Sümer halkı teknoloik
icatlar için alışılmadık bir yeteneğe sahipti.Daha ilk yerleşenler bile sulama
fikrini akıl etmiş,bu da Dicle ve Fırat ırmaklarının zengin alüvyon
taşkınlarını toparlayıp kanallara akıtmaları ve tarlalarıyla bahçelerini
sulayarak verimli hale getirmelerini sağlamıştı.Maden ve taş kıtlığına karşı
bir çare olarak hiç tükenmeyen ırmak kilini ve çamurunu orak,çömlek,levha ve
kavanoz haline getirerek fırınlamasını öğrenmişlerdi.Çok az bulunan,inşaat
kerestesinin yerine,geniş ve bol bataklık sazlıklarını kesip
kurutmuşlar,bunları demetler halinde bağlayarak
ya da hasır biçiminde örerek ,çamur sıvasının yardımıyla kulübeler ve
hayvan barınakları yapmışlardı.Sümerler,daha sonra,her yerde bol bol bulunan
ırmak kilini şekillendirmek ve fırında pişirmek için tuğla kalıbını icat etti
ve böylece inşaat malzemesi sorunları kalmadı.Çömlekçi çarkı,araba
tekerleği,saban,yelkenli tekne,yapı kemeri,tonoz kubbe,bakır ve tunç
dökümü,perçinleme,lehimleme,taş heykelciliği,oymacılık ve kakmacılık gibi
yararlı araçlar,beceriler ve teknikler geliştirdiler.
Kil üzerine yazma
sistemi buldular;bu yazı ödünç alınarak ikibin yılı aşkın bir süre boyunca
Yakındoğu da heryerde kullanıldı.Bizim Batı Asya tarihinin ilk dönemlerine ilişkin bilgilerimizin hemen
hemen tümü,Sümerler tarafından geliştirilen çiviyazısıyla yazılmış ve son
yuzyirmibeş yılda Arkeologlar tarafından kazılarla çıkarılmış binletce kil
belgeden gelmektedir.
Sümerler yanlızca
maddi ilerlemelerinden ya da teknolojik becerilerinden ötürü değil
,fikirleri,idealleri ve değer yargıları bakımındanda dikkat çekici
insanlardı.Açık görüşlü ve sağduyulu
olan bu insanlar yaşama pragmatik bir gözle bakmış,zihinsel yeteneklerinin sınırları elverdiği
ölçüde,olgu ile hayali,dilek ile dileğin gerçekleşmesini ya da gizem ile gizemlleştirmeyi,nadiren
birbirine karıştırmıştır.
Yüzyıllarca Sümer bilginleri bir bakıma ‘ tanrıların olanı tanrılara veren
‘ ve ölüm ile tanrısal gazap karşısında ölümlülerin kaçınılmaz olarak sınırlı
ve özellikle çaresiz olduğunu kabul ve teslim eden bir iman ve itikat sistemi
geliştirmişlerdir.Maddi alandaysa
servete ve mal mülke,zengin hasada,tıka bası dolu tahıl
ambarlarına,hayvanlarla dolu ağıllara ve ahırlara,karada başarılı ava,denizde
iyi balıkçılığa yüksek değer vermişlerdir.Ruhsal ve Psikolojik olarak hırs ve
başarıya ,üztünlük ve saygınlığa,onu ve takdir edilmeye büyük önem
vermişlerdir.Sümeşer kişisel hakları konusunda derin bir bilince sahipti ve
ister kralı,ister üstü ya da isterse eşiti tarafından yapılmış olsun,hakları
çiğnenince tepki gösterirdi.Yasalar yapıp yasa derlemeleri
hazırlıyanlarını,yanlış anlamaları,çarpıtmaları ve keyifiliği önlemek için her
şeyi ‘’ Ak üzerine Kara ‘’ yazıya geçirenlerin ilk defa Sümerler olması şaşırtıcı değildir.
Sümerler bireye ve
bireyin başarılarına yüksek değer veriyordu,ama yine de hem bireyler hem de
topluluklar arasında güçlü bir işbirliği ruhunu besleyen her şeyin üstünde bir etken vardı.Sümer’in
gönencinin ,hatta bizzat varlığının sulamaya bağlı olması,Sulama
topluluğunun çabasını ve örgütlenmesini
gerektiren karmaşık bir süreçtir.Kanalların kazılması ve sürekli olarak
onarılması gerekir.Su,ilgili herkes arasında adil olarak
bölüştürülmelidir.Bunun güvence altına alınması için tek tek toprak
sahiplerinden,,hatta tek bir topluluktan daha güçlü bir iktidarın olması
zorunluydu.Hükümet kurumlarının ve Sümer devletinin ortaya çıkışının nedeni
budur.Sulanan toprak verimli olduğundan Sümer büyük bir tahıl fazlası
üretiyordu,fakat hemen hemen hiç madeni yoktu,taş ve kerestesi çok azdı.Bu
nedenle devlet,,ekonomisi için gerekli olan malzemeyi ya ticaret ya da adkeri
güç yoluyla elde etmek zorundaydı.Bu nedenle M.Ö 3000 bin yıldan itibaren Sümer
kültürünün ve uygarlığının,en azından
belli ölçülerde,doğuda Hindistan’a ve batıda Akdeniz’e ,güneyde eskiçağ
Etiyopyasına ve kuzeyde Hazar denizine
kadar yayılmış olduğuna inanmak için geçerli nedenler vardır
Kuşkusuz,tüm bunlar
beş bin yol önce olmuştu ve çağdaş insanın ve kültürünün incelenişiyle pek
ilgili değilmiş gibi görünebilir.Gelgelelim gerçek şudurki,Sümer ülkesi çağdaş
uygarlığın bir çok önemli özelliğinin doğuşuna tanıklık etmiştir.Felsefeci
olsun öğretmen olsun,tarihçi olsun sair olsun,hukukçu olsun,reformcu olsun
devlet adamı olsun,mimarcı olsun,heykeltras olsun,olasıdır ki günümüz insanı
ilkörenğini ve meslektaşını eski Sümerde bulacaktır.Elbette çağımızdaki türevin
Sümer deki kökü artık dolaysız ya da kesin olarak izlenemez.Kültürel yayılmanın
yolları çok çeşitli,dolambaçlı ve karamaşıktır;sihirli dokunuşu çok hafif ve
dayanıksızdır.Ama yine de bir Hz Musa yasasında
ve bir Hz Süleyman meselinde,Hz Eyüp ün gözyaşlarında ve bir Kudus
ağıtında ,ölüm döşeğindeki tanrı insanın
hüzünlü masalında,Hesiodos’un evrendoğum öykülerinden birinde;bir Hint mitinde
bir Ezop masalında,bir Öklid teoreminde burçlar kuşağının bir burcunda ,bir
hanedan arması tasarımında,bir minanın ağırlığında bir açının derecesinde ,bir
sayının yazılışında hala görünür.Sümerler modern toplumuzun yapı taşları hatta
temeli olmuştur .Ama önce Sümer dili ve kültürünün dirilişinin hikayesini
inceleyelim….
