Thursday, March 30, 2017

SAKALLARI YAKARSAN SONRASINIDA DÜŞÜNÜCEKSİN

XIII.yüzyılda Harzem İmparatorluğu dünyanın en zengin ülkesiydi.Bugünkü İran,Pakistan,Afganistan ve Orta Asyanın büyük bir bölümü bu imparatorluğun sınırları içindeydi.Şah Alaaddin Muhammed bu büyüklüğün çeşitli sorunlarıda beraber getirecegini biliyorud.

Ipek yolu önemli bir gelir kaynağıydı.Çin,Hindistan,Ortadoğu,Doğu Rusya ve hatta Batı avrupadan tüccarler ticaret merkezleri olan Merv,Buhara ve Semerkand'da bir araya geliyordu.Semerkandın nüfusunun yarım milyondan daha fazla olduğu söyleniyorduki,o zamanlar Paris ve Londranın nufusu 30.000 veya 40.000 kişi idi.Dünyanın bu uzak köşesinde geniş zevk bahçeleri vardı.Egzotik meyve ağaçları,şırıl şırılakan çeşmeler eşliğinde dünyanın dört bir yanından gelen asiller hayatın tadını çıkarıyordu.Aynı zamanda entelektüel bir merkezdi bu imparatorluk.Her büyük şehirde üniversiteler,kütüphaneler olması Şahın imparatorluğunu islam dünyasının sanat,şiir ve bilgi merkezi haline getirmişti.Aynı zamanda bolluk içinde olmasıda buna etkendi.Bir dizi başarılı savaş sonucunda imparatorluk her yönde genişlemiş ve Fransa,Almanya,İngiltere  gibi ülkeler Haçlı seferlerine bile ancak elli bin kişilik bir ordu gönderebilirken,Harzem İmparatorluğunun tümü Zırhlı ve tam donanımlı beşyüzbin askeri vardı.Hiçbir devlet Harzem İmparatorluğunu kızdırmaya cesaret edemiyordu.

Ancak Şah kötü haberler almıştı.Pek ciddi bir şey değildi.ama can sıkıcıydı.Sinek küçüktür ama mide bulandırır.Üç bin kilometre kadar daha doğuda yeni bir güç doğuyordu.Ne oldukları belli olmayan,çadırlarda yaşayan ,göçmen bir krallık.1206 yılında bu barbarlar,adı Kralların kralı yada Savasın Kusursuz imparatoru anlamına gelen Cengiz hanın yönetimi altında toplandı.Cengiz han Çin Seddinin ardına geçmeyi başarmış ve kuzeydeki Çin şehirlerini ele geçirmişti..

Bir Tatar Hükümdarı olan Kuşluk,Harzem Imparatorluğuna komsu olan Karakitai'de ( Bugunku batı Çini) bu kağana karşı isyan etme cesaretini gösterdi.Bütün büyük hükümdarların yapacağı gibi Harzem Şahı da bu isyana gizliden gizliye destek verdi.Böylece Barbar devletini parçalayabilecekti.Eğer bu Kuşluk denen adam fazla güçlenirse desteğini Cengiz Han'dan yana çeviriverirdi.

Ama Cengiz Han sadece yirmi bin adamdan oluşan iki tümen asker gönderdiğinde yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu anlamalıydı.Bu adamlar Cengizin en iyi komutanlarından Çepe nin kumandasındaydı.Çepe dağlardaki isyanı bastırmakla görevliydi ve altı yıl süren bir çarpışma sonucunce isyanı bastırdı.

Cengizin askerleri ilerlemiş ce imparatorluğun doğu sınırının çok küçük bir bölgesini kontrol altına almışlardı.Bu işgal için mantıklı bir rota değildi çünkü o tarafta Pamir Dağları vardı.Bu dağların yüksekliğin zaman zaman yedi bin metreye kadar çıkıyordu.

Ticaret her zamanki gibi devam etti.Dünyanın her yanından kervanlar geliyor,vergilerini ödüyorlar ve şehirlerdeli öteki tüccarlarla alışveriş yapıyorlardı.Bu yeni hükümdarın elçileri zaman zaman Şaha gelir,dostluk belirtisi olarak ufak tefek hediyeler verirdi.Karşılığıda da aynı şekilde hediyeler giderdi,ama rahatsız edici bir şeyler olmaya başlamıştı.

Barbar Moğolllarda kervanlarla gelmeye başlamıştı.Kendilerine tüccar diyorlardı ancak sadece Çin'den bozulmuş artık şeyler getiriyorlardı.Şahın ajanları durumun farkındaydı ve hiçhoşlarına gitmiyordu.Bu tüccarların aslında ajanlar olduğu ve surların ne kadar güçlü olduğuyla ilgili notlar aldıkları,askerlerin nerelerde durdukları ve surların üzerinde ne kadar mancınık  yer aldığı gibi bilgileri ele geçirdikleri ortaya çıktı.Aynı zamanda Cengiz Hanın ordularının ne kadar güçlü olduğu dedikosunu halk arasından yayıyorlar ve Harzem Imparatorluğu halkını korkutuyorlardı.Tarih boyunca bu taktik hep kullanılmıştır.Rapor hazırlamaya gelen tüccarler ,rakibin savunma hattını öğrenip bilgileri hemen geri ulaştıran diplomatlar  ve ailelerin resimlerini köprünün ,savunma birliklerinin önünde çeken turistler.Bu işin türlü türlü yolları vardır.Bu üçüncü sınıf barbarların gönderdikleri ajanlar yakalanıp,mallarına el konuldu ve apar topar dışarı atıldı.Barbarlar için iyi bir uyarı yapılmıştı..

Aylar geçti ve Şah seçeneklerinin neler olduğuna baktı.Moğollar binlerde kilometre uzaktaydı ve Çin ile olan savaşlarına dalmıştı.Casusların gönderilmesine tepki gösterecek olsalar bile ordularını Sibiryanın geniş bozkırlarından geçirip ulaşmaları en az altı ay alırdı.Harzem Imparatorluğu'nun sınırına geldiklerinde ise karşılarında beşyüzbin Harzem askerini bulacaklardı.Öylece mide bulandıran sinek öldürülmüş,Şahın ünlü dünyaya bir kez daha yayılmış olacaktı..

Cengizhanın elçileri Şaha ulaştı.Diller ve tarzları islam dünyasının elçilerinin dilleri kadar kibar değildi.ancak anlaşılmıştıki durum Cengizin pek hoşuna gitmemişti.Cengiz,iyi niyetle Harzem imparatorluğunun tüccarlarının kendi ülkesinde ticaret yapmasına izin verirken,kendi ülkesinin tüccarları Harzem şehirlerin soyulup dışarı atılıyorlardı.Özür dilenmeli,tüccarların zararları karşılanmali ve Moğol kervanına kötü davranan sorumlular cezalandırılmalıydı.

Bir des vermenın tam zamanıydı ve Şah Muhammedin bu dersi vermek içiç harika bir fikri vardı.Elçi olarak gelen Moğolların sakalları Şah ve yanındakilerin huzurunda yakıldı.Sakallar yanarken bayağı nahoş bir görüntünün ve aynı zamanda kokunun oluştuğu kesinidir.Bazı kaynaklara göre ise sakalı yakıldıktan sonra Mogol elçisi öyle özensiz traş edilmişki az daha kafası kopuyormuş.Her neyse,insan,acaba Şah neden böyle yaptı,demekten kendini alamaz..Casusların,Moğolların modern bir ordu tarafından kolaylıkal durdurabilecek  sıradan barbarlar olduğundan eminmiydi acaba ??
Acaba kazanacağından emin olduğu bir savaşmı başlatmaya çalışıyordu ? Tarihte resmi bir bildirim yapılmadan savaşa girişildiği olmuştur.Şahın uyguladığı taktik ise Cengiz'i öfkenlendirecek kadar aşağişayıcıydı.Yoksa Şah sadece eğlenmek mi istenmişti ? Elçiler acı ve aşağılanma içinde çığlık atarken Şah ve beraberindekiler katıla katıla gülmüştü.Ardında elçiler kapı dışarı edilmişlerdi..

Sonra Fırtına başladı.... Sen hem Moğol elçilerinin sakallarını yak,hemde bunun cezasız kalacağını düşün,Moğol geleneklerine göre taraflardan birinin öleceğinin bildirilmesiyle savaş başlar.Ölen tarafın kim olacağı ise bilinmez

Yüzbinden biraz daha fazla askerle Cengiz han 1219 da Harzem İmparatorluğunun kalbine doğru büyük br hızla ilerledi.Birkaçay içinde Şahın ordusu yenilmekle kalmadı,resmen telef edildi.Sonraki yıl,o muhteşem şehir Semerkand düştü,tüm nüfus kılıçtan geçirildi.Şaha Moğolların kendisi için bir av partisi düzenlediği haberi geldi.iki tümen uzman asker Şahı öldürüp Cengize kafasını getirmek için harekete geçmişti..

Panik halindeki Şah kaçtı.Peşindede Moğol Generali Subutay yönetiminde yirmi bin asker vardı.Takip üç bin kilometre kadar sürdü.Sonunda Hazar denizinde bir adaya kaçtı ve korkudan saçı sakalı beyazlamış bir şekilde öldüğü söylenir.Bazı tarihçiler Harzem İmparatorluğunu yıkan savaşın tarihin en ağır  savaşı olduğunu söyler.Tüm nüfusun yüzde 75i kılıçtan geçirilmiş,bütün şehirler dümdüz edilmiştirSonucta Islamin akadememik kalbine hancer saplanmıştı 

Cengiz,giriştiiği savaşta şahın ordularının peş,nden koşarken,Hint okyonusu kıyılarına kadar ulaştı.Subutay batıdaki ve kuzeydeki bilinmeyen ülkeler keşfe çıkmak için izin istedi.1233 yılında geri çağrılana kadar Kafkasları geçecek,Rusyanın verimli kara topraklarına ulaşacak ve en sonunda Dinyeper nehrinde duracaktı ,Sahne elli yıl sonra Moğolların Rusya ve Doğu Avrupayı ele geçirmeye çalışmaları için uygun duruma getirilmişti.

Harzem Şahı birkaç sakal yakmanın cezasını tüm bir kıtanın yakılıp yıkılmasıyla ödedi ..

Wednesday, March 29, 2017

MAXIMILLIAN OLAYI









Avusturyalı bir arşidükün ,Napolyonun yeğenlerinden biri tarafından kumanda edilen bir Fransız ordusunun  desteğiyle savaşa girip sonundada Meksika Imparatoru oluşu tarihin en tuhaf hikayelerinden biridir..

