Wednesday, June 3, 2020

SUMERLERIN KESFI





Klasik Çağlarda Babil Ülkesi adıyla bilinen Sümer,Mezopotamya nın aşağı yarısından oluşur,bu alan kabaca günümüz Irak ının Bagdat’ın kuzeyinden Basra Körfezine kadar olan bölümüyle özdeştir.Yaklaşık olarak 26.000 km2 dir.İklimi aşırı sıcak be kurudur ;toprağı kendi başına bırakılırsa kıraç; rüzgara açık ve verimsizdir.Düz arazi ırmaklar tarafından oluşturulmuştur;bu nedenle maden ve taş çok azdır.Bataklıklardaki kocaman sazlıklar bir yana bırakılacak olursa,hiç kerestelik ağaç bulunmaz.O zaman burası,’ Tanrının terk ettiği ‘ görünüşe göre yoksulluğa ve yokluğa mahkum,gelecek vaat etmeyen bir ülkeydi.Ne varki buraya yerleşen insanlar M.Ö 3000 da bilindikleri adıyla Sümerler,olağandışı bir zekaya ve girişimci,kararlı bir ruha sahipti.Ülkenin doğal dezavantajlarının karşın bu insanlar Sümer’i  gerçek bir Cennet Bahçesi’ne çevirmişler ve büyük olasılıkla insanlık tarihindeki ilk yüksekkütürü geliştirmişlerdi.

Sümer halkı teknoloik icatlar için alışılmadık bir yeteneğe sahipti.Daha ilk yerleşenler bile sulama fikrini akıl etmiş,bu da Dicle ve Fırat ırmaklarının zengin alüvyon taşkınlarını toparlayıp kanallara akıtmaları ve tarlalarıyla bahçelerini sulayarak verimli hale getirmelerini sağlamıştı.Maden ve taş kıtlığına karşı bir çare olarak hiç tükenmeyen ırmak kilini ve çamurunu orak,çömlek,levha ve kavanoz haline getirerek fırınlamasını öğrenmişlerdi.Çok az bulunan,inşaat kerestesinin yerine,geniş ve bol bataklık sazlıklarını kesip kurutmuşlar,bunları demetler halinde bağlayarak  ya da hasır biçiminde örerek ,çamur sıvasının yardımıyla kulübeler ve hayvan barınakları yapmışlardı.Sümerler,daha sonra,her yerde bol bol bulunan ırmak kilini şekillendirmek ve fırında pişirmek için tuğla kalıbını icat etti ve böylece inşaat malzemesi sorunları kalmadı.Çömlekçi çarkı,araba tekerleği,saban,yelkenli tekne,yapı kemeri,tonoz kubbe,bakır ve tunç dökümü,perçinleme,lehimleme,taş heykelciliği,oymacılık ve kakmacılık gibi yararlı araçlar,beceriler ve teknikler geliştirdiler.

Kil üzerine yazma sistemi buldular;bu yazı ödünç alınarak ikibin yılı aşkın bir süre boyunca Yakındoğu da heryerde kullanıldı.Bizim Batı Asya tarihinin  ilk dönemlerine ilişkin bilgilerimizin hemen hemen tümü,Sümerler tarafından geliştirilen çiviyazısıyla yazılmış ve son yuzyirmibeş yılda Arkeologlar tarafından kazılarla çıkarılmış binletce kil belgeden gelmektedir.
Sümerler yanlızca maddi ilerlemelerinden ya da teknolojik becerilerinden ötürü değil ,fikirleri,idealleri ve değer yargıları bakımındanda dikkat çekici insanlardı.Açık görüşlü  ve sağduyulu olan bu insanlar yaşama pragmatik bir gözle bakmış,zihinsel  yeteneklerinin sınırları elverdiği ölçüde,olgu ile hayali,dilek ile dileğin gerçekleşmesini ya da gizem ile gizemlleştirmeyi,nadiren birbirine karıştırmıştır.

Yüzyıllarca Sümer bilginleri  bir bakıma ‘ tanrıların olanı tanrılara veren ‘ ve ölüm ile tanrısal gazap karşısında ölümlülerin kaçınılmaz olarak sınırlı ve özellikle çaresiz olduğunu kabul ve teslim eden bir iman ve itikat sistemi geliştirmişlerdir.Maddi alandaysa  servete ve mal mülke,zengin hasada,tıka bası dolu tahıl ambarlarına,hayvanlarla dolu ağıllara ve ahırlara,karada başarılı ava,denizde iyi balıkçılığa yüksek değer vermişlerdir.Ruhsal ve Psikolojik olarak hırs ve başarıya ,üztünlük ve saygınlığa,onu ve takdir edilmeye büyük önem vermişlerdir.Sümeşer kişisel hakları konusunda derin bir bilince sahipti ve ister kralı,ister üstü ya da isterse eşiti tarafından yapılmış olsun,hakları çiğnenince tepki gösterirdi.Yasalar yapıp yasa derlemeleri hazırlıyanlarını,yanlış anlamaları,çarpıtmaları ve keyifiliği önlemek için her şeyi ‘’ Ak üzerine Kara ‘’ yazıya geçirenlerin ilk defa Sümerler  olması şaşırtıcı değildir.


Sümerler bireye ve bireyin başarılarına yüksek değer veriyordu,ama yine de hem bireyler hem de topluluklar arasında güçlü bir işbirliği ruhunu besleyen  her şeyin üstünde bir etken vardı.Sümer’in gönencinin ,hatta bizzat varlığının sulamaya bağlı olması,Sulama topluluğunun  çabasını ve örgütlenmesini gerektiren karmaşık bir süreçtir.Kanalların kazılması ve sürekli olarak onarılması gerekir.Su,ilgili herkes arasında adil olarak bölüştürülmelidir.Bunun güvence altına alınması için tek tek toprak sahiplerinden,,hatta tek bir topluluktan daha güçlü bir iktidarın olması zorunluydu.Hükümet kurumlarının ve Sümer devletinin ortaya çıkışının nedeni budur.Sulanan toprak verimli olduğundan Sümer büyük bir tahıl fazlası üretiyordu,fakat hemen hemen hiç madeni yoktu,taş ve kerestesi çok azdı.Bu nedenle devlet,,ekonomisi için gerekli olan malzemeyi ya ticaret ya da adkeri güç yoluyla elde etmek zorundaydı.Bu nedenle M.Ö 3000 bin yıldan itibaren Sümer kültürünün  ve uygarlığının,en azından belli ölçülerde,doğuda Hindistan’a ve batıda Akdeniz’e ,güneyde eskiçağ Etiyopyasına  ve kuzeyde Hazar denizine kadar yayılmış olduğuna inanmak için geçerli nedenler vardır