Gariptirki yüzyıl önce
Sümer kültürü hakkında hiçbirşey bilinmiyordu,hatta bir Sümer halkının ve
dilinin var olabileceği bile düşünülmüyordu.Yuz yıl önce Mezopotamya da kazı
yapmaya abşlayan akademisyenler ve Arkeologlar Sümerleri değil,Asurluları
arıyorlardı.Asurlular hakkında doğruluğu tartışmalı olsa bile Yunan ve Ibrani
kaynaklarından bilgiler vardı..Ne var ki,Sümer konusunda Kutsal Kitap klasik
dönem ve klasik dönem sonrasıyla ilgili tüm literatürde bu ülkeye ya da halkına
ve diline ilişkin fark edilebilir hiçbir iz bulunmuyordu.İkibin yıldan fazla
bir süredir,Sümer ismi bile insanların zihninden ve belleğinden
silinmişti.Sümerlerin ve kültürlerinin varlığını keşfi beklenen bir şey
değildi.Konuyla pek ilgili olmayan bu ayrıntı,Sümer araştırmalarının yavaş ve
sıkıntılı olmasına neden oldu.
Aslında Sümer dilinin
çözülmeside Sümerce gibi çivi yazısıyla yazılan ve daha eskiden Asurca ya da
Babilce adıyla bilinen Sami ailesine mensup Akadcanın çözülmesi yolu ile
oldu.Akadça içinde anahtar,M.Ö Birinci binyılda Iran ın büyük bölümünde hüküm
süren Persler ve Medlerce konuşukan bir Hint Avrupa dili olan Eski Persçede
bulunmuştur.Çünkü Pers Ahmanes Hanedanın bazı yöneticileri yazılarını
çiviyazısıyla üç dilde yazmayı siyasal bakımdan uygun bulmuştu.Kendi dilleri
olan Persçe,fethedip boyun eğdirdikleri Batı İran yerlilerince konuşulan
eklemeli bir dil olan Elamca,Babilliler ev Asurlularca konuşulan Sami Kökenli
Akadça.Mısır da bulunan Rosetta Taşının
aşağı yukarı bir eşdeğeri olan bu üçdilli çiviyazısı grubu,çiviyazısının
yurdu Irak olmasına rağmen İran da bulunmuştur..
Issız höyüklerinin ya
da tell lerinin altında uzun bir zamandır gömülü olan Asur,Babil ve Sümer
halklarının diriltilmesi,XIX yüzyıl
biliminin ve klasik filoloji
araştırmalarının etkileyici ve muhteşem bir başarısıdır.Elbette daha
önceki yüzyıllarda da antil Mezopotamya kalıntıları hakkında tek tük raporlar bulunuyordu.Aslında
daha XII yy da ,Navarra krallığındaki Tudela kentinin hahamı Yonah oğlu
Bünyamin Musul Yahudilerini ziyaret etmiş ve bu kentin yakınlarındaki
kalıntıların antik Ninova ya ait olduğunu saptamıştır,ama yazdıkları ancak XVI
yy da yayınlanır..
Öte yandan,Babilin
saptanması ,Roman Pietro della Valle’nin günümüzdeki Hilla kasabası
yakınlarındaki höyükleri ziyaret ettiği 1616 ya kadar gerçekleşmedi.Bu keskin
gözlü gezgin,yanlızca Babil kalıntılarının dikkat çekici bir betimlemesini
yapmakla kalmamış,aynı zamanda hem orada hem de günümüzde Arapların ‘ Tel el
Mukayyer ‘ ( Ziftli Höyük-Antik Ur kentinin kalıntıları ziftle kaplıdır) adını
verdiği höyükte bulduğu yazılı tuğlaları Avrupaya getirmiştir.Ilk Çivi yazıları
Avrupaua gelir.
XVII ve XVIII yy da
pek cok gezgin antik uygarlıkları arasalarda gördüklerini hep Kutsal kitaptaki
referans çerçevisine uydurmaya çalıştılar.1761 ile 1767 yılları arasında bı
gezilerin en değerlisi yapılmıştır.Bu Danimarkalı Matematikç, Carsten
Niebuhr’un gezisi idi.Niebuhr,Persepolisteki yazırların kopyasını çıkarmış,bu
da çivi yazsının çözülmesine giden yolu açmıştı.Niebuhr ayrıca krokiler ve
çizimler yardımıyla çağdaşlarına Ninova kalıntıları hakkında somut bir fikir
veren ilk kişi olmuştur.Bir kaç yıl sonra Fransız Botanikçi Michaux Paris teki
Bibliother National’e Bagdatın güneyinde bulunan Ktesifon da bulunmuş bir sınır
taşı satmış,taşın Avrupa ya gelen gerçekten değerli ilk yazıt olduğu ortaya
çıkmıştı.Bazı saçma çevirileri yapılan bu basit yazıt aslında sınır işaretini
bozacak kişilere yönelik olağan lanetleri içeriyordu
Aşağı yukarı aynı
dönemde,Bagdat taki bölge papaz ve bilimler Akademisi üyesi Başrahip Beauchamp
çevresinde,özellikle de Babil kenti kalıntıları arasında gördüğü şeylere
ilişkin dikkatli ve titiz gözlemler yapıyordu;aslında Mezopotamya’da bilinen
ilk Arkeolojik kazıyı,bir duvarcı ustasının yönetiminde birkaç yerli işçi
tutatarak,,günümüzde turistlerce hala görübilecek olan ve şimdi Babil Aslanı olarak bilinen bir
heykelle bağlantılı olarak yapılmıştır.Şimdi güzel bir kopyası Berlin Devlet
Müzesinin Yakındoğu bölümünde görülebilecek olan İştar Kapısının bazı
bölümlerini ilk betimleyen kişi de o olmuştur.Beauchamp ayrıca Persepolis
yazılarına benzediğini fark ettiği ufacık yazılarla kaplı sert silindirler
bulduğundan da söz etmektedir.1790 da yayınlanan gezi anıları Ingilizce ve
Almancaya çevrilmiştir.