XIXyy başlarında Ispanya'dan bağımsızlığını ilan ettiğinden beri,Meksika halkının  başından dert eksik olmamıştı.Napolyon savaşlarından sonra Ispanya,Meksikada kontrolü ele geçirmek için ancak cılız bir girişimde bulundu.Içsavaş  General Santa Anna başa geçene kadar sürdü.General Isyani bastırdı ve ülkeyi birleştirdi.Ama 1850'lerde tekrar isyan çıktı.Juarez'in özgürlükçü cumhuriyetçi güçleri Mexico City'yi ele geçirdi ve Birleşik devletler hükümeti tarafından da tanındı.İşte bu noktada Napolyon'un Fransız yeğeni ortaya çıktı.

Fransa'daki III Napolyon hep ünlü atasının gölgesinde yaşamıştı.İmparatorluğun parlak günlerine geri dönmesi ile ilgili rüyalar görüyordu.Ama karısı Eugenie de Montijo Ispanyol hanedanındandı.Böylece tamamen Ispanyol kanı taşıyan Meksikanın eski aristokrat sınıfı Paris' kaçıp aristokrat arkadaşlarına köylülerin isyanı sonucu her yerde tecavüz ve yağmalama olduğunu anlatıyordu.

Paristeki sosyal yaşam tabii ki politik açıdan güçlü olan Eugenie'nin etrafından dönüyordu.Eugenie çok zor olsada tüm dünyada hüküm sürmeye başlayan Anglo Amerikan etkisine karşı Katolik gücünün yeniden diritilmesi hayalleri kuruyordu.Meksika'dan kaçan mültecilerin anlattığı hikayelerle Juarez ve adamlarının Katolik karşıtı olduğu hızla yayılıyordu ve zaten Juarez Protestan Amerikalılardan yardım alıyordu.Halk Amerikanın Juarez'i bir kukla gibi kullanarak yönetimi ele geçireceğinden korkuyordu..Eğer durdurulmazlarsa tüm iyi katolikleri kılıçtan geçireceklerdi.İmparatoriçe  Napolyondan Meksikanın yardımına koşmasını istedi.Bu aynı zamanda imparator için Fransanın ihtişamını yeni dünyayada göstermesi anlamına geliyordu.

Juarez devrimden sonra gelen ekonomik karışıklıktan dolayı dış borçları ödemeyi dondurduğunu söyleyince,Fransa,İspanya ve Ingiltere Meksikaya karşı birleşti ve Vera Cruz'u ele geçirdi.Amerika o sırada kendi iç savaşıyla uğraşıyordu ve hiç bir müdahelede bulunmadı.Ispanya ve Ingiltere kısa süre sonra çekildi.Ama Fransa 1862 nin sonlarına kadar kaldı. Otuz bin kişilik bir Fransız keşif ordusu Vera Crızda karaya çıktı ve ertesi yıl Mexico City' e girdi..

Sonra tuhaf bir şey oldu.Napolyon Amerika'ya girmekten çekinmişti.Konfederasyonun savaşı kazanmakta olduğu açıktı ancak her zaman savaşın tam tersine dönme ve bitme ihtimalide vardı.Dahası,Konfederasyon ve Birlik askerleri birleşip Mexicoya saldırabilirdi.Aslında bu fikir gerçekten de hem Kuzeyde  gemde Güneyde gündeme getirilmişti..

Napolyon kendine destek olacak birilerini bulmalıydı.Eski İspanyol monarşisinin Avusturyalı Habsburglarla kan bağı vardı.Bu bağ yoluyla Napolyon büyük bir Katolik ittifakı kurdu.Bu yüzden İmparator Franz Josef'e  Mexicoyu beraber kurtarma teklifinde bulundu.Habsburgların İspanyollarka olan bağı da Meksikanın kurtarılması için yeterince güçlü bir bahaneydi. Napolyon Franz Josef'in kardesşi Arşidük Maximilian'ın yeni dünyada kendine ait bir ülkede kral bile olabileceğini söyleyerek fikrini daha çekici hale getirdi.Belki bir güm büyük bir müttefik güçle Orta ve Güney Amerikanın tümünü bile ele geçirebilirdi.Böyle bir birliğin gücüyle Anglo Saksonlar ve Protestan Prusyalıları dize getirebilirdi..

Imparatoriçe Eugenie,Meksikada devam eden barbaraca olaylara tanık olmuş insanlar buldu.Zavallı kurbanlar,Fransa ve Avusturya güçleri tarafından desteklenecek Avusturyalı bir imparatorun Meksika halkı tarafından sevinç gözyaşları  içinde karşılanacağının söylüyordu.Meksikalılar başlarındaki yönetimi atıp Almanca konuşan ve Ilgisiz birini istiyordu.Bu plana şöyle bir bakıldığında insan ' Bu adamlar ne düşünüyormuşda böyle bir seyi istemiş ? ' diyor 

Ama Franz Josef ve Maximilian anlaştı.Maximilian İspanyolcasını  ilerletti.Yeni Dünyaya ulaştı ve 10 Haziran 1864 te Meksika imparatoru ilan edildi.

Zavallı adam gerçek bir imparator gibi iş göreceğini sanıyordu.Fakirlere yardım etmek,okullar,hastahaneler insa ettirmek için projeler hazırlattı.Tüm meksikayı tek yönetim altında birleştirecekti.

Bu arada başkent dışında Fransa - Avusturya orduları için savaş pek iyi gitmiyordu.Ordunun çoğunluğu piyadeydi ve dağlarda gerillalara karşı üzerlerinde ağır silahlarla ve yün üniformalarla savaşmaya çalışıyordu.Maximilianınn ordusu ellerinde toprak tutmaya çalışırken yüzlerce garnizonda sıkışıp kalmıştı ve bu garnizonların birbirleriyle haberleşmesi cok zordu.Juarez yoğun piyade saldırısına karşı koyamıyordu  ama yakayıda ele vermiyordu.Yeni İmparatır sadece Mexico City'yi yönetiyordu.

III Napolyonunn Amerika üzerine koyduğu planlar Appomattox'da yapılmıştı.Konfederasyon güçlerinin teslim olmasından sadece bir kaç hafta sonra General Sherman çoğu Virginia'dan toplanmış siyahlar olan elli bin askerkle Teksas kıyılarına çıktı.Sherman Maximilian'la dalga geçti ve savaşması için kışkırtıcı sözler söyledi.Ayrıca gizlemeye gerek duymadan Meksikalı İsyancı askerleri eğitti,donanımlarını sağladı,Savaştan sonra ise bazı siyah askerler  Meksika güçlerine katıldı.Onların torunları hala Meksikada yaşıyorlar.

III Napolyon sadece karada savaşla karşı karşıya kalmadı,Amerikan donanmasıylada uğraşması gerekti.Sonunda havlu ett ve bunun sadece Meksikanın savaşı olduğu yolunda bir açıklama yaptı.1867 de tüm Fransız askerler  ve Avusturyalılar geri çekildi.Savaşta  yada hastalık yüzünden verilen kayıplar bütün keşif gücünün yarısını oluşturuyordu.

Maximilian ise kolay kolay bırakmadı Meksikayı.Çevresinden dönen entrikalara rağmen davaına dürüst bir şekilde inanıyordu.Ayrıca gururluydu da.Az sayıda Meksikalı onun yanında kaldı.Maximilianda öteki Aristokratlar gibi onları bırakıp gidemeyecegini söyledi.Maximilian ailesini geri gönderdi ama kendisi son bir savunma için Meksikada kaldı.Yenilmesi uzun sürmedi ,davası hemen görüldü ve ölüme mahkum edildi.Napolyon,Eugenie ve Franz Josef olayı öylesine protesto etti ancak onlar Prusyanın ani yükselişi sonucu çıkmak üzere olan sorunlarla meşguldu. 19 Haziran 1867 de sadece 3 yil dokuz günlük bir hükümdarlıktan sonra Meksikanın Avusturyalı İmparatoru Maximillian bir duvarın önünde kurşuna dizildi.Böylece komşusuu Napolyonun  hiç güvenilir olmadığı anlaşılmış oldu..

DRED SCOTT'UN HIKAYESI

Missouri Anlaşması bir köle eyaleti olarak kabul edilmek üzere Missourinin basvurmasıyla ortaya çıkan politik fikir ayrılıklarını gidermek için Kongrenin uğraştığı bir girişimdi.Kongrenin önemli adamları kölelik sorununun Birleşik devletleri ayırmasına izin vermek istemiyordu.Bu anlaşmanın bir kaç sonucu oldu; Missouriye istediği verildi ve basvurusu kabul edildi.Maine içişlerinin istediği gibi düzenleyebilecek özgür bir eyalet olarak kabul edildi.Birleşik devletlerde özgür eyaletler ve köle eyaletleri arasında ise dengeyi sağlayacak bir takım kurallar getirildi.Ancak Dred Scott gibi birinin ortaya çıkacağını hiç düşünmemişlerdi.

Scott,John Emerson adında bir ordu cerrahının kölesiydi.Emerson görevi dolayısıyla Missourideki evinde ayrılıp bir kaç yıllığına illionois ve Minnesotaya savasmak için giderken hanından kölesi vardı.

Emerson 1846'da öldükten sonra Scott'ın muhtemelen kölelik karşıtı olan beyaz arkadaşları ona Emerson'dan  özgürlüğünü istemek için mahkemeya basvurması için akıl verdi.Çünkü Emerson kölesiyle beraber özgür eyaletde yaşıyordu.Scott bu tavsiyeyi değerlendirdi ancak ilk başta davayi kaybetti.Fakat 1850 de Saint Louis deki temyiz mahkemesinde davayı kazandı.Ancak karar tekrar temyiz edildi ve 1852 de scott köleliğe geri döndü.

Şunu belirtmekte yarar var.Artık önemli olan Scott'ın özgürlüğü değildi.çünkü John Sanford adında bir kölelik karşıtı,onu Emerson'dan satın almıştı ve Scott için başka planları vardı.Sanford bu davayı bir emsal oluşturması için kullanmak istiyordu.Kendisi özgür bir eyalet olan Newyork'ta yaşıyordu ve bu tür davalar orada Federal devleti ilgilendiriyordu.Yani Yüksek Mahkemeye  kadar gidebilecek bir davaydı bu.Artık Scott'ın davası tüm Amerikayı savaşın eşiğine getirecek kadar önemli politik olay haline gelmişti.

