Friday, September 28, 2018

ERZURUM'UN AZİZİYE SAVUNMASI VE NENE HATUN




1877 yılı 9 kasımın ilk saatleriydi.Kaygılı ve tedirgin bir karanlığın içine gömülmüş Erzurum şehri,minarelerden yükselen bir felaket haberiyle sarsıldı.


'' Ey Ahali...Düşman Aziziye tabyalarına girdi.Vatanını seven,eli silah tutanlar,ordumuzun yardımına koşsun  !... ''

Az sonra sokak aralarında tellarda dolaşmaya başlamıştı.:

'' Ey ahali.Moskof Aziziyeyi bastı ! Allahını seven Top dağının eteklerine toplansın ! ..''

Dondurucu bir soğuğun kol gezdiği koyu karanlıklar içindeki Erzurum yavaş yavaş uyanıyprdu.Dar ve Issız sokaklarda  beliren gölgeler,ellerindeki balta,sopa,kılıç ve tüfeklerle  belli bir yöne doğru ilerliyorlardu.O sırada genç bir kadın cılız bir ışığın altında ,üç aylık çocuğunu emzirmekteydi.Adı Nene Hatun idi,bu genç kadının... çok yıllar sonra Nene Hatun olarak anılacak bu kadın o geceyi şöyle anlatır:

'' Bir gece önce ağabeyim Hasan,cepheden  ağır yaralı olarak eve gelmişti.Bir yandan ona bakarken,bir yandanda üç aylık çocuğumu emziriyordum.Kardeşim o gece kollarımın arasında öldü.Sabaha karşı minarelerden Moskof Aziziye gird diye haykırışlar başlayınca,kardeşimin alnını öpüp ' Seni öldüreni öldüreceğim ' diye ant içtim.Yavrumu Allah'a emanet ettikten sonra ,ağabeyimin tüfeğini ve satırımı alıp dışarı fırladım.Sel gibi Aziziye'ye akıyorduk ''

Tarihe '93 Harbi ' olarak geçen ve halkın arasında acı anıları hala yaşayan Rus-Osmanlı savaşı 24 Nisan 1877 de başlamış,Rumeli ve Doğu Anadolu da Türk Ordusunun birbirini izleyen yenilgileriyle sürüp gidiyordu.Istanbul Rumelindeki yenilgiler sonucu  yurtlarından kaçmak zorunda kalan muhacilerle dolmuştu.

Doğu Anadoluda  da işler iyi gitmiyordu.Rus ordusu sayıca olduğu kadar ,araç ve silah bakımındanda üstündü.Önce General Loris Melikov,daha sonra Grandük Mihail komutasındaki iki yüzbin kişilik Çarlık ordusu  Kars,Ardahan ve Doğu Beyazıt'ı işgal ederek Erzuruma doğru ilerliyordu.Gazi Ahmet Muhtar Paşa elli yedi bin kişilik ordusu ile büyük başarılar kazanmasına rağmen,düşman sayısıal ve lojistik gücü karşısında devamli geri çekiliyordu.Kış bastırmış ve amansız soğuklar bastırmıştı.Askerin üstünde hala yazlık elbise ve ekipmanı vardı.Cephane az ve ancak Trabzondan dağ yolu ile at,katır sırtında getiriliyordu..

1877 yılı kasım ayı başlarında Osmanlı Ordusu  Deveboynu savaşınıda kaybettikten sonra,Erzurum kapılarına kadar geri çekilmişti.5 kasım günü Rus Ordusu  Muhtar Paşaya şu satırları yollayarak teslim olmasını ister.

'' ... ne sizde ne ordunuzda iler tutar yer kalmadı..Bundan sonra da düzeltmek şansınız yoktur.Bu ladar insanın boş yere kanını dökmektense teslim olunuz.Eğer Teslim olmazsanız,toplarımız şehri ve istihkamları ,tamamen tahrip edecektir.Çoluk çocuğun vebalinden korkunuz....''

Gazi Ahmet Muhtar Paşa kumandanlarını çağırtarak mektubu onlarada okudu.

'' Arkadaşlar,düşman kapımızdadır.Savaş bizim yüzümüze gülmedi.Ben verilecek cevabı biliyorum.Fakat bir defada sizin fikrinizi almak istedim ''

Komutanlar,şehrin ve tabyaların sonuna kadar savunulması düşüncesindeydiler.Gazi Ahmet Muhtar Paşa arkadaşlarının bu kararına memnun olmuştu.

'' Teşekkür ederim arkadaşlar.... Teslim olmayacağız..Doğunun bu son kalesini teslim etmeyeceğiz ve sonuna kadar savunacağız '' dedi

Şehirde yaşayan Ermeniler,Rumlar ve hatta yahudilerle işlerinin bozulacağını düşünen bazı yobazlar Erzurum'un yanıp yıkılacağını ileri sürüp halk arasında bozgunculuk yapıyorlardı.Bunu önlemek isteyen komutanlık halka şu bildiriyi yayınlar ..

'' Bizim burada kuşatılmak ve her türlü zor durumu düşme ihtimalizmi olduğu gibi,düşmanla savaşmak ve memleket top güllerininde isabet etmesi mümkündür.Çoluk çocuk için,bu gibi olaylar aileler arasında telaş ve heyecan yaratacağından,bu gibilerin memleketi terk edip gitmeleri lazımdır''

Bu bildiri üzerine,şehrin ileri gelenleri ikiye ayrıldılar.Aralarında Müftü Ömer Efendi'nin bu bulunduğu küçük bir grup,askerin şehirden çıkmasını istiyordu.Ne varki,halkın büyük çoğunluğu ,bozgunlar ve alçaklarla aynı düşüncede değildi.Arapzade Ali Efendinin başkanlığında toplanarak buna razı olmadılar.Kuran üzerine yemin ederek Erzurum'u orduyla birlikte son kişi kalıncaya kadar savunacaklarını bildirdiler.Arapzade Ali Efendi,aldıkları  kararı Gazi Ahmet Muhtar Paşa'ya şu sözleri bildirdi...
 '' Vatanımızın savunulması uğrunda biz de asker kardeşimizle birlikte dövüşecek ,kanımızla ,canımızla evlad-ı ayalimizle birlikte cenge katılacağız '' 

Gazi Ahmet Muhtar Paşa,daha önce Istanbul'a yolladığı bir telgrafla durumu anlatmış sonuna kadar çarpışacağını belirttikten sonra şöyle demişti:

'' Şayet Düşman bizi bütün bütün buraya kapatır ve yaptığımız savunma halkı kötü duruma sokarsa,yanıma alacağım askerlerle bir yandan vurup çıkmak düşüncesindeyim ''

Gazi Ahmet Muhtar Paşa,Arapzade  Ali Efendiyi alnından  öptükten sonra,bu telgrafına  Sultan II.Abdülhamit'in verdiği karşılığı okudu:

'' Bugün bulunduğumuz yer Asya'nın en önemli noktası ve düşmanın göz diktiği yerdir.İşte bu yer büyük bir tehlikede bulunuyor.Allah korusun ,bir süredir ordumuzda görülen dağılam ve çöküntüler,bu sefer de meydana gelir ve Erzurum'a da bir zarar olur ve şehir işgale uğrarsa,böyle bir üzücü olayın Devlet'in maddi ve manevii vücudunda açacağı yaraları size anlatmaya gerek yoktur.İşte,asıl iş görecek ve devletin üzerinizdeki nimet hakkını gözetip ulusumuzun sizden beklediği şerefi ispat edecek gün,bu gündür.Namus ve şerefi korumazsak,bu,kıyamte kadar tarihimizden çıkmayacak,askerlik şerefimize düşürülmüş,acıklı bir leke olacaktır''

Arapzade Ali Efendiyle öbür halk temsilcileri,telgrafı  dinledikten sonra,Erzurum'u ölünceye kadar savunmak için bir kere daha Gazi Ahmet Muhtar Paşanın önünde ant içtiler.

8 Kasım 1877 yi 9 Kasıma bağlayan geceydi.Aziziye tabyalarındaki Türk askerleri derin bir uykudaydı.

Çevreyi iyi bilen bir kaç ermeni'nin yol göstericiliğindeki Rus Birlikleriyse,karanlığın içinde Türk Ordusunu bastırmak için tabyalara doğru ilerliyorlardı.Türkçe bilen Ermenilerin,nobetçilerin yanlarına yaklaşıp onları etkisiz duruma getirmeleri hiçte zor olmamıştı.Başlarına fes ya da sarık takmış Ermenilerle,Türk askeri kılığına girmiş Rus öncüleri iki ve üç numaralı tabyalara girdiklerinde ,herşeyden habersiz uyumakta olan askerlerimizin üzerine çullandılar.Her iki tabyada boğaz boğaza bir savaş başlamıştı.

