Monday, December 24, 2018

TEPEDELENLI ALI PAŞA KIMDIR ? NASIL OLDURULDU ?





Anadolu'daki sırada bir dini kuruluşun sakinleri arasında Nazif adında bir Mevlevi vardı.İşledeiği bir hara sonucunda ya kavuldu,ya da kaçmaya karar verdi.Asya'dan Avrupa'ya geçti,bir süre Balkanlarda dilenerek avare avare dolaştıktan sonra Arnavutluktakş Tepedelen adlı bir köye yerleşti.
Kötü şarap veren bağlar ve birkaç buğday ve arpa tarlasıyla çevrili Tepedelen,hayli geniş ama çokda çoşkun olan Volussa nehrinin üzerinde kayalık ve yüksek bir yarımada üzerindeydi.Dört bir yanı,şiddetli fırtınaların koptuğu çıplak ve ıssız,yüksek dağlarla çevriliydi.Etrafta h,ç bir ağaç göze çarpmıyor,devamlı rüzgar uğulduyordu.Tepedelen,hiçte yumuşak olmayan insanların ve özellikle insanoğlunun sahip olabileceği en yıkıcı ve zorlu hırsları büyük ölçüde sıralayacak bir ailenin beşiği olmak için çok uygundu.

Her köylü gibi,Tependenliler de yabancılara güven beslemezlerdi.O yüzden Nazif'i pek hoş karşılamadılar.Kendilerinden olmayan,üstelik dillerini bile bilmeyen birinin aralarında yerleşmesi hoşlarına gitmiyordu;ama onun uzakta derme çatma bir klubüye yerleşmesine göz yumdular.Türçe bildiği için hemen ondan yararlanmayı tercih ettiler,çünkü kendileri Arnavutçadan başka dil bilmiyorlardı.Giderek ona o kadar alıştılarki ,Nazif sonunda köyden bir kızla evlendi.

Nazifin Hüseyin adında bir oğlu oldu.Hüseyin civardaki bir beyin kızıyla evlenmeyi başardı.Kızın öyke biriyle evlendirilmesini nedeni topal olması ve kendisine bir koca bulmanında kolay olmamasıydı.Kız,Mustafa adı ve bey payesi verilen bir oğlan dünyaya getirdi.Bu Mustafa bey,büyüyünce kendisinden önce babasının ve büyükbabasının yaptığı gibi,Tepedende tercümanlık yaptı.Başını iyi becerdi,önemli bir kişi oldu ve ölünce ardında bir erkek evlatla Muhtar ve Bekir adında iki de torun bıraktı.Muhtar büyükbabasının yerine muhtar vekili oldu.Türklerin 1716 yılında yaptıkları Korfu seferine katıldı,Venediklilere esir düşerek,öldürüldü.Bunun üzerine Türkler onu Şehit saydılar.Arkasında en küçüğü Veli Be olan üç oğul kaldı ; kardeşi Bekir'in de sonradan Tepedelin'in muhtar vekli olan Islam bey adında bir oğlu vardı.

O günlerde o topraklarda her bölge ve bazan her köy başlı başına bir cumhuriyet gibiydi.Nazari bakımından Osmanlı Imparatorluğu'nun idaresi altında olmakla birlikte bu köyler ve bölgeler,anarşi,rekabet ve sürekli savaş içinde yaşarlar,aradabir Osmanlı Imparatorluğuna karşı aralarında birleşirlerdi.Aile hayatı ve genel olarak hayat çeşitli özel ve genel nedenlerle sürdürülen,kavgalar ve kan davaları  ve birde Politika yüzünden sık sık altüst oluyordu.Islam Bey,Tepedelen' de durumunu düzeltmekle kalmamış,civardaki Hristiyan köylerinin birçoğunu da haraç karşılığında kanadının altına almıştı.Bu köylerden yalnız Kurmovo'yu dış düşmanlardan koruması için amcasının oğlu Veli Bey'e bırakmıştı.

Kurmova halkının düşmanları olmasının şaşılacak tarafı yok,çünkü ora halkı tanınmuş haydutlardı;şüphesi kurbanları,ya da kurbanlarının yakınlrı onlara hesap sormaya kalkışıcaklardı.Eşkiyalar yakaladıkları kurbanlarını kahin olduğunu söyledikleri bir ağaca sürüklerlerdi.Gerçekte,o ağacın içi boştı.Papazlarından biri onun içine saklanır ve ürkütücü bir sesle tutuklulara ne yapılması gerektiğini bildirdi:bazan çırçıplak soyulup ağaca asılırlar;bazan da atları ve eşyaları gaspedilir ve yayan gitmelerine izin verilirdi.

Fakat,Veli Bey,Islam beyi kıskanıyordu ve kardeşleriyle de arası bozuktu;hele yanlız Kurmovo'yu korumakla yetinecek durumda hiç değildi.O yüzden bir eşkiye çetesinin başına geçti,oraların geçerli işi,ya da sporu olan eşkiyalığa başladı.Kanun ve nizamın bekçisi olması gereken Islam Bey tabii bu serkeşlikten hiç hoşlanmamıştı.İşin nereye varacağından belki biraz kuşkulanmaya başladı.

Veli ilk önce ağabeylerini ortadan kaldırmağa karar verdi.Çetesiyle Tepedelen'e bir baskın yaptı ve ağabeylerini sığındığı binayı ateşe verdi.İkisi de cayır cayır yanarak öldüler,onun üzerine Veli yılda 6000 kuruş geliri olan bir aile servete kondu.