Kuşkusuz,tüm bunlar beş bin yol önce olmuştu ve çağdaş insanın ve kültürünün incelenişiyle pek ilgili değilmiş gibi görünebilir.Gelgelelim gerçek şudurki,Sümer ülkesi çağdaş uygarlığın bir çok önemli özelliğinin doğuşuna tanıklık etmiştir.Felsefeci olsun öğretmen olsun,tarihçi olsun sair olsun,hukukçu olsun,reformcu olsun devlet adamı olsun,mimarcı olsun,heykeltras olsun,olasıdır ki günümüz insanı ilkörenğini ve meslektaşını eski Sümerde bulacaktır.Elbette çağımızdaki türevin Sümer deki kökü artık dolaysız ya da kesin olarak izlenemez.Kültürel yayılmanın yolları çok çeşitli,dolambaçlı ve karamaşıktır;sihirli dokunuşu çok hafif ve dayanıksızdır.Ama yine de bir Hz Musa yasasında  ve bir Hz Süleyman meselinde,Hz Eyüp ün gözyaşlarında ve bir Kudus ağıtında ,ölüm döşeğindeki  tanrı insanın hüzünlü masalında,Hesiodos’un evrendoğum öykülerinden birinde;bir Hint mitinde bir Ezop masalında,bir Öklid teoreminde burçlar kuşağının bir burcunda ,bir hanedan arması tasarımında,bir minanın ağırlığında bir açının derecesinde ,bir sayının yazılışında hala görünür.Sümerler modern toplumuzun yapı taşları hatta temeli olmuştur .Ama önce Sümer dili ve kültürünün dirilişinin hikayesini inceleyelim….

Gariptirki yüzyıl önce Sümer kültürü hakkında hiçbirşey bilinmiyordu,hatta bir Sümer halkının ve dilinin var olabileceği bile düşünülmüyordu.Yuz yıl önce Mezopotamya da kazı yapmaya abşlayan akademisyenler ve Arkeologlar Sümerleri değil,Asurluları arıyorlardı.Asurlular hakkında doğruluğu tartışmalı olsa bile Yunan ve Ibrani kaynaklarından bilgiler vardı..Ne var ki,Sümer konusunda Kutsal Kitap klasik dönem ve klasik dönem sonrasıyla ilgili tüm literatürde bu ülkeye ya da halkına ve diline ilişkin fark edilebilir hiçbir iz bulunmuyordu.İkibin yıldan fazla bir süredir,Sümer ismi bile insanların zihninden ve belleğinden silinmişti.Sümerlerin ve kültürlerinin varlığını keşfi beklenen bir şey değildi.Konuyla pek ilgili olmayan bu ayrıntı,Sümer araştırmalarının yavaş ve sıkıntılı olmasına neden oldu.

Aslında Sümer dilinin çözülmeside Sümerce gibi çivi yazısıyla yazılan ve daha eskiden Asurca ya da Babilce adıyla bilinen Sami ailesine mensup Akadcanın çözülmesi yolu ile oldu.Akadça içinde anahtar,M.Ö Birinci binyılda Iran ın büyük bölümünde hüküm süren Persler ve Medlerce konuşukan bir Hint Avrupa dili olan Eski Persçede bulunmuştur.Çünkü Pers Ahmanes Hanedanın bazı yöneticileri yazılarını çiviyazısıyla üç dilde yazmayı siyasal bakımdan uygun bulmuştu.Kendi dilleri olan Persçe,fethedip boyun eğdirdikleri Batı İran yerlilerince konuşulan eklemeli bir dil olan Elamca,Babilliler ev Asurlularca konuşulan Sami Kökenli Akadça.Mısır da bulunan Rosetta Taşının  aşağı yukarı bir eşdeğeri olan bu üçdilli çiviyazısı grubu,çiviyazısının yurdu Irak olmasına rağmen İran da bulunmuştur..

Issız höyüklerinin ya da tell lerinin altında uzun bir zamandır gömülü olan Asur,Babil ve Sümer halklarının  diriltilmesi,XIX yüzyıl biliminin  ve klasik filoloji araştırmalarının  etkileyici  ve muhteşem bir başarısıdır.Elbette daha önceki yüzyıllarda da antil Mezopotamya kalıntıları  hakkında tek tük raporlar bulunuyordu.Aslında daha XII yy da ,Navarra krallığındaki Tudela kentinin hahamı Yonah oğlu Bünyamin Musul Yahudilerini ziyaret etmiş ve bu kentin yakınlarındaki kalıntıların antik Ninova ya ait olduğunu saptamıştır,ama yazdıkları ancak XVI yy da yayınlanır..
Öte yandan,Babilin saptanması ,Roman Pietro della Valle’nin günümüzdeki Hilla kasabası yakınlarındaki höyükleri ziyaret ettiği 1616 ya kadar gerçekleşmedi.Bu keskin gözlü gezgin,yanlızca Babil kalıntılarının dikkat çekici bir betimlemesini yapmakla kalmamış,aynı zamanda hem orada hem de günümüzde Arapların ‘ Tel el Mukayyer ‘ ( Ziftli Höyük-Antik Ur kentinin kalıntıları ziftle kaplıdır) adını verdiği höyükte bulduğu yazılı tuğlaları Avrupaya getirmiştir.Ilk Çivi yazıları Avrupaua gelir.

XVII ve XVIII yy da pek cok gezgin antik uygarlıkları arasalarda gördüklerini hep Kutsal kitaptaki referans çerçevisine uydurmaya çalıştılar.1761 ile 1767 yılları arasında bı gezilerin en değerlisi yapılmıştır.Bu Danimarkalı Matematikç, Carsten Niebuhr’un gezisi idi.Niebuhr,Persepolisteki yazırların kopyasını çıkarmış,bu da çivi yazsının çözülmesine giden yolu açmıştı.Niebuhr ayrıca krokiler ve çizimler yardımıyla çağdaşlarına Ninova kalıntıları hakkında somut bir fikir veren ilk kişi olmuştur.Bir kaç yıl sonra Fransız Botanikçi Michaux Paris teki Bibliother National’e Bagdatın güneyinde bulunan Ktesifon da bulunmuş bir sınır taşı satmış,taşın Avrupa ya gelen gerçekten değerli ilk yazıt olduğu ortaya çıkmıştı.Bazı saçma çevirileri yapılan bu basit yazıt aslında sınır işaretini bozacak kişilere yönelik olağan lanetleri içeriyordu

Aşağı yukarı aynı dönemde,Bagdat taki bölge papaz ve bilimler Akademisi üyesi Başrahip Beauchamp çevresinde,özellikle de Babil kenti kalıntıları arasında gördüğü şeylere ilişkin dikkatli ve titiz gözlemler yapıyordu;aslında Mezopotamya’da bilinen ilk Arkeolojik kazıyı,bir duvarcı ustasının yönetiminde birkaç yerli işçi tutatarak,,günümüzde turistlerce hala görübilecek olan  ve şimdi Babil Aslanı olarak bilinen bir heykelle bağlantılı olarak yapılmıştır.Şimdi güzel bir kopyası Berlin Devlet Müzesinin Yakındoğu bölümünde görülebilecek olan İştar Kapısının bazı bölümlerini ilk betimleyen kişi de o olmuştur.Beauchamp ayrıca Persepolis yazılarına benzediğini fark ettiği ufacık yazılarla kaplı sert silindirler bulduğundan da söz etmektedir.1790 da yayınlanan gezi anıları Ingilizce ve Almancaya çevrilmiştir.