Başrahip Beauchamps ın
çaktığı kıvılcımın sonuçlarından biri,Londra daki Doğu Hindistan Şirketinin
Bagdat taki görevlilerine bazı arkeolojik araştırmalar ve keşifler yapma
yetkisi vermesi olmuştur.Böylece,1811 yılında,Doğu Hindistan Şirketinin Bağdat
taki yerleşik görevlilerindn Claudius
James Rich’i ,Babil kenti kalıntılarını inceleyip haritasını çıkarırken,hatta
bazı bölümlerinde kısa süreli kazılar yaparken görüyoruz.Rich dokuz yıl sonra
Musula gelerek antik Ninova daki büyük höyüklerin krokilerini çıkarmış ve
araştırmalar yapmıştır.Pekçok yazılı tablet ,tuğla,sınır taşo ve Nebukadnezzar
ile Senharipimkiler de dahil olmak üzere silindir toplamıi ve sekreteri Carl
Bellimo ya da dikkatlice kopyalarını çıkartarak çözülmeleri için Fililog
Grotefend’e göndermiştir.Rich in koleksiyonu Britsh Museum dadır
Rich 1821 yılında 34
yaşındayken ölmüşfakat Babil’in kalıntılarına ait iki anı kitabi,içerdiği
çizimler ve yazıtsal malzemeyle birlikte yaşamaya devam etmiştir.Bu Kitabın
Asurolojinin ve onunla ilgili çiviyazıları araştırmalarının doğusuna işaret
ettiği söylenebilir.Richi,bir dizi Mezopotamya kalıntısının özenli sanatlsa
çizimleriniyapan ve ayrıca Babin’in kalıntılarının yer aldığı bütün bölgenin
planını çizen Robert Ker Porter izlemiştir.Rich in 1811 de kazdığı Babil
kalıntılarında Robert Mignan 1828 yılında kısa süreli kazılar yaptı ve yazılı
bir silindiri çıkardı.
1842 yılında bu sefer
Musul daki Fransız konsolosu Paul Emille Botta yı görüyoruz.Başlarda kazılar
kuzey Mezopotamya da genel olarak Asur ülkesi olarak bilinen topraklarda
yürütülmüştü.Burada çıkarılan binlerce belge Akadca yazılmıştır.Ama ilk
çıkarıldıklarında bu bilinmiyordu.O zaman söylenebilecek tek şey,bunların Iran
da özellikle de Persepolis ve çevresinde bulunan üçdilli yazıtların üçüncüsüne
benziyordu.Persepoliste muhteşem bir sarayın kalıntıları hala ayaktaydı;bunlar
arasında çok sayıda uzun,güzel sütün yerinde duruyor,çeşitli türden oyma
alıntılarsa çevreye dağilmıştı.Kentin çevresinde güzel bir Nekropol
vardı.Persepolis anıtlarının çoğu Babil deki yazıların benzerleri ile
doluydu..Ayrıca XIX yy ortalarında üçdilli yazıtlardan biri çözülmüş ve yığınla
özel isim elde edilmişti;bu isimler yazıtlardan üçünsünün çözülmesinde
kullanılıcak ve bu da Irak ta çıkarılan ‘
Asurca’ tabletlerin okunmasını sağlayacaktı.Bu nedenle Akadcanın
çözülmesini sağlayan bu süreci
izleyebilmek için öncelikle üçdilli Perspolis yazılarının birinci
sınıfınn çözülmesine ve bunlardan elde edilen bilgilerin niteliğine ilişkin
bazı bilgilere sahip olmamız gerekir.
Persepoli
kalıntılarının Avrupa da tanınması XVI yy da ,Venedikin Pers elçisi Geosofat
Barbarosun gezi programı 1543 te Venedikta yayınlandığındı zaman
olmuştur.Anıtlardaki yazılardan ilk kez Ispanya ve Portekizin Perse gönderdiği
bir elçi olan Antonia de Goueca 1611 yılında Lizbon da yayınlanan kitabında bu
yazıların farklılığından söz etmiştir.Ardılı Don Figueoa ise Antwepte yayınlana
bir kitapta Sicilius un betimlemesinden yola çıkıp Darius un sarayını
saptamıştır.Pietro della Valle 21 Ekim 1621 tarihli bir mektupta Persepolis
kalıntılarını inceledeğini ve hatta yazılardaki beş işaretin ( biri hatalı da
olsa ) kopyasını çıkardığı bildirmekte ve yazıların soldan sağa doğru okunması
gerektiğini söylemektedir.1673 yılında genç Fransız Sanatçısı Andre Daulier
Deslandes Persepolis sarayının ilk
eksiksiz gravürünü yayımlamış,fakat yazıtlardaki işaretlerden yalnızca üçünün
kopyasını çıkarmış ve bunları gravürüne yanlızca süsleme oldukları izlenimini
verecek şekilde yerleştirmişti.Bu XVIII yy boyunca yaygın olarak kabul edilen
bir teori olmuştur.1677 yılında elli yıl kadar önce Britanya’nın Pers elçisi
olarak görev yapmış olan bir Ingiliz
olan Sir Thomas Herbert,görünüşegöre üç satırlık bir pasaj olan bir yazının
epey kötü bir kopyasını yayımlamış,daha sonra bunun birbirinden tümüyle farklı
üç yazıttan alınmış satırlardan oluştuğu anlaşılmıştı.
1693 yılında,yirmi
işaretten oluşan iki satırlık bir Persepolis yazıtının,Doğu Hindistan
Şirketinin bir temsilcisi olan Samuel Flower tarafından çıkarılmış bir kopyası
yayımlanmıştı.Bu özgün bir yazıt olarak kabul edildi;oysa aslında çeşitli
yazıtlardan seçilmiş 23 ayrı işaretten oluşuyordu;bu yanlış,yazıyı çözme
girişiminden bulunanlarda az kafa karışıklığı ve hayal kırıklığı yaratmadı.1700
yılında yazıya ilk kez ‘ çiviyazısı’ ismi verildi ve bu isim o zamandan beri
yerleşti.Ismi verilen Thomas Hyde,eski Pers dininin tarihin üzerine bir kitap
yazmış ve burada Flower’in yazıtının kopyasını kullanarak işaretleri ‘’
çiviyazısı ‘’ şeklinde betimlemişti.Maalesef,kendisibu işaretlerin anlamlı bir konuşmayı aktarmak amacıyla değil,olsa olsa süs ve
bezeme işlevi görmek üzere yapıldığına inanıyordu.
