş'' Las Casas yalan söylemiyordu ve tarih,onun gözlemlerini  büyük oranda doğrulamaktaydı.Aztek ve Inkaların kurdukları şehirler,ancak Roma veya Istanbul ile yarışabilirdi.Dünyanın en büyük pazar yeri de Yenidünya'da Aztek başkenti Tenochtitlan'daydı ( Mexicocity ).Her sabah  60 bin tüccar ve müşteri sokakları  doldurur,msıır ,mücever,pamuklu giysi,vahşi hindi,sarımsak ,tuzlanmış balık ve altın alıp satardı..Bütün şehrin bir serap olduğunu düşünen Cortez'in  askerleri,pazar yerini iki günde dolaşmışlardı.Portekizlilerde  Brezilya'nın kıyı şeridi boyunca karşılaştıkları insan kalabalığına inanamadılar.Misyoner Alfonso Braz'a göre  Amazonlular tavşanlar gibi üremişti '' O kadar çoklar ve toprak o kadar büyük ve o kadar hıla çoğalıyorlar ki,sürekli savaşmasalar ve birbirlerini yemeseler,buraya sığamayacaklar ''

Tarihçi Dobyns'e göre besin kaynaklarını,salgınları ve yerlilerien mezarlarını  inceleyerek  nufus konusunda  bir fikre sahip olmuştur.Bugun aşağı yukarı 2 milyon Kuzey amerika yerlisi hayatta olduğuna göre,Eski dünya mikropları 1492 de avcı,toplayıcı ve çitçilerden oluşan 18 milyonluk bir nüfusla karşılaşmış olmalıydı.Aztekle,Mayalar ve Inkalar eklendiğinde Yenidğnta nüfusu,yıkımdan önce muhtemelen  90 ile 112 milyon arasındaydı.Buna göre,Yeni dünyanın çicek hastalığının orayı  ele geçirmesinden önce,Avrupanın iki katı nüfusa sahip ve ondan çok daha sağlıklı olduğunu da ortaya koymaktadır.

Sağlıklı yaşama eski Yunanlılardan daha fazla değer veren bir halk varsa,o da Amerikan yerlileriydi.Avrupalıların bacaklarını titreten ,dişlerini döken,ciğerlerini söken hastalıkların hiçbirini bilmiyorlardu.Çiçek yoktu,Kızamık yoktu.Veba yoktu.Cüzzam yoktu.Nezle yoktu.Sıtma ve sarı humma onla için siyah insanlar ve hindiba çiçeği kadar yabancıydı.Onlar,hastalıklardan uzak olmanın değerini bildiler.Çoğu yerli için yaşamak ve sağlıklı kalmak dinlerinin temelini oluşturuyordu.

Pasakli işgalcilerin,sağlam yapılı insanlardan gelen ' güzel kokuları ' fark etmemeleri imkansızdı.Yerlilerin ' beyaz ve düzgün dişlerine '' hayran kaldılar ve '' pürüzsüz ciltlerini ''  kıskandılar..- bu çicekboğzu suratlı Ispanyol,Portekiz ve Fransızların kaybettikleri bir özellikti.
Newenglandlı kolonicilerden William Wood Amerikan yerlilerinin '' diğer ülkelerde sık görülen hastalıklarla tanışmamıl güçlü ve sağlıklı vücutlara '' sahip olduklarını söylüyordu.Ayrıca Yerlilerin '' ezici bir çalışma  hayatıyla  çökmedikleri,baş ağrıtan kaygılarla  canlarını sıkmadıklarını ve aşırı bolluğu kötüye kullanmadıkları için'' elli gibi inanılmaz  bir yaşa kadar yaşayabildikleri sonucuna vardı.
Kanada'da Baron de Lahontan da '' Vahşiler'İn güçlü bir halk '' olduğunu açıkladı.Cizvit misyoner Manuel de Nobrega Amazonlar hakkında ilginç açıklamalarda bulunur. '' Burada kimsenin ateşten öldüğünü işitmedim,çoğu yaşlılıktan veya Frengi ( galler hastalığı ) ndan ölüyorlar '' 

Bu gücün ve sağlığın,donmuş Bering Boğazının geçilip Yenidünya'ya yavaş yavaş yerleşilmesiyle başlayan otuzbin yıllık bir tarihi vardır.Giriş soğuk ve zorlu olduğu için,hastalar mikropları ile beraber öldü.Tarih öncesinde Alaska,dağları,karı ve buzullarıyla bir tür mikrop filtresi işlevi gördü ve sağlam olanları kabul edip olmayanları dondurdu.Bu dönemden sonra eski dünya ile Yenidünya birbirinden tamamen farklı parazitle geliştirdi.Çocuk felci,sarılık ve frengi hariç Amerikan yerlileri hastalıksız yaşadı.Ancak,ortalıkta sürekli bir mikrop tehdidi,olmadığı için Yenidünya halklarının bağışıklık sistemleri,bir barış zamanı ordusu kadar tecrübesizdi.Böylelikle Çiçek hastalığı kolayca yayıldı

İki dünyanın hastalıkları arasındaki bu farklılı,farklı tarım yöntemlerini de yansıtıyordu.1400 lerde gelindiğinde eski dünya,keçi,koyun,sığır,domuz,eşek ve atları evcilleştirmişti.Avrupalılar,bu dört ayaklı yardımcıların ve proteinlerin  bedelini,onlerın mikroplarını paylaşarak ödedi.Muhtemelen verem ineklerdeni,tavuk çiceği tavuklardan,kızamık köpeklerden,nezle domuz ve ördeklerden bulaştı.Insanlar ve evcilleştirilen hayvanlar,toplam iki yüzden fazla hastalığı paylaşıyor.Ama zamanla bağışıklık kazanıldı.Denilebilirki Eskidünya tarımı Avrupalıların üstorganizmayı daha çok rahatsız  etmelerine ve diğer halklarla kıyaslandığında mikroplara karşı daha büyük bir bağışıklık geliştirmelerine neden oldu.

Yenidünya'da ise böylesi mikrobik karşılaşmalar çok sık olmadı.Orta Amerika halkları mısır,fasulye ve kadife çiceği yetiştirmelerine rağmen ,hiç bir zaman hayvanları ehlileştirmediler.Son buzul çaği,köpek ve hindi de dahil olmak üzere evcilleştirecek pek hayvan bırakmamıştıİ kalanlar da yenmiş yada yerini tarım ürünlerine bırakmıştı.Bu ciddi hayvan kıtlığı yüzünden Aztekler ,ayrıcalıklı elitleine protein sağlamak için heryıl ellibin insan kurban etmek zorunda kaldılar.Kuzey Amerika'da o zamanlar insanın doğadaki eşit ortağı olarak kabul edilen hayvanların evcilleştirilmesi dine saygısızlıktı.

Inkalar sadece lamaları,alpakaları ve gine domuzlarını  evcilleştirmişlerdi ve bu hayvanların  bulaştırdığı olası hastalıklar,hemen hemen hiç iz bırakmamıştı.Eski Dünyada  hayvanların evcilleştirilmesi insanları inanılmaz çeşitlilikler  mikroba aşina kalırken yeni dünya korumasızıd.

Çicek yenidünya'ya vardığında,biyolojinin en önemli ve en az dikkate alınan kuralına uydu;Işgalci tavşanlar kuralı.Bir kurbağayı,bir atı ya da hindiba çiceğini evinden alın,okyanusların ötesine,iyi gıdanın  olduğu ve düşmanların olmadığı benzer bir toprağa götürün,işgalci tavşanlar kadar hızlı çoğalacaklardır.Bu kural Avustralya'da doğrulanmıştır.1859'da yerleşenlerden biri tarafından tesadüfen  ülkeye getirilen  yirmi dört vahşi Ingiliz tavşanı öyle hızlı çoğaldıki,4 milyon metrekarelik bir otlak alan ikinci dünya savaşı öncesinde çırılcıplak kaldı.Çiçekte yeni dünyanın tavşanıydı.Otuz bin yıl önce,insanlar  Bering Boğazını  geçip yeni dünyaya  geldiklerinde,bütün hastalıklarını ve bağışıklık sistemlerini geride bırakmışlardı.Çicek bu nedenle bu yeni kıtada hızla çoğaldı.

Yenidünya halklarının  başına gelecek biyolojik felaketin ilk işaretini farkında olmadan Kristof Kolomb verdi.Asya'yı arayan kolomb,Karayip adalarına  uğradığında,bir kaç aravak kaçırdı ve ıspanyaya,birkaç Papağan,parlatılmış balık kılçıkları ve bu insan örnekleri ile döndü.Bu ilkel biyolojik deney,Aravaklar için bir felaket oldu.On yerliden yanlızca yedisi yolculuğa dayanabildi.Kolomb bir yıl sonra Katay'ı bulmak için yeniden adaya döndüğünde  yanlızca ikisi hayattaydı.Bunu izleyen daha büyük Aravak grupları ' toprağın onlara uymadığı' mikrop dolu ispnayada öldüler.

Yenidünya'da bilinen ilk çicek salgını,Eski dünyan'nın  hasta göçmenleri tarafından bulaştırıldı ve 1519 da  şimdiki Haiti ve Dominik Cumhuriyeti olan Espanola adasında patlak verdi.Salgın beş yıl boyunca kıtayı kasıp kavurdu,Mississippi'de  kanoyla kuzeye çıkarak,güneyde de  eski Inka yolları üzerindeki habercilerle  Cuzco'ya kadar giderek Yeni dünyanın yogun nüfuslu yerlerine yayıldı
Listenin başında tütün içen Aravak yerlileri  geliyordu.Çiçek bu halkı tamamen yok etti;öyle ki Ararvak dilinde yalçın,sert anlamına gelen Haiti kelimesi,bir zamanlar var olduklarını  gösteren tek kanıttı.Salgın,Puertorico ile Küba'ya yayıldığında,Calusa'nın yarısını kolayca yok etti;hayatta kalanlar kanoyla Florida'ya kaçtı.Amaçları kutsal bir nehirde yıkanıp,aranmaktı. Hristiyanlıktan etkilene Calusa rahipleri,Ürdün nehri gibi bir nehir arıyorlardı.Kendilerini hiç tanımadıkları ateşlerk ve kabarıklıklar içinde bulan Florida Halkı da serüvene katıldı.Şaşkınlık içinde kalan bir Ispanyol '' bu insanların Floridaya girip yıkanmadıkları su birikintisi kalmadığını '' görmüştü.