Başrahip Beauchamps ın çaktığı kıvılcımın sonuçlarından biri,Londra daki Doğu Hindistan Şirketinin Bagdat taki görevlilerine bazı arkeolojik araştırmalar ve keşifler yapma yetkisi vermesi olmuştur.Böylece,1811 yılında,Doğu Hindistan Şirketinin Bağdat taki yerleşik görevlilerindn  Claudius James Rich’i ,Babil kenti kalıntılarını inceleyip haritasını çıkarırken,hatta bazı bölümlerinde kısa süreli kazılar yaparken görüyoruz.Rich dokuz yıl sonra Musula gelerek antik Ninova daki büyük höyüklerin krokilerini çıkarmış ve araştırmalar yapmıştır.Pekçok yazılı tablet ,tuğla,sınır taşo ve Nebukadnezzar ile Senharipimkiler de dahil olmak üzere silindir toplamıi ve sekreteri Carl Bellimo ya da dikkatlice kopyalarını çıkartarak çözülmeleri için Fililog Grotefend’e göndermiştir.Rich in koleksiyonu Britsh Museum dadır


Rich 1821 yılında 34 yaşındayken ölmüşfakat Babil’in kalıntılarına ait iki anı kitabi,içerdiği çizimler ve yazıtsal malzemeyle birlikte yaşamaya devam etmiştir.Bu Kitabın Asurolojinin ve onunla ilgili çiviyazıları araştırmalarının doğusuna işaret ettiği söylenebilir.Richi,bir dizi Mezopotamya kalıntısının özenli sanatlsa çizimleriniyapan ve ayrıca Babin’in kalıntılarının yer aldığı bütün bölgenin planını çizen Robert Ker Porter izlemiştir.Rich in 1811 de kazdığı Babil kalıntılarında Robert Mignan 1828 yılında kısa süreli kazılar yaptı ve yazılı bir silindiri çıkardı.
1842 yılında bu sefer Musul daki Fransız konsolosu Paul Emille Botta yı görüyoruz.Başlarda kazılar kuzey Mezopotamya da genel olarak Asur ülkesi olarak bilinen topraklarda yürütülmüştü.Burada çıkarılan binlerce belge Akadca yazılmıştır.Ama ilk çıkarıldıklarında bu bilinmiyordu.O zaman söylenebilecek tek şey,bunların Iran da özellikle de Persepolis ve çevresinde bulunan üçdilli yazıtların üçüncüsüne benziyordu.Persepoliste muhteşem bir sarayın kalıntıları hala ayaktaydı;bunlar arasında çok sayıda uzun,güzel sütün yerinde duruyor,çeşitli türden oyma alıntılarsa çevreye dağilmıştı.Kentin çevresinde güzel bir Nekropol vardı.Persepolis anıtlarının çoğu Babil deki yazıların benzerleri ile doluydu..Ayrıca XIX yy ortalarında üçdilli yazıtlardan biri çözülmüş ve yığınla özel isim elde edilmişti;bu isimler yazıtlardan üçünsünün çözülmesinde kullanılıcak ve bu da Irak ta çıkarılan ‘  Asurca’ tabletlerin okunmasını sağlayacaktı.Bu nedenle Akadcanın çözülmesini sağlayan bu süreci  izleyebilmek için öncelikle üçdilli Perspolis yazılarının birinci sınıfınn çözülmesine ve bunlardan elde edilen bilgilerin niteliğine ilişkin bazı bilgilere sahip olmamız gerekir.

Persepoli kalıntılarının Avrupa da tanınması XVI yy da ,Venedikin Pers elçisi Geosofat Barbarosun gezi programı 1543 te Venedikta yayınlandığındı zaman olmuştur.Anıtlardaki yazılardan ilk kez Ispanya ve Portekizin Perse gönderdiği bir elçi olan Antonia de Goueca 1611 yılında Lizbon da yayınlanan kitabında bu yazıların farklılığından söz etmiştir.Ardılı Don Figueoa ise Antwepte yayınlana bir kitapta Sicilius un betimlemesinden yola çıkıp Darius un sarayını saptamıştır.Pietro della Valle 21 Ekim 1621 tarihli bir mektupta Persepolis kalıntılarını inceledeğini ve hatta yazılardaki beş işaretin ( biri hatalı da olsa ) kopyasını çıkardığı bildirmekte ve yazıların soldan sağa doğru okunması gerektiğini söylemektedir.1673 yılında genç Fransız Sanatçısı Andre Daulier Deslandes  Persepolis sarayının ilk eksiksiz gravürünü yayımlamış,fakat yazıtlardaki işaretlerden yalnızca üçünün kopyasını çıkarmış ve bunları gravürüne yanlızca süsleme oldukları izlenimini verecek şekilde yerleştirmişti.Bu XVIII yy boyunca yaygın olarak kabul edilen bir teori olmuştur.1677 yılında elli yıl kadar önce Britanya’nın Pers elçisi olarak  görev yapmış olan bir Ingiliz olan Sir Thomas Herbert,görünüşegöre üç satırlık bir pasaj olan bir yazının epey kötü bir kopyasını yayımlamış,daha sonra bunun birbirinden tümüyle farklı üç yazıttan alınmış satırlardan oluştuğu anlaşılmıştı.