Persepolis ten elde
edilen ilk eksiksiz yazıt 1711 yılına kadar yayımlanmadı.Bunun yazarı sonradan
Ingiliz vatandaşlığına geçen Jean Chardin gençliğinde Persepolis’i üç defa
ziyaret etmişti.Üç adet üçdilli yazıtın oldukça doğru kopyası üç yıl sonra Carneille Lebrun tarafından
yayımlandı.Fakat Pers yazıtlarının
çözülmesine giden yolu açan kişi Danimarkalı Carsten Niebuhr olmuştur.
1778 yılında üç adet üç dilli Persepolis yazıtının titiz ve eksiksiz çıkarılmış
kopyalarını yayımlayan Niebuhr,bu
yazıların soldan sağa doğru yazıldığını
,üç yazıtın her birinde üç farklı türde çiviyazısı kullanıldığını ( bunlar ‘ Sınıf I-Sınıf II ve Sınıf III
olarak adlandırılmıştır ) ve nihayet Sınıf 1 in alfabetik bir yazı yönetimini
simgelediğini çünkü kendi çıkardığı çizelgeye göre yanlızca kırkiki işaretten meydana geldiğini gösterdi.Ne yazık ki
Niebuhr bu üç yazı sınıfının üç değişik dili temsil etmediği,aynı dilde üç değişik
biçimde yazmak için kullanıldığı kanısındaydı.1798 yılında,başka bir Danimarkalı
olan Friedricj Munter son derece önemli şu gözlemde bulundu: Niebuhr’un Sınıf I
i alfabetik yazıSınıf II hece yazısı,Sınıf III resim yazısıdır.bu sınıflardan
her biri,farklı bir yazı biçimini olduğu kadar farklı bir dil de
simgelemektedir.
Böylece,çiviyazısının
çözülmesi için artık temel atılmıştı.Her biri üç farklı dili simgeleyen üç
farklı türde çiviyazısıyla yazılmış çok
sayıda yazıtın eksiksiz kopyası bulunuyordu;ayrıca her yazıttaki üç sınıftan birincisinin alfabetik nitelikte
olduğu saptanmıştı.Fakat çözme işleminin kendisi hemen hemen yarım yüzyıl
aldı.üstelik eğer iki uzman sürece bilmeden de olsa önemli katkılarda
bulunmamış olsaydıherhalde tümüyle olanaksız olacaktı.Bu katkılar,her ne kadar
çiviyazılı Persepolis Yazıtlarıyla hiç ilgisi yoksa da çiviyazısını çözenlere
temel bir yardım sağlamış olan incelemelerinin yayımlamasıyla olmuştu.Bu
uzmanlardan Antequil Duperron adındaki
Fransız Zerdüstçülüğün kursal kitabı
Avesta’nın elyazmalarını toplamak için Hindistan da uzun zaman geçirmiş ve
bunların yazıldğı dil olan eski Persçeyi
öğrenmişti.Anquetil Duperron un konuyla ilgii yayınları 1768 de ve 1771 de çıkmış ve çiviyazılı persepolis
yazıtlarını çzömeye çalışanların Eski Persçe hakkıda bir fikir edinmesini
sağlamıştı.Bununda Eski Persçe olduğu varsayılan üçdilli yazıtlardaki Sınıf I in çzöülmesi için son derece yararlı
olduğu görüldü.Öteki uzmansa Persepolis çevresinde bulunan Pehlevice yazıtların
çevirisini 1793 te yayımlayan Silvestre de Sacy ydi.Bu yazılae,çiviyazılı
Persepolis yazıtlarından yüzyıllar sonrasına tarihlenmekle birlikte aşağı
yukarı klişeleşmiş bir ifade kalıbını ortaya koyuyordu; eski anıtlardaki
ifadelerinde öncülü olduğu varsayılabilecek bir kalıp şöyleydi ‘’ Büyük
Kral,Krallar kralı Ynin oğlu büyük Kral ,kralladın kralı…..’’
Persepolis
yazıtlarının çözümünde ilk girişim Gerhard Tyschsen tarafından yapılmıştır.Sınıf
Iin incelerken işaretlerden dördünü doğru olarak saptayan Tyschsen,sıksık
görülen işaretlerden birinin,bir sözcük bölücü olduğunu saptadı ve daha başka
birçok zekice gözlemde bulundu.Fakat yazıları Part hanedanına,yani gerçek
tarihinden beşyüz yıl sonraya tarihlendirerek hata yapmıştı ve tümüyle tahmine
dayana çevirileri yanlış olmuştur.
Tychsen elde ettiği
sonuçları 1798 de yayımladı.Aynı yıl Kopenhaglı Frederich Munter de Danimarka
Kraliyet Bilimler Akademisine 2 bildiri sunarak Persepolis belgelerinin Ahmeniş
hanedanına olduğunu kanıtladı.Bu yazıtların çözülmesi için çok önemliydi.Fakat
Munterin kendisi yazı çözme çabalarında daha fazla ilerleme gösteremedi
.Ötekilerin başaramadığını başaransa bir Yunanca öğretmeni olan Freidrich
Grotelend oldu.
Grotelende,çiviyazılı
Persçe yazıtları,yani Niebuhr’un 3 sınıfından birincisini çözen kişi olarak ün
kazandı.En sık tekrarlanan işaretleri ayırmakla başlayan Grotefend bunların
sesli olduğuna karar verdi.De Sacynin Pehlevice
yazıtlardaki ifade kalıbını alarak bunun yardımıyla,anıtı diktiren
kralın ve babasının isimleriyle ‘ Kral ‘ ve Oğlu gibi sözcüklere rastlanmasının
en muhtemel olduğu yerleri buldu.Sonra da Ahmeniş hanedanından bilinen
kralların isimlerini ,öncelikle uzunluklarını göz önünde bulundurarark uygun
yerlere yerleştirdi ve Duperron’un Eski Persçe çalışmalarında elde ettiği
sözcüklerden ilgili olanlarını yazıtlardaki
bazı başka sözcüklerin okunuşuna ulaşmak için kullandı.Böylece
işaretlerden on tanesiyle üç özel ismi doğru olarak saptadı ve pek çok yanlış
içermekle birlikte içeriği hakkında yine de iyi bir çevirisini yaptı.
Grotefend in
çiviyazısını çzöme girişiminn bazı bölümleri 1802 yılında daha tam bir anlatımı
da 3 yıl sonra yaımlandı.Grotefend’in çabaları Tychsen,Munter ve özellikle
Babil ve Ninova kalıntılarından elde ettiği çiviyazılı belgelerin kopyalarını
sürekli olarak onu gönderen Rich tarafında övülmüştür.Fakat Başarılarını
abartan Groetefend,daha cok kelime çözdüğünü iddia etsede kimse inanmıyordu.Ne
var ki,Grotefend çözme işleminde doğru iz üzerindeydi;nitekim gelecek on
yıllarda bu,ekleme,çıkaran ve değiştirmeler yapmaya devam eden birçok
akademisyenin çabalarıyla,kanıtlanacaktı.