Yinede o para yetmiyordu,aynı zamanda mevki sahibi de olmak istiyor ve amca oğlu Islam'ın hala Tepedelen'in başında kalası ona saçma geliyordu.Bu saçmalığı ortadan kaldırmanın yolunu tez buldu.Bu sıralarda Islam'a aslen Kurmovolu olan bazı suçluları  cezalandırılması emredilmişti.Onun için onları yakalatarak huzuruna getirtti,bir bir falakaya çektirdikten sonra hapse attırdu.

Veli bey derahl Kurmoboluların duygularını işlemeye girişti ve bu işi o kadar iyi başardıki hapse atılanların akraba ve dostlarını onları zor kullanarak kurtarmak için ayaklandırdı.Halkı bir öfkeyle parlayan ve dostlar hızla Tepedelen'e varıp Islam beyin evini yaktılar,onu öldürüp nesi var nesi yoks ayağma edip,paylaştılar.Onun sonucunda Veli Bey sadece köye ikinci başkan olmakla kalmadı,bir de çifte tuğlu paşalık payesini kazandı.Ama bunun ötesine yükselemedi.Islam beyin dul karısına ve bıraktığı öksüz çocuklarına iyi davranacak kadar yumuşak yürekliydi ve civardaki kıskanç,intikamcı bazı beylerşe ağalar hayatını o kadar güçleştirdiler ki zengin olmak şöyle dursun 1753 yılında kırkbeş yaşında öldüğü zaman fakir bir adamdı.

Velinin ikinci karısı,Gotların kralicesi Tamora gibi,katı yürekli bir kadındı.Adı Hanho idi ve tanınmış bir adamın kızıydı.Onun vasıtasıyla Veli Bey,Arnavutluğun bellibaşlı bazı aileleriyle,özellikle Berat  Mutasarrıfı Kurt Ahmet Paşayla,ilişkiler kurmuştu.Veli'nin Hanko'dan Şehinsa adında bir kızı ve Ali adında bir oğlu oldu.Babasının ölümü ile Aliye miras olarak altmış para ve bir tüfek kalmıştı.Küçük yaşından beri büyük canlılık ve hareketlilik göstermekle kalmamış,annesine özgü olmakla beraber ırkında pek görülmeyen sinirli bir titizlik de belirtmişti.Ali dağlarda,ormanlarda gezmeyi seviyor,ders ve eğitimi sevmiyordu.

Veli hayattayken Hanko zorbalık fırsatını pek bulamamıştı;haremde yaşayarak ev işleriyle meşgul olmul ve çocukları Ali ile Şehinsa'nın haklarını,kocasının birinci karısından olma çocuklarına karşı titizlikle korumultu.Dul kaldıktan sonra korkunç bir üvey anne olmuştu.Islam'ın dul karısıyla arasında bir çok tatsızlıklar geçtiği için Hanko,köyden ayrılmaya ve çocuklarını düşmanlarından korumak için elinden geleni yapmaya karar verdi.O yüzden silahlandı,Veli'nin taraftarlarını etrafına topladı,başlarına geçti,onlarla tehlikeleri ve güçlükleri paylaşarak dağlara çıktı,adamlarıyla birlikte soygunlar yaptı.Yeni karargahı Argiro Kastro yakınlaındaki Karniyani idi.

Islam'ın karısı ise kocasının intikamı için çalışıyodu.Tepedelende Hanko alehine elinden gelen propaganda yaptı.Taraftarlarına ,cinayetine yardım etmekle kalmayıp Hanko'ya hala bağlı olan Kurova halkına saldırmayı da sağlık verdi.Hanko bunu nasılsa öğrendi ve Kurmovolulara dünya yüzünden silinmek istemiyorlarsa ilk darbeyi kendilerinin vurması gerektiğini söyledi.Onlar da öyle yaptılar.Afaroz edilmiş bir papazın önderliğinde ,Tepedelen'e baskın yaptılar.Islamnın dul karısı ve çocuklarını kılıçtan geçirdiler.Tepedelen halkı Hanko'yu suçladı ama o suçu kabul etmedi.Yine de bir misillemeden çekiniyordu.Onun için ,çoğunun yanlız endişelerini değil,aynı zamanda yatağını paylaştığı sadık muhafızlarının arasında Karniyani de kalmaya karar verdi.

Işler kötü gitmeye başladı.Önce ,ödedikleri yıllık baçı arttırmalarını isteyerek Kurmovoluları kızdırdı.Sonra hoşuna giden küçük bir Hristiyan köyünü ele geçirmeyi kafasına takar.Bu köy Gardiki Müslümanlarına aitti.Bunlar köyden elde ettikleri geliri kaybetmekten korktukları kadar Hanko'nun artan nüfuzundan da ürküyorlardı.Onun için Hanko'ya kızgın olan Kurmovolularla ittifaka gitmeğe karar verdiler.Onun sonucunda da pusu kurarak Hanko'yu yakaladılar.Niyetleri,ona unutamayacağı bir ders vermekrş.Gerçektende Hanko o dersi hiç unutmadı.Kendisine çok kötü davrandılar;gündüzleri bir zindanda kalıyor;geceleri ise zindandan çıkarılıp sırayla bütün erkeklere peşkeş çekiliyor,türlü hakaretlere uğruyordu.Argiro Kastrolu bir Rum Tüccar başına gelenleri duyunca o acıdı ve 23.000 kurus kurtulmalık ödeyerek serbest bıraktırdı.