1693 yılında,yirmi işaretten oluşan iki satırlık bir Persepolis yazıtının,Doğu Hindistan Şirketinin bir temsilcisi olan Samuel Flower tarafından çıkarılmış bir kopyası yayımlanmıştı.Bu özgün bir yazıt olarak kabul edildi;oysa aslında çeşitli yazıtlardan seçilmiş 23 ayrı işaretten oluşuyordu;bu yanlış,yazıyı çözme girişiminden bulunanlarda az kafa karışıklığı ve hayal kırıklığı yaratmadı.1700 yılında yazıya ilk kez ‘ çiviyazısı’ ismi verildi ve bu isim o zamandan beri yerleşti.Ismi verilen Thomas Hyde,eski Pers dininin tarihin üzerine bir kitap yazmış ve burada Flower’in yazıtının kopyasını kullanarak işaretleri ‘’ çiviyazısı ‘’ şeklinde betimlemişti.Maalesef,kendisibu işaretlerin  anlamlı bir konuşmayı  aktarmak amacıyla değil,olsa olsa süs ve bezeme işlevi görmek üzere yapıldığına inanıyordu.


Persepolis ten elde edilen ilk eksiksiz yazıt 1711 yılına kadar yayımlanmadı.Bunun yazarı sonradan Ingiliz vatandaşlığına geçen Jean Chardin gençliğinde Persepolis’i üç defa ziyaret etmişti.Üç adet üçdilli yazıtın oldukça doğru kopyası  üç yıl sonra Carneille Lebrun tarafından yayımlandı.Fakat Pers yazıtlarının  çözülmesine giden yolu açan kişi Danimarkalı Carsten Niebuhr olmuştur. 1778 yılında üç adet üç dilli Persepolis yazıtının titiz ve eksiksiz çıkarılmış kopyalarını  yayımlayan Niebuhr,bu yazıların  soldan sağa doğru yazıldığını ,üç yazıtın her birinde üç farklı türde çiviyazısı kullanıldığını  ( bunlar ‘ Sınıf I-Sınıf II ve Sınıf III olarak adlandırılmıştır ) ve nihayet Sınıf 1 in alfabetik bir yazı yönetimini simgelediğini çünkü kendi çıkardığı çizelgeye göre yanlızca  kırkiki işaretten  meydana geldiğini gösterdi.Ne yazık ki Niebuhr bu üç yazı sınıfının üç değişik dili temsil etmediği,aynı dilde üç değişik biçimde yazmak için kullanıldığı kanısındaydı.1798 yılında,başka bir Danimarkalı olan Friedricj Munter son derece önemli şu gözlemde bulundu: Niebuhr’un Sınıf I i alfabetik yazıSınıf II hece yazısı,Sınıf III resim yazısıdır.bu sınıflardan her biri,farklı bir yazı biçimini olduğu kadar farklı bir dil de simgelemektedir.

Böylece,çiviyazısının çözülmesi için artık temel atılmıştı.Her biri üç farklı dili simgeleyen üç farklı türde  çiviyazısıyla yazılmış çok sayıda yazıtın eksiksiz kopyası bulunuyordu;ayrıca her yazıttaki  üç sınıftan birincisinin alfabetik nitelikte olduğu saptanmıştı.Fakat çözme işleminin kendisi hemen hemen yarım yüzyıl aldı.üstelik eğer iki uzman sürece bilmeden de olsa önemli katkılarda bulunmamış olsaydıherhalde tümüyle olanaksız olacaktı.Bu katkılar,her ne kadar çiviyazılı Persepolis Yazıtlarıyla hiç ilgisi yoksa da çiviyazısını çözenlere temel bir yardım sağlamış olan incelemelerinin yayımlamasıyla olmuştu.Bu uzmanlardan  Antequil Duperron adındaki Fransız  Zerdüstçülüğün kursal kitabı Avesta’nın elyazmalarını toplamak için Hindistan da uzun zaman geçirmiş ve bunların yazıldğı dil olan eski Persçeyi  öğrenmişti.Anquetil Duperron un konuyla ilgii yayınları 1768 de ve  1771 de çıkmış ve çiviyazılı persepolis yazıtlarını çzömeye çalışanların Eski Persçe hakkıda bir fikir edinmesini sağlamıştı.Bununda Eski Persçe olduğu varsayılan üçdilli yazıtlardaki  Sınıf I in çzöülmesi için son derece yararlı olduğu görüldü.Öteki uzmansa Persepolis çevresinde bulunan Pehlevice yazıtların çevirisini 1793 te yayımlayan Silvestre de Sacy ydi.Bu yazılae,çiviyazılı Persepolis yazıtlarından yüzyıllar sonrasına tarihlenmekle birlikte aşağı yukarı klişeleşmiş bir ifade kalıbını ortaya koyuyordu; eski anıtlardaki ifadelerinde öncülü olduğu varsayılabilecek bir kalıp şöyleydi ‘’ Büyük Kral,Krallar kralı Ynin oğlu büyük Kral ,kralladın kralı…..’’
Persepolis yazıtlarının çözümünde ilk girişim Gerhard Tyschsen tarafından yapılmıştır.Sınıf Iin incelerken işaretlerden dördünü doğru olarak saptayan Tyschsen,sıksık görülen işaretlerden birinin,bir sözcük bölücü olduğunu saptadı ve daha başka birçok zekice gözlemde bulundu.Fakat yazıları Part hanedanına,yani gerçek tarihinden beşyüz yıl sonraya tarihlendirerek hata yapmıştı ve tümüyle tahmine dayana çevirileri yanlış olmuştur.

Tychsen elde ettiği sonuçları 1798 de yayımladı.Aynı yıl Kopenhaglı Frederich Munter de Danimarka Kraliyet Bilimler Akademisine 2 bildiri sunarak Persepolis belgelerinin Ahmeniş hanedanına olduğunu kanıtladı.Bu yazıtların çözülmesi için çok önemliydi.Fakat Munterin kendisi yazı çözme çabalarında daha fazla ilerleme gösteremedi .Ötekilerin başaramadığını başaransa bir Yunanca öğretmeni olan Freidrich Grotelend oldu.



Grotelende,çiviyazılı Persçe yazıtları,yani Niebuhr’un 3 sınıfından birincisini çözen kişi olarak ün kazandı.En sık tekrarlanan işaretleri ayırmakla başlayan Grotefend bunların sesli olduğuna karar verdi.De Sacynin Pehlevice  yazıtlardaki ifade kalıbını alarak bunun yardımıyla,anıtı diktiren kralın ve babasının isimleriyle ‘ Kral ‘ ve Oğlu gibi sözcüklere rastlanmasının en muhtemel olduğu yerleri buldu.Sonra da Ahmeniş hanedanından bilinen kralların isimlerini ,öncelikle uzunluklarını göz önünde bulundurarark uygun yerlere yerleştirdi ve Duperron’un Eski Persçe çalışmalarında elde ettiği sözcüklerden ilgili olanlarını yazıtlardaki  bazı başka sözcüklerin okunuşuna ulaşmak için kullandı.Böylece işaretlerden on tanesiyle üç özel ismi doğru olarak saptadı ve pek çok yanlış içermekle birlikte içeriği hakkında yine de iyi bir çevirisini yaptı.