Bir numarala tabyada bulunan Kaymakam ( Yarbay ) Bahri bey,uyanık davranmış,topçu erlerini süngü hücumuna kaldırarak Rus askerlerinin üzerine saldırmıştı.Bahri Bey,yaralandığı halde askerlerin moralini bozmamak için,bunu gizli tutmuş,sonuna kadar çarpışmayı yönetmişti.Fakat kısa süre içinde,saldırıya uğrayan ilk iki tabya düşmüş,içindeki bütün askerlerimiz şehit edilmişti.Bahri Bey,kan kaybından gün geçtikçe gücünü yitiriyordu.Yazdığı bir mektubu,Erzurumdaki Gazi Ahmet Muhtar Paşaya bir erle ulaştırmıştu.Kaymakam mektubunda

'' ikinci ve üçüncü tabyalar düşmüştür.Birinci Tabya her türlü fedakarlığın üstünde bir feragatla dövüşmektedir.Ben ağır yaralıyım.Askerin bundan henüz haberi yoktur.Durum çok tehlikelidir.Bununla birlikte son nefese kadar dövüşecek ve şehadet rütbesini almadan tabyayı vermeyeceğim ''

Aziziye tabyasında kopan kızılca kıyamet,atılan top ve tüfek sesleri Erzurumun  içinde de yankıla yapıyordu.Tan yeri ağırırken Top dağına çıkan Ahmet Muhtar Paşa,korkunç bir gerçekle karşı karşıa kalmıştı.Top dağının ilerisinde bulunan Aziziye tabyalarından ikisinin susmuş olduğunu gördü.Yalnızca bir tanesi savaşıyordu.Ahmet Muhtar paşa,Kaymakam Bahri beyin mektubunu bu sırada aldı.Erzurum korkunç dakikalar yaşıyordu.Aziziye tabyalarının bütünüyle ele geçmesi ,Erzurumun düşmesi demekti.

Ahmet Muhtar Paşa heyecan içinde şehre döndü.Yedek birliklerimizin komutanı Kaptan Ahmet Paşayla birlikte,derleyebildikleri  birkaç taburla Aziziye tabyasına doğru yola çıktılar.Türk taburlarının hemen arkasından silahını sopasını alıp gelmekte olan kadınlar,erkeklerden daha önce Top dağının eteklerine akıyorlardı.Kadınlar,erkeklere ve subaylara..

'' Bizi burada yüz üstü Moksof elinemi bırakacaksınız ? Irzımızdan olacağımıza ölmeyi tercih ederiz '' diyorlardı.

'' Haydindi akser ! Haydindi Babalar ! ileri .Çarpışacağınız düşman yabancınız değildir,er meydanı bekliyor diye bağırıyordu.Kadın ve kızlardan başka on beş,on altı yaşındaki çocuklar bile topluluğa katılmışlardı.

Erzurum halkı tabyaların önüne askerlerden önce varmıştı.Fakat daha çarpışmanın ilk dakikalarında içlerinde kadın ve çocukların bulunduğu 300 Erzurumlu,tabyalardan ateş açan Rus askerlerin kurşunlarıyla şehit oldular..En önde ilerleyenlerin arasında dört kadın vardı.Nene hatun,Fatma Hatın,Hürmüz hatun ve Name Hatun adlarındaki bu dört kadın,erkeklerden hiç de geri kalmadan dövüşüyorlardı.Daha geride bulunan 30 kadında  kolları sıvalı,sağa sola koşup yaralılara yardım ediyor ve erkeklerin çoşturucu sözler söylüyorlardı..

Aziziye savaşının gerisini,bu çarpışmaya katılan Yaşar Emmi olayı şöyle anlatır:

'' .. Urus askerlerinin hepsi  'Osman teslim ! ' demeyi öğrenmişlerdi.Başları dara gelince onu söyleyip canlarını kurtaracaktır.Kışlanın içinde dipçiği kaldırsak ' Osman teslim ' diyor.Başka zaman olsa hadi dinleyelim.Fakat bizimkilerden kadın erkek kanları içinde bir sürü insan yere serilmiş,Ne Osman dinledik ne de Teslim ..... Kadınlar dan da yararlık gösterenler pek çoktu.Yanıma rastladığı için gözümle gördim.Gülizar kadın,bulgur değirmeni sahanlığı gibi iri bir taşı çatal sakallı Moskof paşasının başına öyle bir indiriş indirdiki adam soluğunu bile çıkaramadan cansız devrildi... ''

Akşama doğru düşman cesetleriyle doldurduğu Azizye tabyalarını bırakarak kaçmaya başlamıştı.Gazi Ahmet Muhtar Paşa bir Topu kendi ateşliyor,Ferik Kurt Ismail Paşa da bir numaral topçu eri gibi ona yardım ediyordu.Tabyalar geri alınmış.Erzurum kurtulmuştu.

Düşman çarpışmalar sırasında 2300 ölü vermiş,yaralılarının büyük bir bölümünüde kaçarken götürmüştü.Türklerin verdiği şehit sayısı ise 1000 e yaklaşıyordu.Bunlarun 600u aksr ve subay gerisi Erzurum haklıydı.

Aziziye tabyalarını savunmak içim erkeklerinin yanında yer alan Erzurumlu kadınların kesin sayısını bilmiyoruz.Kesinlikle bildiğimiz çarpışmalar sırasında  altı kadın şehit düştüğüdür...

Wednesday, September 26, 2018

ANADOLU'DA ASUR TICARET KOLONILERİ





Anadolu ve Asur arasındaki yaygın ticaret ağının kurucusu,yönetim merkezi Asur şehriydi.Yabancı bir toprakta ticaret kolonisinin  varlığını kanıtlayan Kültepe-Kaniş'te bulunan ve sayıları 20.000 ne ulaşan tablete rağmen bu tür belgelere şimdiye kadar ne Ortadoğuda ne Akdeniz ve Ege dünyasında  ne de Asur şehrinde rastlandı.


Asur şehri,Kültepe Kanişin bin kilometre güney doğusunda ,Bağdatın 350 km kuzeyinde,Anadolu'yu kuzey,güney mezopotamyaya ve Iran'a bağlayan nehir ve kervan yollarının üzerindeydi.III.Ur hanedenın yıkılmasından sonra M.O 2112-2038 yılları arasında bağımsızlığını kazanan Asur Kralı I.Irisum zamanında Anadolu ile ticarete başladı.Uygulamalara göre bu ticaret reformu ,devletin tekelini kaldırması,ticaretin aile fertlerinin kuracağı firmalar tarafından sürdürülmesi  ve kolektif ticaret prensiplerine dayanıyordu.Ticarette deneyim sahibi Asurlular zamanla bu süreci ticaret kolonisi anlamında geliştirdiler.Bu dönemde şehir devletleri ile yönetilen Anadolu,başta Kültepe Kaniş olmak üzere Karumlar ( Ticaret Merkezi ) kurdular ve yaptıkları kısa süreli kervan yolculuğu ,deneme ziyaretlerinde sonra buraya yerleştiler.

Kültepe-Kaniş,Hattuşa kentinin 124 km güneyinde,Kayserinin 8 km kuzeydoğusundadır.Kent,Sivas'tan gelen doğu batı yönünde,Malatya ve Adana'dan gelen doğal,tarihi yolların üzerinde yer alır.Höyük kesimi ve aşağı nehirden oluşam Kültepe -Kaniş ova seviyesinden 21m yükselir ve çapı 550 m ye ulaşır.Höyük,içkale ve aşağı şehir ayrı surlarla çevrilidir ve aşağı şehrin çapı 2 km ye ulaşır.Anadoluda tarihi başlatan Kültepe Kaniş,Hititlerin ilk başkenti olmanın yanında en eski,uzak mesafeli organize ticaretin koloni merkezidir.

Kültepe Kaniş çiviyazılı Asurca belgelerin,yasadışı yollarla,antika pazarlarında görüldüğü 1881 den beri bilinmektedir.1893,1894 ve 1906 yıllarında Fransız ve Alman Arkeolog ekiplerin sürdürdüğü kazıları,1925'te Hitit dilinide çözen B.Hrozny nin kazısı izler.Höyük kesiminde aranan tabletleri bulamayan Hrozny tepedeki kazısını bırakarak çalışmalarına aşağı şehirdeki tarlada devam eder ve büyük bir gizliliği aydınlatır.Arşivlere göre Asurlular aşağı şehrin II.yapı katında yaklaşık 120 bin metrekarelik  bir bölümüne yerleşmişlerdi.Bu düzen geç çağların koloni sistemine benzer.

Kültepe Kaniş karumu Anadolu Ticaret Merkezlerini yöneten bir koloni merkezi idi.Bütün karumlar Kültepe-Kaniş'e o da Asura bağlıydı.Karum evi ( Bet Karim ) Asurlu Tüccarların kentteki yönetim merkeziydi ve Asur'daki Şehir Evi'nin ( Bet Alum ) en yüksek karar merkezi olan meclisin denetimindeydi.Onun başındaki otorite de Waddum adı verilen Kraldı.Anadolu Koloni merkezleri Asurdan gönderilen ' şehrin elçileri ' tarafından denetlenirdi.Asur da idari,hukuki kararlar vermeye yetkili diğer iki organdan biri yaşlılar meclisi,diğeri yıllık seçilen ve yönetim süresine adını veren limmu denilen yetkili kişiydi.Bunlar aynı zamanda Asurdan Kültepe Kaniş'e gidip gelen Asur daki büyük aile gruplarının temsilcileriydi.Üyelerinin mali durumlarına göre değerlendirildikleri bildirilen  meclis de yetkili bir karar organıydı.Ayrıca kolonilerde yerel sarayla anlaşma  yapmaya yetkili olduğu düşünülen 10 üyeden oluşmuş bir yönetim kurulu bulunuyordu.