Hanko serbest kalır kalmaz Veli'nin mülkü olan Kıyafe'ye çekildi.Ama oranın Hristiyan yerlileri kendinden hoşlanmadıkları için çok geçmeden Tepedelen'e döndü.Doğrusunuda yaptı;çünkü Kiyafeden ayrılır ayrılmaz evi yandı.

İki üvey çocuğu kısa aralarla öldüler.Hankonun onları zehirlettiği söyleniyordu ve şüphesiz doğruydu.Sonra işlerini yoluna koymaya ve bu iki çocuğunu yetiştirmeye koyuldu.Çocuklarının üzerinde büyük bir etkisi vardı.Emzirdiği sütle onlara hırs,açgözlülük ve kin aşılamıştı.
Deli olmasada,öyle davranıyordu.Dulluğu sırasında düşmanlarından ve özellikle Gardiki'de kendisine tecavüz edenlerden öç almanın kutsal ödevleri olduğunu çocuklarına aşılamaya dikkat ediyordu.Mirasını korumayını bilmeyenin onu kaybetmeyi hak ettiğini,bu dünyada  kuvvetin hak olduğunu ve herkesin kuvvete boyun eğdiğini Aliye söylüyordu.

Memleket hırslı bir adamın işgaline hazırdı.Yönetim '' Böl ve yönet ' ilkesine uygun şekilde yürütülüyordu.Babıali tarafından tayin edilen Paşalar,Yanya ve Delvinye gibi önemli merkezlere valilik ediyorlarlardı ama hükümleri altındaki Hımaro,Gardili ,Argiro Kastro ve Suli gibi çeşitli bölge ve şehirler vergi ödemek şartı ile  bağımsız yani otonomdular.Halkın bir kısmı müslüman,bir kısmı Hristiyandı,Bir kısmı ise hiç bir mezhebe üye dedğild.Bölgede pekçok lisan konuşulurdu.Gerilla savaşları için çok elverişli merkezden uzak ola bu bölgede sık sık isyanlar oluyor,kan davalarının sonu gelmiyordu.Anarşi herşeye hakimdi.Vergiler Istanbula geldikçe ve Sultanın hakimiyeti kabul edildiği sürece ,buraları kimse için önemli değildi

Ali daha on dört yaşındayken koyun,keçi çalıyor,komşu köylere baskınlar düzenliyordu;babası ve anası gibi eşkiya olmuştu.Yani mahalli yetkililere zarar verilmedikçe ,Haydutluk saygıdeğer bir meslekti.Iyı bir binici ve nisancı idi.Ama daima şanslı ve başarılı değildi.Annesine karşı Gardiklilerle birleştikleri için Kurmovaya çetesiyle saldırdığında,büyük bir direniş ile karşılaştı.Köyüne yapayanlız döndü.Hanko öfkesiden deliye dönmüş,eline bir öreke vererek '' Al,bu senin eline tüfeken çok yakışır,senin gibi bir nane molla haremden çıkmamalı '' diye bağırmıştı.

Ali,annesiyle komşularının alaylarını kaldıramadı,nihayet otuz arkadaşıtla Tepedelen'den ayrılarak Egriboz paşasının hizmetine girdi.Başıbozuk bir kolcu müferezesinin başında bölgenin sınırlarını koruma görevini aldı.

Bu iş Ali'yi ilgilendirmiyordu.Onun için adamlarıyla birlikte Teselya taraflarına ve başka yerlerde çapula gitti.Hikaye odur bir manastırda,gömülü bir hazine bulur.Hazine sayesinde yeniden işe girişmişti.

Yaptığı işler Güney Arnavutluk,Teselya ve Mora bölgesi kolluk bölgesinin başı olan Berat'ın Kurt Paşasının kulağına geldi.Paşa,Kurt ısmini savaştaki cesurluğu ve ustalığıyla kazanmış,yüksek nüfuzu olan ünlü bir adamdı.İdaresi altındakki beylere Ali ile çetesini toplamalarını emretti.
Paşanın emri yerine getirildi.Ali tutuklu olarak Berat'a getirildi.Arkadaşlarının çoğu asıldı.Ali asılmaktan korkuyordu ama Kurt bey ondan hoşlanmıştı.Belki de Alinin hayatının çok değerli olduğunun anlamıştı.Kurt Bey Hankonun akrabasıydı.Aliyi opayladı ama ona iyi davrandı.Ali bir kaç yıl Berat'ta kaldı.Berat,dik bir kayanın üstündeki ünlü kalesi,bahçeleri,serveti,onüç camisi,Türk tarzında zarif bir köprünün sekiz kemerinin altından akan nehri ve çoğu zaman maviler giyen,iki ayak boyunda mavi külahları çenelerinin altından kurdelerle bağlı kadınlarıyla,hem güzel hemde önemli bir merkezdi.

Ali yakınlığa güvenip Kurtun kızını istedi.Kurt Beyin Haznedarı ya Aliyi öldürmesini yada onu damat olarak alması için beyi uyardı.Kurt bunların ikisinide yapmadı.Ali'den daha soylu,daha iyi mevkii olan Avlonyalı Ibrahim Paşayı damat seçti ve 1764 de düğün yapıldı.