Kölelik karşıtlarının amacı ,kölelerin özgürlüklerini kazanmayı daha kolay hale getirecek köle sahiplerini ortadan kaldırmaktı.Yüksek Mahkemenin köleliği anayasaya tamamen aykırı bulmasını umuyorlardı.

Köle sahipleri  de planlarını yapmıştı.Bir kölenin kişinin malı olup olmadığı meselesini bir kenara bırakıp bu davanın tamamen Missouri eyaletini ilgilendirdiğini savunuyorlardı.Missouri Mahkemesi zaten Scott'ın aleyhine bir karar çıkarmıştı.Bu davanın herhangi bir yerde tekrarı ise Missouri eyaletinin haklarını ihlal etmek anlamına gelecekti..

Bazı kölelik karşıtı gruplar ( Ohio'dan John Mclean,Masschusetts'den Benjamin R.Curtis ) davanın federal mahkemede görülmesi için baskı yaptılar.İddiaları Scott'ın Missouri Anlaşmasına göre serbest bırakılması gerektiğiydi.Bu anlaşmaya göre federal mahkeme eyalet mahkemelerinden üstündü.Dava,kölelik karşıtlarının  istediği gibi federal mahkemede görüldü ama pek hoşlarına gitmeyecek bir karar alındı.

İkiye karşı yedi oyle mahkeme Scott'ın aleyhine karar verdi.Mahkeme  ayrıca köle yada özgür,hiçbir  zencinin Amerikan vatandaşı olmadığı yargısına vardı.Sonuç olarak davalarının federal mahkemede görülmesi mümkün değildi.Dahası,Mahkeme kongrenin herhangi bir bölgede köleliği yasaklama yetkisine sahip olmaması gerektiğine karar verdi.Çünkü Anayasaya halkın özgürlüğün,malını korumak için yapılmıştı ve kölelerde tabiiki maldı.Bu,Birleşik Devletlerin kölelikle ilgili aldığı olumlu kararların tam tersine bir tutumdu.

Kölelik karşıtları,kaş yapalım derken göz çıkarmıştı

Köle sahipleri bu davada zafer kazanmış olsalarda uzun vadede zararlı çıktılar.Mahkemenin kararı Demokratik Partiyi  ve köleliğe karşı oy veren Cumhuriyetçileri tam olarak ayırmıştı ve bu konudaki fikirler halkın gözünde tam olarak oturdu.Belkide bu yüzden 1860'da seçimlerde kölelik karşıtı Cumhuriyetçi Abraham Lincoln başkan olarak seçilmişti.Bu seçim bir çok tarihçi tarafından iç savaşın nedeni olarak kabul edilir..

Sonunda Dred Scott davası esas hedefine ulaşamadı.Kölelik karşıtları köle haklarıyla ilgili önemli bir davayı kaybetmiş oldular ve hatta giriştikleri politik savaşta bir adım gerilediler.Kölelik yanlılarının zaferi ise kısa süre sonra kaybedecekleri bir savaşa neden olabilecek sahte bir zaferdi.Bu işten tek karlı çıkan Scott'tı.Yüksek Mahkemenin kararından sonra Scott'ın sahibi ona söz verdiği gibi özgürlüğünü bağışladı.

Artık Altmış kusur yasına gelmiş olan Dred Scott ise sonraki yıl öldü..

Tuesday, March 28, 2017

GENERAL CUSTER'IN HATASI





George Armstrong Custer iç savaşın kahramanlarından biriydi.Süvari kariyerine birlk süvarilerinin en karanlik zamanında başladı.Savaşın yeni ve cesur liderleri arasında  bile dikkati çekiyordu.Hak ettiği gibi birlik ordusunun en genç generali oldu.Hırsli genç bir adamdı.General Custer tüm amerikada tanınıyordu.Muhtelemen daha sonra Amerikalilar seçimlerde savaş kahramanlarına oy vermeyi sevdiğineden yönetimde yer alma şansı yüksekti.Savaştan hemen sonra Ulysess Grant başkan seçildi.

İç savaş sona erdiğinde  küçülen orduda kalmak isteyen subaylar daha küçük türbeleri kabul etmek zorunda bırakıldı.Bu durumda bile Custer Albay oldu.Emrinde en iyi süvari birliklerinde 7.süvari alayı vardı. Ama bu genç subayin istediğinden çok daha azıydı.Savaştan sonra kazandığı askeri başarılar ufak tefek şeylerdi ve düşmanları güçsüzdü.1874 de Siu kabilesine ait topraklarda altın bulunmasıyla birlikte bu durum bir dereceye kadar değişti.

Siular demiryolları inşasıyla topraklarına gelen şiddete karşı koyabilmişlerdi.Bu seferde madenciler Hırsız yolu inşa etmiş ve yüzlerce insan Hükümet tarafından Siulara tahisi edilmis araziye üşüsmüştü.Siular bir düzine kadar madenciyi öldürerek kendilerini savundu.Bir süre bir daha bir şey olmayacakmış gibi gözüktü ve sonra avcıları Siu altın rezervlerinin olduğu bölgeye gönderme kararı alındı.Birleşik devletler Hükümetinin Siu topraklarını işgali için bulduğu bahane bu olmuştu,bir ultimatom gönderildi ancak Siular kendilerine ait topraklarda böyle bir savaş olacağına inanmadılar.Beyazların ciddi olduğunu Powder nehri kıyısındajki küçük bir kızılderili köyüne girip iki kişiyi öldürüp bir kaç kişiyi yaraladıklarından anladı.

Iç savaşın cephe çarpışmalarından sonra Amerikan ordusu için Kızılıderilerle savaşmak biraz sıkıcıydı.Karşılıklı orduların savaşması şeklindeki bir askeri yöntem Siulara tamamen yabancıydı.Siu savaşçıları bireysel cesaretleri göstererek savaşıyorlardı.Sonucu belirleyecek bir savaş yapmak mümkün değildi.Bu nedenle bir savaş planı yapıldı ve üç koldan Siulara saldırma kararı alındı.Amerikan ordusu bu plan ile savaşı kazanacağına inanıyordu.Bu plan General Custerin Little Bighırn nehrinde son uyguladığı taktiğe benziyordu.Bu taktiğin nedeni Kizilderilileri savasömaya zorlamaktı.Sonucta bu pekde zor olmadı..

Powder nehri katlimanından sonra Yüzlerce Kizilderili ailesi Oturan boğanın Litlle bighorn kampında toplandı.Kampta 7000 kızılderili vardı,2000 tanesi savaşçıydı.Amerikan stratejisi daha başında başarısız olmuştu.17 Haziranda Oturan Boğa ve savaşçıları General Cook'un komutasındaki Amerikan askerleriyle karşılaşarak onları Rosebud Creeksin yukarılarına doğru sürdü.Tarih Albay Custer'ın Oturan Boğayı savaşı zorlamasına gerek kalmadığıı gösteriyor..

Custer'a pahalıya mal olan sorun Kızılderileri savaştırabilmek için herşeyi feda etmek zorunda kalmış olmasıydı.Albayın hatası savaşın tüm kaderini değiştirecek 6 silahı yanına almamış olmasıydı.Bunlar,Makinalı tüfeklerin atası sayılıcak tüfeklerdi.Dönen şarsörleri kullanarak dakikalarda yüzlerce mermi atabiliyordu.Peki Custer karşısına daha büyük bir kuvvetin çıkacağını bilse,bu silahları geride bırakırmıydı ?

Bu silahlar çok ağırdı ve toplar gibi arabaların üzerinde tasınıyordu.Ayrıca Custer bu silahı pek tanımıyordu.Bu silahın nasıl kullanıldığını  biliyordu  ama iç savaş sırasında sadece donanma tarafından kullanılmıştı.Dahası,atlar tüfeklerin olduğu arabayı çekmekte zorlanıyor ve buda Custerın adamlarının hızını kesiyordu.

Korumaları gereken bir kaç bin kadın ve çocuk olduğu için Siular ve Çeyenler ne olursa olsun savaşacaklardı.Ağır silahları almamak amacına ulaşmıştı.Kızılderililer savaşa zorlandı.Makineli tüfekleri geride bırakarak Custer sonuna neden olan kararı almış oldu O silahlar savasın kaderini değiştirebilirdi.Ingilizlerin Sudanda Mehdilere karşı yaptığı savaşlarda ağır silahlar sonuc vermisti.Ama Custerın verdiği karardan pişman olacak kadar bile zamanı olmamıştı




Friday, March 10, 2017

CAHIZ

Mutezilecilerin ileri gelenlerinden Cahizde ( 776 Basra - 868 Bagdad ) Memun'un Halifeyi ulemadan daha önemli hale getirme çabalarına destek verdi.Cahiz felsefi bir edebiyatçıydı,ahlaki öğretilerinde ilginç anektodlar ve çağdaş yaşamdan calı betimlemelerkullanıyordu.Devlet görevlilerinin modaya uyarak sergiledikleri edebi gösterisçiliği küçük görüyor,kendi çabasıyla başarılı olmuş tüccarlara hayranlık duyuyordu.Muhtemelen Habeş kökenli kozmopolit bir kişi olan Cahiz Pers,Arap ve Yunan kültürünü  bir araya getirmekten hoşlanıyordu.Ama İran adetlerinin körü körüne taklit edilmemesi gerektiğini,çağdışı olan Yunanlıların ise şanlı atalarına hiç benzemediklerini söylüyordu.Mutezile Mezhebinin bütün görüşler  talihtede talihsizliktede yol gösterici ve yoldaş olan eleştirel aklın terazisine vurulmalıdır yolundaki inancını paylaşıyordu.Bu görüş Şii sezgiciliğini safdışı bırakıyordu.Ama Cahiz'in dini tarafsızlığa veya kuşkuculuğa ayıracak zamanı yoktu

Cahiz Memun'u ve Abbasi Halifeliğini savunmak için 817 -18 yıllarından itibaren birçok kitap yazdı.Bunlarda Imameti saray çevrelerine ait egitimli bir beyefendinin gözünden değerlendiriyordu.Birçokları gibi oda eğitimsiz halkı aşağılıyordu.halk yığınları ile seçkinler ( hassa,amme ) arasındaki farkı ilk vurgulayanlarından biriydi.Bu konuya özel bir önem veriyordu ve devlet ile devletin yapılanmasını tartışırken bunu kullandı..Bu münasebetle Hadisçilerin yaratılmamış Kuran doktrinine ve insansulaktırılmalarına karşı şunları söylüyordu.'' Halk yozlaşmanın bütün öğelerini organize etmiş bir yandan birbiri ardına dünyaları yok eden bir fanatiklikle,diğer yandan dinin bütün yararları ile bütün maddi yararları yok eden hizipçilik ruhuyla sapkınlık sınırına ulaşmıştır''

Halka karşı bu tavır Cahiz'in insan doğası hakkındaki kötümser görüşüyle yanyana gidiyordu. Siyasal otorite ile evrensel monarşinin gerekliliğini insan doğası hakkında bilinenlere bağlıyordu.