Grotefend in çiviyazısını çzöme girişiminn bazı bölümleri 1802 yılında daha tam bir anlatımı da 3 yıl sonra yaımlandı.Grotefend’in çabaları Tychsen,Munter ve özellikle Babil ve Ninova kalıntılarından elde ettiği çiviyazılı belgelerin kopyalarını sürekli olarak onu gönderen Rich tarafında övülmüştür.Fakat Başarılarını abartan Groetefend,daha cok kelime çözdüğünü iddia etsede kimse inanmıyordu.Ne var ki,Grotefend çözme işleminde doğru iz üzerindeydi;nitekim gelecek on yıllarda bu,ekleme,çıkaran ve değiştirmeler yapmaya devam eden birçok akademisyenin çabalarıyla,kanıtlanacaktı.

Fakat Eski Pers Dilinin gerçek anlamda kavranabilmesi ve tüm işaretlerin kesin olarak çözümlenmesi için yeterli uzunlukta olmayan Persepolis yazıtları,yeteri kadar geniş bir sözcük dağarcığı sunmuyordu.Bu da bizi,ilk çiviyazısı araştırmalarının hakim siması olan parlak,sezgi sahibi ve azimli Ingiliz Henry Creswicke Rawlinson’a ve bir grup yazıtın ,hemen hemen aynı ölçüleri kullanan iki kişi tarafından bağımsız olarak çözülür.

H.C.Rawlinson,Irandaki Ingiliz ordusundayken,dört biryana dağılmış olan çiviyazılı yazıtlara ilgi duymuştu.Üçdilli yazıtlardan  bazılarının,özellikle de Hemedan yakınlarındaki Elvend Kuh Dağı yazıtının ve Kirmanşahtan yaklaşık 30 km uzaktaki Behistun Kaya yazıtının kopyalarını çıkarmaya başladı.İki tane üçdilli kısa yazıdan ibaret olan Elvend Kuh yazıtının kopyasını 1835 te çıkarmaya başlayan Rawlinsonun diğer çalışmalar hakkında bilgisi yoktu.Ancak Goetfrend ve arkadaşlarının kullandığı yöntemin hemen hemen aynısını kullanarak bunları okumaya başarmıştır.Fakat bu yazıtlardaki bütün işaretleri saptayabilmek ve gereğince okuyabilmek için elde çok sayıda özel isim bulunmasının zorunlu olduğunu anladı.

Bunları da Behistun Kata yazıtında buldu.Özel olarak hazırlanmış,bazı bölümleri oyma bir yarım kabartmayla kaplı,110 m2 ye yakın yakın bir yüzey üzerine işlenmiş olan bu yazıt,yüzlerce satırlık 3 dilli bir metinden oluşuyordu.Ne yazık ki,bu anıt yerden yüz metre yükseklikteki bir kayanın üzerindeydi  ve ulaşmak için herhangi bir ataç bulunmuyordu,bu nedenle Rwalinson yazıta ulaşmak için bir iskele kurmak zorunda kaldı;olanaklı olduğu ölçüde eksiksiz bir kopya elde edebilmek için zaman zaman bir iple sarkarak kayanın önünde asılı durumda kalıyordu.



Rawlinson 1835 yılında 3 dilli Behistun yazıtlarının Persçe sütunlarını kopya etmeye başladı.Beş tane olan bu sütunlar metnin 414 satırını içeriyordu.Yazıtı 1837 yılında 200 satırı,yani yaklaşık olarak yarısını tamamlayıncaya kadar kopya etmeye devam eden Rwalinson,metinde yer alan yüzlerce yer isminden bir bölümünü klasik yazarların  ve ortaçağ coğrafyacıları sayesinde okudu.1839 da diğerlerinin çalışmalarında haberdar oldu ve yeni bilgilerle üçdilli Behistun yazıtındaki Eski Persçe yazının ilk 200 satırını çevirdi.Rawlinsonun amacı Behistun kayasındaki yazıların tamamını kopya etmekti; ne varki,askeri görevleri onun çalışmasını engelledi ve 1844 e kadar çalışmasına dönemedi.O yıl Behistun’a dönerek Eski Persçe yazıttaki 414 satırın tümünü bitirdi.Ayrıca ikinci versiyondaki ,yani daha sonra bilineceği adıyla Elamca versiyonundaki 263 satırın kopyasını çıkardı.

1848 yılında,çıkardığı kopyalardan ,yaptığı harfçevirilerinden,çevirilerinden,yorumlardan,aldığı notlardan oluşan elyazmalarını Bagdat’tan Kraliyet Asya Derneğine gönderdi.Böylece Eski Persçe yazıtlarının çözümünü kesinleştirir.Bu gerçek,Irlandalı parlak dilbilimci Edward Hincks in iki yıl önce sunduğu ve Rawlinson’un bağımsız olarak yaptığı birçok önemli gözlemi önceden tahmin ettiği bir bildirisini aynı yıl içinde yayımlamasıyal doğrulandı.Bundan sonra ancak küçük değişiklikler,eklemeler,düzeltmeler yapılabilirdi.Bunlardan özellikle dikkat çekeni,Lassenin öğrencilerinden Jules Oppert’in 1851 yılındaki çalışmalarıydı

Hincks,Rawlinson ve Oppert  yanlızca Eski Persçeyi sağlam bir temele yerleştirmekle kalmamış,aynı zamanda Akadca, ve Sümercenin  çözülebilmesinin yolunua açmış ve böylelikle,kadim yakındoğunun her yerinde gömülü olarak bulunan kilden ‘ kitapların ‘ tozlu sayfalarının açılmasınıda sağlamıştır.
Böylece Mezpotamya da yapılan geniş çaplı sistematik kazılara ve yolu ‘ kutsal üçlü’ tarafından açılan Akadca ve Sümercenin çözülmesine geliyoruz.1842 yılında Paul Emile Botta Fransanın Musul konsolosluğuna atanmıştı.Botta Musula gelir gelmez,Ninova kalıntılarının  gömülü olduğu iki höyük olan Koyuncuk ve Nebi Yunus ta kazılara başladı.Bu kazıların verimsiz olduğu görülünce,Botta dikkatini Koyuncuk’un biraz kuzeyinde Horsabad a yöneltti.Burada arkeloji bakımından zengin bir damara rastlamıştı.