Salgın,Küba'dan Meksikaya,,fetihlerden birine katılan siyah bir kölenin ateşler içindeki vücudundan geçti.Fransisken rahip Ray Torbio Motolinia mikrobun ilerleyiişini inanamayarak gözledi '' Çiçek yerlilere saldırmaya başladığında,o kadar büyük bir salgın halini aldıki,bir çok bölgede nüfusun yarısından çoğu yok oldu...Yığınlar halinde öldüler,tahta kuruları gibi...'' SalgıniTenocchtitlan'da Hernando Cortez ile ordusunu  kurban olmhuaaktan kurtardı.Taş silahlara donanmış Aztek ordusu,liderleri Cuitalhuac'ın cesur komutasında,Tenochititlan'dan çekilen,ancak altın yükleri nedeniyle yavaş ilerleyebilen Cortez'in ordusunun dörtte üçünü yok etti.

Çiçek Cuitalhoc ile savaşçılarının  işlerini bitirmelerini engellerdi.Salgının tesadüfen  ortaya çıkışını Ispanyollar tanrının   bir lütfu olarak  yorumladı.Hastalik önce Cuitalhuac'ı vurdu,ardından şaşkın yerliler yetmişgün ateşler içinde yandı.Aztekler bu hastalığa büyük çiçek dedilerç

Büyük çicek,Aztekleri vurunca,Cortez yeniden toparlandı;daha fazla asker,top ve gemi ile geri döndü.Seksen gün süren savaşta,her yer cesetlerle doldu.Aztekler,dayanamayıp teslim oldular.Cortez çiceğin yardımıyla kazandı.

Ama Cortez'in bilmediği bir şey vardı.Çiceğin meksikada bu kadar hızlı yayılmasının ve başarılı olmasının sebebi,güçlü bir müttefikti.Meksikadaki 25 milyonluk nüfus,Kara ölüm öncesi Avrupadaki bir geçim sıkıntısına düştü.1505 deki büyük kıtlıkta,binlerce Aztek köylüsünü yiyecek bulabilmek için köle olmaya zorlamıştı;Meksika vadisinde erozyona uğramış,bozulmuş topraklarda Mısır yetiştirmeye çalışan çok sayıda insan,yolun sonuna gelmişti.

Tarihçi Murdo Meleod,yiyecek kıtlığının,hastalıklara yabancılıklarıyla birleşince Orta Amerika Halkları veba öncesindeki Ortaçağ köylüleriyle kıyaslandıklarında,büyük biyolojik saldırı karşısında daha da savunmasız kaldılar.

Meksikanın fethinden sonra çicek,veba ve nezlenin de katılımıyla 1521'de kalabalıkların yaşadığı Yucatan ve Guetamala'yı ziyaret etti. '' Büyük Yangın '  ve ''Çabuk ölüm '' Guetamala'nın dağ haklarının üçte birini öldürürken,Yucatan yarım adasında  Mayalar kuşlar gibi ölüyorlardı.Kısa bir süre içinde 400 bin insan öldü.Salgın hastalk amansız yürüyüşünü sürdürerek Costa Rica,Panama ve Nicaragua halkını yok etti.1524'de Inka Imparatorluğu'na '' sakallı adamalar '' ın işgalini haber veren haberciler sayesinde nüfuz etti.Inka şairlerinden birine göre,hastalık Quito'ya,karalar giymiş bir adamın taşıdğı bir kutu içinde geldi..Hastalık yayıldı.Bir kaç gün sonra ordu komutanı öldü.Imparator  Huayna Capac ateşler içindeki soylu vücudunu  taş bir eve kapattı ve orada çürüdü.Capac'ın ani ölümünün ardından varisi Ninan Cyoche'nin de ölmesiyle birlikte ,imparatorlukta otorite boşluğu oldu ve iki kardeş Huascar ile Atahualpa arasında beşyıl sürecek amansız bir iç savaş başladı.Pizzaro'nun 170 asker ve 40 atla ortaya çıktığı 1532 yılına kadar salgın Inkaları yok etmişti.Ona karşı durucak Soylular hastalıktan,Savaşçılar iç savaş yüzünden ölmüştü.Pizzaronun işi çok kolay oldu.

Çicek hastalığı Amazon'dada felakete neden oldu.Öksürükten ve kanamadan muzdarip ,Amazon yerlileri ölümü uzak tutmak için biber yakıp,dualar ettiler.Sağlıklı misyonerlerin karşısında kaçtılar.Şaskınlık ve umutsuzluk içindeki çiftçiler manyok ekmeyi unuttular.Kıtlıktan öldüler.Tanrılarının onları terk ettiğine inanan binlerce Amazon yerlisi Hristiyanlığı kabul ettiler.Bahia  yakınlarındaki bir cizvit yerleşiminde,1559-1583 yılları arasında korku içindeki 40 bin yerli,Hristiyanlığı kabul etti,ama çiçek ölümleri durmadı.1580 yılına geldiğinde yanlız 300 yerli hayatta kalmıştı.Gördükleri Cizvitleri umutsuzluğa düşürdü.

Kuzey Amerika'da salgınlar kabileleri dağıttı,bir çok insanı yerinden yurdundan etti ve bazı kültürleri tamamen yok etti.Alvar Nunez Cabeza de Vaca,1530 larda,bugünkü Birleşik devletlerin güneyindeki destansı yürüyüşüne başladığında,Kızılderililerin tarihini yeniden yazan çicek salgınından kaçan yerlilere rastladı.Fransızlar Mississipi vadisi'ni işgal ettiklerinde,güneşe tapan toprak işçilerinden geriye yanlızca,savaş madalyalarına benzeyen dövmeleri olan savaşçı Naçezler kalmıştı.Ama 1721'e gelindiğinde onlar da adete bir gölge halk haline gelmişti.Missisippi boyunca yaşayan halkları,o denli yok etti ki,1880'lerin başında bufalo sürüleri höyükleri dümdüz edip Kentucky'ye girdi.Daha sonra,Oregon'a giden öncüler,harabeleri görünce şaşırdılar.Çicek bölgeyi 1830'larda bir kez daha vurduğunda,Oto,Omaha ve Missouri kabilelerinden hayatta kalabilenler  Pawnee'lerle birleşti.Ancak,hastalığın neden olduğu birleşmeler,yerlileri daha kalabalık gruplarla çicek ve kızamık hastalığına kapılmasına neden oldu.

Her ne kadar salgınlar 1620 lerde kadar New England yerlilerinden uzak durduysa da,hastalığın etkileri aynı derecede yıkıcı oldu.Büyük kabilelerin nüfuslarının yarısının yada üçte birinin yok olmasıyla birlikte başıboş kalan hırslı bireyler,işgalcilerle hain ittifaklar kurdular.

Amerika'nın her yerinde,yerliler bulaşıcı hastalıklarakarşı hiçbir tecrübelerinin olmadığını kanıtladılar.Yerlilerin geleneksel  tedavi yöntemi,sıkı ter banyosundan sonra soğuk suya atlama,çicek ve kızamık gibi ateşli hastalıklarından ölme oranını artırmaktan başka bir işe yaramıyordu.Büyük Göller yakınındaki Winnebagolar,çiceği ağaçlara astıkları köpek ölüleriyle korkutup kaçırmaya çalıştılar.Florida'da Ticuma'lar kazazede Ispanyol gemicilerden bir iki numara öğrendiler.Ölüm terlemelerinden vazgeçtiler ve harcanabilir bir azınlık olan travestilerini,tecrit edilmiş hastaların bakımıyla görevlendirdiler.Bu çabalar Ticumaları yok olmaktan kurtarmadıysa da,diğer Amerika yerlilerin hiçbiri bu tür bir halk sağlığı bilincine ulaşamadı.Büyük Ovalar'da talihsiz Assiniboine'ler,gözleri olan ve yanlızca kendisinden korkanlaru gören bir yaratık olarak hayal ettikleri çicek şeytanını oyuna getirebileceklerini düşündüler.Tedavi yöntemleri '' çicek hastalarının,yakınında durup onların çubuğunu kullanmak,onların kabında yemek,onlarla aynı battaniyeye sarınmak ve böylece hastalıktan korkmadıklarını göstermekti'' 1837 deki büyük çicek salgınında,korkusuz Assiniboine'ler neredeyse tamamen yok oldu.

Çicek,19.yüzyıla kadar,Aleut adalarından Tierra del Fuigo'ya yenidünyadaki hemen hemen her toplumu ziyaret etti.Birçok yerde,Kiowaların söylediği gibi,beyaz adamdan önce geldi.George Vancouver 1763'te Fuget Sound'a geldiğinde,kafatasları ve kemiklerle dolu bir çicek mezarlığı buldu.1801 de Lewis ve Clark büyük ovaları yürüyerve geçtiklerinde,otuz yıllık çicek lekeleri olan yerlilerle karşılaştılar.

Çicek geleneksel inançları ve manevi yaşamı derinden sarstı.Hastalık şamanların,kahınlerin ve helimlerin çaresizliliğini göstermenin  yanı sıra,onların kendilerini işe yaramaz  hissetmelerine de yol açtı.Halk yeni arayışlara yöneldi.Latin Amerika'da benzer sonuçlar,yaşananları yeni bir ruhani düzen arayan yerlileri Katolik kilisesine yöneltti.Kuzey Amerika'a ise ruhsal yabancılaşma yerlileri kürk ticaretine yönlendirdi.Avrupa'nın kunduz şapkaları giymeye başlamasından önce Yerliler Hayvanları kutsal sayarlar,hatta avlamayı bile yasaklamışlardı.Kunduz ya da geyik halkını kızdırmak,talihsizlik,sefalet ve hastalıkla  sonuçlanabilecek ciddi bir işti.Ama çicek ile veba saldırığında,yerlilerin çoğu,hayvan krallığının yeminini bozduğunu  ve bilinmiyen günahları için yerli halka savaş açtığını düşündü.

Kürk ticareti New England'da başka nedenlerle,ortaya çıktı.Salgınlar,ormanları Abenaki,yerlilerinin kemikleriyle doldururken,wampum'un ( Kuzey Amerika yerlilerinin para veya süs olarak kullandıkları,iplere gerilmil kemerlere takılmış kabuklar ) değeriini de artırdı.Sağlık ve güç sembolü olan bu beyaz ve mor kabuklar,New England'da prestij anlamına geliyordu.Bir wampum hediyesi bir tartışmayı sona erdirebilir,bir ruhu hoşnut edebilirdi ve wampumları koruyan yerli şefleri onları akıllıcak kullanırdı.Ancak,Avrupalılar,çicek salgınından kurtulan sosyal ve siyasal düzen yeniden kurmak için wampuma gerek duyan yerlilere,,kunduz kuyruğu karşılığında wampum önerdiğinde,hayvanlar için felaket başladı.