Ali çileden çıkar,İbrahim paşaya kin gütmeye başladı.O kadar kızgındıki,dilenci kılığına girip Berattab kaçtı ve çetesini kurdu.Haydutluğa devam etti.Başına 5000 akçe ödül kondu.Büyük birlikler üstüne gelince,Ali bir süre Hristiyan köylerinde sakladı ve sonunda Kurtun büyük düşmanı Delvinyeli Kaplan Paşanın yanına sığındı.Ali Kaplan Paşanın kızıEmine Ümmü Gülsümle 1768 de evlendi.Ali evlendiği zaman yirmidört yaşındaydı.Alinin iki oğlu oldu 1769 de Muhtar 1771 de Veli.

Ali yükselmek istiyordu.Bir tertiple önce Kaplan sonra onun oğlu Aliden kurtuldu.Delvinye paşası oldu,ama bu paşalık için işlediği cinayet yüzünden halk onu  desteklemedi.Yerine bıraktığı vekil öldürüldü ve yerine Mustafa paşa  mutassarıf oldu.Ali ise pes etmedi.Bol rüşvet vererek kendini Rumeli Derbentler Nazırlığı yardımcılığına tayin ettirdi.Başlıca görevi haydutluğu önlemekti.Ancak Ali tüm haydutlrdan pay almaya başladı.Bu iş başarı ile yürüdü,Ali küplerini doldurdu,yollar eşkiyaların oldu,Derbentler nazırı istanbula çağrılıp idam edildi.

Bir iki yıl sonra Ihtiyar Kurt da öldü.Öldüğünde Kurt Avlonya Mutassarrıfı ve Derbentler nazırıydı: genel güvenliği ve dağ geçitleri gibi stratejik noktaları korumakla görevliydi.Avlonya paşalığı oğlu Mehmete kalsada,Ali Derbent nazırı oldu.

Ali hemen Istanbul'da bulunan bazı Epirli tacirleri kandırarak kendine destek sağladı.Ülkede Teselya ve Yanya çevresini eşkiyadan temizleyecek enerjiye,bilgiye sahip tek adamın kendisi olduğu inancını yaydı.Kazanırsa onları koruyacağına söz verdi.Kazandı,hem yanlız nazırlığı elde etmekle kalmadı,Teselyada Tırhala Mutasarrıflığını da ele geçirdi.

Derbentler Nazırı olunca,Ali,artık soyguncu gibi davranmayı bıraktı,görevini,ağrıbaşlılıkla yerine getirmeye başladı.4000 adamı ile kurduğu bir kuvvetle tüm çevreyi taradı,Armatolları ve Kleftleri kovaladı,reislerini ele geçirip,kellerini uçurttu,çetelerini dağıttı.Sağ kalanları ulaşımı olmayan dağlara kovaladı.

Ali,Larissa ağalarının servetine el koyma durumunda olduğu için etraftan kıskanılacağını biliyordu.Bölgesinde düzeni yeniden oturttu.

1787 yılında Osmanlı Imparatorluğu,Rusya ve Avusturya ile savaşıyordu.Sadrazam ona komutanlık verdi.Ali disiplinsiz ama cesur ordusuyla Sadrazaman katıldı.Savaş sırasında bir esir değiş tokuşunda  Potyemkin ile tanıştı.

Savaş bitmeden önce Ali'ye asi İşkodralı Kara Mahmut Paşaya karşı açılan sefere katılması buyuruldu.Kara Mahmut Paşa ,savaşı ve Babıalinin savaşla mesgul olmasını fırsat bilip kendi de bir paröa toprak edinmeyi düşünmüş,Boşnak komşularıyla Venediklilere ait birkaç kaleyi işgal etmişti.Bununla da yetinmeyerek ,Arnavutluk ve Bosna'nın birer bölümüyle Karadağ'ı ve Kuzey Makedonyayı içine alan büyük bağımsız bir prenslik kurmayı istiyordu.Ali,Kalben Kara Mahmut Paşayı desteklesede,görevini yaptı.

Tırhalaya dönünce,hala savaşta olan Komşusu Yanya Paşası Ali İzzet'in işleriyle ilgilenmeye başladı.Yanya beyleri Paşalarını başlarından atmak istiyor,entrika çeviriyorlardı,ama onu yerine kimn gececğine karar verilmiyordu.Rakip taraflar arasında ciddi çatışmalar olmuştu.Bunlar tüm çevreyi tedirgin ediyordu;şehirde anarşi vardu,evler tahkimli ve cinayetler işleniyordu.

Bu Ali için büyük fırsattu.Tırhalanın yöneticisi olarak Istanbul ile Yanya arasındaki ticaret yoluna hakimdi.Annesini gömdükten sonra,planını uygulamaya başladı.

Ali Yanyadaki kavgaları körükledi,aynı zamanda rüşvetler,büyük sözler vererek kendinden taraf büyük bir grup ortaya çıkarmıştı.Ondan yana olanların çoğu,Rumdu,çünkü Yunanlula Teselyadaki Rumların durumuna  bakarak Tepedenliye güveniyorlardı.Ali de onlara ve paralarına güveniyordu.Şehir tamamı ile çökmüştü,Güçlü bir yönetime ihtiyaç vardı.