'' Insanların yaradılışlarındaki en kötü şeylere karşı koyabilmeleri ancak sıkı bir eğitim,bu dünyada ciddi bir biçimde aşağılanma,öteki dünyada ise korkunç bir cezaya çarptrılma tehdidi ile mümkündür..Layık olduğu cezadan elinden geldiğince kaçmak....Insanın doğasında vardır,Genel kargaşaya ve yasaların,uygulanmamasına yol açan şey budur '''

Cahiz buradan şu sonucu çıkarıyordu '' Bu yüzden tek bir önder belirlemek görevimizdir... Bu heme genel gözlemlerin hemde .deneyimin bize gösterdiği bir gerçektir..Allah Dünyayı  ve üzerinde yaşayanları  öyle tasarlamıştırki,tek bir önder ile çok daha iyi durumda olurlar''

Sağlıklı bir dinin temelinde dünyevi düzen bulunur.Bu aslında eski bir iran düşüncesiydi ama yaygın bir Sünni inanç haline gelmiştir.Cahiz anarşistlerin '' Insanların başlarında bir koruyucu olmadan özgür olması daha iyidir.... Böyle olursa hem ruhun kurtuluşu daha kolay elde edilir hemde ganimet '''görüşüne karşı çıktı.Çünkü bu görüş Peygamberliğin kendisini gereksiz kılıyordu.Ibn Sinada toplumsal bir denetime ihtiyaç duyuyor olmamızın dinin gerekli olduğunu kanıtladığını öen sürecekti. Felsefeciler gibi Cahizde bunu daha büyük bir örgenin parçası olarak görüyordu; Insanalr ancak maddi ihtiyaçlarını doyurduklarında manevi ihtiyaçları ile ilgilenebilirler,Din Bilgisi dünyevi işler hakkındaki bilgiden kaynaklanır 

Bir çok Sünni'nin tersine ,Cahiz devlet yapılanmasına ilişkin konularla da samimi olarak ilgileniyordu.Önder nasıl seçilmelidir.Insan sadece halk tarafından diyemez,çünkü seçkinler ( Önderliğin neden gerekli olduğunu bile anlamayan ) halk yığınlarından farklı bir gruptur.Sınıflar arası farklılıklar toplumun tek bir siyasi davranış göstermesini olanaksız kılar.Bunun yerine seçim seçkinler tarafından yapılmalıdır.Cahiz bunların kim olduğunu tanımlıyor..

Önderin ne gibi nitelikleri olmalıdır ? Cahiz zekayı,iyi eğitimi ve iyi alışkanlıkları ön plana çıkarır.Bu nitelikler hemen fark edilebilirki buda Önderin yanlizca birkaç kişi tarafından tanınabileceği yolundaki Şii görüşünü saf dışı bırakmaktadır.Yine şii görüşüne karşı bir görüş olarak  Cahiz işaret etme yöntemi yerine seçim yöntemini vurgulamıştır.Herşeyden önemlisi bu yöntem insanların kararlarına saygı duyulması anlamına gelmektedir.Peygamber onlar adına seçim yapmamıştır.. Bu seçimi insanlara bırakılması onların kendi yararınaydı,Çünkü Peygamber seçimi onlara bırakmayı seçmişti..Seçim çeşitli yollarla yapılabilir.Doğru aday,uzun danışma toplantıları  sonucunda belirlenebileceği  gibi,ailesi veya kendi yaşadığı yerdeki kişiler tarafından belirlenebilir veya kişi vasiyet yoluyla seçilebilir; veya yine,soylu  ve ayrıcakliklı aileler arasından biri seçilebilir.Kesinlikle zor kullanılmamalıdır.Bu çeşitli alternatifler kısmen Abbasi yöntemlerini desteklemek için düşünülmuştü.Bu aynı zamanda günümüzdeki İslam demokrasinin altyapısını da oluşturmuş olabilir..

Mutezilecilerin bazıları gibi Cahiz de bir zorbanın iktidardan indirilebileceğini ve güç kullanarak onun yerine yeni bir önderin getirebileceğini savunuyordu.. ' Kötü bir yönetime karşı çıkmak içi savaşla eşanlamlı olurmuş,zorbaları lanetlemek sapkınlık sayılırmış gibi davranan ..... Zamanımızın yenilikçileri dediği gibi Gelenekçierin etliye sütlğye karışmayan dinginci tutumlarıyla alay ediyordu... Zorbayı devirme yükümlülüğünün uygulanıp uygulanmayacağını ve bunun  nasıl yapılacağı duruma bağlıdır. Bu durumlardan biri,adaletsizliğin çok yaygınlaştığı ve yine seçkinlerin yalnızca kendilerinden ibaret olmadığını fark ettikleri bir durumdur. Sonunda 

'' Tek umutlarının savaş,tek kurtuluşlarının ,isyan olduğunu anlarlar... O noktada şidder bir olasılık,dini yükümlülğk ise mutlaktır..Böylece eylem bir olasılık bir sorunudur.Eğer olasılık yoksa yükümlülükte olmaz..Kısaca denebilirki,hasımlarına karşı koyma ve onu alt etme olasılığı ile halifeliğe layık bir aday ortaya çıktığı ve bu aday kendileri tarafından tanıdığı anda,onu göreve getirmek ve savunmak yükümlülükleridir''

Belkide bu Abbasilerin iktidara geliş süreceicini de kaspsaması için söylenmiş bir şeydi..Bütün olarak bakıldığında Cahizin en özgün Sünni siyaset düşünürlerinden biri olduğu söylenebilir..

HALIFE EBU ABBAS EL MEMUN

Abbasiler arasında,uyruklarının akıllarına ve gönüllerine hitap ederek,Hilafet kurumunu hemn askerlerden hemde halkın içinden çıkan din önderlerinden bağımsız hale getirecej olan yüce bir imparatorluk idealini yaratma konusunda en kararlı davranan kili Memnun'dur ( 813 - 833 ).Yüksel kültüür ve Hilafetin entelektüel statüsünü geliştirmek için tasarlanmış bir kültür politikasını benimsemiştir.Sürekli olarak halk arasından çıkan hadisçlerin ve ulemanın etkisine karşı çıkmıştır.Çeşitli nedenlerle dinin harfiyen uygulanması yanlılarına katşı çıkan kişiler ve düşüncülerle ittifak kurmuştur.Bunlar (Fakihlere yeğlediği ) ilahıyatçılar ( mutakallimun ) ve Helenizm ile Şiilik gibi düşünce ekolleridir.Bu yolla hilafetin artırmayı ummuş olabilir,ama muhtemelen aynı zamanda kendi entellektüel tercihlerinide yansıtmaktaydı.Memun bilerek veya bilmeyerek rejimin bu yeni din açısından etkili kılınabilmesi için ideolojik bir temeli olması gereğine işaret eden İbn Mukaffa tarafından başlatılan programı izlemiştir ..

Şii İmam anlayışı Halifenin otoritesini büyük orana artırıcak bir şeydi. bir zaman gelmiş ve Memun kendisinin halefi olarak sekizinci Şii İmamı  Ali el rıza 'yı göstermiştir.Yunan felsefi metinlerinin  çevrilmesi işi Harun Reşid döneminde hız kazanmış,Memun tarafındanda hararetle desteklenmiştir.Bağdat'ta bir hikmet evi ( Beyt ul hikme kütüphane / bilim merkezi kuruldu ) Burada ilk kez 815 yılında tam olarak çevirilen Buyuk İskenderin öyküsü çok popüler oldu ve Aristotelesin öğretmenliğini yaptığı Büyük İskenderi Adil Hükümdarlar katına yükseltti.Büyük iskender efsanesi diğer Yunan ve Pers kaynaklarından alınan aydınlanmiş emperyalizm düşüncesini güçlendirdi..Bu kaynaklar fetihleri ve farklı etnik gruplardan oluşan bir toplumu meşrulaştırıyordu,etik bir dünya devleti için hem bir argüman hemde ilham sağlıyordu.Bu neo grek miras aynı zamanda güçlü Halife fikrinide sağlamlaştırıyordu.

En Önemlisi Memun entelektüel olarak hem halkın içinde çıkan Hadisçilere karşı,hemde güçlü bir Halife fikrine destek vermeye hazır olan Sünni grupların desteğini kazanmaya çalıştı.Bunlar ilahiyatçılar özelliklede dini tartışmlarda aklın rolünü vurgulayan Mutezile inanışı mensuplarıydı.Din Bilgisi ne kadar akılcı tartışmalara dayandırılırsa,Halifenin emrindeki entelektüel seçkinlerle birlikte,Din Bilgisi edinmeye adanmış bir toplumu yönetme iddialaru kadar inandırıcılık kazaniyordu.

Mütezilecilerin  bazıları abbası hanedanının dini nedenlere olduğu kadar akılcılık temelinde de desteklemeye hazırlardı.Mutezileciler büyük olasılıkla,tanıtlara dayalı bir devlet tezi geliştiren  ilk Müslüman düşünürlerdir.Mutezilecilerin insan toplumunda İmamlığa ihtiyaç olduğu sonucuna akıl yürütme yoluyla varılabilir diyorlardı,çünkü insanlar doğaları gereği çatışmacıdırlar.Imamlık kurumunu yüceltirken bu makamda oturacak kişi için de çok sıkı şartlar getirdiler.Multeziciler için en temel toplumsal  ve siyasal değer adaletti.Kuranda belirtilen iyiye emretme,kötüyü yasaklama görevinin her Müslümanın yükümlülüğü olduğunu ve bunun önce sözle,sonra eylemle ve gerekiyorsa,kılıçla yerine getirilmesi gereğini vurguladılar.Bazı durumlarda adil olmayan bir hükümdara karşı silahlı direniş yapmak savunulabilir,suçlu imamlar iktitardan indirilebilir.Muhtemelen bunun ardındaki mantık şuydu: Titiz müslümanlar,ahlaki ve dini bakımlardan düzeltilmeye açık olması şartıyla ,meşru bir siyasal otoriteyi kabul edebilirdi..