Asur Ticaret Kolonileri Çağına ait Kültepe Kaniş tabletleri içinde en büyük grubu,iş mektupları oluşturur.En çok bulunan belgeler borç senetleri,çeşitli kayıt ve mahkeme tutanaklarıdır.Az sayıda da aile hukukunu ilgilendiren evlenme,boşanma,miras konuları,ev ve köle satışları hakkındaki belgeler bulunur.Bu belgelere göre,yerlilerde  kadın ile erkek arasında eşitlik vardı.Evlenme,boşanma tanıklar huzurunda karara bağlanırdı.Anadolu halkı bunu Asurlulara da kabul ettirmişti.Yerli çiftler hayattayken veya ölüm halinde mallarda eşit haklara sahipti.II.yapı katında adını bilmediğimiz bir kraliçenin  ispatladığı gibi kadınlar kraliçe olabiliyordu.Bu Asur için düşünülemez bir olaydı.Tanrıça aynı zamanda yerli panteonun da başındaydı.

Bulunan tarih belgeleri ve antlaşma metinlerinin sayısı çok azdır.Tarih belgesi niteliğindeki iki mektuptan biri Mama Kralının Kültepe Kaniş kralına gönderdiği diğeri ise Harşamna Kralının Hurmeliye yazdığı mektuptur.Ayıca Akad Kralı Sargon ( M.Ö 2334 - M.Ö 2279 ) hakkında,Eski Asur lehçesinde yazılmış hikaye metninide Kültepe Kaniş'te yasayan Asurlu bir tüccar anılarında yaşattığı efsanevi kralın kahramanlık öyküsü olarak evinde korumuştu.

Yabancılar,Anadolu Krallarıyla Asur arasında yapılan anlaşmalar uyarınca ticaret yapıyorlardı.Bu tür belgelere çok az rastlanır.Karumda ilki Kültepe Kaniş ile Asur ,diğeri ticaret merkezi Hahhum ile yaplan iki antlaşma metni bulundu.Bunlarda yerlilerle Asurluların hak ve sorumlulukları hakkında değişik yorumlar içeren hükümler vardır.Prof.Günbattı'ya göre,metinlerde,Asurluların mallarının  zorla alınmayacağı,cinayete uğrayan için kan parası ödeneceği,kayıp malın bulunarak sahibine verileceği,yerli saraya getirilen dokumanın onda birinin gümrük vergisi olarak alınacağı,taraftar hakkında adil kararlar verileceği antlaşma hükümlerinden bazılarıdır.

Asurlular bakır kaynakları zengin Anadoluya Büyük olasılıkla,Afganistandan getirdikleri kalayı ve yerlilerin çok beğendikleri Babil dokumalarını satıyorlardı.Dokumanın bir bölümü tüccar aileler tarafından Asur da hazırlanıp,ailenin Anadoludaki reisine gönderilirdi.Ailenin ekonomik düzene entegre olması,Asur ticaretinin esasını oluşturuyordu.Kalayın tamamı,dokumanın bir bölümü ticaret malıydı.Ayrıca süs taşlar,lapis lazuli,akik,hematit de getirilip satılıyordu.Bunlar,yerlilere,alınan fiyatın iki katına ,altın ve gümüş karşılığında verilirdi.Amaç satmak,kazanılan gümüşü yeni mal temini için Asura göndermekti.

Asurlular Anadolu içinde bakırın,yerli yünün ,yerli dokuma ürünlerinin belli türlerinin ticaretini yapıyordu.Yün iç ticarette önemli bir yer tutuyordu ve bu nedenler Asura yün gönderilmezdi.Kent evi bu ticareti organiz eden,yatırımların toplandığı merkezdi.Bu kolektif ticaret ,hissederlarına sürekli gümüş kazandırıyor,örneğin tüccar ucuza satın aldığı yünü,pahalı şehirlerde iyi karla satılıyordu.Bakır ticaretinde olduğu gibi yünde önce bakırla değiştiriliyor,bakır yerlilere gümüş ve altın karşılığında satılıyordu.Yerlilerin rol aldığı bu yün ve bakır ticareti,butun Anadoluya yayılmıştı.

Bakır Ticaretini de organize eden,ticarete katılan merkez Karum evi idi.Asurluların kontrol altında tuttukları bu ticarette yerlilerin de önemli bir yeri vardı.Uygulama aynıydı: tüccarlar ithal mallarını önce düşük kaliteli bakırla,sonra tasfiye edilmiş yüksek kaliteli bakırla değiştirdikten sonra ,onu Yerli halka gümüş karşılığı satıyorlardı.Yerli krallarında bakır ticaretine katıldıkları,depolarındaki düşük kaliteli bakırı kalitelileri ile değiştirdikleri belirtiliyor.Saray ve seçkinler  de Asurlulardan çok miktarda kaliteli bakır satın alırdı,onların zenginliği bakır ve gümüş kaynaklarına sahip olmalarına bağlıydı.

Bakır,dokuma,en çok 14 eşekten oluşan kervanlarla getirilir,Kültepe - Kaniş yolculuüu 6 hafta sürerdi.Kalay yükü 65 kilo eken masraf için yapılan ilavelerle 90 kiloya ulaşır.20-30 parça dokuma 70-80 kiloyu bulurdu.Yük Asur da Kanişte tartılır,kil mühür baskıları kırılır ve tanıkların yanında açılırdı.Bakır,Kalay yerliler arasından para olarak da kullanılırken asıl para gümüştü.

Osmanlı döneminde Kültepe Kaniş yerleşmesinin eteklerinde Karahöyük köyü bulunuyordu.Höyükteki en yeni arkeolojih dolgu ise Roma ve Hellenistik döneme aitti.Burada bulunan taunç ve gümüş sikkeler M.0 323 MS 180 yılları arasında basılmışlardı.4-5 yapı katları döneminde Kültepe Kaniş Tabal ülkesinin merkezlerinden biriydi ve M.Ö 10 yy dan 8 yy a kadar önemini korumuştur.M.Ö 9 yy da tarihlenen koruyucu  tanrı kabartmalı bazalt dikilitaş,bu çağın anlamlı temsilcisiydi.6.yapı katı aşağı şehirdede la dönemiyle çağdaştır ve MÖ 17 yy olarak tarihlenir.7.yapı katı ise aşağı şehrin lb döneminde ile eşleşir ve M.Ö 1800-1700 yıllarına tarihlenir.Buna göre aşağı şehir çok geç kurulmuş ve çok erken terkedilmiştir.M.Ö 1945-1835 yıllarına tarihlenen Asur ticaret kolonileri çağının parlak evresi 8.yapı katı ve aşağı şehirdeki çağdaşı II dönemi şiddetli bir yangınla tahrip olmuştu.Aşağı şehrin III ve IV  dönemleri ile höyükteki  çağdışı 9-10.yapı katları yaklaşık 70 yıl sürmüştü.Bunlar Kültepe Kanişte yerli Hatti kültürünün son evreleriydi.Aşağı şehrin başlangıç evresini temsil eden IV dönemi anatoprak üzerinde  kuruluyken höyük kesiminde daha eskiye M.Ö 2000 - 2300 yıllarına tarihlenen ilk Tunç Çağı tabakaları bulunuyordu.

Asur ticaret kolonileri çağında Kültepe Kaniş sokakları meydanlara açılan düzenli evlerin oluşturduğu mahallerden oluşuyordu.Sokakların arabaların geçebilecdği genişlikteydi,tabanları toprak ve taş döşeli sokaklarda üzeri taşlarla örtülü atık su kanallarıyla gelişkin bir kent görüntüsü sunuyordu.Taş temelli yapılar tek yada iki katlıydı,yapı içlerinde mutfak ve kiler bölümleri ayrılmıştı.Mekan içlerinde sabit ya da taşınabilir ocaklari,fırın,tandır,maltız ve mangallar özenle yerleştirmişlerdi.

Ölüler genelde mutfak tabanlarının altına  gömülüyordu.Tüccar evlerinde sıkça arşivlere  rastlanırken bunların zemin katın özel odalarında korundukları görülür.Tablet,mühür,kil zarf ve etiket gibi  arşiv buluntuları taban üstünde raflarda,çanak ,çömlek içinde hasır yada kilimden torbalara sarılı olarak saklarlardı..

Çağın sarayları,hem yönetim hem de ekonomi merkezleriydi.Saray ticarete ,özellikle bakır ve dokuma ticaretine katılırdı.Asurlu tüccar,saraya yüzde 3 dokuma,yüzde 5 kalay vergisi öderdi.Memurların çoğu,23 kişilik depolarda çalışırdı ve bu yapılar profan ağırlıklıydı.Kültepe Kaniş de içkalae de 7.tabaka bulunan saray yapısı yine alttaki yangınla tahrip olmuş bir sarayın üstüne kurulmuştu.120x110 metrelik bir alanı kaplayan  sarayın 42 odası ve salonu ortaya çıkarıldı.Küçük merdivenler salonlardan bazılarının iki katlı olduğunu ,küp ve kil bullalar ise saray depolarının varlığını kanıtlıyordu.Az sayıda tabletin de bulunduğu saray yapıısı kent ile birlikte bir yangın sonucu tahrip edilmişti.Anadolunun en eski poterni,sarayın korunmasınsa sur ile bir bütün oluşturuyordu.

İlk Hititçe yazılmış  Anitta metnine göre babası Kuşşara Kralı Pithana Neşa'yı ( Kültepe ) zapt etmiş ve Kralını esir almıştı.Bu Kral olasılıkla Warşama'ydi.Baba oğul krallar ülkeye hakım olma çabalarını Kültepe Kanişten yönetmişler,ancak başarılı olamamışlardır.