Fakat Eski Pers
Dilinin gerçek anlamda kavranabilmesi ve tüm işaretlerin kesin olarak
çözümlenmesi için yeterli uzunlukta olmayan Persepolis yazıtları,yeteri kadar
geniş bir sözcük dağarcığı sunmuyordu.Bu da bizi,ilk çiviyazısı
araştırmalarının hakim siması olan parlak,sezgi sahibi ve azimli Ingiliz Henry
Creswicke Rawlinson’a ve bir grup yazıtın ,hemen hemen aynı ölçüleri kullanan
iki kişi tarafından bağımsız olarak çözülür.
H.C.Rawlinson,Irandaki
Ingiliz ordusundayken,dört biryana dağılmış olan çiviyazılı yazıtlara ilgi
duymuştu.Üçdilli yazıtlardan
bazılarının,özellikle de Hemedan yakınlarındaki Elvend Kuh Dağı
yazıtının ve Kirmanşahtan yaklaşık 30 km uzaktaki Behistun Kaya yazıtının
kopyalarını çıkarmaya başladı.İki tane üçdilli kısa yazıdan ibaret olan Elvend
Kuh yazıtının kopyasını 1835 te çıkarmaya başlayan Rawlinsonun diğer çalışmalar
hakkında bilgisi yoktu.Ancak Goetfrend ve arkadaşlarının kullandığı yöntemin
hemen hemen aynısını kullanarak bunları okumaya başarmıştır.Fakat bu
yazıtlardaki bütün işaretleri saptayabilmek ve gereğince okuyabilmek için elde
çok sayıda özel isim bulunmasının zorunlu olduğunu anladı.
Bunları da Behistun
Kata yazıtında buldu.Özel olarak hazırlanmış,bazı bölümleri oyma bir yarım
kabartmayla kaplı,110 m2 ye yakın yakın bir yüzey üzerine işlenmiş olan bu
yazıt,yüzlerce satırlık 3 dilli bir metinden oluşuyordu.Ne yazık ki,bu anıt
yerden yüz metre yükseklikteki bir kayanın üzerindeydi ve ulaşmak için herhangi bir ataç
bulunmuyordu,bu nedenle Rwalinson yazıta ulaşmak için bir iskele kurmak zorunda
kaldı;olanaklı olduğu ölçüde eksiksiz bir kopya elde edebilmek için zaman zaman
bir iple sarkarak kayanın önünde asılı durumda kalıyordu.
Rawlinson 1835 yılında
3 dilli Behistun yazıtlarının Persçe sütunlarını kopya etmeye başladı.Beş tane
olan bu sütunlar metnin 414 satırını içeriyordu.Yazıtı 1837 yılında 200
satırı,yani yaklaşık olarak yarısını tamamlayıncaya kadar kopya etmeye devam
eden Rwalinson,metinde yer alan yüzlerce yer isminden bir bölümünü klasik
yazarların ve ortaçağ coğrafyacıları
sayesinde okudu.1839 da diğerlerinin çalışmalarında haberdar oldu ve yeni
bilgilerle üçdilli Behistun yazıtındaki Eski Persçe yazının ilk 200 satırını
çevirdi.Rawlinsonun amacı Behistun kayasındaki yazıların tamamını kopya
etmekti; ne varki,askeri görevleri onun çalışmasını engelledi ve 1844 e kadar
çalışmasına dönemedi.O yıl Behistun’a dönerek Eski Persçe yazıttaki 414 satırın
tümünü bitirdi.Ayrıca ikinci versiyondaki ,yani daha sonra bilineceği adıyla
Elamca versiyonundaki 263 satırın kopyasını çıkardı.
1848 yılında,çıkardığı
kopyalardan ,yaptığı harfçevirilerinden,çevirilerinden,yorumlardan,aldığı
notlardan oluşan elyazmalarını Bagdat’tan Kraliyet Asya Derneğine
gönderdi.Böylece Eski Persçe yazıtlarının çözümünü kesinleştirir.Bu
gerçek,Irlandalı parlak dilbilimci Edward Hincks in iki yıl önce sunduğu ve
Rawlinson’un bağımsız olarak yaptığı birçok önemli gözlemi önceden tahmin
ettiği bir bildirisini aynı yıl içinde yayımlamasıyal doğrulandı.Bundan sonra
ancak küçük değişiklikler,eklemeler,düzeltmeler yapılabilirdi.Bunlardan
özellikle dikkat çekeni,Lassenin öğrencilerinden Jules Oppert’in 1851 yılındaki
çalışmalarıydı
Hincks,Rawlinson ve
Oppert yanlızca Eski Persçeyi sağlam bir
temele yerleştirmekle kalmamış,aynı zamanda Akadca, ve Sümercenin çözülebilmesinin yolunua açmış ve
böylelikle,kadim yakındoğunun her yerinde gömülü olarak bulunan kilden ‘
kitapların ‘ tozlu sayfalarının açılmasınıda sağlamıştır.
Böylece Mezpotamya da
yapılan geniş çaplı sistematik kazılara ve yolu ‘ kutsal üçlü’ tarafından açılan
Akadca ve Sümercenin çözülmesine geliyoruz.1842 yılında Paul Emile Botta
Fransanın Musul konsolosluğuna atanmıştı.Botta Musula gelir gelmez,Ninova
kalıntılarının gömülü olduğu iki höyük
olan Koyuncuk ve Nebi Yunus ta kazılara başladı.Bu kazıların verimsiz olduğu
görülünce,Botta dikkatini Koyuncuk’un biraz kuzeyinde Horsabad a
yöneltti.Burada arkeloji bakımından zengin bir damara rastlamıştı.