Tarih ironiyle zenginleşir.Yerllerin ,Amerikanın ilk ticari kilisesi olan kürk ticaretine başlaması,tarihe müthiş bir zenginlik kazandırdı.Yerli halk,vaşakları,geyikleri ve kunduzları öldürmekle,kendi yaşam kaynaklarını yok etti,ailelerini kötü beslenmeye mahkum etti ve sonunda yerliler hastalıklara karşı daga duyarlı hale geldiler.Yeni dünya'nın memelilerinin öldürülmesi,Eskidünya işgalcilerine daha çok yer açtı.Avrupalı sığırlar ve koyunlar için New England ,düşmanların olmadığı uçsuz bucaksız bir cennet gibi görünmüş olmalı.Sığırlar ve koyunlar sayıca büyük sürüler oluşturdu.Yerlilerin korkudan yemediği bu boynuzlu vahşi hayvanlar,mısır tarlalarını ezip geçti ve çicek gazilerine kıtlığı getirdi.Yerliler,yaşam alanlarını  ineklere terk ederken,Inekler de giderek  çoğaldı.Orta Amerika'da yerliler,sığırlar sayesinde,verimli,alçak tarım alanlarından,bugün hala yoksulluk çektikleri verimsiz dağlık bölgelere sürüldüler.

Çicek,Eski dünya mikroplarının en öldürücüsü olmasına rağmen,tek başına iş görmüyordu.Kuzey Amerika'da 1520 -1809 yılları arasında 41 çicek salgını,17 kızamık,10 nezle,4 hıyarcıklı veba dalgası ve 4 kızıl saldırısıyla  yarıştı.Güney Amerika'daki hastalıklar listesi içinse,ayrı bir bölüm ayırmak gerekir.XVII yüzyılda,viski yüzünden bağışıklık sistemleri daha da zayıflayan yerliler arasında bu salgınlar daha da güçlendi.Bu salgınlar yüzünden dünyanın % 20 sini oluşturan yerlilerin sayısı %3 e düştü.

Bütün bu ölümler,Ispanyolların ,Yeni dünya'nın gümüş madenlrinde ve şeker tarlalarında çalışacak yerlilere ihtiyaö duydukları bir dönemde müthiş bir işgücü kaybına neden oldu.Ispanyollar,Meksika,Peru ve Espanola'daki kayıpların yerini almak üzere,bulabildikleri heryerden yerli topladılar.Püritenler bile zincirledikleri yerlileri  Batı hint adalarına gönderdiler.Ancak,1 milyona  varan nüfusuyla  Nikaragua,saldırının esas hedefi oldu.1530'lar ve 1540'lar  da,köle tacirleri 500 bin Nicaragualı'yı taşıdı ve direnen 50 bin yerliyi öldürdü.Hayatta kalan yerliler için o kadar büyük taleo vardı ki,20 köle gemisi her yıl 210 sefer yapıyor,her biri 350 köle taşıyordu.Kölelerin  yanlızca yarusu yolculuğa dayanabildi,kalanlar da yeraltı mezarlıklarını andıran madenlerde kısa sürede öldüler.1578 de Nikaragua'daki yerlilerin sayısı 8 bini geçmiyordu.

Yeni dünyanın nüfusunun azalması karşısında,Ispanyollar Afrikadan köle ithal etmeye başladı.Zencilerin daha güçlü olduğuna ve hastalıklardan etkilenmediklerine inanıyorlardı.Bu ticareti ise Portekizliler yönetiyordu.Ispanyollar kolombun gelişinden 100 yıl sonra,bir milyon zenci köle ithal edilmiştir.Genel inanışın aksine Yenidünyadaki Afrikalıların sayısı XVIII yüzyıla kadar beyazlardan daha fazlaydı.

Bununla birlikte,köle ticareti,Yenidünya'ya eklediği kadar insanı yok etti.Atlantik'İn kötü şöhretli '' orta geçit 'inde beyaz denizciler zincirli kölelere tifüs,çicek ve kızamık bulaştırırken,siyahlarda dizanteri,sıtma ve sarı hummalarını paylaştılar.Bu gemilerde yaşayan biyolojik savaşlar,her iki tarafa da ağır kayıplar verdirdi.Her yıl denizcilerinn yaklaşık dörtte biri ölüyor ya da karayiplerede bırakılıyorlardı.Insan yükünn %70 nin,denizcilerin de % 10 nunda ölümünden çicek sorumluydu.Portekizliler bu kalyonlara yüzer mezarlar diyorlardı.

Leş kokulu gemiler,Cartageba,Bahia,Veracruz ya da Buenos Aires'e vardıklarında ölü denizcilerle,hasta kölerler ve hastalıkla dolu oluyordu.Köleler yüzünde tüm kıyı halkları hastalık kaptı.XVI ve XVII yüzyıllarda ,beyazları korumak amacıyla köle gemilerine sıkı karantinalar uygulandı.Yeni Avrupalılar kölelerin,kasabaların en dışındaki evlerde ya da çadırlarda barındırılmalarını emrettiler  ve hekimler sahiplerini belirlemek amacıyla  köleleri  kızgın demirleden önce muayene ettiler.

Bu önlemler bile köle tacirlerini zengin eden karlı enfeksiyon zincirlerini oek kırmadı.Hiç durmayan köle trafiği hastalığı körükledi.Gine sahilinde satın alınan iki köleden yalnızca biri yenidünyaya ulaşabildi.Köle ticaretinin  sürdürğü 350 yıl bpyunca 15 milyon afrikalı öldü.Kadın kölelerin azlığı ve hastalıklar yüzünde zenci kölelerin varlıklarını sürdürmeleri zorlaştı.

Çiceğin boşalttığı topraklar göçmenler yerleşti.Kıtlıktan ve salgın teröründen kurtulan ygöçmenler,dünyanın en büyük ekonomik mucizesini yarattılar.Bu yeni bolluk çağıdan ağaçları,çiceğin yerlileri öldürüşünden daha hızlı yok ettiler,balık,kürk,şeker ve gümüş ihraç ettiler.Yenidünya yı talan ederek kapitalizmin temellerini de atmış oldular.Adam smith bunu yeni bir ekonomik bir gelişme olarak adlandırdı.

Çicel Kanada da büyük yaralar açtı.XVII ve XVIII yüzyıllarda büyük salgınlarda,Kanada ekonomik dersini kürk ticaretinden aldı.Kanadanın ilk şirketi Hudsan Bay Company,kolay zenginliğin,vahşi hayatın sömürülmesiyle elde edileceğini gösterdi.Para için herşeyi acımasızca tükettiler

Yerliler hastalıklar yuzunden vatanlarını,herşeylerini kaybettiler.Amerika yı feth eden beyazlar değil Çicek oldu.Hastalık şu an kontrol altında olsada,yeni salgınlar  her zaman uygarlığımızı düzenlemek için ortaya çıkacaktır.



Kaynakça : Mahşerin dört atlısı    Andrew Nikoforuk v
                    Epidemology and the slave trade  Philip Cuttin
                    The native population of the Americas 1492  William Donovan
                     Spanish central  America  Mundo Mcleod


Thursday, January 17, 2019

AVRUPA'DAKI BUYUK VEBA SALGINI UZERINE BIR DENEME






Veba,eski halk hikayelerinde önemli bir izlekti,günlük hayatta daha da önemli bir yere sahipti.Insanlar Veba bakiyelerinden,bizim hava durumundan bahsettiğimiz gibi söz ederlerdi.Boşuna da değildi bu :Insanların çoğu  otuz yaşından önce,birbiri ardına gelen salgınlarda ölürdü.Köylüler bir sonraki salgının hayatlarını ne zaman ve nasıl değiştireceğini bilemezlerdi.

Soğuk savaşın şiddetli yıllarında,Birleşik devletler Atom enerji Komisyony nükleer bir savaşınbir kıtayı nasıl zehirleyebildiğini aslında bilmediğini kabul etti.İki Atom bombasının sonuçları ve Hiroşima radyasyon kayıtları elindeydi,ama bunlar yeterli değildi.Böylece,nükleer bir felaketin çok daha detaylı bir resmini yapması için bir firma ile anlaşıldı.Kaliforniyada bulunan bu şirket akademisyenlerinden birini derhal kütüphaneye gönderdi.Uzun araştırmalardan sonra,beyin takımının analisti 1348’deki Kara Ölüm konusunda otuz bir sayfalık bir rapor yazdı.Bu rapor daha sonra ‘’ Nükleer bir savaşın biyolojik  ve çevresel sonuçları konulu daha kapsamlı bir çalışmanın parçasını oluşturdu.Bu çalışmayı yapanlar,bu salgını tarihin kaydettiğien büyük felaketlerden biri olduğu için seçmişti.Bu hastalık iki yıl içinde 30 milyon insanın ölümüne sebep olmuş ve vrupa nüfusunun üçte ikisinin yok olmasına neden olmuştu.Veba salgını bir Nükleer savaşın verebileceği zarar kadar etkili olduğunu tespit ettiler.Karşılaştırmayı yapana anallist,veba salgının yalnızca bir özelliği karşısında hayal kırıklığına uğramıştı ;Kara ölüm savaşların aksine mala zarar vermemişti
Büyük ölüm veya Veba evlere ve manastırlara  dokunmadı ama içlerinde yaşayanları öyle hızlı öldürdü ki 1720 ye kadar üçyüz yıl boyunca ,iki ve yirmi yılda bir ortaya çıkarak  ürkütücü bir simetri kazandı.Salgınlarla gelen büyük ölümler,büyük değişikliklere yol açtı.

Nüfusun azalması,kaçınılmaz biçimde ücretleri artırdı,feodalizmi yıktı ve ormanları korudu.Ayrıca mezarlıkları genişletti,Yahudi katliamlarına neden oldu,koyun sayısını artırdı,kamçı cezasına ilhma verdi ,hatta entelektüerl ilişkilerde Ingilizce nin kullanılmasına yol açmıştı.
Floransalı Petrarca,bir yangının tiyatroyu boşaltması gibi vebanın şehrini boşaltmasını gözlerine inanamayarak izledi.Sonraki nesillerin hastalığın 1348 de Avrupada yarattığı korku ve vahşeti anlamayacaklarını düşünüyordu. ‘’ Ey mutlu nesiller,böyle derin bir kederi yaşamayacak,yaşadıklarımıza masal gözüyle bakacaksınız ‘’
  
Vebadan çok önce,basiller,pireler,fareler e Cenovalı tüccarlar tarihi karşılaşma için bir araya geldi.Ortaçağ Toplumu ,kalabalık Avrupa ailesini sefalet ve kıtlıkta tanıştıracak felaketi hazırladı.Hıç kuşkusuz Iklimin de küçük bir rolü oldu.Ortaçağ boyunca devam eden uzun ve sıcak yazlar,kısa ve serin kışlar,köylüleri daha çok ürün yetiştirmeye ve daha çok üremeye teşvik etti.Bu iklim yüzünden 700 yıllarında iyi beslenen 25 milyon insan 1250 yılında 75 milyon aç insana çıkarak,kıtayı içinde bakterilerin kaynadığı bir deney tübüne dönüştürmüştü.