Kültepe Kanişin parlak dönemlerine tarihlenen İçkaledeki ikinci saray,yan yana kurulu üç ayrı  yapıdan oluşuyordu.Bu homojen saray tipinden farklıdır.Saray planı,tabanı taş döşeli avluya açılan koridorun iki yanındaki odalardan oluşur.Yapının batı kanadından15.doğudakinde 14 oda korunmuştur.Odaların bazıları koridora açılaır.Büyük ocaklarla  ısıtılan  mutfaklar,küplerle dolu depolar,hizmet bölümler, sıralar halinde koridora paralel dizilidir.Plan Kültepe Kaniş'e özgü bir yenilgi yansıtır.Sarayın şiddetli bir yangından sonra terk edildiği anlaşır.

Tapınaklar müstakil yapılar şeklindedir,plan  ortada büyük bir salon ve iki odadan oluşur.Bunlar Büyük Kral Anitta'nın inşa ettirdiğini bildirdiği tapınaklardır.

Tüm yapıları yıkan yangın adeta şehir devletleri krallarının aralarındaki rekabet ve hakimiyet savaşlarının sonucudur.Asurlular bu kavgaya  ortak değildi;onlar kazançlarını sürdürmeyi,antlaşmaların devamını,kazandıkları gümüş ve altını Asur'a göndermeyi amaçlıyorlardı.

Sonradan Hitit adını alan Hatti çanak çömleğinin en yüksek seviyesine  Kültepe Kanişin  8.Yapı katından ulaştığı anlaşır.Bu dönem buluntuları Yakındoğu'da kendine özgü bir çanak çömlek grubudur.Kap biçimlerinin çoğu madeni kapların taklitidir.Parlak açkılı yüzeylere sahip çanak çömlek geniş bir biçim yelpazesi sunar.

Hititlern Bibru olarak adlandırdığı  hayvan biçimli kil kaplar,törenlerde kült nesensi olarak kullanılan adak ve libasyon kaplarıdır.Bunların arasında tanrı,tanrıça simgeleri olarak bilenen her türlü hayvan şeklini görmek mümkündür.Ayakta duran Arslan,antilop,domuz,kartal,keklik,köpek,boğa,tavşan şeklinde biçimlendirilen Bibrularla tanrılara içki sunulmuş,onurlarına içilmiştir.

Akik,Obsidyen,kaya kristali  ve serpantinden yapılmış yatan boğa,arslan,domuz,arslan başı biçimli kutular ,Kültepe Kaniş ustalarının  her türlü taş işçiliğinde gösterdikleri ustalık ve üslup inceliğinin yüksek kaliteli eserleridir.Bunlara yanlızca mezarlarda rastlanır.

Ayrıca kap emziklerinin,kulp uçlarının hayvan başı; kulplarının çift at,kartal,insan ;ağız kenarlarının da antilop ve kartal başları ile süslenmesi yaygın bir uygulamadır.Biri sakallı ölü insan başı,diğer, kadın ve erkek başı kabartmalı,boğa boynuzları ile bezeli kadehler de kült kapları arasındadır.Kültepe-Kaniş'in bir geç dönem mezarında bulunan,suaygırı dişinden  yüksek taburede oturur durumda göğüslerini tutan,çıplak tanrıça heykelciği,üslubuyla döneminin tek örneğidir.

Yerli sanatkarlar hazırladıkları kült kapları ile Anadolu'da eski Mezopotamya geleneğinin yaşamasını sağlaşmışlardır.Bunun en çarpıcı örneği tapınaktaki tanrıçayı taşıyan tanrı kayığıdır.

Göğüslerini tutan çıplak tanrıça ve yan yana oturan giyimli tanrıça ve tanrı heykelcikleri önemli mezar hediyeleri arasındadır.Kültepe -Kaniş de ayrı simgeleriyle,ayrı tanrıları,tanrı ailelerini,mitolojik varlıkları yansıtan yassı kurşun figürleri ve taş kalıpları  bir tanrıyı,tanrıçayı veya ikisini yan yana veya bir veya iki çocuktan,kutsal hayvanlardan oluşan gruplar halinde sunulmuşlardı.Bunlar bulundukları özel evlerin koruyucu tanrılarıydı.

Kültepe Kaniş'in kozmopolit sosyal yapısına uygun olarak kil zarflar ve etiketler üzerindeki silindir ve damga mühür baskıları çok çeşitli üslupları yansıtır.Bunlar eski Babil,Asur,Suriye ve Hatti olmak üzere dört ana gruba ayrılır.Hatti üslubu güçlü Mezopotamya etkisine rağmen ,zengin motif hazinesi ve özgünlüğü ile diğerlerinden  büyük farklılık gösterir.Bu üslupta yerli ve Mezopotamyalı tanrılar bir arada görülebilir.Diğer üsluplardan III.Ur ve Eski Babil mühürleri de doğrudan doğruya Mezopotamyalı karakteriyle ithal edilmiş ve genellikle ikinci kez kullanılmışlardır.


N.B : Bu yazı Prof Dr Tahsin Özgüç'ün 2004 yılında Atlas Arkeo adlı dergisindeki makalesinden alınmıştır.

Wednesday, September 19, 2018

ISTANBUL'U ISGAL KUVVETLERDEN TESLIM ALAN SELAHATTIN ADIL PAŞA DIR.




26 şubat 1961 tarihli  '' The Baltimore Sun '' adlı Ingiliz gazetesinde '' Birinci Dunya Savaşının seyrini değiştiren General Selahattin Ali Vefat etti '' başlığı altında şu  haber yayınlanmıştı..
'' Istanbul 28 Şubat 1915  yılında Çanakkalede ,Birinci Dünya savaşının kaderini değiştiren Tğrk ordusu Kurmay Başkabu Selahattin Adil Paşa dün Istinyedeki evlerinde vefat etmişlerdir.General Adil,Ingiliz ve Fransız Kuvvetleri Karadenize geçip Alman Ordusu karşısında yalnız kalıp bunalan Ruslar'a yardım etmek üzere Boğazı zorladıklarında onların karşısında bulunuyordu.

Bir başka Ingiliz gazetesi olan  London times ise 2 Mart 1961 tarihli baskısında  Bir Kahraman öldü başlığı altında aynı haberi veriyordu.

Ölümünün üzerinden 57 yıl geçmiş olmasına rağmen,bu büyük Türk askeri hakkında,yazık ki pek az konuşulmuş pek az yazılmıştır.Kimdir Selahaddin Adil Paşa ? Büyüklüğü nereden gelmektedir? Bütün dünyayı kana bulayan bu savaşın seyrini nasıl değiştirebilmiştir ? Bütün bunlar yeterince  aydınlığa kavusturulamamış,düşmanlarının bile saygıyla andığı bu Vatan evladı,genç kuşaklara tanıtılmamıştır

Atatürk'ün 30 Agustos 1922 de Dumlupınar'da kazandığı büyük zaferden sonra İşgal ordularının çizmeleri altında inleyen Istanbul halkının bağrına bastığı  3 paşadan biridir ( Selahattin Adil Paşa,Refet Paşa ve Şükrü Naili Paşa ).Istanbul halkına güç verene,moral veren ,özgürlük havası yaşatan odur.

Bir topçu subayı olarak ordu saflarına katılan Paşa,Istanbulda doğmuştı.Atatürk ile aynı yaşta idi..19yaşında iken Mühendishane-i Berri Hümayun'u topçu subayı olarak bitirmiş,2 yıl sonrada Harbiyeden mezun olmuştur.Kurmaylık stajını bitirdikten sonra  ilk resmi görevine gönderilmiştir.Hamidiye - Hicaz demiryolu çalışmalarını sürdüren Fen heyetine katılmıştır.Yıl 1903 Sultan Abdülhamit devri idi.

İki yıl boyunca bir ilim adamı olarak heyetteki çalışmalarını sürdürdü.1910-1911 yılları arasında bu sefer Bükreşte askeri ateşelik görevinde görüyoruz.O dönem Balkanların ve Avrupanın kaynadığı bir dönemdi.Üstelik Istanbul da Sultan Hamiti İttihat ve Terakki tahtan indirmiş yerine Sultan Reşatı oturtmuştu.Rumeli her geçen gün elden gidiyordu,Pek çok aydın asker gibi Sebahattin Ali de Imparatorluğun parçalanmakta olduğunu görüyorlardı.1912 yılında Italyan işgali altındaki Bingaziye asker yollama işlerini yönetmek üzere Kahireye gönderilen Genç Subay hem Libya çöllerinde hemde Balkan savaşının o karanlık günlerinde savaşa katılır.Ama bu savaşlar onu tecrübelendiriyor ve Türk askerini daha yakından tanıyordu.

Ancak Selahattin Ali bey adını ilk defa Çanakkale muharebelerinde duyurdu.Savaştan önce Çanakkale boğazının özel önemi göz önüne alınarak  Çanakkale Mevkii Müstahkem Mevkki komutanlığına Albay Cevat Bey getirilmiştir.Onun kurmaybaşkanıda Binbaşı  Selahattin Adil beydi.
Çanakkalde Savaşlarından pek az önce,Boğaz'ın iki kıyısındaki savunma hatlarını düzene koyanların başında Selahaddin Adil Bey geliyordu.... 18 Mart 1915 günü birleşik düşman donanmasının Bogaz'ı zorlayarak iki kıyıyı da gerçek bir cehenneme döndürdüğü o unutulmaz günde,dürbününün başında savaşı izleyenlerin arasındakilerden biri de Selahattin Adil Beydi.Onun gayretleriyle tahkim edilen Çanakkale ,Ingiliz ve Fransız donanmasına mezar olmuştu.Düşmanın tek çaresi geri çekilmekti.
O yıl gösterdiği başarılardan dolayı Albaylığa terfi eden Selahattin Adil Bey Kolordu Komutanlığı,Imalat - ı - Harbiye Genel Müdürlüğ gibi görevlerde bulundu.