Memun bazı Mutezilecileri destekledi.Doktrine ilişkin anlaşmazlıklarda onların tarafını tuttu ve onların ( proto sünni hadisçilere karşı savundukları ) Kuranın yaratılmışlığı tezini resmi doktrin olarak yerleştirmeye çalıştı.Son olarakta Islam tarihinde ilk kez ve yanlızca o zaman var olan bir engizisyon modelini ( mihne ) 833 kurdu.Bunun amacı devlet görevleriyle dini önderleri ibadet ve doktrine ilişkin konularda kendi dini görüşlerini ve otoritesini kabul etmeye zorlamak.idi..Ulema ile Kadılar çapraz sorgudan geçiyorlardı,devlet görevlileri ,makamlarını kaybetmemek için Halifenin doktrinini kabul ettiklerini ilan etmek zorundaydılar.Kabul etmeyi reddedenler en katı biçimde cezalandırıyorlardı..

Sözde Aristoteles tarafından yazılmış olduğu söylenen 'Şehirleri yönetimi ' ( Siyaseti müdün ) konulu Iskendere Mektupun Persler tarafından elden geçirilmiş geç dönem Yunan kaynaklarından birinden alınma serbest bir çevirisi bu sıralarda ortada dolaşmaya başlamış olabilir.Bu belgedede devletin meşruyeti kuramının nüvesi vardı.Insanın doğasına ilişkin olarak bildiklerimiz insanların herhangi bir zorlama olmadan yasaya itaat etmeyeceklerini göstermektedir ( bu,bazu Mutezilecilerin görüşüne yakındır ) dolayısıyla yasayı uygulayacak birine ihtiyaç vardır; dolayısıyla bir krallıkta hem bir yasamacı ( başlangıçta yasaları yapan kişi anlamında ) hemde zorlayıcı bir hükümdar  olmalıdır.Belgenin anonim yazarı Ibn Mujaffa'nın anarşi ile mutlakiyet arasında bir orta yol bulunması önerisini yinelemektedir.

'''' Hükümdar konusunda insanlar yanılmakta ve iki farklı görüş ileri sürmektedir.Kimileri..... bütün insanların eşit olmaları ve aralarında hükümdar uyruk ayırımı bulunmaması gerektiğini düşünmektedir.Ama bu kişiler bunun hem hükümdarın,hemde de adaletin yok olması anlamına geleceğini göz ardı etmektedir.çünkü,insanlar arasında adalet ancak hükümdar aracılığıyla sağlanır.Kimileri ise hükümdarın nefret edilen  veya yasadan  ayrılan biri olmasının önemli olmadığını düşünmektedir,oysa bu tam bir yozlaşma biçimidir''

Aynı savlar hükümdarın herkes üzerindeki egemenliğinin barış ve refah sağlayacağı söylenerek yararcı açıdanda haklı gösteriliyordu.Yani siyaset etiği,pragmatik nedenlerle vurgulanıyordu.Başarılı olabilecek tek yönetim,uyumsuzluğa ve zulüme değil,topluma dayalı olan meşru bir yönetimdir..Hükümdar halkı tarafından sevilmeli ve sert olduğu kadar müşfikte olmalıdır..




Friday, March 3, 2017

NASREDDIN TUSI






Moğol Istilalarını takip edeb dönem Imami Şiiler için bir canlanma ve gelişme dönemiydi.Bazı açılardan Moğollar Şiilerin kurtarıcısıydılar,onları önemli mevkilere getirdiler.Imami Nufus özellikle Irak'ta,Kuzeybatı Iranda ve Hazar denizinin güneyinde yoğunlaşmıştı.Kendi medreseleri ve liderleri vardı,Moğol sarayında bir sözcü ile temsil ediliyorlardı..

Imamilerin entelektüel olarak canlanmalarıını Nasıreddin Tusi ( Tus 1201- Bagdat 1274 ) ,Muhakkik Hilli ( Hiller 1205 - Bağdat 1277 ) ve Tusinin yanında öğrenim gören ve ondan büyük ölçüde etkilenen çok bilgili olduğu için Allame olarak anılan Ali Bin Mutahhar el Hilli ( Hille 1250-Tebriz 1325 ) Hillinin babası Hile şehrinin Moğollara teslim olmasında liderlik yapmış ve arkasından Bağdat'ta Hulagu hanın maiyetine girmişti.Hlli ise Tebrizdeki ilhanli sarayında görev yaptı ve Hükümdarın Imami Şiilige geçmesini sağlamay çalıştı.( 1310 ) ikiside Fakih olan Muhakkı ile Hilli İmami ögretisinin merkezi olan Hillede yaşıyorlardı.Muhakkık Imamim emretmesi durumunda Müslümanlarda dahil olamak üzer Imami olmayan herkes Cihat ilan edilmesini zorunlu olduğunu söylüyordu.Buda pratikte cihatı savunma savasına indirgiyordu.Hillinin Şii düşüncesine katkısı bir kaç açıdan belirliyciydi.Hilli daha önce karara bağlanmamış konularda  bir müçtehidin ( deneyimli ali,Fakıh ) verdiği hukuki kararların( ictihat ) geçerlilik derecesini belirledi.Peygamberin veya Imamın kararlarının tersine,bu tür kararlarda hata olması mümkündür.dolayısıyla değiştirilebilir.( müçtehide karşı çıkan kişi dinsiz değildir ) Bu görüş Şii hukuk sistemine esneklik ve dinamizm kazandırdı yeni soruların ciddiye alinmasını sağladı.En önemliside akli yüceltti.Bazı modern yazarlar Şiilikte bulunan bağımsız aklı yürütme ( içtihat ) olgusunu rasyonel tartışmalara,dolayısıyla da demokratik söyleme bir yönelikş olarak görmüşlerdir.

Bu görüş daha sonraları '' Şii alimler olan mollaların ve Ayetullahların ( Allahın işareti Hilli bu invana sahip ilk kişiydi ) rollerinin siyasileşmesine yol açtı.Hilliye göre insanlar müçtehidee kendileri adına akıl yürütme yetkisi verirler buna taklit denir; artık müçtehidin yargısını kabul etmek zorundadırlar.Taklit '' Çoğunluğun bağımsız akıl yürütme yükümlülüğü olsaydı,dünyanın düzeni bozulurdu ve insanlar geçimlerini sağlamakla uğraşmak yerine hukuki sorunları tartışırlardı 'gereçesiyle savunulmaktadır.Hilli insanların deneyimlerine bakarak,Imametin gerekli olduğunu savunmuştur.'' Dünyanın bütün ülkelerinde ve şehirlerinde yaşayan akıllı insanların düzeni sağlaması için önderler belirlemiş olmaları,Imamet'ten başka bir yol olmadığını göstermektedir..

Moğollardan sonraki dönemde dünyada çok az özgün siyasi düşünür vardı ama olanlarda dahiydi.Nasıreddin Tusi aralarında bağ olmas bile,eski Orta Asya kültürünün  temsilcilerinin sonuncusuydu am en özgün düşünürlerden biriydi.Tusi,Nişapurda felsefe,teoloji ve fıkıh okudu,çok özgün bir matematikçi ve gökbilimciydi.Bunun bir bedeli oldu.Nizari Ismailllerin kalesi olan Alamut'ta yirmi yıl gökbilimci olarak yirmi yıl zorla çalıştırıldı.Burada çok ünlü bir kütüphane vardı,bu yüzdem Tusi Gökbilimci olarak çalışmalarına devam etti.Tusi,Moğol,saldıralarının ulaşabildiği yerlerin sınırındaki bu yerde Ahlakı Nasırıyi yazdı.1215 yılında aslında Farsça olarak yazdığı ama Arapça çok terminoloji kullandığı kitabını kuhistan hükümdari Nasır Ibn Ali Mansura ıthaf etmiştir.Tusi bir İsmail değildi ancak kitabından pek çok Ismaili görüşü vardır.Daha sonraları bu görüşlerinin bazılarının kitaptan çıkardığı anlaşılmaktadır.Nizari Ismaili öğretilerinin bir özeti olan Tasavvuratın ( Rawdan al Taslim veya Tasavvurat ) yazarıda Tusidir.

Ismaililer dünyanın tanrısla döngülerlr yönetildiğine ve bunun yıldızlarda gözlemlenebileceğine inanıyorlardı ve söylentiye göre kaleye yapılan bir Moğol saldırısı sırasında (1255-56 ) Tusi,Nizari Ismailere teslim olma zamının geldiğini söyleyince ona inanmişlardı.Alamut'un ele geçirilmesi 150yıllık Ismail egemenliğinin sonunu getirdi.Tusi artık Hulagu hanın gökbilimcisi ve danışmanı olmuştu ve onu Bagdat'a sefer düzenlemeye ve Sunni Halifeliğe son vermeye teşvik etti..Tusi bundan sonra hem Hulagu han'ın hemde onu ardılının veziri ve vakıf denetçisi oldu.Böylelikle Tusi Irak ve Iran 'da Imamiliği yaymayı başardı.Hulagu han Tusi için bir gözlemvei inşa etttirdi,bu sayede Tusi yeni astrolojik cetveller hazırladı..

Tusi Imami görüşü yaymak için çok fazla kitap yazdı bunların arasında imamet ile ilgili bir kitapra bulunmaktadır.Maliye ile ilgili tavsiyeler içeren Eski Kralların kanunları ve kuralları adlı kitabı yazdı.Bu kitabu muhtemelen bir Moğol hükümdarı için yazmıştır..Mistik yol üzerine yazılar yazdı ve Sufi Pir Mevlana Celalledini Rumi ile mektuplaştı.

Tusi din konusunda Ibn Sina ile Suhrevedinin yeni eflatuncu öğretilerini benimsedi taktik nedenlerden dolayı onları bilge insanlar olarak adlandırdı.Ancak Tusi,Ibni sina nın tersine Tanrının mevcudiyetinin kanıtlanamayacağını,Tanrının mevcudiyetinin temel bir mantık önermesi gibi kabul edilmesi gibi gerektiğini söylüyordu.Tusi Şiilerin öğrettiği gibi insanların felsefenin yanı sıra yetkin biri tarafından eğitilmeye ihtiyaçları olduğunu savunuyordu.Butun bunlar mistik teolojid idi.