Felaketin ilk belirtileri,Avrupa’nın çok işlenmiş ve verimsizleşmiş topraklarında ortaya çıktı.Köylüler,giderek artan sayılarını besleyebilmek için ormanları yok ettiler,bataklıkları kuruttular ve dik dağ yamaçlarını ektiler.Yeni topraklar verimsizdi.Daha çok tahıl ekebilmek için köylüler otlakları işgal edip,inek ve koyunları yerlerinden ettiler,böylece gübre üretimi azaldı..Toprak zayıflayıp aşındıkça,buğday ve arpa mahsulleri azaldı.Köylülerin sofrasındaki kara ekmek somunlarının  boyu bir parmaktan daha kısaydı.

Bu arada iklim değişmeye başladı.Soğuma ya da ters sera etkiis ,sonraları ‘’ Küçük  Buzul Çağı ‘’ olarak adlandırıldı.Alpler’deki otlaklar buzullarla  kaplandı.Thames nehir ve Baltık Denizi birkaç kez dondu.Grönland’daki Viking yerleşimleriyle bağlantı koptu ve buzullar arasına hapsolunan kolonistler açlıktan öldü.1300’lerin ilk yarısında bulutlarla dolu gökyüzü ve erken bastıran donlar,ürünleri birbiri ardına kırdı.Aşırı yağmurlar ve güneşin pek az görünmesi,köylüleri etleri bile tuzlayıp saklamaya itti.

1308-1332 yılları arasında Avrupalıları  bir deri bir kemiğe döndüren kıtlıklar,insanları ısırganotu,güvercin pisliği yemeğe zorladı.Birçok şehirde kedi ve köpekler kazanlar içinde yok olurken,aç kalabalıklar katillerin ve hırsızların etlerini kapışmak için darağaçlarına koşturdu..Ingilterde yalnız zenginler at eti satın alabiliyordu.

Bu toprakları mahveden ve ilk kez Moğol bozkırlarında ortaya çıkan ‘ Yersinia Pestis ‘ adlı bakteri ,bugün hala o topraklarda yaşıyor ve tarla farelerinde nezle benzeri bir rahatsızlığa  ya da tünel kazan dağ sıçanları ve sincaplar arasında ölümcül bir hastalığa yol açıyor.Dünya ikliminin 1330’larda ki değişimi bozkırlardaki kemirgen hayatını yok etti.Sıcak ve kuru rüzgarlar,bakterileri,pireleri ve hayvanları çölden kaçırıp hiçbirşeyden kuşkulanmayan Moğol yerleşimlerine sürdü.Mideleri yersina’yla dolu pireler,Moğolların sırtında yepyeni baharat,ipek ve hastalık yükleriyle Asya ile Avrupa’yı dolaştılar.Çin,Hindistan ve Kafkasya’da hiçbir engelle karşılaşmayan veba,ardında  haydutların pusu için kullanabilecekleri yükseklikte ceset yığınları bıraktı.

Vebaya yakalanan ilk Avrupalılar ,biyolojik savaşın ilk kurbanlarıydı.Kırım’ın ticaret şehri Kefe’de Tatarlar tarafından kuşatılan Cenevizli tüccarlar,vebaya yakalanmış ‘ bitkin,sersemlemiş ve şaşkın’ düşmanlarının,ölülerini  şehir surlarından aşağı atmalarını dehşetle  izlediler.Bakteri bombardımanından aşağı atmalarını dehşetle izlediler.Bakteri Bombardımanından kurtulan tüccarlar,kısa bir süre sonra vebayla birlikte kendi limanlarına döndüler,Ceneviz ve Messina sakinlerini  gemilerini sevinçle karşıladılar,ama hastalarla  ölülerden oluşan gemiciler onları hayal kırıklığına uğrattı.Kalyonlar ve hasta denizcileri,gittikleri her kentte,dehşet içindeki kentliler tarafından yanan oklarla püskürtüldüler.Artık korkuyu da yanına alan Veba ,Avrupa’ya yayldı ve her Ortaçağ evinde bolca bulunan kara sıçanlarla pirelere yerleşti.İki yıl içinde ,Avrupa’nın ahşap,toprak zeminli,saman dolgulu kulübeleri,Asya bozkırlarındaki kemirgenlerin tünellerine döndü.

Avrupalılara musallat olan veba iki türlü idi.Hıyarcıklı veba ve akciğer vebası.Enfeksiyonlu bir pirenin ısırmasıyla başlayan hıyarcıklı vebada,önce siyahımsı bir leke oluşuyor,bunu koltukaltlarında ,kasıklarıda  ya da boyunda oluşan yumurta benzeri şişlikler izliyordu.Ateş ve hezeyanın eşlik ettiği hıyarcıklı vebabir hafta içinde kurbanlarının yarıdan fazlasını öldürüyordu.Hasta ölmeden önce teri,idrarı ve tükürüğü yoğun kokuyordu.Akciğer vebası pireden bulaşmıyor,soğuk havalarda,mikrobun akciğerlere yerleşmesiyle ortaya çıkıyor ve burundan kan gelmesine yol açıyordu.Enfeksiyonlu kişinin öksürüğünden ve tükürüğünden bulaşan,öldürücülüğü oldukça yüksek olan veba türü,insanları yirmi dört saat içinde öldürüyor ve hızla yayılıyordu.Büyük ölüm çalışmaya başlamıştı.

 Büyük ölüm zamanında seyahat etmek çok tehlikeliydi.Gemiler başıboş o kıyıdan öbürüne yüzüyordu.Tarım durmuş,ekinler biçilemiyor,hayvancılık yapılamıyordu.Akbaba ve kuzgun sürüleri,gökyüzünü kaplarken,aç köpek ve kurtlar ölü bednleri parçalıyorlardı.Şehirlerdeki Dilenciler ve evsiz takımı,havayı temizler umuduyla yakılan ateşlerin etrafında toplanıyorlardı.Ateşin etrafında ölüler dans ediyor gibiydi.

1348 salgını sırasında  Insanlar kendi çocuklarını ve ailelerini gömüyorlardı.Bir gün vaaz veren papaz,ertesi gün can çekişiyordu.Dünyanın sonu gelmiş gibiydi.

Veba Avrupada yayıldıkça,korku dolu insanlarr öfkelerini Yahudiler yakark  çıkarmaya çalıştılar.Ortaçağda bir çok meslekte çalışmaları yasaklanmış  olan Yahudiler,rehincilik,tefecilik yada mezar kazıcılığı gibi işler yapıyorlardı.Katolik Kral ve Kraliçeler,el koydukları faiz karlaraina rağmen,tüm nefret ve kızgılığın Yahudiler yönelmesine göz yumdular.Isterik veba kurbanları,Yahudileri kuyu sularını zehirlemek ve havayı bozmakla suçladığından,özellikle borçlular ve yoksullar Yahudileri kitleler halinde öldürmeye başladılar.O kadar büyük bir katliamdiki,1351 de yani salgından yalnızca iki yıl sonra,Orta Avrupada neredeyse hiç Yahudi kalmamıştı.Kurtulanlar ise Polonya ve Rusya’ya kaçabildiler.

En azimli Yahudi yakıcıları arasında kamçıcılar olarak adlandırılan bir grup vardı.Bu kamçıcılar elli yada yüz kişilik gruplardan oluşurdu,bunlar kasaba kasaba dolaşıp ,kendilerini ya da birbirlerini düğümlü deriyle veya demir topuzlarla kamçılarlardı..Insanlığın günahlarını affetmek için belden yukarı soyunurlar,haçlar üzerinde birbirlerini kamçılarlar ve Baklre Meryem hakkında kederli şarkılar söylerlerdi.Kanlı gösterileri kalabalıkları gözyaşlarına boğar,hele kamçıcılardan biri yada birkaı ölmüşse,kalabalık kendinden geçip çığlıklar atardı.Vebayı durduracak ve dünyanın zarar görmesini önleyecek kutsal bir görevleri olduğuna inanan kamçıcılar,günah keçisi olarak Yahudileri gösterirlerdi.Kamçı töreni öncesinde ya da sonrasında Yahudileri yakmaya yönlendiriyorlardı.Avrupanın büyük bir kesiminde ,yoksullar bu tarikatın üyelerini kahraman ya da şehit olarak kabul eder,onların saçlarını,kanlarını,kesik tırnaklarını toplarlardı.
Ancak,Haç kardeşliğide denen bu hareke ,büyüyüp vahşileştikçe,sınırlarını fazlasıyla aşmaya başladılar..Kamçıcılar ölüleri dirilticeklerini iddia etmeye başladılar;dünyanın sonu hakkında garip ve sapkın fikirleri yaymaya başladılar.1349 yılında Papa IV.Clement sonunda tarikatı yasadışı ılan edip,aforoz etti.Ustaları idam edildi.Ve Tarikat dağılıp, yok oldu
Vebanın gerçek nedenini bilmeyen Avrupalılar bunu Tanrının bir cezası olduğuna inanırken.Astrolog Hekimlerde,Mars ve Jupiterin yüzünden ortaya çıkan bir tür kötü hava olduğuna inanıyorlardı.Vebaya çeşitli isim ve adlar verilsede ;Insanlar zamanla Veba ile yaşamaya alıştılar ve uyum sağladılar.Kimi yemeye içmeye kendilerini verdi,Kimi doğal yoldan iyileşmeye çalıştı.Ama,hayatta kalanlar yanlızca,arkalarına bakmadan kaçanlar oldu.

Papa IV Clemenet’in ölü sayıcılarına göre 1348 ile1351 yılları arasında büyük ölüm 23.840.000 insanı aldı.Yani,o dönem avrupasını yüzde otuzbirini.Daha az yerleşimin olduğu,kuzey topraklarında ise,nüfusun yüzden on belini yok etti.Bu hesaba göre Fransanın yarı nüfusu veya Ingilterenin üçte birinin yok olmüştur.1348 deki büyük salgından sonra,veba 1362 de yeniden ortaya çıktı ve çok sayıda çocuğu öldürdü.1369 da gene ortaya çıkıp pek çok can aldı.Şehirleri boşaldı,nüfus kaybettiler.Örneğin Floransa şehirinin sekiz büyük Veba salgınından sonra yüzyirmi bin kişilik nüfusu otuz yedibin kişiye düşer.Avrupa Ortaçağ nüfusuna ancak üç asır sonra ulaşır.
Bu kadar çok ölümün sonucunca,ortaya çıkan cesetleri ortadan kaldırmak için Toplu mezarlar kazıldı.

Büyük ölüm Ortaçağ toplumunu altüst etti.Bunda ilk darbeyi alan kurum Feodalizm idi .Köylülerin toplu ölümlere,emek kıtlığına neden oldu.Issızlik ortadan kalkmıştı.Ama Toprak sahipleri korkudan ücretleri iki katına çıkardılar,topraklarını böldüler ve daha önce kölesi olan insanlara kiraladılar.Veba sonrası emek pazarı,köylüler ile toprak sahipleri arasındaki geleneksel saygı bağını kopardı.Çünkü iki sınıfta yeni sömürü kuralllarını belirlemek hedefindeydi.Bu da Köylü isyanlarının nedenlerinden biri idi.