Çünkü Horsabad kalıntıları M.Ö 800 yılın ilk çeyreğinde Asur ülkesini yöneten güçlü Kral II.Sargonun sarayını kapsıyor  ve birçoğu çiviyazısıyla kaplıolan dönümlerce araziye yayılmış Asur heykelleri,frizler ve kabartmalar içeriyordu.Bundan yalnız 3 yıl sonra,Ingiliz Henry Layard önce Nimrud da,ardından Ninova da ,sonra yine Nimrud da kazılara başladı.Layard,yarım kabartmalarla kaplı olan Kraliyet saraylarıan ek olarak,Ninova da II Sargonun oğlunun torunu olan Kral Aşurbanipal’in kütüphanesini buldu.Bu kütüphane,eski çağ insanlarının sözlükbilimsel,dinsel ve yazınsal yapıtlarının yazılı olduğ binlerce tabletten ve parçadan oluşuyordu.Böylelikel XIX yy sonunda Avrupa yüzlerce çivi yazılı yazıta sahip oldu.Çoğu Asur ören yerlerinden gelen  bu yazıtlar,çözülmek için adeta yalvarıyor,fakat o dönem için üstesinden gelinmesi  olanaksız görünen güçlükler ve engelle içeriyordu.Bununla birlikye büyük ölçüde Hincks,Rawlinson ve Oppert’in dahiyana ve azimli çalışmalarının sonunda,yazıların çözülmesinin tamamlanmış bir iş haline gelmesi on yıldan fazla sürmedi..

Gelecekteki çözücülerin elbette bir avantajı bulunuyordu.Botta ve Layard kazılara başlamazdan zuun süre önce şu ya da bu türden sınırlı sayıda yazıt,özellikle de Babil kalıntılarından elde edilenler,Avrupaya ulaşmıl ve üzerlerindeki yazıların,üçdilli Persepolis yazıtında yer alan Niebuhr’un Sınıf III üne benzediği saptanmıştı.Ama ne yazıkki,mantıksal olarak Sınıf I in çevirisi olarak kabul edilebilecek bu Sınıf III,Bütün çözme çabalarına direniyordu
Herseyden önce Persepolis yazıtları,dilin kavranmasını sağlamayacak kadar kısaydı.Üstelik o zaman elde bulunan Babil yazıtlarının yüzeysel olarak yapılmış bir çözümlemesi bile bunların yüzlerce işaretten oluştuğunu ortaya koyuyordu.Oysa,üçdilli yazıttaki Sınıf I de yanlızca 42 işaret vardı.,buysa özdeş olmalaı umulan isimlerin ve sözcüklerin ayırt edilmesini olanaksızlaştırıyordu.Son olarak görünüşe göre Babil belgelerindede aynı işaretler biim ve şekil yönünden dikkate değer değişiklikler gösteriyordu.Bu nedenle Babil yazısının çözülmesi için yapılan ilk girişimlerin sonuçsuz kalması şaşırtıcı değildir.

İlk önemli katkı 1847 yılında yayımlandı;bunun yazarı Edward Hincksti.Hincks behistun yazıtnın epeyce özel isim içeren Eski Persçe versiyonunun görece uzun bir kopyasının yardımıyla,bir dizi sesli harf,hece ve ideogram işaretini ve bunların yanı sıra özel isim olmayan ilk Babilce sözcüğü doğru olaraj okumayı başarmıştı.Bu ‘ Ben ‘ anlamna gelen ve Ibranice karşılığının hemen hemen aynısı olan bir zamirdi.A-na-ku.Ne varki Hincksi n çiviyazısının çözülmesinde can alıcı önemde olduğu ortaya çıkan büyük keşfi 1850ye kadar gerçekleşmedi.Bu keşif belli ölçülerde Botta nın sezgilerine dayanıyordu.Yanlızca,kazı yapmakla yetinmeyen Botta 1848 yılında çiviyazısı üzerine son derece ayrıntılı bir inceleme yayımlamıştı.

Botta,her ne kadar birçok ideogramın anlamını sökmekte başarılı olduysa da,tek sözcük okuma girişiminde  bulunmamıştı.,onun en verimli katkısı değişkelerle ilgili olmuştur.Dikkatli incelemeler  ve ayrıntılı belgelendirmelerden  sonra,okunuşu ve anlamı özdeş olmakla birlikte değişik biçimlerde yazılan çok sayıda sözcük olduğunu göstermişti.İşte değişkeli yazılışların bu dikkatli incelemesidir ki,Hincks in 1850 tarihli bildirisine yolu açmış;bu bildiride Hincks,Babil yazısının yüzlerce işaretten oluştuğu gibi görünüşte inanılmaz bir olguyu bir çırpıda açıklayabilmiş;bunun yanı sıra o kadar çok değişkenin bulunmasının nedenini de ortaya koyabilmiştir.Hincks,Babil Asur ( Akad ) yazısının alfabetik olmayıp hem heceyazısı hem de işaret yazısı olduğunu ,yani işaretlerin ( ünlü artı ünsüz yada ünsüz artu ünlü yada ünsüz  artı ünlü art ünsüz seslerden oluşan ) herhangi bir sözcüğü oluşturmak üzere  çeşitli şekillerde bir araya gelen heceleri simgeleyebileceğini ya da her bir işaretin bütün bir sözcüğü ifade edebileceğini belirtmiştir.

Babil yazısına ilişkin olarak edinilen bu yeni kavrayıla çiviyazısının çözümü artık hızla ilerleyebilirdi.Fakat belli başlı iki dilbilimsel destek henüz gerçekleşmemişti;bunların ikiside Rawlinsonun çaba ve araştırmalarının sonucu olarak ortaya çıkacaktı.Rawlinson 1874 yılında bir kez daha Bagdat tan Behistun’a gitmiş ve yaralanmayı yada ölmeyi göze alarak Babil versiyonunun kağıt kalıplaını çıkarmayı başarmış;buda ona,aynı anıttaki daha önce çözülmüş olan Eski Persçe metnin yardımıyla,çözümü ve çevirisi yapılabilecek olan 112 satırlık uzun bir metin sağlamıştır.Ayrıca bu çalışam sırasında,Babil yazısının çok önemli öteki özelliği olan ‘ çokseslilik ‘i yani aynı işaretin birden fazla sesi yada ‘ değer’ i temsil edebildiğini keşfetti.Bunun sonucunda Rawlinson artık 150 işareti doğru olarak okuyabiliyordu;Sami ailesine mensup olduğu artık kesin olarak gösterilmiş olan bu dilde yaklaşık ikiyüz sözcüğün okunuşunu ve anlamını biliyordu;hatta bu dilin dilbilgisel bir semasını ortaya koyabilmişti..