1920 yılında sonra Selahattin Adil Paşayı ,Anadolu da Milli Mücadele saflarında görüyoruz.Sivasta
Sivas kongresinden sonra yapılan Kolordu ve Ordu Komutanları toplantısında ,Anadolu bölgesinde Milli Mücadele cephesini kurmakla görevlendirilen Paşa bu güç görevin altından başarıyla kalktıktan başka Kurtuluş savaşının başka cephelerindede dövüştü.Adana cephesinde  5.ve 9.tümen komutanıydı.Kütahya -Eskişehir Muharebelerinden Güney Cephesini yönetmişti.Sakarya savaşı sırasında da,önce 2.Grup komutanı oldu,1921 yılının 13 Eylül gününe kadar da bu görevde kaldı.Daha sonra da II Ordu Komutanlığına  atandı.10 aralık 1922 den,emekliye ayrılacağı tarihe kadar Istanbul Komutanı olarak görev yaptı,işgal altındaki Istanbulluların gönlünde taht kurdu.

1922 yılının 23 kasım günü Istanbul Garnizon Kumandanı olarak Istanbul'a  geldiği zaman,bu ünlü askerin meslek hayatında yeni yepyeni bir dönem başlıyordu.Paşa'nın görevi ,işgal kuvvetleri kumandanlarıyla görüşmek ve eski Harbiye Nezareti'nin eski işlerini tasfiye etmek ve bunlara yeni bir düzen vermekti.Paşa'nın aynı zamanda Milli Müdafaa Müsteşarlığı yetkiside devam ediyordu.

Selahattin Adil Paşanın göreve başlamasıyla birlikte,Istanbul'da işgal havası birden dağılır gibi olmuştu.Lozan'da antlaşma görüşmeleri devam ederken,Selahattin Adil Paşa Istanbuldaki konsolusluklarla iyi ilişikiler kurmuş,iki taraf arasında anlaşmalar sağlamak üzere çalışmaya başlamıştı.İşgale rağmen devlet işlerinin huzur içinde sürdürülmesini sağlıyordu ki,bunun içinde bizzar işgal Kuvvetleri Kumandanı Harrington ile görüşmeler yapıyordu.

Bir yıla yakın bir süre devam eden Istanbul Kumandanlığındaki  hizmetlerinden unutulmayacak olanlardan biri de eski Harbiye nezaretinin teşkilatı tasfiye edilirken  göstermiş olduğu çalışmadır.Bu da değişik sebeplerle Milli Mücadeleye katılmayan subay ve kumandanlara yapılacak işlem konusuydu.Çünkü,bütün bu subay ve kumandanların,ayrım yapılmadan,duygularına kapılarak toptan cezalandırılmalarının önüne geçen,Selahattin Adil Paşa olmuştur.Bu suretle Pertev Paşa ve Ali Fuat Paşa gibi bir çok değerli kumandan ve subaylar,tekrar ordumuza kazandırılmıştır.

Işgal günlerinin en büyük acılarını çeken Istanbul Halkının,bu acılarını biraz olsun teskin etmek için Selahattin Adil Paşa,güzel bir yürüyüş hazırlamayı düşünmüştü.Istanbul da o tarihlerde yanlız 81.Piyade alayı,Yarbay nedim beyin komutasında Davutpaşa Kışlasında bulunuyordu,o da eksik kadrosuyla.....Paşa,bu alayı ,25 Mart 1923 tarihinde ,başlarında bandosu ,Topkapı Aksaray yoluyla Harbiye nezaretinin  bulunduğu Beyazıt Meydanına yürüyüş yaptırmıştı.Kendi askerlerine hasret kalan ıstanbullular ,bu alayı alkışlamış Mehmetçikleri bağırlarına basarak hasretlerini gidermişlerdi.

Lozan Barış konferansı görüşmeleri  kesildiği,yarının neler getireceğinin  henüz kestirilemeyeceği günlerde ,ata yadigari,imparatorluğun paha biçilmez değerdeki hazinelerini,bir tedbir olmak üzere, yüzlerce sandığa yerleştirip Konya ya göndererek güvenlik altına aldıran kişide odur.,en büyük yardımıda kethüda refik beyden görmüştür.

23 temmuz 1923 günü  Lozan  barış antlaşması  imzalandığı zamanda General Harrington kurmaylarıyla birlikte giderek Selahattin Adil Paşayı  ziyaret etmiş ve kendisini kutlamıştı.Bu kutlama  törenine ayrıca,81. Piyade Alayımız da bütün teçhizatıyla Harbiye meydanına gelerek geçit törenine katılmıştır.

Barış antlaşmasının ilgili maddelerine göre,25 Agustos 1923 gününden itibaren işgal kuvvetleri,Istanbul dan ayrılma hazırlıklarına başladılar..İşgal bölgelerini birer ikişer terk edeceklerdi. Istanbul Komutanlığı ile itilaf devletleri komutanları anlaşarak  45 gün içinde işgale son vereceklerdi.Ayrıca son gün bir tören olacaktı.

Bu anlaşma şartlarına göre itilaf devletleri tarafından el konulmuş bulunan tüm mühimmat ve savaş malzemelerinin Türk hükümetine iade ve teslim edildiğine dair hazırlanan tutanak,bizden,Selahattin Adil Paşa tarafından imza edildi.General Harringtonda,itilaf orduları adına 29 Agustos 1923 günü ,Sümer palas ta Türk ordularının şerefine bir ziyafeti verdiler.Paşa da 19 Eylül 1923 günü Beykoz parkında bir ziyafetler buna karşılık verdi.

2 Ekim 1923 günüydü,Daha önceden hazırlanan program uyarınca,Türk,Ingiliz,Fransız ve italyan birliklerinden seçilen müfrezeler,belirli saatte Dolmabahce Meydanında yerlerini aldılar.Yapılan teftiş töreninden sonra,şanlı sancağımızı ayrı ayrı selamlayan işgal kuvvetleri kumandanları,cami rıhtımında bekleyen ' Arabic ' gemisine binerek İstanbul dan ayrıldılar.Gemi,bu sırada bütün düdüklerini çalarak veda etmekte '' Marlborough '' gemisindeki bando da '' Auld Lang Syne '' çalarak ona eşlik etmekteydi..

Selahattin Ali Paşa'nın Istanbul Komutanı sıfatıyla İşgal Kuvvetleri  Kumandanlarının  kendilerini selamlayarak şehri terketmesine şahit olması,onun çektiği bütün sıkıntıları gidermeye yetmişti.

Bütün Istanbul,artık büyük bir sevinç ve sabırsızlık içinde ordusunun şehre girmesini bekliyordu.6 ekim sabahı Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3.Kolordu birlikleri Istanbul halkının çoşkun alkışları arasında Sarayburnu'na çıkmış,Gülhane parkındaki yerini almıştıki,o kapkaranlık  işgal günlerinin sonunun geldiğinin en kesin kanıtıydı.

Selahattin Adil Paşa,3 gün sonra 9 Ekim 1923 günü,görevini Şükrü Naili Paşaya devrederek Istanbuldan ayrılır.

1950-1954 yılları arasında Ankara Milletvekili olarak Meclis'e giren Paşa,27 Şubat 1961 günü vefat etti.

Napoleon Bonaparte '' işte bu kahraman,cevabını almak için,ben Austerlitz Meydan savaşında bulumdum demek kafi gelecektir '' demişti.

Selahattin Adil Paşa gerçek bir kahramandı 






Friday, September 14, 2018

ÇIRAĞAN SARAYININ KISA HIKAYESI

1910 ylı Ocak ayının 19.Çarşamba günüydü Istanbul boğazının Rumeli yakasında  ve Beşiktaş taraflarında büyük bir yangın vardı.Alevler göklere yükseliyor,halk bağrışarak o tarafa koşuyordu.

'' Meclis i Mebusan yanıyor ! '' sesleri bir uğultu  halinde Istanbul'un sokaklarını dolduruyordu.

Evet,Parlamentı binası olarak kullanılan Çırağan Sarayı yanıyordu.Sadrazam Hakkı Paşa,yangını haber alır almaz Mahmut Şevket Paşa'ya bildirilmiş,Paşa da derhal oraya koşmuştu.Fakat çabalar boşa çıkmıştı.

' Büyük Allahım ,söndür bu afeti ' diye feryat edenler ve ağlayanlar vardı.Ahmet Rıza bey,yangını Amerikan Büyük Elçiliğinde  bulunduğu sırada öğrenmiş ' Eyvah,milletin ne talihsizliği '' diye ağlamaya başlamıştır.

Ahmet Rıza Bey,Osmanlı Meclis i Mebusan-ı Reisiydi.

Acaba devrin padişahı Sultan Mehmet Reşat,bu yangın felaketini nasıl karşılamıştı ? Mabeyn Başkatibi Halit Ziya Uşaklıgil anılarında şöyle der:

'' Padişah,Babıali yangınına çok üzülmüş görünmüştü.Bunu hem yıkım,hem devletin satvetini haleldar edecek bir facia olarak telakki etmişti.Fakat Istanbul'un mefahirinden biri olan ve saraylar içinde ziynet ve sanat itibarı ile hepsine üstünlükle şüphe edilmeyen Çırağan sarayı yangınını,vukuuna zaten intizar edilen bir hadise kabilinden telakki etmişti.Bunun için fazla bir teessür gösterdiğini bilmiyorum.''