Veba salgını sırasında Tüccarlar seyahat etmeye başladılar.Kendi kentlerinde müşteri sıkıntısı çektikleri için uzaklara yelken açtılar.Belkide emperyalizmin tohumlarıda bu salgın yüzünden atıldı.Kara ölüm,Insanlara ,saatlerin ve dakikaların çok öneli oludğu bir yeni zaman anlayışıda getirdi.Avrupada salgın öncesi hayat çok sakindi.Zamanıb akışını hasat zamanları ve kilise törenleri belirliyordu.Ancak,kara ölümden sonra  emekçi sayısınun azalması ve sanayi ürünlerine olan ihtiyaç,ınsanların belli zamanlarda çalışma şartlarda çalışmak zorunda kaldılar.Saat hayatın akışını değiştirdi.

Kırsal alanda ise toprağı işleyenlerin yok olması,dramatik olaylara neden oldu.Kıtlık ortaya çıktı ve başıboş kalan küçük ve büyük başlar sayıca kalabalıklaşdı.Ormanlar yeniden hayat buldu.
Avruplaılar veba ile birkaç yıl geçirdikten sonra salgının zenginlerden öçok yoksulları tercih ettiğini fark etti.Yaşamın aslında bir çeşit ölüm anlamına geldiği kötü beslenen yoksul halk,mikroba hiçbir dirence gösteremiyordu.Farelerin kaynadığı toprak evler onların zaten mezarıydı.Bu  salgını Avrupalılar ı ‘ Dilencilerin hastalığı ‘  yada ‘ yoksulların vebası ‘ diye adlandırıyorlardı.

Zenginler için vebadan korunma hızlı bir at ve ülkeyi terk etmek demektir.Veba,zenginlerin kır evlerini sağlıklı yaşamla özdeşleştirme alışkanlığını perçinledi.Venedikte 1456 yılındaki salgında o kadarsoylu ve iyi yurttaş şehirden kaçtılar,terkedilen evleri yağmadan koruyabilmek için on altı tekne dolusu silahlı adamlar getirildi.Birkaç salgındaki ölümden sonra,Zenginler hastalıktan korunmak için kır evleri aldılar.

Zenginler,boşalttıkları  kentlerine dönmeden önce kenttek konutlarını dezenfekte ederek  tütsücüler tuttular.;Evler sülfürle ilaçlandıktan sonra,bir erken uyarı sistemi olarak birkaç haftalığına eve yoksul bir kadın yerleştiriliyordu.Kadını ölmesi halinde,evin sahibi kır evindeki kalışını uzatıyordu.

Veba tüccar ve soylulardan çok din adamlarını etkiledi.Hastalara destek  olmak isteyen rahip ve rahibeler hastalanıp,öldü.Veba mikrobu,titizlikle korunan kiliselerdeki fare ve pierele arasınada yerleşince çok sayıda rahip ve rahibeyi yok etti.Bu kadar çok din adamının ölmesi özellikle kültür ve eğitim tarzında büyük değişikliklere yol açtı.Uluslararası bir dil olan Latinceyi öğretecek din adamı ve keşiş kalmadı.Bu sorun karşısında Kilise isteksizce,her halkın kendi dilini öğrenmesini ve yaygın dillerde ibadet edilmesine izin verdi.Pekçok eser yaygın dillere çevrildi.Böylece eğitim sıradan insanlara ulaşabildi.
  
Veba salgını ,Kilisenin otoristesinide zayıflatt.Yok olan kaliteli din adamlarının yerini,daha çok maceracı ve yeteneksiz din adamları doldurdu.Ahlaksızlık ve hırsızlık yayıldı.Din adamlarını yozlaşması,halkın kiliseye olan güvenini sarsttı.Zaten salgın sırasındaki etkisilikleri akılları karıştırmıştı.Insanların hayal kırıklığı ya mistitizmle ya da Reform’la sonuçlana hoşnutsuzluk kendini gösterdi.

Vebanın öldürme karşısında etkisiz kalan Katolik kilise büroktasinin aracılığı olmaksızında,Tanrı ile doğrudan konuşabilme olanağını olduğu fikir ortaya çıktı.Uc büyük salgından kurtulan Martin Luther,tüm din adamlarına salgından örnek vererek kafa tutuyordu.Vebanın kiliseye rağmen ,kimseyi ayırım yapmadığını söylüyordu.
Veba salgını Hekimleride etkiledi.Salgın sırasında dürüst bir hekimin hastasna önerebileceği tek reçete,olabildiğince hızla,uzağa kaçmasıydı.Hekimler,hastalık kapma korkusuyla ya sivri gagalı tuhaf maskeler takıyorlar yada hastalara bakmaya gitmiyorlardı.Bununla birlikte,Veba Hekimleri yıldırmadı.Bazıları hastalar şeker dağıtır gib, reçeteler verirken,bazılarıda muskalar verdiler.
Salgın hastalıklar tıp biliminin henüz çok genç olduğu bir dönemde ortaya çıktı.Ancak ,Halk sağlığı konusunda ilk temeller bu dönemde atıldı.Özellikle,Almanya ve italyanın zengin şehir devletlerinde ,tüccarlar ve soylular koltukaltlarını şişlerden korumak için,sağlık heyetleri ve veba evleri kurdular;karantina uyguladılar ve vebanın kasabadan kasabaya ilerleyişini  izlemek amacıyla ölü kayıtları tuttular.

1348 yılında Venedik Cumhuriyeti hastalık taşıyan gemileri ,insanları ve mallerı bir adada tutmak üzere üçler komitesi atayarak bir uygulama başlattı.Karantina merkezlerinde hamallar yünlüleri güneşe yayıp havalandırdılar,tüylü hayvanları sirkeyle yıkadılar.Komite,bir günde yaklaşık altıyüz kişinin hastalıktan ölmesi üzerine ölüm cezası uygulamaya başladı.Gemilerin ‘ quaranti giorni ‘ 40 gün boyunca alıkonulması bir denizcilik kuralı olarak günümüze kadar gelmiştir.
Milano şehir ise karantina konusuna başka bir bakış açısı getirdi.Hastaları,açlıktan  yada vebadan  ölsünler diye evlere hapsettiler.Hatta Cüzzamlılara o çağlarda yapıldığı gibi,şehir dışına sürdüler.Her ne kadar,bu uygulamalar eleştirilsede,Milano bu salgınlarda en az zaiyatı veren şehirdi.

Bir çok şehir Milano ve Venedik örneklerini takip etti.Insanları bulaşıcı hastalıklardan korumak için bir tür veba bürokrasisi yaratıldı.Bu salgın hastalıklara karşı savaşanlar arasında belediye hekimleri,ölü kaldırıcılar,mezar kazıcılar,ev temizliyicleri ve tütsücüler bulunuyordu.Bu Insanların her türlü yetkisi  olmasna rağmen çoğu zaman,gerektiği gibi hareket edememişlerdir.Köyküler kadar az bir gelire sahip şehir halkı,bu tür hizmetler için gerekli ödemeleri yapamıyorlardı.Doktorların bazen bir yıl boyunca pis ve kanlı elbiselerle dolaştıkları görülüyordu.Karantina kurallarına soylular ve din adamları pek uymuyordu.

 Veba savaşçılarının en cesur olanları mezar kazıcılardı.Köle kanyonlarından toplanan bu insanlar,sokaklarde günümüz çöpçülerin ustalığıyla ölüleri kaldırıp gömüyorlardı.Bu emekçiler kimseyle konuşmazlardı.Şehrin ayrı bir yerinde yaşar ve erken ölülerdi.Halk sağlığı rahipleri denen bu insanlar gündüz çalışır,geceleri  meyhanelerde içerlerdi.Ancak zamanla rüşvet almadan ölüleri kaldırmamaya ve zaman zamanda can çekişenleri öldürdükleri görülmeye başladı.En çok tepki çeken davranışlarıda,cesetlerin elbislerini çalıp,giymeleriydi.Bu kişiler dolaşırken ayaklarına takılı ziller çalardı.Onlar bir evdeki cesetleri toplayıp çıktıktan sonra,üzerlerinde  Kırmız haçlar olan cüppeler olan tütsücüler gelir ve evi dezenfekte ederlerdi.Bunun için sülfür kullanıyorlardı ve üzerine veba yapışmış olması muhtemel her şeyi,yatakları,kürkleri,elbiseleri ve halıları yakmakla görevliydiler.
En berbat halk sağlığı kurumu veba evleriydi.Zenginler kır evlerine sığınırken,alt sınıflardan hastlarbüyük ve kalabalık hastahanelerde yirmi ile seksen gün arasında değişen sürelerde tecrit altına alınıyorlardı.Bazı veba evlerinde tüm hastalar bir koğuşa konulurken,bazılarında ise oda sistemi uygulanıyordu.Hastalığın kendilerine bulaşacağından korkan doktorlar,bu evlerden uzak duruyor ve oralarda kalan cerrahlara yapılması gereken tedaviyi sokaktan bağırarak anlatıyorlardı.Veba evlerinin çok az yemek ve battaniyesi vardı.Ancak,hasta yakınları ,hastaların soyulduğunu ve aç bırakıldığını söyleyip,şikayet ediyorlardı
Hastalığa karşı örülen bu duvarların adaletsizliğine rağmen halk sağlığı programları,tecrit edilmiş kasaba ve şehirler vebanın ılerleyişini durdurdu.Çöp toplam ve pazardaki etlerin kontrolü bu dönemde başlar.Bununla birlikte ,seyyahların ve mikroplarının iyi çalıştığu Venedik gibi kalabalık şehirlerde veba direndi ve önce 1575 de sonra 1630 daki salgınlarla,nüfusun üçte birini yok etti.Gelişen sağluk hizmetleri ve halk sağlığı kurumları hastalığı geriletti ama Avrupa’dan sökemedi.
Vebaya karşı kazanaılan zaferin en büyük nedeni konutların yeniden planlanmasıdır.Veba salgınları sırasında,yoksullar penceresiz kulübelerini kurutulmamış keresteyle yapıyor,damlarda saman kullanıyorlardı.Zengin evlerini yoksullarındakinden ayıran,kerestenin sağlamlığı  ve bolca kullanılmasıydı.Ortaçağ’ın saman tavanları,kara sıçanlar için iyi bir yuva,pireler için de aşağıdaki habersiz insanların üzerine toz gibi dökülecekleri bir zemin sağlıyordu.Sıçanlar,tabandaki samanların,duvarları dolduran sazlarn ve tahıl çuvallarının içinde kolayca ürüyorlardı.
Aslında şehirde yaşayanları saman damlı evlerden vaz geçiren,veba değil yangın korkusu oldu.Örneğin londrada veba son kez 1665 ‘te görüldü,çünkü 1666 deki Büyük Yangın’da 13.200 ahşap ev yok olmuştu.Londralılar,eski evlerinin yerine kiremit damlı 9.000 tuğla ev inşaa etti.Evler kagir oldukça,kara sıçanlar artık yaşayacak yer bulamaz oldular.Volga’nın karşı yakasından yüzerek gelen gri sıçanlar,kara sıçanları kovaladı.Ama onlar evleri değil lağım çukurlarini tercij ettiler.Onlarında pireleri vardı ama insanlara zarar veren cinsten değildi.
Uygun barınma koşullarını yitiern veba,son gösterisini 1720’de Marsilye şehrinde  seksen bin kişiyi öldürerek yaptı.Ancak veba kayıp olunca,onun  yerini bitlerin sebep olduğu Tifüs aldı.
Salgın hastalıkların en büyük etkilerinden biri,Aile yapısının değişmesine neden olmasıdır.Eskiden genç yaşta evlenip çok çocuk sahibi olan kadınların yerini geç evlenen,aile oluştururken az çocuk isteyen kadınlar aldı.Aileler küçüldü ve daha sağlıklı oldu.