Rawlinson’un dikkat çekici çalışmaları 1850 ev 1851 yıllarında yayımlandı.Hincks de 1853 te,Rawlinsonun çalışmalarının yardımıyla Babil işaretlerine yüzden fazla yeni değer eklemeyi başarmıştı;böylece artık 350 ye yakın değeri ve okunuşu saptayabiliyordu.Fakat bu saptamanın  öngördüğü çokseslilik ilkesi akademisyenler arasubda güvensizlik,kuşku ve husumet yaratmış,bazıları Hincks –Rawlinson çevirilerine önyargılı ve değersiz diyerek saldırtmıştı.Eskiçağ insanlarının aynı işaretin çeşitli değerler taşıyabileceği bir yazı sistemi geliştirmiş olabileceğine inanmak çok güçtü;çünkü böylesi bir yazı okuyucunun kafasını belkide o kadar karıştıracaktı ki,bu yazı işe yaramaz hale gelecekti.İşte bu son derece nazik aşamada ,üçlünün üçüncü üyesi Jules Oppert imdada yetişti.Oppert 1855 yılında ,çiviyazısını çözme çalışmalarının,o ana kadar ulaşmış olduğu aşamaya ilişkin bir inceleme yayımlayarak Hincks-Rawlinson okunuşlarının doğru olduğunu gösterdi ve birden fazla değer taşıyan işaretlere birçok yenisini ekledi.

Ninova daki Aşurbanipal kütüphanesi adı verilen,yerde yapılan kazılardan elde edilen tabletler arasında bulunan,bizzat eskiçağ yazıcılarınca hazırlanmış heceyazılı alfabelerin ciddi bir incelemesini yapan ve çevirisinde bunları geniş ölçüde kullanan ilk kişi Oppert olmuştur.Onun yazdığı sayısız inceleme,yayıma hazırladığı metin ve giriştiği polemik ( en erken kazıların Asur halkının yurdu olan Kuzey Irak ta yürütülmüş olmasından dolayı ) artık genel olarak  Asuroloji diye tanınan yeni bilimin pekiştirilmesine ve bu bilimin saygıyla ve yüksek değer verilerek araştırılmasına yardımcı olmuştur.

1857 yılı Asurolojinin yazgısını belirleyici bir yıl olmuş ve Asuroloji bu sınavdan büyük bir başarıyla çıkmıştır.İşin bu noktaya gelmesine yolaçan,meslekten bir Asurolog değil,bir matematikçi ve mucit olmuştur.Integral hesabı üzerine araştırmalar yapan ve günmüz fotoğrafçılığının temellerinin  atılmasına yardım etmiş olan Fox Talbot aynı zamanda  amatör bir Oryantalisti.Rawlinsonun ve Hincksin yayımlarını incelemiş,hatta birçok Asurca metnin çevirisini yayımlamıştı.Asur Kralı I.Tiglath Pileser ( 1116-1076 ) dönemine ait,bir yazıtın henüz yayımlanmamış bir kopyasını elde eden Talbot,bunun çevirisini yapmış ve 17 Mayıs 1857 de mühürlü bir zarf içinde Kraliyet Asya Derneğine göndererek,derneğin Hincks ve Rawlinsona aynı metnin ayrı ayrı çevirilerini yapıp mühürlü zarf içinde gönderme çağrısı yapmasını önermişti.Böylece ayrı ayrı yapılmış üç çeviri birbiriyle karşılaştırılabilecekti.Dernek isteneni yaptı ve ayrıca o sırada Londra da bulunan Oppert’e de bir çağrı gönderdi.Her üçüde çağrıyı kabul etti ve 2 ay sonra çevirileri içeren dört mühürlü zarf Kraliyet Asya Derneği üyesi beş kişiden oluşan özel olarak atanmış bir komisyon tarafından açıldı.Yayımlanan raporda diğer şeylerin yanı sıra şu belirtiliyordu:Birbirine en yakın benzerliği gösteren çeviriler Rawlinson ve Hincks’inkilerin olmuş,Talbot’un çevirisi epeyce muğlak ve kusurlu kalmış,Opert ise çevirilerini kapsamlı bir şekilde notlandırmış ve pekçok yerde Ingiliz meslektaşlarından farklılıklar göstermişti.Toplam olarak bakıldığında ,hüküm o zamanki uygulanışı itibariyle Asurolojinin lehineydi ;her dört çevirideki benzerlikler epeyce yakınlık gösteriyordu ve böylece çiviyazısının çözülmesinin doğruluğu da kanıtlanmış oluyordu..




Oppert iki yıl sonra 1859 da,en önemli bilimsel çalışmalarından ‘ Dechiffrement des inscriptions cuneiformes ‘ yayımladı.Bu çalışma o kadar açıklayıcı, o kadar kapsamlı olmuş ve Asurolojiyi ve o zamana kadar elde ettiği başarıları o kadar yetkiyle dile getirmiştiki,bütün muhalefet ortadan kalkıverdi.Bunu izleyen yıllarda,özellikle Ingiltee,Fransa ve Almanya da ,birçok akademisyne yeni disiplinin tüm dallarında makaleler,monografiler ve kitaplar yazdı;Dil,tarih ,yazın,din,kültür vb.Binlerce metin koya edilip yayımlandı.İşaret listeleri,sözlükçeler ve dilbilgisi,söz dizimi ve kökenbilimi üzerine yüksek düzeyde uzmanlaşmış sayısız makale yazılıyordu.Böylece önceleri Babilce adı verilen ve artık giderek  Akadça şeklinde anılmaya başlanan Asurca çalışmaları gelişip olgunlaşıyordu.Öyleki 1963 yılı itibariyle,pek çok ciltten oluşan iki ayrı sözlük hazırlanmıştır.
Babilce,Asurca,Akadca!Ama Sümer ülkesi ve sümerler hakında hala birsey demedik.XIXyy ın ortalarına kadara hala kimse Sümerleri tanımıyordu.Hincks 1850 de Ingiliz Bilimler Geliştire Derneğinde  bir bildiri sunarak,Asur ve Babil ülkesinde kullanılan çiviyazısı sistemini icat edenin buraların  Sami kökenli haklı olduğu yolundaki genel kabule ilişkin bazı kuşkularının dile getirdi.Sami kökenli dillerde sabit öğe ünsüz sesler iken,ünlü sesler son derece değişkendir.Bu yüzden ünlü seslerin ünsüz sesler kadar değişmez göründüğü heceli bir yazım sisteminin Samilerce icat edilmiş olması pek doğal görünmüyordu.Yumuşak ve sert damaksıl seslerle dişsil sesler arasındaki farklılık Sami dillerinin önemli bir özelliği olmasına karşın çiviyazılı hece alfabesi bu fakı yeteri kadar ifade etmekten uzak görünüyordu.O zaman eğer çiviyazısını Samiler icat etmişse,işaretlerin hece değerinin izini,Sami kökenli sözcüklere kadar sürebilmek olanaklı olmalıydı.Fakat bu çok nadir olabiliyordu.Çiviyazılı işaretlerin hece değerlerinin büyük çoğunluğu,hiçbir Sami eşdeğerlisinin bulunamadığı sözcük ya da öğelere kadar geriye gidiyor gibiydi.Böylece Hincks çiviyazılı yazı sisteminin,Babil ülkesinde Samilerden önce yaşamış Sami kökenli olmayan bi halk tarafında icat edilmiş oludğu kuşkusunu taşımaya başlamıştı.