Tusinin siyasi felsefesi Aristotelesçi ve Farsi fikirlerin bir senteziydi.Felsefe ile Nasihat türünü birleştiriyor ve böylelikle Şiilik ve Felsefe arasında bir bağ kuruyordu.Ahlak-i Nasiri pratik bir felsefe kitabı olarak sunulmaktadır.Nasıreddin Tusi iyi fiileri doğaya veya gelenek üzerine dayandırılır gerekçesiyle felsefe ( hikmet ) ile fıkhı bir araya getirmeye çalıştı.Doğa bize,vukuf sahibi ve zeki kişiler tarafından bilinen değişmez ilkeleri sunar..Gelenek ise toplumun adetleri yada bir peygamber vya ımamı tarafında öğretilmişse,tanrısal yasalardır.,bunlar fıkıhın konularıdır.Bu genel yasaların altında Bireyler,Aileler ve şehirlerde veya bölgelerde yaşayanlar vardır..

Felsefe sadece değişmeyen gerçeklerle ilgilenir.Tanrısal yasalar felsefenin dışındadır.Tarihsel dönemler ve vahiylerin göreceliliği hakkındaki Ismaili görüşler Tusinin,Eflatunun ve Aristotelesin adalet ile siyasal örgütlenme konularındakşbir Sunni yazara oranla daha çok önem vermesibe yol açtı.Bu görüşler Insan bilgeliğinin daha erken bir dönemine aittir. ve bunların yerine islamiyetin gelmiş olmasınarağmen bu görüşlerden hala yararlanılabilir.Insanlik bir dizi tanrısal yönlendirilmelerel yol alır.burada devle olarak devlet ve hanedan kavramına bir İsmali yorumu getirmiştir.Yeni peygamberler,yeni yasalar koyabilirler,müçtehidiniözellikler de Imamlar önemli yorumlar getirebilirler.Tusi Şeriatın  Sünnilerin kabul ettiklari kadar mutlak olduğunu düşünmüyordu.

Thursday, March 2, 2017

TASAVVUF VE SİYASET

Islamiyette siyasal düşünce Tasavvufun gelişmesinden derinden etkilenmiştir.İslamiyetin entelektüel tarihi Avrupanın enteltüel tarihi gibidir.Bir erken rönesans kat kat dindarlık tortusunun altında boğulmuştur.Fıkıh veya saray adabının tersine,felsefenin herhangi bir kurumsal tabanı,hatta toplumsal bir tabanı bile yoktur.Felsefenin toplumdan soyutlanmışlığı  ve siyasal iktidarsızlığı ,Sünni Fıkhın,Ulema dindarlığının ve Tasavvufun bir bütün olarak toplumda ulaştığı noktalar ile tam bir zıtlık oluşturmaktadır.Sunni Selçuklu gelişmesi bunlar için bir çeşit harç görevi gördü.Ulemanın toplumsal gücü ile medreselerin kurumsal yapısına ek olarak ,Din mantalitesini yaymak  ve halkların Sünniliği benimsemesini sağlamak için üçüncü ve belkide en belirleyici yol Tasavvuftu.Tasavvuf hem seçkinlerin,hemde avamın zihinsel faaliyetine egemen oldu..

Filozoflarda Tasavvufi deneyimleri çok ciddiye almaya eğilimliydiler.Bir çok filozof Tasavvufi marifetin ( gnostik ) yakın bir müttefiki olan Eflatun kökenli işrakiliği benimsedi.SufilerSunni Fukaha tarafından rededilen felsefeye çok daha az karşı çıkıyorlardı.Yeni Eflatunculuk onların tefekküre dalarak özlerini ve Tanrı'yı arayışlarına benziyordu,ancak oda Aristotelesin veya daha sonraki Avrupalıların anladıkları anlamda rasyonel sorgulamaya hiç yakın değildi..'''' Rizvinin dediği gibi Filozof akıl yoluyla ne bilirse biz sufiler sezgisel olarak anlarız ''''

Doğu nurunun efendisi diye anılan Sufi Filozof Yahya Suhreverdi ( 1155 - 1191 ) mistik deneyimin olanaklı kıldığı birleştirici vukuflara zorunlu bir hazırlık olarak yeni eflatuncu felsefe öğretiyordu.Suhrevi sapkınlık yaptığı suçlamasıyla idam edildi.. Ibn Arabi ( 1165 -1240 ) Tanrı ile doğrudan iletişim kurduğunu ve mistik bilgiye ( ilahi hakikate ) sahip olduğunu iddia ediyordu.Yahya Suhreverdi Iranda ,Ibn Arabi ise Anadoluda etkili oldu.Böylece Felsefe geleneği dini sezgiclik ile birleşti..

Tasavvuf halk arasında çok yaygındı..Tasavvufun vukuf teknikleri giderek popüler oldu ve toplumsal ağlar tarafından desteklenerek yayıldı.Tasavvuf tamamıyla paralel bir toplumsal örgütlenme olan ve pirler tarafından kurulmuş olan tarikler ( ta'ifa ) ile kurumsaş ilişkiler geliştirdi..Her Ta'ifanın kendi tariki ( ruhani yol )  vardı ve bir tekke ve zaviyeler ağı yoluyla faaliyet gösteriyordu.Tasavvuf öğretisi ve uygulaması köylüler ve asker arasındada yaygındı.Tasavvuf ile şehirlerdeki zanaatkar ve fütüvve örgütleri arasındada güçlü toplumsal ve ruhani bağlar vardı.. Tasavvuf dergahları ve türbeleri köyler,aşiretler,mahalleler ve esnaf loncaları için önemli yerler haline geldi.Sufi şeyhleri,Hükümdarlar,bürokratlar ve ulema tarafından destekleniyordu.Kuzey afrikada etnik gruplar ve aşiretler kendilerini Tasavvuf kardeşlikleri  veya kutsal klanlar olarak yeniden tanımladılar.

Tasavvuf örgütlenmesinde  gayri resmilik ile tam bir kişisel bağlılık bir aradaydı.Tasavvufun toplumsal ruhu hem otoriter, hemde kardeşçeydi.Tarikatların iç örgütlenmesi ile Islamiyet'te yaygın olan aileye  ve hanedana dayalı aşiret modeli arasında ortak bir nokta vardı.Ruhani öğretmen ( Şeyh,Pir ) yeni bir dini lider tipiydi ve müritleri ona koşulsuz biat ediyordu,Şeyh de Tanrının velisi ( gözdesi ) idi.Ona genellikle Tanrıyı temsil eden anlamında halife deniyordu.Bunun nedeni Şeyhin kişisel bir mistik duruma ulaştığının  ve bunun da onu Tanrı ile doğrudan ilişkisi içine soktğununn düşünülmesiydi.Dolayısıyla bunda biraz ruhani seçkinlik öğesi vardı:''' Tanrının bir seçkinler grubu vardır .... onlara eşsiz lütuflarda bulunur''' Dolayısıyle Şeyhin otoritesi mutlaktı.Bir şeyhin Barakası miras kalabiliyordu.Aynı zamanda dergahlarda oldukça gevşek bir yapıya sahipti.Kendi aralarında sohbetler ve ruhani kardeşlikler geliştirmişlerdi.Tarikatlar aşiretleri andırıyordu...

Siyasal düşünce içim Tasavvufun önemi temel olarak dünya zevklerinden el çekme öğretisinde bulunuyordu ''' Yoksulluk ,çile çekme ve kişiliğin mutlak teslimiyeti yasamdaki en üstün değerler haline geldi''' Tasavvufun din devletindeki asıl görevinin mutlak hükümdarın yönetimindeki toplumsal yaşama dini anlam kazandırmak olduğu görülmektedirTasavvuf siyasetten kopuşun meydana getirdiği boşluğu doldurdu..Hem Sünniler hemde Şiiler için farklı şekillerde ve sıkça meydana geldiği gibi,siyaset dinin gündeminden düşünce,tasavvufun anlamlı bir şekilde gelişmesi için yol açılmış oldu..Sufiler tevhidi ( Tanrısal birlik ) benliğin kaybolması ve ilahi varlıkta eritmek olarak düşünüyorlardı..Sufiler tanrısal Aşk ve Tanrının bireyle olan ilişkisi üzerinde odaklandılar .Ibn arabi özgürlüğü Tanrının esiri olmak olarak tanımladı.Bu aynı zamanda apolitik özelliğe sahip olan Hristiyanlık ve Budizm gibi dinlerle birleşmenin yolunu açıyordu.Dolayısıyla bu dinler İslamiyetin egemen olduğu topraklarda ortadan kalkmadılar..

Ancak başlangıçta Sufilerin siyasi tavrının genellikle dinginci olmasına karşın ,zaman içinde toplumsal ve siyasi tavrının genellikle dinginci olmasına karşın zaman içinde toplumsal ve siyasal rolleri çok büyük  farklılıklar göstermeye başladı.Sufiler kendilerini yoksullara yardıma adadılar ve böylece halkın  şikayetlerinin sözcüsü haline geldiler.Toplumsal düzenin ruhani çimentosu oldular,,Tasavvuf şeyhliği  güce giden bir yol oldu.Şeyhler fiili yerel  önderler,toplumun ve yerleşik düzenin direği haline geldiler.Batı Anadoludaki  din önderleri Sufi vaizler ,Şamanlar  ve Büyücülerdi.Başka yerlerde ise şeyhler ulemanın yanında yer alıyor,bazen onlarla birleşiyorlardı..

Tasavvufub  bazı kolları yönetimde bir rollerinin olduğunu düşünmeye başladı.Anadoludaki gazi devletleri gezgin türk dervişlerinden yardım istedi.Bir Savaşçı Hükümdar tahta çıkarken savaş topuzunu şeyhten aldı ve onu efendi olarak kabul etti.Bir Derviş Anadolu Selçuklularına karşı başarısız  bir isyan girişiminde bulundu ( 1240 ) Bazen siyasi güç elde etmek isteyen ,kurumsal otoriteye karşı isyan eden hatta bazen bir hanedan bile kurmayı başaran tarikat önderleri olduğunu görürüz...

Eski Siyasi anlaşmazlıklar ve bölünmler Sufilerin manevi yaşamında değişti veya anlamlarını yitirdi.Tasavvufta Sünniliğin değişik kolları arasındaki mezhepsel bölünmeler ve Sünnilerle Siiler arasındaki fark önemini yitirdi.Tasavvuf şeriata uymanın ötesinde bir ruhani dünyaya açıldığından hem sünnilere hemde devrimin başarısızlığından yorgun düşmüş Şiiler hitap ediyordu.Cihat bir iç saha halini aldı.Tasavvuf imamlık kuramını ve uygulamasını ruhanileştirdi ve böylelikle Şiilere kendi ruhani kimliklerini kaybetmeden Sünni olabilmenin yolunu açtı.Onlara göre bir şeyh'' Şii imam gibi görünebilirdi ancak şeyhin konumu tarihsel anlaşmazlıklara referansta bulunmadan tanımlanıyordu.İçsel ışık saklı imamın yerini aldı..