Çünkü Horsabad
kalıntıları M.Ö 800 yılın ilk çeyreğinde Asur ülkesini yöneten güçlü Kral
II.Sargonun sarayını kapsıyor ve birçoğu
çiviyazısıyla kaplıolan dönümlerce araziye yayılmış Asur heykelleri,frizler ve
kabartmalar içeriyordu.Bundan yalnız 3 yıl sonra,Ingiliz Henry Layard önce
Nimrud da,ardından Ninova da ,sonra yine Nimrud da kazılara
başladı.Layard,yarım kabartmalarla kaplı olan Kraliyet saraylarıan ek
olarak,Ninova da II Sargonun oğlunun torunu olan Kral Aşurbanipal’in
kütüphanesini buldu.Bu kütüphane,eski çağ insanlarının sözlükbilimsel,dinsel ve
yazınsal yapıtlarının yazılı olduğ binlerce tabletten ve parçadan
oluşuyordu.Böylelikel XIX yy sonunda Avrupa yüzlerce çivi yazılı yazıta sahip
oldu.Çoğu Asur ören yerlerinden gelen bu
yazıtlar,çözülmek için adeta yalvarıyor,fakat o dönem için üstesinden gelinmesi olanaksız görünen güçlükler ve engelle
içeriyordu.Bununla birlikye büyük ölçüde Hincks,Rawlinson ve Oppert’in dahiyana
ve azimli çalışmalarının sonunda,yazıların çözülmesinin tamamlanmış bir iş
haline gelmesi on yıldan fazla sürmedi..
Gelecekteki
çözücülerin elbette bir avantajı bulunuyordu.Botta ve Layard kazılara
başlamazdan zuun süre önce şu ya da bu türden sınırlı sayıda yazıt,özellikle de
Babil kalıntılarından elde edilenler,Avrupaya ulaşmıl ve üzerlerindeki
yazıların,üçdilli Persepolis yazıtında yer alan Niebuhr’un Sınıf III üne
benzediği saptanmıştı.Ama ne yazıkki,mantıksal olarak Sınıf I in çevirisi
olarak kabul edilebilecek bu Sınıf III,Bütün çözme çabalarına direniyordu
Herseyden önce
Persepolis yazıtları,dilin kavranmasını sağlamayacak kadar kısaydı.Üstelik o
zaman elde bulunan Babil yazıtlarının yüzeysel olarak yapılmış bir çözümlemesi
bile bunların yüzlerce işaretten oluştuğunu ortaya koyuyordu.Oysa,üçdilli
yazıttaki Sınıf I de yanlızca 42 işaret vardı.,buysa özdeş olmalaı umulan
isimlerin ve sözcüklerin ayırt edilmesini olanaksızlaştırıyordu.Son olarak
görünüşe göre Babil belgelerindede aynı işaretler biim ve şekil yönünden
dikkate değer değişiklikler gösteriyordu.Bu nedenle Babil yazısının çözülmesi
için yapılan ilk girişimlerin sonuçsuz kalması şaşırtıcı değildir.
İlk önemli katkı 1847
yılında yayımlandı;bunun yazarı Edward Hincksti.Hincks behistun yazıtnın epeyce
özel isim içeren Eski Persçe versiyonunun görece uzun bir kopyasının
yardımıyla,bir dizi sesli harf,hece ve ideogram işaretini ve bunların yanı sıra
özel isim olmayan ilk Babilce sözcüğü doğru olaraj okumayı başarmıştı.Bu ‘ Ben
‘ anlamna gelen ve Ibranice karşılığının hemen hemen aynısı olan bir
zamirdi.A-na-ku.Ne varki Hincksi n çiviyazısının çözülmesinde can alıcı önemde
olduğu ortaya çıkan büyük keşfi 1850ye kadar gerçekleşmedi.Bu keşif belli
ölçülerde Botta nın sezgilerine dayanıyordu.Yanlızca,kazı yapmakla yetinmeyen
Botta 1848 yılında çiviyazısı üzerine son derece ayrıntılı bir inceleme
yayımlamıştı.
Botta,her ne kadar
birçok ideogramın anlamını sökmekte başarılı olduysa da,tek sözcük okuma
girişiminde bulunmamıştı.,onun en
verimli katkısı değişkelerle ilgili olmuştur.Dikkatli incelemeler ve ayrıntılı belgelendirmelerden sonra,okunuşu ve anlamı özdeş olmakla
birlikte değişik biçimlerde yazılan çok sayıda sözcük olduğunu göstermişti.İşte
değişkeli yazılışların bu dikkatli incelemesidir ki,Hincks in 1850 tarihli
bildirisine yolu açmış;bu bildiride Hincks,Babil yazısının yüzlerce işaretten
oluştuğu gibi görünüşte inanılmaz bir olguyu bir çırpıda açıklayabilmiş;bunun
yanı sıra o kadar çok değişkenin bulunmasının nedenini de ortaya
koyabilmiştir.Hincks,Babil Asur ( Akad ) yazısının alfabetik olmayıp hem
heceyazısı hem de işaret yazısı olduğunu ,yani işaretlerin ( ünlü artı ünsüz
yada ünsüz artu ünlü yada ünsüz artı
ünlü art ünsüz seslerden oluşan ) herhangi bir sözcüğü oluşturmak üzere çeşitli şekillerde bir araya gelen heceleri
simgeleyebileceğini ya da her bir işaretin bütün bir sözcüğü ifade
edebileceğini belirtmiştir.
Babil yazısına ilişkin
olarak edinilen bu yeni kavrayıla çiviyazısının çözümü artık hızla
ilerleyebilirdi.Fakat belli başlı iki dilbilimsel destek henüz
gerçekleşmemişti;bunların ikiside Rawlinsonun çaba ve araştırmalarının sonucu
olarak ortaya çıkacaktı.Rawlinson 1874 yılında bir kez daha Bagdat tan
Behistun’a gitmiş ve yaralanmayı yada ölmeyi göze alarak Babil versiyonunun
kağıt kalıplaını çıkarmayı başarmış;buda ona,aynı anıttaki daha önce çözülmüş
olan Eski Persçe metnin yardımıyla,çözümü ve çevirisi yapılabilecek olan 112
satırlık uzun bir metin sağlamıştır.Ayrıca bu çalışam sırasında,Babil yazısının
çok önemli öteki özelliği olan ‘ çokseslilik ‘i yani aynı işaretin birden fazla
sesi yada ‘ değer’ i temsil edebildiğini keşfetti.Bunun sonucunda Rawlinson
artık 150 işareti doğru olarak okuyabiliyordu;Sami ailesine mensup olduğu artık
kesin olarak gösterilmiş olan bu dilde yaklaşık ikiyüz sözcüğün okunuşunu ve
anlamını biliyordu;hatta bu dilin dilbilgisel bir semasını ortaya
koyabilmişti..