Ali kimsenin beklemediği bir anda,askerlerinin başında şehrin varoşlarında göründü.Hemen saldırmaktan çekindiği için çevredeki köylere saldırdı.Yanya beyleri ondan korkttu ve ultimatom yollayıp,geri dönmesini söylediler.Ali ile beyler savaştı ancak kimse kazanamadı.Ancak beyler savaşmaya devam etti.Ali ise gece şehrin büyük beylerinden birinin kızını kaçırip evlendi.Güçlü bir aile ile ilişki kurdu.Ondan sonra şehirdeki yandaşlarını  Istanbul'a bir kurul gönderip Yanya paşası olması için bir dilekçe vermeye ikna etti.Ali kendine karşı muhalefetin kuvvetlendiğini duyunca,hemen sahte bir belge düzenledi ve gücü eline aldı.

Ali Paşalığını şehre duyurdu,Beyler onu karşıladı ,başka belgelerle paşalığını kuvvetlendirsede,sonunda Sultan onu Yanya paşası atadı.Tepedenli Ali Paşa,III.Selim ve II.Mahmut dönemlerinin gözde devlet adamlarından biri oldu.Rus savaşlarında büyük yararlıklar göstermiş,Sırbıstin'da Osmanlı Imparatorluğuna karşı çıkan ayaklanmaları bastırmıştı.Bu arada,görevli bulunduüu yerlerdeli bayındırlık işlerinde gösterdiği başarılarla da dikkatleri üzerine toplamıştı.Bu nedenlerle kendisine III.Selim tarafından vezirlik verildi.1802 yılında Rumeli Valisi olarak,dağa çıkmış eşkiyanın ve özellikle Pervandoğlu'nun üzerine gönderilen kuvvetlerin komutanlığına getirildi.Önceleri başarı kazandıysa da sonrada Rumeli ayanıyle aralaında çıkan anlaşmazlıklar sonucu,1803'te valilikten uzaklaştırıldı.Kendisine yanlnıza Yanya ve Turhala mutasarrıflıklarıyle,sonradan verilen Derbentler başbuğluğu kaldı.

Yine de Makedonya'nın en güçlü adamı Tepedenli Ali Paşa'ydı.Fransa'dan bilgin ve uzmanlar getirterek bölgenin kalkınmasına yardımcı olmuştu.XIX.yüzyıl başında Osmanlı İmparatorluğuyla,Fransa,Ingiltere ve Rusya arasında geçen siyasi  olaylardan yararlanarak Preveze'yle Voniça'yı ele geçirdi.1819'da parayla Parga'yı Ingilizlerden satın aldı.O Bölgenin tannmış valilerden ve akrabası olan Avlonya mutasarrıfı Ibrahim Paşa'yı hileyle Yanya'ya getirtip ölünceye kadar hapsetti.Onun yerine de kendi oğlu Muhtar Paşa'yı göndermekte bir sakınca bulmadı.Tepedenli Ali Paşa'nın devlet içinde devlet durumuna geldiğini gören Sultan II.Mahmut,onun üzerine bir ordu göndermek zorunda kaldı.

1820 yılında,Tepedenli Ali Paşa'nın şansı artık tersine dönmüştü.Egemenliği altındaki şehir ve kaleler birer birer elinden çıkmış ve Yanya kalesinde  Hurşit Paşa'nın kuvvetleri tarafından sarılmıştı.Tepedenli,Yanya kalesinde  iki yıla yakın Osmanlı Ordusuna karşı başarılı bir savunma yapmış fakat emrindeki birlikler iyice yıpranmış ve azalmıştı.Sonunda Yanya kalesinde bulaşıcı hastalıklarda başladı.Böylece Tepedenli Ali Paşa ve adamları çok kötü bir duruma düştüler.

Bu arada Tepedenlinin Topçubaşısı Napolili Caretto,bir yolunu bularak kaleden kaçmış Hurşit Paşaya sığınmıştı.Caretto'nun kaçışından sonra Tepedenli Ali Paşanın din değiştirip Hristiyan olacağı söylentisinin çıkması üzerine altıyüz asker kaleden ayrıldı.Tepedenlinin yanında kalan askerin sayısı 100 kadardı.Zaten kalenin büyük bir bölümü,Hurşit Paşanın kuvvetleri tarafından kazılan lagımların atılmasıyle ele geçirilmişti.Bu nedenle Tepedenli Ali Paşa,göl kıyısıdaki iç kaleye çekilmek zorunda kaldı.

Hurşit Paşa da boş durmuyor,kaleye soktuğu casuslarla Tepedenlinin adamlarına rütbe ve makam vaat ediyor,onları paraya boğuyordu.Bu yolla elde edilen nöbetçiler bir gece kale kapılarını açtılar ve Hurşit Paşa'nın bir tabur askerini içeri aldılar.Tepedenli Ali Paşa iç kalenin de düşmek üzere olduğunu görünce son kozunu oynadı.Hurşit Paşa'ya haber salarak güvendiği bir adamını konuşmak ve n-bazı konularda bilgi vermek için yanına yollamasını istedi.Hurşit pala,Tepedenlinin bu teklifini kabul edereke bir adamını gönderdi.