'' Babasının eseri  Dolmabahçe sarayı için düşkünlüğüne mukabil amcası Abdülaziz in inşa ettirdiği Çırağan sarayı hakkında soğuk bir hissi vardı.İki kardeşten vücut bulan bu hanedan azası hakkında her vesileyle görülmüş olan bu soğukluk saraylara kadar sirayet  etmiş denilebilirdi.Hatta bunun içindirki,Ahmet Rıza nın talebi üzerine,Çırağan sarayının Mebuslar meclisne tahsisi meselesi çıkınca,Hünkar bunu aceleyle hamlolunabilecek  bir muvafakat hamlesi kabul edivermişti.''

'' Hala sebei meçhul olan bu yangın ki bir suikast eseri olabilirdi,yahut sadece bir elektrik kazasıydı zuhur edince bizler bu güzel sarayın cayır cayır yanışı karşısında ağlayarak kıvranırken ,facianın seyri hakkında kendisine malumat verilen Hunkar bunu tevekkül ve kazaya rıza felsefesiyle kabul etmişti ''

Uşaklıgin Padişahın çok üzüldüğünü belirttiği yangın 5 ocak 1911 perşembe günü olmuştur.

Boğaziçinde Rumeli yakasındaki Çırağan satayı ki bugün Kempisnki oteli olarak kullanılmaktadır.Tarihte pek çok olaya şahit olmuştur..Eski Çırağan sarayı ilk kez Lale devrini yaratıp yaşatan  Nevşehirli Damat Ibrahim Paşa  tarafından Ahşap olarak yapılmıştı.Damat Ibrahim Paşa kayınbiraderi III Ahmet'i bu saraya davet eder,günlerce süreğene çırağan eğlenceleri yapılırdı.Çırağan adının bu şenliklerden dolayı saraya verildiği söylenir.

1730 yılı Ekim ayının 1. Pazar fünü patlak veren Patrona Halil isyanı sonunda III Ahmet tahtını,sevgili veziri ve damadı Ibrahim paşa hayatını kaybetmesinden sonra ,Çırağan sarayında eski gösterişini kaybetmiş,Padişahın kızları veya kız kardeşleri olan sultanların emrine verilmişti.

Saray,III Selim'in kızkardeşi Beyhan Sultan tarafından yeniden yaptırılmış yahut esaslı  bir şekilde tadil  ve ihya edilmişti.Ince ruhlu bir şair olan III Selim bu saraya sık sık gelirdi,hem kızkardeşini ziyaret eder  hemde dinlenirdi.Sarayın manzarasını beğenir bazende saz alemleri yapardı.

II Mahmut 1836 da eski sarayı yıktırmış,bazı eklemelerle daha büyük bir saray yaptırmaya başlamıştı.Fakat 30 Haziran 1839 da vefat ettiği zaman Insaatın büyük bir kısmı tamamlanmamıştı.Beşiktaştan Oratköye kadar uzanan saraylar beş kısma ayrılıyordu.Merasim dairesi,Mabeyn dairesi,Daire i  Hümayun,Harem Veliaht daireleri .Ayrıca,bürokrasi ve memurlar için oek çok ayrılmış daire ve odalar vardı.

Babasının ölümü üzerine tahta çıkan Sultan Abdlmecit  Çırağan sarayını tamamlatmış ve özellikle yaz aylarını burada geçirmiştir.V .Murat,II Abdülhamit ve Mehmet Reşat burada dünyaya gelmişlerdir.

Sultan Abdülmecit,zamanın geleneklerine uyarak daha kullanışlı,daha ferah ve daha küks bir saraya yaptırmak istiyordu.Halbuki Devlet hazinesi müsait değildi.Para yoktu.Hünkar,düşüncesini vezirlerine açtığında  önce Ali paşa ,sonra da Keçecizade Fuat Paşa buna karşı çıkmışlardı.

- Insallah Hazinei Hassanın hali intizam buldukta daha alasını yaparsnız .Ama şimdi muzayikası varır '' demeleri üzerine Ali paşa azledilmiş,Fuat paşa istifaya zorlanmıştır.Bunu Cevdet paşa ' Tezakir ' adlı eserinde yazmıştır.

Avrupa'da mali krizin arttığı bir yıldı.Bazı büyük bankerler istifa ediyorlardı.Bu yüzden dışarıdan borç bulmak nerede ise imkansızdı..Londra'dan şu talimatı alan Ingilterenin Istanbul Büyükelçisi Canning,Osmanlı nazırlarına ve bizzat padişaha diyecektiki :

- Osmanlu maliyesinin durumu karışık olduğundan Avrupadaki mali buhranın Osmanlu memleketlerine  daha ziyade etkisi dokunucağından bazı tasarruflara gayret edilmesi gereklidir ''

Halbuki aynı elçi bir süre önce aynı Padişah tarafından kabul edildiği sırada o zaman henüz Londradan talimat gelmemişti sarayın yıkılma kararından dolayı Abdülmeciti kutlayarak :

- Ahşap binalara para sarfetmek boşunadır.Israftır .Saray yapılacak olduğu takdirede taş bina olarak inşa edilmelidir '' demişti.Diplomasının cilvesi..

Eski Çırağan sarayının yıkılması önce sahne olduğu son ve pek önemli tarihsel olay 25 Eylül 1853 tarihine tesadüf eder.Bir Türk düşmanı olan Çar I.Nikola ,kötü emeller peşinde koşuyor ve savaş fırsatı arıyordu.Bu nedenle Istanbula olağanüstü yetkilerle Prens Mençikof'u gönderdi.
Mençikof Çar'dan aldığı talimatla akla hayale gelmeyen teklifler ileri sürüyor,Rus orduları Eflak ve Boğdan'a giriyor,bu yetmiyormuş gibi ; Osmanlı Imparatorluğunda yaşayan bütün Ortodoksların kendi himayesine verilmesini istiyordu.Artık bu son damla bardağı taşırmış,Müslüman Kamuoyunu çileden çıkarmıştı.Talebe i ulum ( medrese öğrencileri ) savaş lehinde gösteriler yapıyor..
-- Osmanlılığın namus ve şerefini kurtaralım  ! diye feryat ediyorlardı.

Halk ve hükümet bundan etkileniyordu.
İşte 25 Eylül 1853 tarihinde  Mustafa Reşit Paşa'nın başkanlığında Çırağan sarayında  150 den fazla devlet adamıyla ulemayıda iine alan büyük  mecliste durum  tekrar ele alındı.Sonu gelmeyen devletlerarası  politika görüşmelerine son verilmesi ve savaş durumunun kabul edilmesi oy birliğiyle kararlaştırıldı.Reşit Paşa:

- Memleket için hayırlı olsun.Büyük Allah zafer yazsın '' diyerek  Çırağan Sarayı kararı nı Padişaha arzetti.Abdülmecit,meclisin kararırını onayladı.Şumnu da bulunan Osmanlı Ordusu Komutanı  Ömer Paşa'ya gönderildi.Ömer Paşa,4 Ekim'de Rus Ordusu Kumandanına bir Ultimatom  gönderererk,Eflak ve Boğdanınn onbeş gün içerisinde boşaltılmasını istedi.Ultimatoma cevap verildiğinde savaş başlamıştı..

Ahşap Çırağan sarayı 1855 te Padişahın emri ile yıkıldı.Fakat maddi durum ve özellikle  bugünkü Dolmabahçe sarayının inşasına 5 milyon altın liraya yakın muazzam para harcanması,Çırağan'ın hemen yapılmasına imkan vermemişti.Abdülmecit,25 Haziran 1861 de öldüğü zaman burası aeta metruk bir haldeydi.Yerine geçen Abdülaziz

- Büyük biraderim Cennetmekan Sultan Abdülmecit  Han,Çırağan  Sahil sarayını bina eylemeyi çok arzu etmişti,kısmet değilmiş ' dedi

Büyük Agabeyinin tamamlayamadığı sarayı tamamlamaya karar vermişti.Planlarını Mimar Sarkis Bey'e hazırlatmıştı.Insaat 1871 yılında sona erdi.Bu ınsaat için 4 milyon altın harcanmıştı.

Sarayın yanmadan önceki halini görenler,Ic süslemelerinin güzelliğinden bahis ederler.Ek bina dışı 3 daireden oluşan sarayın Hünkar Dairesi Bogaziçi tarafındaydı.Duvarları somaki mermerlerle süslenmişti.Salonlarında,muhteşem sütunlar vardı.Tavanları tahta ve nakış işlemeciliğinin  en nefis örneklerini oluşturuyordu.Sultan Aziz,Avrupadan tanınmış  ustalar getirterek  süslemelerin bir kısmını onlara yaptırmıştı.Dairelerde ona göre döşenmişti.Yüzbinlerce altın lira ödenmişti.

Yeni Çırağan Sarayı gerek iç ve gerekse  dış mimarisi bakımından XIX yy ın en ince ve güzel örneğini veriyordu.Abdülaziz Avrupa seyahatinden sonra bu sarayda kalmıştı.

Abdülazizin Halefi V.Myrat 93 gün saltanat sürdükten sonra 31 Agustos 1876 da hal edilmiş,kendine  Çırağan Sarayı tahsis olunmuştu.Talihsiz hükümdar  geri kalan 28 yıllık hayatını burada geçirmiş ve 29 Agustos 1904 Pazartesi günü ölmüştür.