Hincks ve kuşkuları böyle idi.Hincks tarafında yayımlanan bir nota göre,iki yıl sonra 1852 de Rawlinsonun Koyuncuktaki kazılardan elde edilen hece alfabelerini inceledikten sonra,şu sonuca varmış olduğunu öğreniyoruz:Bu hece alfabeleri iki dillidir ve bunlarda yer alan Sami kökenli Babilce sözcükler,tümüyle yeni olup onun ‘ Akadca ‘ olarak adlandırdığı ve ‘Iskit yada Turan ‘ kökenli olduğunu düşündüğü ,o zamana kadat bilinmeyen bir dildeki  karşılıkları olan szöcükleri açıklıyordu.Nitekim Mezopotamya da Sami olmayan bir halkla Sami kökenli olmayan bir dilin yaşamış olabileceği  olasılığını ilk kez bu şekilde öğrenmiş oluyoruz.1853 yılında Rawlinsonun kendisi Kraliyet Asya Derneğinde ,bir konferans vererek,Babil ülkesinin güneyindeki ören yerlerinden elde edilen tuğla ve tabletlerde ‘ İskit ‘ dilinde yazılmış tekdilli çiviyazılı yazıtlar olduğunu söyledi.İki yıl sonra aynı dernekte verdiği bir konferansta da,iki dilli koyuncuk hece Alfabelerini belli ayrıntılarıyla ele alarak şunları söyledi ‘’ Bunlar Asur ve Iskit lehçelerinin karşılaştırmalı alfabeleri,dilbilgileri ve sözcük dağarcıklarından ne daha az ne da daha fazla bir şeydir.Çiviyazısını  etnik isimleri Akad olan Babil İskitlerinin icat ettiği varsayılabilir ‘’ Rawlinson devamla şunları söylüyordu:İşte bu Akadlar ‘’ Babil ülkesindeki ilkel tapınakları ve başkentleri inşa etmiş,Sami ardıllaryla aynı tarnrılara tapmış ve aynı yerlerde oturmuştır: fakat bunların,hem mitolojik hem coğrafi bakımdan farklı bir adlandırma sistemine sahip oldukları görülmektedir ‘’



Bu Babil İskitlerinin dili hakkındaysa Rawlinson,Koyuncuk tabletlerindeki  ‘’ karşılaştırmalı örneklerin ve satırlar arası çevirilerin ciltler doldurduğunu ‘’ söylüyordu.Bu yeni ‘ilkel’ dil üzerinde ikidilli metinlerden yola çıkarak yaptığı incelemelerin sonucunda şu yargıya varıyordu.’ Bu ilkel dille çağdaş zamana ait mevcut lehçelerden biri arasında herhangi bir dilsel yakınlık ortaya çıkarılıp çıkarılamayacağı çok kuşkuludur.Zamir sistemi ,Turan ailesinin başka herhangi bir kolundan çok,Moğol ve Mançu türüne daha çok yakınlık göstermekteyse de sözcük dağarcığı yönünde benzerlik pek azdır ya da hiç yoktur ‘’ Kısacası Rawlinson Sümerleri ve dillerini kesin olarak keşfetmiş,yanlızca bunları yanlış olarak önce Babil İskitleri sonra ( tam da ülkenin Samileri için simdi kullanılan terimle )Akadlı olarak adlandırılmıştı.

Çiviyazısını icat eden halkın doğru olarak adlandırılmasını,Asurolojinin tüm yönlerine ve özellikle de hece alfabelerinin incelenmesine büyük katkılar yapmış olan Jules Oppete borçluyuz.Oppert 17 ocak 1869 da Fransa Numismatik ve Arkeloji derneğinin etnografua ve tarih bölümünde bir konferans verererek ,bu halkın ve dilinin Sümerce olarak adlandırılması gerektiğini bidirdi.Vardığı bu sonucu,erken dönem hükümdarlarına ait bazı yazıtlarda bulunan ‘ Sümer ve Akad Kralı’ ünvanına dayandırıyordu.Çünkü pek doğru olarak belirttiği gibi Asur ve Babil ülkesinin Sami halkı için kullanılan isim Akad iken,Sümer burada oturanlardan Sami olmayanları ifade ediyordu.Hatta Opert bu konferansta daha da ileri giderek,Sümer dilinin bir çözümlemesinin,onu,bu dilin Türkçe,Fince ve Macarcayla yakın benzerlik gösterdiği sonucuna ulaştırdığını  söyledi.Bu ise daha yirmi yıl önce akademik dünya için mevcut bile olmayan bir dilin yapısı hakkında parlak bir kavrayıştı.
Sümerce  adlandırılması,çiviyazsısıyla uğraşan bilim adımlarınca hemen benimsendi ve Akadca terimi daha on yıllar boyunca kullanılmaya devam etti.Hatta Joseph Halevy adında ünlü bir orientalist  vardı ki,tersini gösteren tüm kanıtlara  karşın hem sümer halkının hemde dilinin  varlığını bile reddediyordu.Halevy 1870 lerden  başlayarak otuz yılı aşkın bir süre boyunca makale üstüne makale yayımlayarak,Babil ülkesine Samilerden başka hiçbir halkın sahip olmadığını ve sözde Sümer dilinin de Ruhbani  ve batini amaçlarla Samilerin kendilerinin tasarımladığı yapay bir icattan başka bir şey olmadığını iddia etti.Halevy kısa bir dönem Asurologların bile desteğini aldı.Fakat bütün bunlar artık yalnızca tarihsel tuhaflıklar olmaktan başka bir şey değildir;çünkü Oppertin Babil ülkesinin güneyinde iki kazı başlayacak,böylece bu halkın fiziksel özelliklerini açığa çıkaran heykellerle dikilitaşların ve siyasal  tarihleri,dinleri,ekonomileri ve yazınları açısından büyük önem taşıyan sayısız tablet ve yazıtın  keşfedilmesiyle Sümerler adeta haritadaki yerlerine yerleştirecekti.








No comments:

Post a Comment