''' Yabancılaşmış kitleler arasında Sufilerin bireyi anlamlılığa ve kurtuluşa götüren bireysel yolu giderek Şiiliğin siyasi yolunun yerini almaya başladı.Sufi,isyan yolu ile toplu kurtuluşla değil bireyin ruhunun  Allah'a yakınlaşması ile ilgileniyordu... Sufiler mezheplerde görülen eylemcilikten çok siyasal dingicilikleriyle tanınıyorlardı'''

On beşinci yüzyılda Iran ve Orta Asyada şeyh kültü imam ile şeyh arasındaki büyük teolojik yakınlık sayesinde.Şiilik ile Tasavvuf anlayışı arasındaki farkı kapattı.

Tasavvyf ile Şiiliğin bileşkesi bazen siyasete mistik bir yaklaşım üzerine kurulmuş olan devrimci bir binyılcılığa götürüyordu.Ibn Arabi'ye göre '' Mehdi Islam Hukukunu kılıçla uygulayacaktı ve Isa onun vezirlerinden biridir.... Sufi evliye da doğal destekçileri olacaktı ''' Zaman içinde bu tür fikirler Doğu Anadolunun yaylalarında ve Kuzeybatı Iranda siyasi bakımdan çok tehlikeli hale geldiler..

Tasavvuf kendini yenilemeye çalışan bir toplum için engin bir değerdi.Sunni Ulema ve egemen sınıflara göre 'Tasavvuf Insanların kalplerine giden bir yol açıyordu.Selçuklular döneminde dramatik bir biçimde yayıldı ve önder gelen Sünni Hükümdarlar  tarafından resmen teşvik edildi.Nureddin ve Selahaddin medreselerle tekkelerin yan yana gelişmelerini sağladılar..

Tasavvuf entelektüel ve ekonomik yaşam için son derece önemliydi.Tasavvufun az sayıda insanın ulaşabileceği ve başkalarına öğrettiği Tanrıyı doğrudan sezgi yoluylla bilme kavramı ( marifet ) entelektüel yaşama egemen olmaya başladı.Bu gelişme hem sıradan hemde eğitimli insanlar arasında rüyalar ve astroloji gibi mistik ve büyü olgularına inanılmasına yol açtı..'' Tasavvuf özellikle halk arasında yaygın olan biçimlerinde,Tanrının dünyada olduğu inancı ile nesnelerde ve insanlarda tanrısal güçler bulunduğunu savunan animastik düşünceyi giderek bir tutmaya başladı.Paganizm kaybolmamıştı

Tasavvufun Kuran ile Şeriatı tamamladığı düşünülüyordu.Toplumda itibar gören bu bilgi biçimleri felsefe ve bilime çok az alan bıraktı..bilmenin tek meşru yolunun  bunlar oldukları ileri sürüldü..Dolayısıyla dinde yaygın bir biçimde bulunan bilinmiyen ile bilinmeyecek olanın alanı genişledi,kozmik,doğal ve insanla ilgili işler gizemli bir tanrının elindeydi.Bunu deşmek dinsizlikti.Gözlemevleri tahrip edilirken astroloji sarayda çok popüler hale geldi.Her türlü yenilik sapkınlıktı..tek bir sözcük ( bid'a ) her iki anlamada geliyordu.Her olay nedensel yasalardan etkilenmemiş tanrısal zekanın soyut bir ifadesi olarak kabul ediliyordu .Bu gelişme siyasi felsefe ile siyaset biliminin alanının daralmasına yol açtı.Entelektüel enerji tükenmişti..

Bütün bunlar siyasi toplumu,siyasi ekonomiyi ve yönetimi etkiledi.Tasavvuf bir yandan tevekkülü,kaderciliği ve dinginciliği teşvik ediyordu.Bu tür tavırlar Kraliyet veya devlet için çok önemli olan devlet kavramına uyuyordu ve bir hanedanın insanşat tarafından bilinemeyecek bir liyakat temeli üzerinde tanrı tarafından seçildiğini gösteriyordu.Nasihatülmülk edebiyatı bireyler ve hanedanlar için kaderin kaypak olduğuna dair örneklerle doluydu...

Tasavvuf öte yandan sıradan olana ve tüm insan uğraşlarına derin ruhani anlamlarda yükleyebiliyordu.Bu Gurgan ve Tabaristan ( Hazar Denizinin güneyi ) hükümdarı Keykavus Ibn Iskender'in yaşlılığında oğlu için yazdığı  ve bütünüyle yasam ve toplum üzerine bir konuşma olan Kabusnamede ( 1082 Farsça yazılmıştır )görülüyordu.. Çok dini bir çalışma olan kitap geleneksel Sünniliği Tasavvufi ve yeni platoncu fikirlerle birleştiriyordu..Kitap Osmanlının ilk dönemlerinde oldukça popülerdi...

Kabusnama Tanrıyı bilmek,Tanrıya şükran duymak,zenginliğin artması durumunda dinen yapılması gereken şeyler,ana babaya saygı .Pers Kralı Adil Nurşivan 'ın oğluna öğütleri ,yaşlılık ve gençlik,yemek yeme,şarap,konukseverlik,oyunlar,aş,zevk,hamamlar,uyku,avlanma,polo,savaş,zengin olma,köle satın alma,ev ve emlak satın alma,at satın alma,bir kadınla evlenme,çocuk büyütme,arkadaşlık,affetme ve cezalandırma,dini bilgi,tüccarlar,tıp,astroloji,şairler,müzisyenler,hükümdara hizmet,içki arkadaşları,katiplik,vezir,ordu,krallık,tarım,zanaatkarlık kanunları gibi konuları kapsamaktadır.Kitap Tasavvuf ve dervişler üzerine bir bölümle sona erer.Kitapta her biri toplumsal ve ruhani önemi olan çeşitli zanaatlara ve mesleklere derin bir saygı görülmektedir..

Kitap ahlaki köşeleri bazı içten ve özgün düşüncelerle birleştiriyordu.Bilgi Ibn Iskenderin toplum ve toplumsal sınıflar kavramı için çok önemlidir.Iskender meslekler arasında ilginç bir ayırım yapıyordu:1 - bilimin zanaat beceriden daha ön planda olduğu meslekler,2- zanaat ile bilimin eşit önemde olduğu meslekler ( örneğin mimarlik,yeraltı kanallarının yapımı ) 3-tek başına zanaatın önemli olduğu meslekler.Ibn İskender grupları sınıflamak için Filozoflardan aldığını söylediği organik benzetmeyi kullanırken çok sıra dışı bir tavır sergilemektedir.Bu sınıflar şunlardır..
1- Şövalyeler ve askerler,bunlar gövdedir ve soyluluk erdemine sahiptir
2-Ezoterik ve ezoterik bilgi sahibi olanlar ve Tasavvufi inançta olan dervişler: bunlarda Tanrı korkusu vardır ve marifet sahibidirler.Bunlar beden ve ruhturlar ..
3-Filozoflar,peygamberler ve evliya :bedeni,rıhı ve duyularu temsil ederler
4-Ruhani insanlar ve müritler;bunlar bedenş,ruhu,duyuları ve fikirleri temsil ederler..

Çalışmamnın ve günlük işlerini dini anlamıda Necmeddin Razi ( 1177 --1250 ) tarafından Selçuklu Sultanı Kılıçarslan için Kayseri ve Sivasta kaleme aldığı ( 1221-23 ) Mirsad ul Ibadi adlı kitapta çok etkili bir şekilde ifade edilmitir. Kitabun son bölümü toplumdaki sınıfların yolculuğu üzerinedir.Burada Razi işbölümü ve mesleki etik kavramlarını dini olarak açıklamıştır.Kuranda ''Insanın yediği en iyi şey kendi eliyle kazandığıdır '' dendiğine atıfta bulunmaktadır.Bu nedenle '' Tanrı her insana belli bir hizmet veya zanaat verdi; Insan bir gün bile başka bir iş yapmaya cesaret etmeden kendi işini elli veya yüzyıl boyunca yapar.Bu dünya tekkesindeki her insan '' zanaatını veya işini icra ederken şu niyette olmalıdır..' Bu görevi Allahın hizmetkarları için icare ediyorum,çünkü eğer bir Müslümanın gereksinimi karşılanacaksa ,benim zanaatım gereklidir.Bunun işbölümünü kutsallaştırdığını ve bütün işlere dini bir anlam kattığı açıktır..

Herseyin sahibi olan Tanrı adına yapılan kahyalığın klasik örneği olarak tarım gösterilmektedir.Tam anlamıyla Tanrıya bağlı olduğu için tarım en soylu meslektir.Tarım yoluyla herkes Tanrıya bağlı olduğu için tarım en soylu meslektir.Tarım yoluyla herkes tanrının halifeliğini paylaşır; ortakçıdan köy reisine kadar tarımla uğraşan herkes kendi kapasitesi ölçüsünde günlük ekmeği sağlayan Tanrının halifesi görevini görmelidir.Tarım ile diğer üretime yönelik zanaatlar bir beceri ve ruhsal vukuf bileşiminden türemektedir ve bu yüzden bu zanaatlarla uğraşanlar zanaatlarla uğraşanlar kendi yaptıkları Tanrının faaliyetleri ve işlerini yaratıcılık olarak görüyorlardı

Nasihatülmülk tarzında yazılan kitabın son bölümü hükümdarların yolculukları ile ilgilidir ve yönetime Tasavvufi yaklaşımı açıklamaktadır.Razi başka bir yerdede Alinin,Sokratesin,Eflatunun,İskenderin,ısanin ve pers hükümdarlarının siyasi bilgiler olduğuun söyler.Hükümdarlık bir Tasavvufi müritlik ,bir tür mistik yolda yürümek olarak gösterilir.Eğer Hükümdar adil olursa iyiyi emreder,kötüyü yasaklarsa ,yolları güvence altına alırsa,inançsızların ülkelerini fethederse ,yoksulların ve ulemanın ihtiyaçlarını karşılarsa ve dervişlere saygı gösterirse .Tanrının sevgisini kazanacaktır.Hükümdarlık bencilliğie reddetmek ve Tanrı ya yakın olmayı aramak için eşşiz bir olanak sağlamaktadır.Hükümdarın Tanrının özelliklerine sahip olabilmel için Tasavvufun hedefi,özel bir fırsatı vardır ,çünkü çömertçe verebilecek bir konuma sahiptir.ideal hükümdar bilgi ve keramet sahibi kişidir.onun sayesinde dinin itibarı kılıç yoluyla kanıtlanır

Kitabın merkezinde tarım vardır.ama kitap daha önceleri patrimonyal monarşi üzerine yazılan kitaplardan çok farklıdır.Tasavvufta dini itibarın görevlerin yerine getirilmesine bağlı olduğunu gösterir; bunlara askeri ve siyasi görevlerde dahildir..Tasavvufi hedef herkese açıktır.ancak bunu çok az kişi başarabilir.Insan bundan ,statünün performansa bağlı olduğu düşüncesini çıkarabilir.Tasavvufi etik bir hükümdar veya hanedan değişikliğini meşrulaştırmanın  yolunu açabilir.Ancak kişilere bağlı olmayan makamlardan oluşan devlet kavramına hala çok uzaktır..