Rawlinson’un dikkat
çekici çalışmaları 1850 ev 1851 yıllarında yayımlandı.Hincks de 1853
te,Rawlinsonun çalışmalarının yardımıyla Babil işaretlerine yüzden fazla yeni
değer eklemeyi başarmıştı;böylece artık 350 ye yakın değeri ve okunuşu
saptayabiliyordu.Fakat bu saptamanın
öngördüğü çokseslilik ilkesi akademisyenler arasubda güvensizlik,kuşku
ve husumet yaratmış,bazıları Hincks –Rawlinson çevirilerine önyargılı ve
değersiz diyerek saldırtmıştı.Eskiçağ insanlarının aynı işaretin çeşitli
değerler taşıyabileceği bir yazı sistemi geliştirmiş olabileceğine inanmak çok
güçtü;çünkü böylesi bir yazı okuyucunun kafasını belkide o kadar karıştıracaktı
ki,bu yazı işe yaramaz hale gelecekti.İşte bu son derece nazik aşamada ,üçlünün
üçüncü üyesi Jules Oppert imdada yetişti.Oppert 1855 yılında ,çiviyazısını
çözme çalışmalarının,o ana kadar ulaşmış olduğu aşamaya ilişkin bir inceleme
yayımlayarak Hincks-Rawlinson okunuşlarının doğru olduğunu gösterdi ve birden
fazla değer taşıyan işaretlere birçok yenisini ekledi.
Ninova daki
Aşurbanipal kütüphanesi adı verilen,yerde yapılan kazılardan elde edilen
tabletler arasında bulunan,bizzat eskiçağ yazıcılarınca hazırlanmış heceyazılı
alfabelerin ciddi bir incelemesini yapan ve çevirisinde bunları geniş ölçüde
kullanan ilk kişi Oppert olmuştur.Onun yazdığı sayısız inceleme,yayıma
hazırladığı metin ve giriştiği polemik ( en erken kazıların Asur halkının yurdu
olan Kuzey Irak ta yürütülmüş olmasından dolayı ) artık genel olarak Asuroloji diye tanınan yeni bilimin
pekiştirilmesine ve bu bilimin saygıyla ve yüksek değer verilerek araştırılmasına
yardımcı olmuştur.
1857 yılı Asurolojinin
yazgısını belirleyici bir yıl olmuş ve Asuroloji bu sınavdan büyük bir
başarıyla çıkmıştır.İşin bu noktaya gelmesine yolaçan,meslekten bir Asurolog
değil,bir matematikçi ve mucit olmuştur.Integral hesabı üzerine araştırmalar
yapan ve günmüz fotoğrafçılığının temellerinin
atılmasına yardım etmiş olan Fox Talbot aynı zamanda amatör bir Oryantalisti.Rawlinsonun ve
Hincksin yayımlarını incelemiş,hatta birçok Asurca metnin çevirisini
yayımlamıştı.Asur Kralı I.Tiglath Pileser ( 1116-1076 ) dönemine ait,bir
yazıtın henüz yayımlanmamış bir kopyasını elde eden Talbot,bunun çevirisini
yapmış ve 17 Mayıs 1857 de mühürlü bir zarf içinde Kraliyet Asya Derneğine
göndererek,derneğin Hincks ve Rawlinsona aynı metnin ayrı ayrı çevirilerini
yapıp mühürlü zarf içinde gönderme çağrısı yapmasını önermişti.Böylece ayrı
ayrı yapılmış üç çeviri birbiriyle karşılaştırılabilecekti.Dernek isteneni yaptı
ve ayrıca o sırada Londra da bulunan Oppert’e de bir çağrı gönderdi.Her üçüde
çağrıyı kabul etti ve 2 ay sonra çevirileri içeren dört mühürlü zarf Kraliyet
Asya Derneği üyesi beş kişiden oluşan özel olarak atanmış bir komisyon
tarafından açıldı.Yayımlanan raporda diğer şeylerin yanı sıra şu
belirtiliyordu:Birbirine en yakın benzerliği gösteren çeviriler Rawlinson ve
Hincks’inkilerin olmuş,Talbot’un çevirisi epeyce muğlak ve kusurlu kalmış,Opert
ise çevirilerini kapsamlı bir şekilde notlandırmış ve pekçok yerde Ingiliz
meslektaşlarından farklılıklar göstermişti.Toplam olarak bakıldığında ,hüküm o
zamanki uygulanışı itibariyle Asurolojinin lehineydi ;her dört çevirideki
benzerlikler epeyce yakınlık gösteriyordu ve böylece çiviyazısının çözülmesinin
doğruluğu da kanıtlanmış oluyordu..
Oppert iki yıl sonra
1859 da,en önemli bilimsel çalışmalarından ‘ Dechiffrement des inscriptions
cuneiformes ‘ yayımladı.Bu çalışma o kadar açıklayıcı, o kadar kapsamlı olmuş
ve Asurolojiyi ve o zamana kadar elde ettiği başarıları o kadar yetkiyle dile
getirmiştiki,bütün muhalefet ortadan kalkıverdi.Bunu izleyen yıllarda,özellikle
Ingiltee,Fransa ve Almanya da ,birçok akademisyne yeni disiplinin tüm
dallarında makaleler,monografiler ve kitaplar yazdı;Dil,tarih ,yazın,din,kültür
vb.Binlerce metin koya edilip yayımlandı.İşaret listeleri,sözlükçeler ve
dilbilgisi,söz dizimi ve kökenbilimi üzerine yüksek düzeyde uzmanlaşmış sayısız
makale yazılıyordu.Böylece önceleri Babilce adı verilen ve artık giderek Akadça şeklinde anılmaya başlanan Asurca
çalışmaları gelişip olgunlaşıyordu.Öyleki 1963 yılı itibariyle,pek çok ciltten
oluşan iki ayrı sözlük hazırlanmıştır.
Babilce,Asurca,Akadca!Ama
Sümer ülkesi ve sümerler hakında hala birsey demedik.XIXyy ın ortalarına kadara
hala kimse Sümerleri tanımıyordu.Hincks 1850 de Ingiliz Bilimler Geliştire
Derneğinde bir bildiri sunarak,Asur ve
Babil ülkesinde kullanılan çiviyazısı sistemini icat edenin buraların Sami kökenli haklı olduğu yolundaki genel
kabule ilişkin bazı kuşkularının dile getirdi.Sami kökenli dillerde sabit öğe
ünsüz sesler iken,ünlü sesler son derece değişkendir.Bu yüzden ünlü seslerin
ünsüz sesler kadar değişmez göründüğü heceli bir yazım sisteminin Samilerce
icat edilmiş olması pek doğal görünmüyordu.Yumuşak ve sert damaksıl seslerle
dişsil sesler arasındaki farklılık Sami dillerinin önemli bir özelliği olmasına
karşın çiviyazılı hece alfabesi bu fakı yeteri kadar ifade etmekten uzak
görünüyordu.O zaman eğer çiviyazısını Samiler icat etmişse,işaretlerin hece
değerinin izini,Sami kökenli sözcüklere kadar sürebilmek olanaklı olmalıydı.Fakat
bu çok nadir olabiliyordu.Çiviyazılı işaretlerin hece değerlerinin büyük
çoğunluğu,hiçbir Sami eşdeğerlisinin bulunamadığı sözcük ya da öğelere kadar
geriye gidiyor gibiydi.Böylece Hincks çiviyazılı yazı sisteminin,Babil
ülkesinde Samilerden önce yaşamış Sami kökenli olmayan bi halk tarafında icat
edilmiş oludğu kuşkusunu taşımaya başlamıştı.