Fikir ve Siyaset dünyasının ünlü ve renkli simalarından Ali Suavi,Sultan II.Abdülhamiti tahtan indirmek ve memleketi daha iyi yöneteceğine inandığı Sultan V .Murat'ı tekrar tahta çıkarmak için 20 Mayıs 1878 de cüretkar bir harekette bulundu.Istanbula Kacıp gelen Balkan göçmenlerinden oluşan bir grupla Çıragan sarayını basmış,elinde tabanca,içeriye kadar girmeyi başarmış,merdivenleri ikişer üçer çıkarak V.Muratın yanına kadar varmıştı.Ayaklarına kapanarak
-- Aman efendim sana biat etmeye geldik,Gel bizi moskofların elinden kurtar ' diye haykırmıştı.
Sultan Murat tedirgin bir şekilde sorar ?
Ali Suavi ' Ona henüz bir şey yapmadık.Önce size biat edeceğiz.Sonra onu tahttan hal edeceğiz der '
Sultan Muratı bir korku kaplar.
Olayı haber alan Beşiktaş Muhafızı Hasan Paşa koşup gelmiş.Suavinin başına sopayla vurarak cansız yere sermış,onunla birlikte gelen grubu dağıtmıştı.

Ali Suavi olayının üzerinden yıllar geçmişti,31 Mart vakasından sonra 27 Nisan 1909 günü  II.Abdülhamitin tahtan indirilmesini bildirmek üzere Yıldız sarayına gelen  Ayan üyelerindeb Arif Hikmet Paşa,Ermeni Katolik Cemaatinden Aram efendi,Drak milletvekili Hasan Toptani ve Selanik milletvekili Emmanuel Karasu efendiden oluşan heyetine II Abdülhamit 31 Mart vakasını kast ederek

'' Bu işi ben yapmadım sebep olanları millet arasın bulsun.Ben milletimin iyiliği için çalıştım.Hepsi mahvoldu.Hepsinin üstüne sünger çekildi.Kaderim böyleymiş.Yanlız bir ricam var,o da hayatımın Çırağan sarayında muhafaza edilmesidir.Ben orada hasta kardeşimi yıllarca muhafaz ettim.Yarın bahçeden çoluk çocugunla oraya giderim.Zaten ben yorulmuştum.Hiçbir şey istemem ve hiç bir şeye karışmam,milletten bunu rica ederim '' demişti..

Heyet,gittikten sonra  ve Yıldızdaki  eşyalar başka bir saraya taşınmak üzere hazırlıklar yapılırken .Sultan Hamit,Mabeyn Basvekili Ali Cevat Bey'i çağırarak şu talimatı vermişti..

'' Ben Çırağan sarayında yaşamayı arzu ediyorum.Bunu şimdi gelen heyete de söyledim ve eşyalarımı da hazırlıyorum.Yarın sabah erkenden oraya  naklederim.Son bir hizmet olmak üzere oraya git.Sadrzam Tevfik Paşayı gör ,bu işe bir karar versinler,cevabını bekliyorum ''

II.Abdülhamit'in bütün direnmelerine rağmen onu tahttan indirenler kararlarını vermişti.Eski Sultan Istanbul da kalmayacaktı.Bu kararlarını Tevfil Paşayı dahi bildirmeye gerek duymamişlardı.

Mebuslar Meclisi Reisi  Ahmet Rıza Bey,Çırağan sarayını Parlemento binası olarak kullanmak istiyordu..Fakat hükümet üyeleri başkan gibi düşünmüyordu.Bu konuda bir kararda alınmamıştı.Sultan Reşat Kararsızdı.Yanlız Parlamento  ve onun ileri gelenleriyle hoş geçinmek istiyordu.

Ahmet Rıza Bey,basına konuşarak Çırağan Sarayının Padişah tarafından Milli Meclis'e verildiğini söylemiş,işi oldu bittiye getirmişti.

Osmanlı Meclisinin ikinci döneminde 15 kasım 1909 da Çaırağan Sarayında açılmış,bu nedenle tören yapılmıştı.Milletvekilleri böyle bir binadan çalışacakları için birbirlerini tebrik ediyorlardı Ahmet Rıza Bey:
- Bu tahisi millet için hayırlı oldu dedi

Ne yazık ki 19 Ocak 1910 Çarşamba günü bir elektrik kontağı  yüzünden  bütün söndürme çabalarına rağmen saray birkaç saat içinde yanıp gitmişti.

Uzun yıllar,bir harabe olarak duran Sarayın bahçesi,bir dönem futbol sahası olarak bile kullanılmıştı.En sonunda Otele çevirilip ,restore edilen bina boğazı tüm haşmeti ile süslemektedir..






Wednesday, September 12, 2018

AHILIK HAKKINDA KISA BILGI


Ahilik Anadolu'da XIII yüzyılda görülmeye başlayan bir teşkilat olup ,Selçuklu devletinin çöküp dağılmaya yüz tutmasından Osmanlu kuruluşuna kadar geçen sürede sosyal düzeni korumada ve Osmanlı devletinin kurulmasında önemli bir rol oynamıştır.Bu teşkilatın asıl amacı Fütüvvet olup başkanlarına Kardeş anlamına olarak ahi derlerdi.


Sıkı bir dini ve ahlaki disipline dayanan Ahilik ,evvela esanf ve sanatkarlar arasında yayılmıştır.XIV yy başlarında  Anadoluda büyük şehirlerde yaşayan genç ve bekar esnaf sanatkar ve işçiler bir tarikat niteliğine bürünmeye başlayan Ahiliğe girmişlerdir.

Ahi'ler son derece temiz giyinirlerdi.Ayaklarında şalvar,bellerinde '' Şeda '' dedikleri bir kuşak ,ayaklarında tomak,yani yumuşak derinden  topuksuz ve kısa konçlu çizme,üstlerine beyaz hırka,başlarına beyaz keçe külah giyerler ve bunun üzerine bir endaze ( 60 cm ) uzunluğunda beyaz tülbentten burma sarık sararlardı.Kemerlerinde uzun bir saldırma asılı bulunurdu.

Bunlar,kendilerine bir başkan seçerler,o da zaviye denilen bir yer inşa edip bunu döşer dayardı.Ahi'ler son derece çalışkan,namuslu ,yalan söylemez ,ticarette dürüst kimselerdi ! Sabah çalışmaya giderler,ikindi vakti zaviyelerine dönereke kazançlarını başkanlarına getirirlerdi. O da herkesın hakkını verdikten sonra,artanı fakirlere,yoksullara,yetim ve dullara,düşkün ihtiyarlara ,hayatlarını kazanamayan sakatlara,yolda kalmış yolculara dağıtırdı.Kasaba veya şehre gelen yabancı Ahilere misafir olur ve tüm ihtiyaçları giderilirdi.İbadetlerine düşkün olan Ahiler ikindiden sonra vakitlerine buna ayırır veya başkanlarını verdiği emir ve görevleri yerine getirirlerdi.Gayet yumuşak başlı,terbiyeli,herkese karşı çok iyi davranan ancak eşkiyaya,huzuru bozanlara ,halka zulmedenlere karşı çok amansız olup bunları tepelemekte üstlerine yoktu.

Anadolu'daAntalya,Erzurum,Tire,Erzincan,Sivas,Kayser,Konya,,Niğde,Akhisar,Gölhisarı,Burdur,Balıkesir,Bursa,Geyve,Mudurnu,Bolu,Taraklı,yenicesi,Kasramonu,Sinop ve Ankaradaki Ahi merkezleri tanınmıştı.Hatta Ankarada bir dönem bağımsız bir Ahi idaresi dahi kurulmuştu.Bir yerde merkezi otorite bulunmazsa idareyi Ahi başkanı ele alır ve halkta tabi olurdu.

Bunlar arasında Ahi Evran,Ahi Ahmet,Ahi Beyazıt,Ahi Mesut ,Ahi Hasana ,Ahi Şemseddin gibi başkanlar vardı....Onlardan biri olan Edebali,Osmangazinin kayınpederiydi.Bunlar okumuş tahsill, kimseler oldukları ,gibi birer zanaat başı yani piri idiler.Örneğin,Osman gazinin bey oluşunda hazır bulunan ve Orhan gazi dönemindede hayatta olan Ahi Evran ' Debbağ '' denilen dericilerin piri idi.Ahiler,Pirlerinin sanatını tutarlardı.Orhan bey de bir Ahi başkanı idi.Bu teşkilat,Osmanlıları var güçleriyle destekledikleri için beyliğin hızla gelişmesinde büyük rol oynarlar.

Ahilik Fatih devrinde  ve Istanbulun alınması,Rumelinin fethi ile Imparatorluk olunca önemini kayıp ederek ortadan kalkmıştır

ORHAN BEY'IN MALTEPE SAVAŞI VE GÖZCÜ BABANIN HIKAYESI



Iznik,Orhan Gazi tarafından 1330 yılında Bizans'tan alınmıştır.Şehir Orhan Gazi nin babası olup Osmanlı Imparatorluğuna adını vermiş olan Osman Bey zamanından beri abluka altında bulunuyordu.Orhan gazi,bu ablukayı sıkı bir kuşatmaya çevirerek kaleyi şiddetle sıkıştırmaya başladı.