Tepedenli Ali Paşa,Hurşit Paşanın adamını içinde 2000 fıçı barut bulunan bir depoya götürdü.Ayrıca,Ali Paşa'nın bütün hazineside depodaydı.Barut fıçılarının yanında eliyle meşaleyle Selim adında bir fedai geliyordu.Tepedenli Hurşit Paşa'nın adamından ,dış kalenın boşaltılmasını istedi.Eliyle Selim'i göstererek 

'' Eğer Hurşit Paşa dış kaleyi boşaltmazsa,barut fırçalarının ateşlenmesini emredeceğim !!...'' dedi.Sonra,belinden tabancasını çekip barut fıçılarına ateş eder gibi davranışta bulundu.Hurşit Paşa'nın adamı ve onun yanındakiler,bu davranış karşısında büyük bir korkuya kaplarak depodan dışarıya kaçıştılar !...

Tepedenli gülümseyerek onların yanına gitti ve :
'' Bana güvenip elçi olarak gelenlerin canlarına hiç bir zaman kıymam.Yalnız dış kale boşaltılmazsa neler olabileceğini göstermek istedi !..'' Bir süre düşündükten sonra sözlerine şunları ekledi :
'' Padişahımız efendimiz göndereceği bir fermanla bağişladığını bildirirse,ben de kaleyi teslim eder Anadolua Babıalinin uygun göreceği bir yerde oturmak üzere Istanbula giderim.Bunu Hurşit Paşa'ya böylece anlatasınız ....''

Hurşit Paşa'nın adamı,geri dönüşünde kalede gördüklerini bir bir anlatıp,Tepedenlinin bağışlanma dileğini de efendisine iletti.Bunun üzerine Hurşit Paşa'nın dış kaleyi boşalttığı görüldü.Ayrıca,aynı elçi yeniden Tepedelenli Ali Paşa'nın yanına gidip bağışlanma isteğinin Babıaliye bildirildiğini,karşılığı alınır alınmaz kendisine iletileceğini söyledi.

1822 yılının ocak ayı ortalarında Hurşit Paşa'dan,Tepedelenli'ye bir başka elçi daha geldi.Elçi,efendisinin.çok önemli bazı konularda gizli bir konuşma yapmak için Tepedelenli Ali Paşa'nın Yanya Adasına geçmesini istediğini bildirdi.Tepedelenli Ali Paşa,istediği biçimde güvenlik tedbirleri almakta serbestti.

Ali Paşa tam bir gününü bu teklifi düşünmekte geçirdi.Ertesi gün Hurşit Paşa'nın isteklerini kabul ederek,yanına eşi Vasiliki ve kendisine çok bağlı on adamını alarak kaleden çıkıp adaya geçti.Pandeleimen manastırına girdi.Yanında en güvendiğ kişilerden Kosta Buçari,Selfı Buno,Sanas Vaya,Küçük Mansvayko,Fehim Cami ve Bayram Ağa bulunuyordu.

Tepedelenli Ali Paşa,kaleden çıkarken,barut fıçılarını bekleyen fedaisi Selim Cami'ye gizlice tespihini gösterip.:
'' Bu tespihi görmedikçe,sakın baruthaneyi  kimseye teslim etme ! Eğer beni adada öldürecek olurlarsa baruthaneyi atele ver ve kaleyi yık ! '' emrini vermişti

Adadaki manastıra yerleştiğinin dokuzuncu günü,Hurşit Paşa'dan bir haberci geldi.Paşa gönderdiği adamıyla Tepedelenli Ali Paşa'nın Babıali'nin bağişlandığını müjdelemekteydi !..Fermanın okunma töreni yapılacağından ,Selim'in elinde meşaleyle artuk baruthanede bulunmasının gereksizliği ileri sürülüyor,fedainin oradan alınarak,kaleninde teslimi isteniyordu.

Tepedeleni bunun bir hile olduğunu anlamıştı.En güvendiği adamlarında biri olan Kosta Buçari'yi yanına çağırıp Selim'in baruthaneyi havaya uçurma zamanının geldiğini ve hiç vakit geçirmeden bu emrinin yerine getirilmesini istedi.Kosta Buçari,başını üzüntüyle iki yana sallayıp:
'' Ali Paşa'm,Serasker Paşa gün ışıdığından beri Yanya kalesini askerleriyle sarmış durumdadır.Artık haber ulaştırmamız imkansızlaşmıştır '' dedi

Bu konuşma olurken,Hurşit Paşa'nın gönderdiği Hasan Paşa da Tepedelenlinin yanına gelmişti.Ali Paşanın kuşkuya kapıldığını gören Hasan Paşa :
'' Kötü düşüncelere yer vermek doğru değildir.Yalnızca duruma resmi bir antlaşma şekli verebilmek için Hurşit Paşa bu yola baş vurmuştur,kaygılanmayın....'' demiş,yemin üstün yemin ederek Tepedelenliyi kandırmıştı.Ali Paşa tespihini çıkarıp Selim'e gönderilmek üzere Hasan Paşa'ya verdi.

Tespih vakit geçirilmeden baruthanede bekleyen Selim'e gösterildi.Efendisinin tespihini tanıyan Selim,baruthaneyi teslim edip dışarı çıkarken öldürüldü.