Hincks ve kuşkuları
böyle idi.Hincks tarafında yayımlanan bir nota göre,iki yıl sonra 1852 de
Rawlinsonun Koyuncuktaki kazılardan elde edilen hece alfabelerini inceledikten
sonra,şu sonuca varmış olduğunu öğreniyoruz:Bu hece alfabeleri iki dillidir ve
bunlarda yer alan Sami kökenli Babilce sözcükler,tümüyle yeni olup onun ‘
Akadca ‘ olarak adlandırdığı ve ‘Iskit yada Turan ‘ kökenli olduğunu düşündüğü
,o zamana kadat bilinmeyen bir dildeki
karşılıkları olan szöcükleri açıklıyordu.Nitekim Mezopotamya da Sami
olmayan bir halkla Sami kökenli olmayan bir dilin yaşamış olabileceği olasılığını ilk kez bu şekilde öğrenmiş
oluyoruz.1853 yılında Rawlinsonun kendisi Kraliyet Asya Derneğinde ,bir
konferans vererek,Babil ülkesinin güneyindeki ören yerlerinden elde edilen
tuğla ve tabletlerde ‘ İskit ‘ dilinde yazılmış tekdilli çiviyazılı yazıtlar
olduğunu söyledi.İki yıl sonra aynı dernekte verdiği bir konferansta da,iki
dilli koyuncuk hece Alfabelerini belli ayrıntılarıyla ele alarak şunları
söyledi ‘’ Bunlar Asur ve Iskit lehçelerinin karşılaştırmalı
alfabeleri,dilbilgileri ve sözcük dağarcıklarından ne daha az ne da daha fazla
bir şeydir.Çiviyazısını etnik isimleri
Akad olan Babil İskitlerinin icat ettiği varsayılabilir ‘’ Rawlinson devamla
şunları söylüyordu:İşte bu Akadlar ‘’ Babil ülkesindeki ilkel tapınakları ve
başkentleri inşa etmiş,Sami ardıllaryla aynı tarnrılara tapmış ve aynı yerlerde
oturmuştır: fakat bunların,hem mitolojik hem coğrafi bakımdan farklı bir
adlandırma sistemine sahip oldukları görülmektedir ‘’
Bu Babil İskitlerinin
dili hakkındaysa Rawlinson,Koyuncuk tabletlerindeki ‘’ karşılaştırmalı örneklerin ve satırlar
arası çevirilerin ciltler doldurduğunu ‘’ söylüyordu.Bu yeni ‘ilkel’ dil
üzerinde ikidilli metinlerden yola çıkarak yaptığı incelemelerin sonucunda şu
yargıya varıyordu.’ Bu ilkel dille çağdaş zamana ait mevcut lehçelerden biri
arasında herhangi bir dilsel yakınlık ortaya çıkarılıp çıkarılamayacağı çok
kuşkuludur.Zamir sistemi ,Turan ailesinin başka herhangi bir kolundan çok,Moğol
ve Mançu türüne daha çok yakınlık göstermekteyse de sözcük dağarcığı yönünde
benzerlik pek azdır ya da hiç yoktur ‘’ Kısacası Rawlinson Sümerleri ve
dillerini kesin olarak keşfetmiş,yanlızca bunları yanlış olarak önce Babil
İskitleri sonra ( tam da ülkenin Samileri için simdi kullanılan terimle )Akadlı
olarak adlandırılmıştı.
Çiviyazısını icat eden
halkın doğru olarak adlandırılmasını,Asurolojinin tüm yönlerine ve özellikle de
hece alfabelerinin incelenmesine büyük katkılar yapmış olan Jules Oppete
borçluyuz.Oppert 17 ocak 1869 da Fransa Numismatik ve Arkeloji derneğinin
etnografua ve tarih bölümünde bir konferans verererek ,bu halkın ve dilinin
Sümerce olarak adlandırılması gerektiğini bidirdi.Vardığı bu sonucu,erken dönem
hükümdarlarına ait bazı yazıtlarda bulunan ‘ Sümer ve Akad Kralı’ ünvanına
dayandırıyordu.Çünkü pek doğru olarak belirttiği gibi Asur ve Babil ülkesinin
Sami halkı için kullanılan isim Akad iken,Sümer burada oturanlardan Sami
olmayanları ifade ediyordu.Hatta Opert bu konferansta daha da ileri
giderek,Sümer dilinin bir çözümlemesinin,onu,bu dilin Türkçe,Fince ve
Macarcayla yakın benzerlik gösterdiği sonucuna ulaştırdığını söyledi.Bu ise daha yirmi yıl önce akademik
dünya için mevcut bile olmayan bir dilin yapısı hakkında parlak bir kavrayıştı.
Sümerce adlandırılması,çiviyazsısıyla uğraşan bilim
adımlarınca hemen benimsendi ve Akadca terimi daha on yıllar boyunca
kullanılmaya devam etti.Hatta Joseph Halevy adında ünlü bir orientalist vardı ki,tersini gösteren tüm kanıtlara karşın hem sümer halkının hemde dilinin varlığını bile reddediyordu.Halevy 1870
lerden başlayarak otuz yılı aşkın bir
süre boyunca makale üstüne makale yayımlayarak,Babil ülkesine Samilerden başka
hiçbir halkın sahip olmadığını ve sözde Sümer dilinin de Ruhbani ve batini amaçlarla Samilerin kendilerinin
tasarımladığı yapay bir icattan başka bir şey olmadığını iddia etti.Halevy kısa
bir dönem Asurologların bile desteğini aldı.Fakat bütün bunlar artık yalnızca
tarihsel tuhaflıklar olmaktan başka bir şey değildir;çünkü Oppertin Babil
ülkesinin güneyinde iki kazı başlayacak,böylece bu halkın fiziksel
özelliklerini açığa çıkaran heykellerle dikilitaşların ve siyasal tarihleri,dinleri,ekonomileri ve yazınları
açısından büyük önem taşıyan sayısız tablet ve yazıtın keşfedilmesiyle Sümerler adeta haritadaki
yerlerine yerleştirecekti.
No comments:
Post a Comment