Iznik,Bizanslılar için büyük bir önem taşıyordu.Stratejik durumundan başka burada 325 yılında  toplanan  ruhani konsul,o sırada  elde bulunan 164 incil arasından 4 tanesini yani  Yuhanna,Mate,Luka ve Markus Incillerini seçip bunların doğru ve kabul edilebilir olduğunu  ilan etmiş,aynı zamanda Hristiyanlık inanışının esaslarını tayin etmişti.Ayrıca Iznik,bir zamanlar  Imparatorluğun merkezi de olmuştu.İşte,bunlardan dolayı o sırada Imparator bulunan ve Genç diye anılan III Andronikos Paleologos,Mega Domestikas,yani başbakan Kantakuzinos'un de teşvikiyle Iznik'i kurtarmaya karar vermişti.Orhan Gazi ise Bizans'da  bulunan casusları yardımıyla bunu öğrenmiş ve gerekli tedbirleri almıştı.Bizans Ordusunun  aslında Iznik önlerine kadar gelmesi imkansız gibiydi.Çünkü ara yerde bulunan izmit,Türkler tarafından kuşatılmış halde olduğu gibi,Koyunhisar,Aydos ve Samandere kaleleri  daha evvel alınmış  ve buralara Akçakoca ve Konuralp Gaziler emrinde birlikler konulmuştu..

Orhan Gazi ise, Imparatoru Iz nik'in çok uzaklarında  karşılamaya karar verdiği için ordusunun başında hızla ilerledi.Sonunda iki ordu Pelekanon ( Maltepe ) mevkiinde karş karşıa geldiler.Bu da,bizans ordusunun ne kadar yavaş,buna karşılık Türk ordusunun ne kadar hızlı ilerlemiş olduğunu gösterir.

Bu savaşa şahid olab Bizanslı Tarihçi Girgoras,biza olayı şöyle anlatır:
'' Yazın bereketli eli yeryüzünü çeşit çeşit ağaçlar ve renk renk  çiçeklerle süsleyince  Imparator  Bizans ordusunun hazırlanmasını emretti.Bitinya bölgesi şehirlerinin en eski ve en önemlisi olan Izniki açlık ve kuvvetle kuşatan Orhan Bey ile çarpışmak için  Anadolu'ya geçmeyi düşünüyordu.Ordu, baharın son günlerin ,Imparatorla birlikte Bogazı aşıp Anadolu tarafına geçti.Askerin en seçme kısmı iki bin kişiydi,kalanı ise derme çatmaydı.Bunların savaş düzenini bozacaklarından  şüphe edilmişti.Hatta,bozgun çıkınca kaçabilmek için beraberlerinde  hemen hemen kendi sayıları kadar kayık ve sandal getirmişlerdi.Bu da korkaklıklarının en görünür örneği idi.Zaferi ve düşman takibini düşünmüyorlardı.Orhan bey,Askerlerinin en tecrübelilerinin seçip önden yollamıştı,Kendiside yanında sekizyüz kişi olarak Imparatorun karşısına çıktı.

Imparator,Anadoluya geçtikten sonra üç gün kıyı boyunca ilerlemiş ve Filokrini ( Tavşanlı ) dolaylarına kadar gelmişti.Orhan beyin askerleri civar tepeleri tutmuşlardı.Kendiside yakın bir yerde Maltepe de idi..Imparator bunun duyunca ordugahını kurdu ve geceyi orada geçirdi.Güneş doğarken,evvela hafif,sonra ağır türk piyadelerinin arkalarındada Türk süvari ile dağlardan indiklerini gördü.Hemen silahlarını kuşanıp üzerlerine yürüdü ,Türkler bizimkilere yanaşmıyor,uzaktan ok atıyorlardı.

Imparator,Türklerin böyle bir adetleri olmadığını bildiği için bundan korktuklarını düşünüdü,cesareti daha da arttı ve ileriye doğru yürüdü.Imparator'un maiyetindeki tecrübeli askerler,kendisine bunun iyi bir sonuç vermeyeceğini anlattılarsa da onu durduramadılar.

Güneş,en yüksek noktayı aşmıştı.Savaş ise düzensiz bir şekilde devam ediyordu.Hava sıcaktı.Orhan bey tepeden,Rumların sıcaktan ve yorgunluktan halsiz kaldıklarını gördü ve büyük bir kuvvetle dağlardan aşağıya doğru yürüdü.Türkler hem haykırıyor,hemde ok yağdırıyor,ara sıra da göğüs göğüse,kılıç kılıca çarpışıyordu.

Rumlar,bu hücuma cesaretle karşı koydular;saatlerce  dayandılar ve birçok ölü verdiler.

Sonunda ortalık karardı.Rumlar düşman toprağında gece vakti savaşmanın tehlikeli olacağını  anladılar.Acele acele ordugahlarına  dönmeye başladılar.İşte o zaman Türkler,daha büyük bir şiddetle saldırdılar.Ortalık iyice kararıncaya kadar insan,hayvan ne buldularsa kılıçtan geçirdiler.Pek çok yaralı  arasında imparator da vardı.Bir okla ayağından hafifçe yararlanmıştı.

O gece,uğursuz bir olay,Allah'ın gazabını gösterdi.Türkler,Rumların silah durumunu ve direniş güçlerini  anlamışlardı.Onların burada durmayacaklarını ve ertesi sabah yeniden hücuma geçeceklerini sandılar ve gözcü olarak üçyüz süvari bırakıp yolları ve geçitleri tutmak için ordu ile daha ilerilere gittiler.

Böylece,Orhan bey oradan ayrıldı.Imparatorda yarasını tedavi ettirmek için Tavşancıl kalesine gitti.Bizans askerleri bunu duyunca Imparator kaçtı sandılar.Gerçektenden Orhan bey ve kuvvetlerinin o gece saldırı yapması ve tümünü kılıçtan geçirmesi mümkündü.Yanlarında kayık getirenler bunlarla kaçtılar.Bir kısmı sığınmak için hisarın kapısına koştular ve birbirlerini çiğnediler.Bir kısmıdada birbirlerinin omuzlarına binerek mazgallardan atlıyor,arkadan kendilerini çekenler yuvarlanıyor,yerlere düşerek can veriyorlardı.

Güneş bu sırda yükselmiş ,Bizanslıların umulmaz felaketini 300 Türkün gözleri önüne sermişti.Bunlar,hemen koştular,düşman ordugahına vardılar.Çadırlar bomboştu.Imparatorun kırmızı palanlı  atlarıyla çadırlarını götürdüler.Iclerinden iki yüz kişi bunları yüklenip götürdü,diğerleri ise daha kayıklara binmekte olanlara yetişip onları kılıçtan geçirdi.Imparatorda gemi ile Bizansa döndü.

Gregorasun Maltepe savaşı için yazdıkları bu sözlerle bitiyor.Orhan gazi zaferden sonra kardeşi Pazarlı beyi orada bırakıp geri dönerek Iznik kuşatmasını başına geçti.Ancak kalenin dayanma gücü sona ermiş,ve Bizanstan yardım görme ümidide kalmamıştı.Sonunda kale halkı teslim olmak için haber yollar ve 
'' Bize söz verin bizi katletmeyin.Gidenimiz gitsin duranımız dursun.Hisarı size teslim edelim ''

Orhan gazi bunu kabul etti.Kaleninin tekfuru çıkıp gitti asker ve ahali ise kaldı.Tekfur Istanbula doğru yola çıkınca,Orhan bey de Yenişehir kapısından şehre girdi. ve kapı civarındaki bahçeye yerlşeti.Bütün halk kendisini karşılamaya çıkmıştı.Ancak,bunların pek çoğu kadındı ve kocaları yoktu.Orhan gazi merak edip sordu:
- Bunların erleri nerededir ?
- Öldüler .. Kimi çatışmalarada kimi ise açlıktan diye cevap aldı.

İçlerinde pek seçkin güzeller vardı.Bunların arzu edenleri gazilerle nikahlanıp,boş evlere yerleştiler.

Pazarlı bey2e gelince yanındaki kuvvetlerle Bizans'a doğru ilerledi.Ancak,bugünkü Göztepe semti civarlarına vardıklarında bir barış heyeti kendilerini karşıladı.Barış görüşmeleri,İmparatorun av köşkünde yapıldı..Bu köşk bugun Yukarı göztepeden Ankara ıstikametine inilirken sağ tarafta bulunuyordu.Pazarlı bey,Bizanslı heyetin barış şartlarına karşı,köşkü de istedi ve aldı.Orhan gazi burayı bir Ahi Dergahı haline getirdi.Buranın şeyhine gözcü baba denirdi.Görevi Bizansı gözetmek ve casusları vasıtası ile olup biteni Orhan beye bildrmekti.Burası 1402 Ankara savaşında Yıldırım Beyazıdın Timur karşısında yenilgisine kadar görevini sürdürür.Osmanlu tehlikesi geçince,Imparato Manuel Paleologosun emri ile Bizans askerleri Gözcü baba tekkesini basıp herkesi kılıçtan geçirirler.Gözcü baba,bugün kendi adıyla anılan tepede,yakın çevrede arkadasşı mah baba,dergaha yakın ayazamanın yanında şehit oldukları yerde gömülüdürler.Bazıları kaçsalarda bizanslılar onları takip etti.Erem baba bugunkü erenköyde ,Kartal baba ise Kartalda şehit edilirler.

Istanbul 1453 te alınınca,dergah yeniden açıldı ve tekkelerin kapanış tarihine kadar Merdivenköy Bektaşi dergahı olarak varlığını sürdürdü.Halen restore edilmiş haldedir.

Fatih Sultan Mehmet'in emri ile Gözcü babanın mezarı bir abider haline getirildiği gibi Eren Baba ile Kartal Baba'nın da türbeleri de yapıldı.Gözcü tepesi adı zamanlar Göztepe galine dönüştü .Diğer iki semtte türbeleri ile anılır.

Nur içinde yatsınlar ....