1822 yılı Ocak ayınun 24.gnü,Hurşit Paşa'nın Kethüdası Köse Mahmut Paşa'nın yanında otuz asker olduğu halde kayıklarla adaya yanaştığı görüldü.Tepedelenli manastor içindeki odasından dışarı çıkarak merdiven başında beklemeye başladı.Gelenlerin yüzünden,getirdikleri fermanın kendi aleyhine olduğunu anlayan Ali Paşa,en önde Yürümekte olan Köse Mehmet Paşa'ya şöyle bağırdı:
'' Paşa,ilerleme ! Ne var Söyle ! '' 
Köse Mehmet Paşa,Tepedelenlinin bu sözleri üzerine durdu.Koynundan çıkardığı fermanı öpüp başına götürdükten sonra Ali Paşaya dönerek sert  bir sesşe:
'' Paşa,kader böyleymiş ! ..'' dedi ve basamaklardan hızla çıkmaya başladı...
Ali Paşa:
'' Kahpeler!..Ali'nin kafası böyle kesilir ! '' diyerek tabancasını çekti,kendisine yaklaşmakta olan Mehmet Paşa'ya iki kere ateş etti.Kurşunlardan biri,Mehmet Paşa'nın sol elinde tuttuğu fermanı delmiş,öbürü de üst üste giydiği kalın kürklerin arasında kalmıştı.Mehmet Paşa da tabancasına davranmış ve Tepedelenliyi sol kolundan yaraladıktan sonra,yeniden ateş etmemesi için üzerine atılmıştı.Genç bir adama olmasına rağmen 78 yaşındaki Tepedelenli'yle bala çıkamayacağını anayan Mehmet Paşa,arkası sıra merdivenleri tırmanan Hurşit Paşa'nın Kaftanağasından yardım istedi.Ağanın Tepedelenli Ali Paşa'nın başına doğru salladığı kılıç,tahta sütunlardan  birine saplanmıştı.Bu sırada,Tepedelenlinin adamlarıda yetişmişlerdi.İki taraf arasında kanlı bir boğuşma başlamıştı.Kaftanağası atılan kurşunlardan biriyle vurulup yere yıkılmıştı.Mehmet Paşa da canını kurtarabilmek için kendini  bahçeye dar atmıştı.Tepedelenli Ali Paşa,adamlarının kolları arasında günlerden  beri kalmakta olduğu odasına götürüldü.

Köse Mehmet Paşa'nın  adamlarından sekiz kişi,vuruşma sırasında  gizlice Tepedelenli'nin yattığı odanın altındaki bodruma girmişlerdi.Az sonra hepsi birden bodrumun tavanına ateş etmeye başladılar.Odanın döşemesini delip geçen kurşunlarından biri.Tepedelenli Ali Paşa'nın husyelerini parçalayarak onu ağır yaralamıştı....Canının acısından kendine yere atan Ali Paşa,az sonra can çekişmeye başladı.Fakat akıl başındaydı.Adamlarından Sanas Vava'yı işaretle yanına çağırıp güç duyulur bir sesle:

'' Karım Kira Vasiliki'yi düşmanlarının eline geçmeden öldür !..'' dedi.Kira Vasiliki,çatışmanın başladığı andan beri,manastırın bir odasında gizleniyordu.Bu emri verdikten sonra,çevresindeki adamlarına birer birer bakıp haklarını bağışlamalarını istedi.Sanas Vana'nın kolları arasında ve başı onun göğsüne dayalı olarak can verdi.

Efendisnin öldüğünü gören Sanas Vaya,dışarı fırlayıp Mehmet Paşa'nın askerlerine hala kurşun yağdıran arkadaşlarına ateşi kestirdi.Bir beyaz mendille de teslim olduklarını bildirildi.Bunu fırsat bilen Mehmet Paşa'yla askerleri manastıra girip Tepedelenli'nin adamlarını ve karısı,Vasilikiyi Tutukladılar.Ali Paşa'nın odasına girenlerse hiç vakit geçirmeden cesedin kafasını kesip Hurşit Paşaya götürdüler.

Ertesi günü Tepedelenli Ali Paşa'nın başsız cesedi bir kayığa konup adadan  kaleye getirildi.Fetjiye camisinde namazı kılındıktan sonra,daha önce ölen eşlerinden  Ümmü Gülsüm'ün yanına gömüldü.Silahtar Ahmet Ağa'nın İstanbul'a götürdüğü kesik başıysa,Topkapı Sarayının Ortakapısında bir süre halka gösterildi.Daha sonra Silivrikapı dışındaki mezarlığa oğulları Veli,Muhtar,Salih Paşalarla torunu Mehmet Paşa'nın kesik başları yanına gömüldü.

Dul kalan güzel eşi Vasiliki'yse sonradan birçok paşalar ve Mora'nın büyük kaptanlarının gönderdikleri görücüleri sürekli olarak geri çevirmişti.Bunun nedenini soranlara,Vasiliki şöyle derdi 
'' Ali Paşa'dan kalan bir kadına koca olabilecek bir erkek düşünemem ! ''
Vasiliki kocası Tepedelenliyi kaybetmekten dolayı kendini içkiye verir,sarhoş dolaşır ve geç yaşta ölür.



Tuesday, December 18, 2018

PATRICE LUMUMBA NASIL ÖLDÜRÜLDÜ ?

 

Tarih sahnesinde bu gunlerde yavas yavas unutulan bir kişiden  bahis edeceğim bu yazıda;1960 yıllarda yaşayanlar için yanlızca bir haber kupuru olan Cesur ve Vatansever  bir kişi olan Patrice Lumumba 'yı anlatmaya calısacağım.