Salgın hastlalıkların en büyük öğretisi,Insanın doğaya hükmetme isteğini ortaya çıkardı.Insan doğaya karşı savaşmak ve kontrol etmek için makineleri kullandılar.

Veba salgını,milyonlarca insanın canını alsada,Insanlık tarihinin değişmesine ve Insanlığın gelişmesine neden oldu.Tarihte hiçbir şey sebepsiz değildir.











,

Saturday, January 12, 2019

BLAISE PASCAL



Pascal,1623 yılında,Clermont'da dünyaya geldi.Annesini üç yaşında kaybetmişti.Onu,iki kız kardeşiyle büyütüp yetiştiren babası Etienne Pascal olmuştur.Avukatlar ve kamu görevlileri grubunun en önde gelen üyelerinde biri olan Etienne Pascal,önemli bir ali,iyi bir hukukçu,matematikçi ve müzisyendi.Doğal olarak Pascal'ın eğitimiyle çok yakından ilgilenmiş ve onun entellektüel gelişmesine büyük bir itina göstermiştir.Kapasitesi veya yeteneklerinin çok erken farkına vardığı oğluna tamamen çocuk merkezli bir eğitim uygulamıştı.Bu eğitim,klasik eğitimden veya bir teoloji eğitiminden ziyade,klasik diller ve matematik odaklı hümanist bir eğitim olmuştur.

Bununlar birlikte bu üstün yetenekli çocuğun ağır bir sorunu vardı.Pascal bütün bir çocukluğunu,gençliğini,iki yaşından itibaren hastalıklar boğuşarak geçirmiş,narin bir çocuktu.Onun özel bakımını üstlenecek bir kadın bulunur ve ona,bir süreçte Pascal'ın iki kız kardeşi yardım eder.Kimi kaynaklara göre,hastalıkla geçmeyen tek bir günü dahi olmamıştır.Yirmi dört yaşına geldiğinde ise hastalikları sadece yiyecekler yemesine izin verecek boyuta ulaşmıştır.

Fiziki yönden son derece sıkıntılı bir hayat geçiren Pascal'ın zihinsel yönden,bunun tama aksine son derece üstün ve güçlü olduğu söylenebilir.Tanrı,ona öyle görünmektedir ; fiziksel yönden esirgediklerini  entelektüel olarak çok fazlasıyla vermiş,adaletin böyle tecelli etmesini istemiştir.Gerçekten de onun ,çok erken bir yaştan itibaren sıra dışı entellektüel kapasitesiyle dikkat çektiği söylenir.Niteki,daha sonra onbir yaşındayken matematik konusundaki ilk çalışmasını ,' Sesler Üzerine  Inceleme ' adıyla yayınlayan  Pascal,on iki yaşında,kendi başına Pythagoras  teorimini bulmuş,bir üçgenin iç açılarının toplamının iki dik açıya eşit olduğunu keşfetmiştir.On yedi yaşına geldiğinde zamanın matematiğiyle ilgili çok temel problemleri çözümlediği ' Konikler üstüne Deneme' sini tamamlamıştır.Eserin mükemmeliliği karşısında Descartes'ın,böyle bir kitabın Pascal gibi genç biri tarafından yazılmış olduğuna inanmakta büyük bir güçlük yaşadığı anlatılır.

O,kariyerinin bu,ilk döneminde,içerikle ilgili yaptığı katkılar kadar,yöntemiyle de dikkat çeker.Gerçekten de genel konular üzerinde çalışmaktan ziyade ,deyimi yerindeyse ,ısmarlama işler yapan Pascal,her araştırma konusu için özel bir yöntem uygular.Sözgelimi konikler türünden karşısına çıkan problemlerden hareket eder ve salt bu probleme  uygun düşen bir yöntem oluşturur.Böylelikler bütün koniklerin,kendisinin '' mistik heksagram '' adını verdiği bir heksagram içinde yer aldıklarını keşfeder.Sonuçta ortaya çıkan,bugün Pascal teoremi olarak bildiğimiz,meşhur teoremdir.Yine diş ağrısından uyuyamadığı bi gece,rulet oyunu ve sikloid üzerine düşünüp sikloid eğrisinin özelliklerini keşfetmiştir.Pascal üçgeninin keşfi de,olasılık teorisini kuran,Binom açılımında katsayıları vermeye başaran Pascal'dır.

O,daha on dokuz yaşındayken,zaman zaman halktan toplanan vergi işiyle de meşgul olan babasına yardımcı olmak üzere,aritmetik işlemleri mekanik olarak yapan ilk hesap makinasını icat etmiştir.Buradan da anlaşılacağı üzere,Pascal,sadece matematik ve teorik bilimlerler uğraşmamış,fakat pratik ve deneysel çalışmalarla da temayüz etmişti.Nitekim,1646 yılında,yani yirmi iç yaşındayken,Toricelli'nin deneyini tekrarlamış ve bir dağa çıkartılan  barometredeki cıva sütununun düştüğünü,yani yükseğe çıktıkça hava basıncının azaldığını göstererek ,atmosfer basıncının varlığını kanıtlamıştır.Buradan hareketle bir takım eleştirmenlerin,Pascal'ın dindarlığı ile asketik hayatının onu bu dünya ile ilgili çalışmalardan uzaklaştırıp matematiksel dehasının tam olarak hayata geçmesini engellidiği yorumlarının  hatalı olduğu söylenebilir.

Bununla birlikte Pascal'ın iç dünyası ve düşünceleri 'Memoires ' ( Hatıralar ) adlı eserinde de belirttiği üzere ,yaşadığı bir deneyimin ardından ,belli ölçüler içinde değişmeye başlar.Bu dönüşümün ardından,din ve Hristiyan inancı hayatına çok daha güçlü bir şekilde damga vurmaya başlar.Bununla birlikte,o bu döndemde de bilimsel çalışmalarından vazgeçmez.Sadece bilimsel faaliyetlerini yeni bir ışık altında Tanrıya hizmetin bir parçası olarak değerlendirmeye başlar.Fakat 23 Kasım 1654 gecesi yasaşdığı  çok daha derin bir mistik deneyimin ardından,düşünceleri tamamen değişir ve bu tarihten başlayarak hayatının ya da kariyerinin dini diye nitelenebilecek  ikinci evresi başlar.O,bu deruni tecrübeyle birlikre,Tanrı gerçeğini bütün varlığıyla hissetiğini yazar.Pascal'ın Tanrı'sı artık filozofların bir kavramdan ibaret olan Tanrı'sı değildir.;kendi deyimiyle,Ibrahim'in,Ishak'ın  ve Yakub'un ,insanların kendi içlerinde buldukları Tanrı'dır.

Pascal,bilimsel çalışma ve araştırmalarından bu dönemde de vazgeçmez,ama ilgileri artık bilimselden ziayede teolojiktir.Böylece,,tüm zamanlarını düşünmeye ve öğrenmeye adamış fanatik Hristiyanların toplandığı Port Royal münzevilerinin yanına gider.Yine aynı dönemde,kendisi her ne kadar bunu yani bir jansenist olduğunu kabul etmese de Cizvitlere karşı çıkarken,klasik dini inanca dönme,gerçek bir Hristiyanlığı yaşama noktasında Jansenistlere sempati duyar.Bu dönemin temel eseri,'' Lettres Provinciales '' ( Taşra mektupları )dır.Pascal,bu eserinde,karşımıza artık bir filozof ya da bilim adamından  ziyade,bir polemikçi,bir pedagog ve bir vaiz olarak çıkar.Çoşkulu,Ateşli,yoğun ve etkileyici üslubuyla da dikkat çeken eserde,Pascal irade özgürlüğü ,ahiretin kazanılması ve Tanrı'nın inayetiyle ilgili konular üzerinde yoğunlaşır.Insanın zayıflığı ile bozuluşu,ilahi inayetin gücü ve Hristiyan ideallerin en saf şekliyle yaşanmasının önemi üzerinde duran Pascal'ın Mektupları,aslında Cizvitlerin  ahlaki teolojilerine  yönelik güçlü bir saldırı niteliği taşır.Cizvitler, modern dünyada Hristiyanlığın insani ya da hümanistik  boyutuna vurgu yaparken,insanların vicdanlarına hitap etmekten ziyade,mümkün olduğunca çok insanı Hristiyanların saflarına dahil etmenin mücadelesini veriyorlardı.Oysa Pascal açısından hümanizm paganizm ile eşdeğerdir,dolayısıyla o Cizvitleri iki yüzlükle suçlar.Tartışmayı ya da polemiği kısa vadede,etkili üslubundan ve ikna edici gücünden dolayı kazanan Pascal olacaktır.Ama uzun vadede  kazanan,onun muhalefet ettiği kişi ve anlayışlar olmak durumundadır.

Pascal'ın,yaşadığı  bu ikinci mistik deneyimin  veya deruni tecrübenin ardından,kendisini tamamen,esas olarak Isa'nın emirlerine uygun yaşamayan Katolikleri olduğu kadar,zamanın hür düşünürleriyle septiklerini de gerçek Hristiyanlığa döndürmek amacıyla Hristiyan inancının bir savunmasını yapmaya verdiğini söylemek yanlış olmaz.Bu çerçevede kaleme alınan bin kadar fragman yanında,Taşra Mektuplarından sonra çıkan ikinci kitap '' Verite dela region Chretienne '' ( Hristiyan dininin gerçeği)dir.Bu da,dinsizlerin en kuşkucularını dine döndürmeye yönelik bir mücadele veya polemik gibidir.Zira o,burada da ön yargılardan,dini düşüncelerden arınmış,bağımsız yargılama gücü isteyen hür düşüncelilere,inançlarını yitirenlere ve maneviyatla hiçbir ilgisi kalmamış olanlara seslenir

39 yaşında kansere yenik düşerek Paris'te ölen Pascal'ın diğer iki eserinin,onun hayatının son döneminde kaleme almış olduğu,sonuçlanmamış fragmanlardan derlenmiş olduğu bilinmektedir.Bunlardan,birincisi onun en tanınmış eseri olan '' Pensees '' ( Düşünceler ) dir.Eserinde üç ayrı insan tipolojisinden yararlanarak herkese hitap eder.