XII.yüzyılın sonlarında Eski Doğunun son günlerinde Harzemşahlar Maverağnnehirden batıya doğru ilerlemeye  başladılar ve Abbasi Halifesiyle ittifak kurarak Batı İranı Selçuklulardan aldılar.Doğu sınırına yığılmış moğollar iş işten gecene kadar önemsenmedi..

Tasavvuf son etkili Abbasi Halifesi Nasır ( 1180-1225 ) tarafından başlatılan dini siyasi programın bir parçası haline geldi.Selçukluların gerlime döneminde halifeler yerel hükümdarlar olarak siyasi gücü belli ölçüde geri almayı başarmışlardı..Nasır ihtiraslı ve idealist bir devlet adamıydı.Sünni Dünyada halifeliğin siyasi önderliğini yeniden tesis etmeye çalıştı.Kuvvetlerini Irak'ta topladı ve Harzemşahlarla ittifak kurarak Iran'daki Selçuklu gücünü ortandan kaldırdı.Ancak bunu izleyen ilerleyişleri nedeniyle Harzemşahlar ile halife arasında anlaşmazlık çıktı..

Bunun üzerine Halife Nasır ile diğer hükümdarlar arasında yeni bir ilişki oluşturmaya koyuldu.Nasır bu ilişkiyi Tasavvuftaki ruhani önderlik nosyonunu yüksek halifelik ideolojisine sokan olağanüstü bir entelektüel inisiyatif üzerine kurdu.Sufi lider ve kuramcı Ömer Suhreverdi ( 1145 - 1254 ) Razininde arkadaşıdır.Nasırın danışmanı oldu.Birlikte Sünniliği hilafetin liderliği altında yeniden örgütlemek için bir strateji geliştirdiler.onların bu girişimleri XIyy ın sonlarubda Papa olan VII Gregory ile ardıllarının benzer girişimleriyle parallelik göstermektedirSuhreverdi Halifenin bir din lideri olarak işlevini,insanların tanrıya dönebilmek için ruhani önderliğine ihtiyaç duydukları Tasavvuf şeyhliği statüsüyle birleştirerek halifenin dini lider rolünü güçlendirdi..Nasır aynı zamanda fıkıh konusunda   olağanüstü bir uzmandı.Dört Mezhebede eşit statü verdi ve mezheplerin öğretilerini ortak olarak yaymaları için Bağdat'ta bir medrese kurdu,Bu Sünni dünyanın birliğini vurguluyordu.Nasır aynı zamanda kendisinin  dört mezhebin de alimi olduğunu kabul ettirdi ve kendi hadislerni oluşturdu..

Nasır'ın vizyonu daha da ileri gidiyordu.Nizari Ismaililerin imamımın Sünniliği kabul etmesini sağladı ve Imamileri hilafet memurları olarak atayarak Imami Şiilerle köprüler kurdu.Filozoflar bu sentezin dışında tutuldu kütüphaneleri 1190 larda yakıldı 

Nasur 1207 yılında kendisini fütüvve be teşkilatlarının başı ilan etti ve diğer bütün hükümdarları sarayda yapılan bir fütüvve toplantısına davet etti.Bu Nasır'ı hükümdarların ruhani rehberi yapacak ve hepsini kendisine mürit olarak bağlayacaktı.Reddetmek dinsizlik gibi görünebilirdi;istek  Mısıır,Suriye ve Anadoluda olumlu karşılandı.Nasır Müslümanlar arasındakitüm anlaşmazlıkların halifenin aracılığıyla çözümlenmesini istedi ve Eyyubi topraklarında bazı başarılar kazandı.Böyle bri Insiyatif Sünniliğin merkezindeki Sufi grupların rolünü vurguladı ve fütüvvenin itibarını artırdı.Bu girişim başarılı olsaydı halifenin inanlar topluluğunu bir arada tutma yeteneğine ve hakkına sahip olan tek kişi olduğu anlamına gelecekti.Bütün bunlar ümmetin halifenin önderliğinde o zamana kadar algılandığından çok daha sıkı bir örgütsel birlik olduğu yolundaki bir kavrama işaret ediyordu..

Bu sünni dünyanın bütünleşmesinde nihai adım olabilirdi.Bu girişim muhtemelen bir derecye kadar Hristiyan Dünyasının karşısına çıkacak bir blok yaratma ihtiyacından esinlenmişti.Bu girişimile tam bu sıralarda frere tarikatlarıyla  benzer ittifaklar kurmakta olan ve esnaf loncalarına oldukça sempatiyle bakan III Innocent'in önderliğindeki Papalıkla bir paralellik görmemek olanaksızdır.Ancak Nasırın kurduğu yapı Moğol seli önünde yıkıldı..Ömer Suhreverdinin ruhani öğretisi Orta Asyada ,Hindistanda ve Osmanlı Anadolusunda yaşamaya devam etti,Sufi gruplarda Islamiyetin siyasi ve toplumsal alt yapısının bir parçası haline gelmeye başladılar..











Wednesday, March 1, 2017

EL FAKHR AL DIN RAZI

Ibn Rusd ile onun doğudaki çağdaşı ve son önemli Sunni Filozofu Fahreddin RaziBey ( 1149  ) birbirlerini tanımıyorlardı.Razi,Sünni Ortaasyada yeni kurulmuş olan Harzam Krallığında din ve yönetim alanında Sünniliği yaymaya çalışan bir öğretmen bir misyonerdi.Gazalinin felsefeyi redetmesine katılmayarak diyalektik teolojiyi Ibn Sinanın aydınlanmacılığının geliştirilmiş bir versiyonu ile birleştirmeye çalıştı.

Harzem Hanı Tekeş'e ( 1172 ) ithaf ettiği ansiklopedik yapıtı Jami al ulum 1186-89 yılları arasında Farsça olarak yazılmıştır.Yönetim bölümü ( ilm-i siyasat) ve ' hükümdarların  özellikleri ( adab al muluk ) üzerine bölümler içermektedir.Ancak bunlar sadece daha önceki fikirlerin bir derlemesidir.Belkide Doğuda felsefe daha az özgün olmaya başlamıştı.Razi,Gazalinin izinden giderek yönetimin kökeni ve yönetim ihtiyacı üzerine artık günümüzün geleneksel tezi haline gelmiş olan görüşlerini ileri sürdü.Insan hayatı 3 temel faaliyet olan yeme,giyinme ve barınma faaliyetlerine dolayısıylada tarım,dokumacılık ve inşaat zanaatlarına bağımlıdır.Bu fonksiyonlar birbirleriyle iç içe geçmiş olduklarından biri bir düzenleme ( siyasat ) getirerek insanların birbirlerine baskı altına almalarını önlemediği sürece kaçınılmaz olarak çatışmaya yol açacaklardır.Dolayısıyla ' dünyanın düzeni padişahsız mümkün değildir.Buraddan da açıkça görülmektedirki,hükümdar Allahın temsilcisidir ( Halife ) .Sanatların dördüncüsü,en üstün sanat siyasettir.

Hükümdar toplumu üç sınıfa bölmelidir.Yargıda bulunanlar,bir beceri kullananlar ve devleti koruyanlar.Bu sınıflarla daha önce temel olarak tamamlanan beceriler arasında bir bağ yoktur.bu Eflatunun görüşlerinin ansiklopedik bir şekilde aktarılmasıdır..

Toplumun ve yönetimin kaynakları ile ilgili bu standart kurum hükümdarlık otoritesini savunmak için her her zamankinden çok daha açık bir şeklide kullanılmıştır.Razi '' zorba bir hükümdar hakkında kötü konuşmak yasalara aykırıdır ''' Onun varlığından gelen iyilik kötülükten daha fazladır..diyerek zorbalığa karşı koyulmaması uyarısını tekrar etmektedir.

Aynı zamanda hükümdar ile ruhban sınıfı arasındaki işbirliğini de savunmaktadır.Yönetim hem dışsal veya görünür,hemde içsel veya görünmez olannı ilgilendirir.Dışsal olan hükümdarların ilgi alanına girer,içsel olan ise ulemanın .Peygamberler iki rolü birleştirirler;ideal( veya mutlak ) hükümdarın gücü ve bilgisi mükemmel olur ve bu yüzdende Müslümanların Peygamberlerini temsil etmeye ( hilafet ) layıktırlar.Ancak pratik kaygılarla  Razi Ortodoks Sünniliğin pozisyonunu biraz değiştirir.Halifenin ahlaken mükemmel olması gerekmez.Bu pasajın bir başka versiyonunda Razi halife ile sultanı bir tutar ' Padişah allahın gölgesi ,Peygamberin temsilcisidir '

Kitapta aynı zamanda iktidar Çemberi hakkında söylenmiş en süslü ifade bulunmaktadır;bu ifade bir başka yazar tarafından eklenmiş olabilir..''' Dünya bir bahçedir,bahçeyi devlet sular.Devlet bir güçtür,koruyucusuda Şeriattır.Şeriat hükümdarlığı koruyan yönetim ilkesidir.Ülke ordunun ortaya çıkardığı siyasi toplumdur.Ordu maddi kaynaklarla oluşturabilir.Maddi kaynaklar reayadan gelir.Uyruklar adalet yoluyla hizmetkar yapılırlar.Adalet dünyanın refahının eksenidir '''

İşte iplikleri Irandan,İslamiyetten ve Yunanistandan gelen ve ortak bir etki yaratan güzel bir halıigüç bir ilişkiler ağına gömülüdür...