'' Üç tür insan vardır.Allah'ı bulanlar ve O'na hizmet edenler,.O'nun aramakla meşgul olup henüz bulamayanlar;O'nu ne arayan,ne bulan,zaten arayıp bulma çabası olmadan yaşayanlar.İlk gruba girenler makul ve mutlu,sonuncu grubun insanları aptal ve mutsuz,ortadakiler ise mutsuz ve makuldur ''

Yine de onun esas olarak bunlardan ikinci ve üçüncü tip insanlara hitap ettiği söylenebilir.Amacı da,şu halde gayet açıktır: Şaşkınlara kurtuluş yolunu göstermek,onları gerçek imanın yoluna sokmak.

Pascal bu amaca ulaşabilmek için,hayatı boyunca kazanmış olduğu bütün deneyimleri seferber eder,başta Saint Augustinus  olmak üzere bütün etkili entelektüel kaynaklardan faydalanır.Montaigne ve Descartes'ın düşünce ve hatalarını gündeme getirir.Zira bilmektedir ki,kendisinin kalkıştığı,ikna etme ve inançsızları dine döndürme amacına yönelik bu geniş kapsamlı teşebbüs daha önceki benzer girişmlerden bağımsız ve kopuk değildir;Bu yüzden o,,hayatının daha öncek dönemlerini bir şekilde bir araya getirir,eski dönemlere  ait bilimsel,siyasal ya da felsefei düşüncelerini özetler ve okuyucusunu bu deneyimlere ortak olmaya kendisiyle birlikte düşünmeye davet eder.Adeta onun,kendi sıcaklığına yaklaşmasını,eserde ortaya konan şu ya da bu tutumla özdeşlemesini ister.Pascal,gerçekte bu yakınlıktan hareketle,okuyucuda onu uyandırmaya yönelik bir tür kafa karışıklığı,zihinsel bir istikrarsızlık yaratmak ister.Eserde sıklıkla çelişkilerden söz eden Pascal'ın temel tutumu,,aslında felsefi hakikatlerin nasıl hemde çok güçlü,hemde kırılgan,bir yandan tam biryandan da eksik olduğuu göstermekten meydana gelir.

Aynı tutumu,ölümünden sonra yayınlanan bir başka eser olan  '' Entretien avec Monsieru de Sacy sır Epictete et Montaigne '' ( Mösyö de Sacy ile Epiktetos ve Montaigne üzerine konuşma ) da da devam ettirir.Gerçekten de iki felsefi tutum arasındaki karşıtlık,ancak mükemmel diye nitelenebilecek olan bir dramaturjiyle ortaya konur.Ona göre,bilge Stoacı Epiktetos insanın büyüklüğünü  ve soyluluğunu görmüştür.Montaigne ise,tam tersine,insanın yetersizliğine,zaaflarına,sınırlarına ve kötülüğüne işaret eder.Pascal'ın bakış açısından,bu iki önemli filozoftan  birinin  görmediği beşeri bir özelliği diğeri öne çıkartır.İkisi arasından radikal bir karşıtlık bulunduğundan,onların birbirlerini tamamlamalaı,hiç bir şekilde  mümkün olmaz.Pascal'a göre,Montaigne'deki kuşkuculuğun iç tutarlılığı başka,Stoacı felsefesinin kendi iç tutarlılığı daha başkadır.Bu iki öğreti insanın büyük ya da sefil,erdemli ya da ahlaksız olması durumuyla ilgili olarak kendi tarzında birşeyler söyler.

Pascal işte bu noktada,yani sürekli değişebielne bir pozitif ve negatif  tutumlardan hareketle,mantıksal yada rasyonel çerçevenin ,dışına çıkan bir çözüm önerir.Ona göre önce Musa ,sonra da Isa tarafından bildirilen beşeri durumu,insnanın erdemli ya da ahlaksız halini anlama imkanını sadece vahiy ve yürek temin edebilir.Buna göre insan,Tanrı tarafından onun kendi suretinden yaratılmış olduğu için ,yüce ve onurlu bir varlıktır.Fakat o bir yandan dailk günahın kendisini kusurlu ve eksik bir yaratık haline getirmiş olduğu,günahkar bir varlık olmak durumundaır.Pascal burada '' kabul '' ya da '' karşı çıkışların '' sürekli değişmesiyle inançları sarsar.Amaç,kurtulmanın mümkün olmadığı bir tuzak kurmak,okuyucuyu bu ağın içine düşünmektir.Sürekli bir biçimde bir bakış açısından diğerine gidip gelinerek,en fazla karşıt olduğuna inanılan bir şeyle işbirliği yapılarak,sonunda yanı nitelikte olmayan bir üst gerçekliğe geçilir.






RENE DESCARTES






Rene Descartes  31 Mart 1596 yılında Fransa'nın Touraine bölgesinin La Haye kentinde doğmuştur.O,Üç çocuklu bir ailenein en küçük çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.En büyük çocuklar Pierre 1589 yılında ölmüştür.Descartes ailesi ,pek çok hekim ve avukat yetiştirmiş büyük bir burjuva ailesiydi.Babası Joachim de ,bu geleneğe devam ederek,hem avukatlık yapıyor,hem de il genel meclisinde politika ile uğraşıyordu.

Annesi Jeanne Brochard'ı dünyaya gelişinde tam bir yıl sonra kayıpeden Descartes ,iki kardeişyle birlikte büyükannesinin yanına gönderilmişti.Babasını  yoğun işleri nedeniye pek az görebilen narin yapılı filozof,bütün bir çocukluğunu büyükannesinin nezareti altında özel bir bakıcının gözetiminde geçirmiştir.Onun bundan dolayı,yalnızlığa alışık,içe dönük ve aşırı duyarlı bir çocukluk geçirdiği söylenr.

Entellektüel yetenekleriyle daha çok küçük yaşlarında karşılaşan Descartes,sekiz yaşına kadar özel ögretmenler tarafından yetiştirilmiştir. Oğlununda gelecekte,kendi gibi Avukat olmasını isteyen,Babası ,onu 1606 yılında io yıl yeni açılan  ve bir Cizvit kuruluşu olan La Fleche Kraliyet yüksek okuluna göndermişti.Sonrada,Avrupanın en önemli eğitim kurumlarından biri haline gelecek bu okulda,Cizvit papazları ile birlikte diğer çocuklar sabah beşte kalkarken,Descartes'a narinliği ve zayıflığı nedeniyle sabah ona kadar uyuması için izin verilmişti.

Descartes burada yaklaşık dokuz yıl boyunca  olağanüstü iyi bir eğitim gördüğü ve sadece felsefe okumakla  kalmayıp,Yunan ve Roma klasiklerini okuduğu ,Fransızca,müzik ve tiyatro,binicilik ve eskrim dersleri aldığı söylenir..Gerçekten de öğrencilere okulun ilk beş yılı boyunca Latice öğretilirken,temel  bir Yunanca bilgisi verilmekte ve bütün önemli felsefe ve edebiyat klasikleri okutulmaktaydı.Sonraki dört yıl boyunca,okul eğitim programı,oldukça ağır ve üç ayaklı  bir ders programından meydan gelmekteydi.Nitekim,o burada bir yandan gramer,retorik ve diyalektik ya da mantıktan meydan gelen söz sanatlarını,bir yandan da Aritmetik,müzik ,geometri ve astronomiden oluşan matematiksel sanatları okumuştu.Fakat yine de eğitimin ana ayağını bir felsefe programı oluşturuyordu..Söz konusu felsefe programı sırasıyla metafizik,doğa felsefesi ve etikten meydana geliyordu.Burada okutulan felsefe ise tamamen Aristotelesçi bir felsefeydi.Oldukça ağır ve nitelikli olan bu eğitimin ,gelenekten veya Aristoteles düşüncesine dayalı Skolastik felsefeden  radikal bir kopuşu veya modern dönüşü gerçekleştirecek Descartes için sonraki yıllarda,zaman zaman ağır bir yük olmuş olduğu kabul edilir.Söz konusu geleneksel eğitim ,en azından onun bilginin yada bilimlerin yeni baştan yapılanması projesinde kullanacağı '' Şüphe yöntemi '' ve kendisni geleneğin etkisinden kurtarma amacı için ciddi bir gerekçe veya bahane teşkil etmiştir.

Descartes,La Fleche'etn sonra,babasının arzusu üzerine Poitier üniversitesine gidip 1616 yılında buradan hukuk diploması aldı.Fakat o,bu tarihten sonra babasının kendisi için düşündüğü gelecek planlarında birden bire kopmuş ve avukatlık yerine,yazarlık ve felsefeyi seçmiştir.Dünyayı incelemek için askere giden Descartes,bu görevi sırasınd Avrupayı dolaşmıştır.Askerlik sırasında geçirmek zorunda kaldığı kamp yaşamı Descartes'a aradğı münzevi hayatı ve derin düşünme ortamını sağlamıştır.Askerlik mesliğini seçmesinin birinci nedeni,kendi deyimiyle dünyayı tanımak olmuş ise,ikinci side çalışmadan yaşayabilmek için para sahibi olmanın en kolay yolu olmasıydı..Nitekim,o bu paraya sahip olduktan sonra,başka hiç bir şeyle meşgul olmadan,kendisini tamamen bilime vermiştir.

Onun Macaristna,Almanya,Fransa ve Italya'yı kapsayan seyahatleri on yıl sürmüştür.Bu süre içinde iki önemli olayı vardır.Descartes'ın hayatını baştan aşağı değiştiren,10 Kasım 1618 tarihli ilk olay,onun Isaac Beeckman isimli bir doktorla ile tanışmasıdır.Sadece bir kaç ay süren bu dostluk süresince,Beeckman Descartes'ı çağdaş bilimdeki yeni bir takım akımlarla  o sıralarda yeniden canlandırılan atomcu düşüncelerel ve matematikle fiziği birleştirme çabalarıyla tanıştırmıştır.Des,cartes çok önem verdiği bu kişi ile tartışmalara girmiş,onun kendisine verdiği problemleri çözmüştür.Uygulamalı matematiğin,,matematikse astronomi ve geometrik optikle birlikte bir dalı olarak gördüğü müzik kuramı üzerine bir araştırma olan ilk yazılı eseri '' Compendium Musicae '' ( Müzik Özeti ) 'yi Doktor Beeckman ile yaptığı görüşe ve tartışmaların ardından kaleme almıştır.Descartes'ın bununlada kalmayıp eseri ona ithaf etmiş olması,Beeckman'ın Descartes üzerinde bu dönemde yapmış olduğu büyük etkiyi gösterir.

Notlarundan anlaşıldığına göre,başına tam bir yıl sonra gelen ve birinicisini her yönden tamamlayan ikinci olay,onun Almanya'nın Ulm kentinde görmüş olduğu rüyalardan oluşur.Beeckman'dan ilham alan ve yoğun çalışmaları adere bir saplantı haline gelen Descartes,yine soğuk bir kasım günü kendisini sobayla ıstılan bir odaya kapatır.Descartes,işte bu kendi kendini kapatmışlık hali içinde,gündüz vakti bir,gece de üç kez gördüğü aynı rüyayı matematiğe dayalı bütüncül bir doğabilimi geliştirem doğrultusunda sürdürmekte olduğu araştırmalarınaı doğrulayan ilahi bir işaret olarak yorumlamıştır.

1620li yıllarda Descartes'ın kendisinin en sonunda analitik geometriye götürecek bir dizi araştırma konusu,aralarında optik  ve matematiğinde bulunduğu bir çok konu üzerinde çalıştığını görüyoruz..Niteki o sıralada,Snel'den bağımsız  fakat onunla eşzamanlı olarak ' ışığın kırılma yasası'nı bulmuş,matematik alanında isse geometri problemlerinin çözümünde cebirin,cebir problemlerinin çözümünde ise geometrik yapıların nasıl kullanılabileceğini göstermişti.

Descartes'ın daha sonra 1625 yılında,yaklaşık dört yıl boyunca yaşadığı ülkesine geri döndüğü görülür.Onun Paris'te la Fleche'ten sınıf arkadaşı  olan Mersennes ile karşılaştığı ve bundan böyle sadece mektup ve tartışma arkadaşı değil,aynı zamanda sekreteri ve temsilcisi olacak keşiş Mersennes'İn  Descartes'ın görüşlerini o zamanın Parisli entellektüellerine ulaştırdığı ve böylelikle de ciddi tartışmaların başlamasına neden olduğu bilinmektedir.Söz konusu entellektüeller ve düşünürler arasında Antoine Arnauls,Pierre Gassendi ve Thomas Hobbes da bulunmaktadır.

Descartes'ın bilim ve felsefe anlayışını Avrupalı entellektüeller yayma gibi önemli bir misyon üstlenen Mersenne'in ıa daha büyük bir hizmeti,bu sıralarda yayınlamayı düşünmediği için yarım bırakacağı '' Regulae ad directionem ingenti ' ( Aklin idaresi için kurallar ) adlı kitabı üzerinde çalışan filozofu dini çevrelere ya da ruhani otoriteyle yakından temasa geçirmek olmuştur.Bu sıralarda Descartes için bilim yapmak esas itibariyle Hristiyanlığın ' hayır ' ilkesine uymak,Tanrıya  hizmet etmek anlamına geliyordu.Bununla birlikte o,yine aynı dönemde yine mekanik evreb düşüncesine uygun düşen bilimsel araştırmalarının sonuçlarını,yeni mekanik bilim unsurlarını yayınlamakta henüz tereddüt ediyordu.Iste böyle bir ortamda,1628 tarihindeki bir toplantııda ,keşiş Mersenne eliyle tanıştırılmış olan Kardinal Pierre Berule ona ' dine bu kadar yararlı '' olan düşünceleri geniş kitlelere yaymanın bir görev olduğunu bildirince Descartes rahatlamıştı..

Descartes bundan sonra felsefesini ortaya koymak,araştırma ve düşüncelerininin sonuçlarını kağıda dökmek için kapanmak,inzivaya çekilmek ihtiyacı duymuştur..1639 baharında Paristen ayrılarak Hollanda'ya gitti.Onun yöntem üzerine ilik düşüncelerini geliştirmiş olduğu ,Skolastik felsefeye ve yönteme  karşı çıkarken,bilgide yöntem bakımında gerçekleşecek bir birliğin savunuculuğunu yaptığı ve ne yazıkki ölümünden sonra 1701yılında yayınlanacak olan  ''Regulae ad directionem Ingenii '' adlı eserini tamamen bir kenara bırakması ,işte bu sıralara rastlar.Descartes,işte bu dönemde felsefesinin  metafizik temellerine dalar.Gerçekten de onun 1629 - 1630 kışında ,felsefesinin temellerini ortaya koymayı amaçlayan metafizikle ilgili bir deneme üzerinde çalıştığı sanılmaktadır. Descartes üzerine araştırma yapan biliminsanlarına göre kayıp olan bu eserle ilgili olarak ,Descartes,Mersennes'e  söz konusu eserinde '' Tanrı'nın varoluşu  ve ruhun ölümsüzlüğünü kanıtladığını yazmıştı.

Söz konusu kayıp metafizik kitabını takip eden eser,onun mekanist fizik ve fizyoloji üzerine fikirlerinin yer aldığı kitap '' Le Monde '' ( Dünya ) dır.Eser iki kısımdan oluşmakta olup, '' Traite de la Lumiere '' ( Işık üzerine tezler ) adını taşıyan birinci kısımında,Descartes bir duyum ile duyuma neden olan farklı büyüklük ve şekilden küçük parçacıkların hareketi arasında  bir ayırım yaptıktan sonra,doğa yasalarıyla  ilgili bir yorum denemesnde bulunur.Eserin '' Traite de l'homme '' ( Insan üzerine tezler ) adını taşıyan ikinci bölümünde ise Descartes'in makine insan anlayışının detaylarından bahsedilmektedir.Yaklaşık dört yıllık bir çalışmanın ardından eseri 1633 yılında yayınlamaya hazırlanırken,Kilise'nin Galileo'yu  ölüme mahkum ettiği haberini duyunca,o da kilisenin gazabından çekinerek kitabı yayınlamaktan vazgeçti.Onun büyük ölçüde Kopernikçi olan bu eserini yayınlamaktan  en azında tedbir olarak vazgeçtiği sanılmaktadır.Bu tarihten sonra hiç bir şey yayınlamamay kara vermişti.r

Aslında Metodolojisinden metafiziğine,fizik ve biyolojisine sisteminin bütün unsurları,1633yılında en azında ana hatlarıyla oluşmuş durumdaydı.Descartes hiçbir esr yayımlamama ve başını derde sokmama kararına rağmen,fizik ve geometri konusundaki bazı görüşlerini ,yeni doğa bilimiyle ilgili kii hipotezlerini ve skolastik yaklaşıma yönelik kimi eleştirilerini gizleyerek '' Geometrie'',''Dioptrique '' ve '' Meteors ' adlı 1637 yılında yayınlanan üç kitabında topladı.Bu üçkitabı ,1637 yılında yayınlanan '' Discours de la Methode pour bien conduire sa raison et chercher la verite '' ( Aklını iyi kullanmak  ve Bilimlerde doğruyu bulmak için metot üzerine konuşm ) adlı eseri takip etti.Aslında zö konusu olan metodoloji kitabı da yeni olmayıp birçok yönden müsvedde halinde bıraktığı ' Regulae'nin bir devamıydı.Descartes,yazar adı verilmeden yayınlanan,bir otobiyografi biçiminde kaleme aldığı bu eserinde,aldığı eğitimin mahiyetinden ve düşünsel gelişiminden bahsettiği gibi,yönteminin ana hatlarını belirterek metafiziğinin de temelini atar.

Dört eserin kazandığı başarının ardından,Descartes 1641 yılında Paris'te  ve 1642 yılında da Amsterdam'da en önemli eseri olarak kabul edilen   '' Meditationes de Prima Philosphia '' ( İlk Felsefe üzerine Metafizik düşünceler ) adlı kitabını  Latince,iki ayrı baskı halinde yayınlar.Kısa bir süre sonra Fransızcaya da tercüme edilecek olan bu eserin en önemli özelliği,onun Metot Üzerine Konuşma'da yer alan Kartezyen düalist metafiziği çok daha ayrıntılı bir tarzda ortaya koymasıdır.Descartes  ' Metafizik Düşüncelerin ' ilk baskısından yaklaşık üç yıl sonra ,1644 yılında '' Principia Philosophiae '' ( Felsefenin ilkeleri ) adlı kitabını da Latince yayınlar.Eserin Fransızca çevirisi ,1647 yılında Descartes  tarafından gözden geçirildikten sonra yayınlanır.Dört bölüm ve beş yüz dört maddeden oluşan ' Felsefenin ilkeleri ' ,aslında büsbütün yeni bir eser olmayıp,Descartes'ın  daha önceki kitaplarında ifade ettiği görüşlerinin  bir açıklamasından yahut tekrarından ibarettir.Örneğin,o eserin birinci bölümünde  ' Metafizik Düşünceler ' de öne sürdüğü metafizik görüşleri yeniden ele aldıktan sonra,bölümlerde fiziğini yeniden ortaya koyup,bütün doğa olaylarını mekanik ilkelere dayalı bir sistem içinde açıklamayı dener.

Ahlak psikolojisiyle etik görüşlerine yer verdiği  ' Passion de l'Ame '' ( Ruhun Tutkuları ) 1649,onun son eseridir.Descartes eserin yayınlandığı 1649 yılında Isveç Kraliçesi Kristina'nın ısrarlı daveti üzerine,kısa Paris ziyaretleri dışında hayatının yaklaşık  son yirmi yılını geçirdiği Hollanda'dan ayrılarak,İsveç'e gider..Eserin bir kopyasını daha kendisine göndermiş olduğu Kristina,diğer eserlerinden farklı olarak,pek ilgi görmeyen kitabını çok beğenmiş olup,ondan etik ve felsefe öğrenmek ister.Kendisini Fransız sarayında bir türlü kabul ettiremeyen Descartes,Stockholm'de sabahın erken saatlerinde kalkıp kraliçeye felsefe dersleri vermeye başladı.Bununla birlikte,İsveç'in soğuğu  kendisine pek iyi gelmez.Nitekim,soğuğa dayanamayarak bir yıl sonra  11 Şubat 1650'de 54 yaşında zatürreden ölür.Descartes ölmeden kısa birsüre önce bir arkadaşına yazığı mektupta '' Ayılar ülkesi ' olarak nitelediği Isveç'in soğunun ' Insan düşüncelerini tıpkı su gibi dondurduğunu yazarak içinde bulunduğu sıkıntıyı anlatmıştır.Bu büyük rasyonalist filozof,kaderin bir cilvesi olarak,akıl çağından önce ölen çocukların gömülüdğü mezarlığa gömülür..