Pek çok kaynak Kongo ve Patrice Lumumba hakkında şu bilgileri vardır.
'' ..Bir Belçika sömürgesi olan Kongo,30 Haziran 1960 da Lumumba ve Kasavubu adlı Afrikalı liderlerin önderlikleri altında hareket eden toplulukların ortak mücadelesi sonucunda bağımsızlığa kavuştu.Aynı yılın temmuzundan sonra yabancı ülkelerin kışkırtmasıyla rakip kabileler arasındaki çatışmaar sürüp gitti.Birleşmiş Milletlerin müdahalesi fayda vermedi.Lumumba'nın öldürülmesi ise bir iç savaşa yolaçtı.1964'te iki taraf yeni bir anayasa kabul etmek zorunda kaldı..........''

'' Patrice Lumumba ,Kongo milliyetçi hareketinin başkanıydı.Bağımsızlıktan sonra eski Belçika Kongo'su Başbakanı oldu.Kongo'nun birliğini bozabilecek durumlara karşı koydu,fakat büyük bir muhaleftle karşılaştı.Başkan Kasavubu,Lumumbayı görevinden uzaklaştırdı.Lumumba Albay Mobutu tarafından tutuklandı.Katangaya götürüldü ve orda öldürüldü.

'' Kongo'nun eyaleti olan Katanganın  Başkanı,Moise Combe,bu zengin maden bölgesinin bağımsızlığını ilan etti.Belçika birlikleri Katanga'nın kontrolunu ele geçirdi.Katanga Cumhuriyetinin başkanı olarak Lumumba'ya şiddetle karşı çıktı ve onun öldürttü ''

Lumubanın  bir tek cümleyle geçiştirilen ölümünün gerçekte,uzun ve utanç verici bir öyküsü vardır.

13Şubat 1961 tarihinde,Katanga İçişleri Bakanı Monungo ( Belçikalılarla işbirliği yapan zengin bir zenci ailesinin üyesi idi.Lumumbanın ölümünün sorumlularındandır ) bir basın topnatısı düzenliyor ve gazeticelere şunları söylüyordu:

'' Sizi Bugün buraya Lumumbayla iki suç ortağının öldürüldüğünü bildirmek için çağırdım.Dün akşam Kalveziden gelen bir adam ,Lumumbanın Okito ve Mpolo'yla birlikte sabahleyin bölgedeki köylüler tarafından linç edildiklerini anlattı.Bu sabah iki bakan arkadaşımla hemen bir uaçağa atlayarak olay yerine gittik.Yanımıza birde doktor aldık.Cesetleri görür görmez hiç şüphemiz kalmadı.Doktor,gömülme iznini verdi.Cesetleri orada biryere gömdürdük.Neresi olduğunu söylemiyorum,sonra orasını Kutsal bir yer ilan ederler'.

Bakanlar kurulu,Lumumba'nın  kafasını getirene 40bin Frank vaat etmişti;bu parayı o köye vereceğiz.Köyün adını açıklamayacağım.Lumumba'nın  ölümüüne üzüldüm dersem,yalan söylemiş olurum.Benim bu konudaki duygularımı bilirsiniz.Zaten Mahkemeye verseydik,üçüde idam cezası alacaktı.Kabahat kendilerinin ,Yüzde yüz hükümetimizi destekleyen bir bölgede kaçıp ta nereye gideceklerid ? Beni tanırsınız size gerçeği olduğu gibi anlattım.Şimdi bizi üçününde katlinden sorumlu tutacaklar.İspat etsinler ''

Munongo gerçeği söylemiyordu ve gerçekten Lumumbayı o ve adamları öldürmüştü.

Katanga Çumhurbaşkanı Moise Combe,bu yalanları 3 yıl sonra ülkesinden kaçmak zorunda  kaldığında,Madrid şehrinde başka bir biçimde sürdürücekti.

'' Kasavubu bana telefon etti.( Dostum size üç paket gönderiyorum.Havaalanından alırsınız.Geri çevirmeye kalkmayın çok rica ederim.Artık sizin bileceğiniz şey,ne isterseniz öyle yapın...'' Şasırdım kaldım.Geri yollamaya kalktım,ama Kasavubu bir türlü kabul etmedi..Öyle bir dövmüşlerki,Elisabethville'e geldikleri  zaman Lumumbayla arkadaşlarını ucçakta çan çekişir durumda bulduk..Lumumbayla arkadaşlarını havalimanı yakınlarında boş bir eve taşıdık.Bir Belçikalı doktor çağırdık ve Doktor Peters geldi.Üçününde kurulması için bir mucize gerektiğini söyledi.Lumumbada iç kanama başlamış ve kemikleri kırılmıştı.Okito'nun da kemikleri kırılmıştı.Mpolo ise koaya girmişti.Hemen Kasavunuya telefon edip durumu bildirdim.Devlet Başkanı '' Ölürlerse oraya bir yere gömün,bir daha da lafını etmeyin dedi '' Kızdım,hiç anlamam ,ölü yada diri,yarın her üçünüde geri gönderiyorum dedi..İlk önce sabahın üçünde Okito öldü.Sonra Lumumba,sonra da Mpolo.Ertesi sabah cesetleri uçağa koymak istedik,Pilot almadı.Uçakta Cenaze taşımak için işlemler gerektiğini söyledi.Cesetler elimizde kaldı ''

Tunus'ta çıkan Jeunes Afrique adlı bir derginin muhabiri,Combe'nin  her yerde  heyecan yaratan bu demecinden sonra,eski Katanga Hükümet başkanını soru yağmuruna tuttu.
' Peki siz üç yıl önce Lumumba'nın iki arkadaşıyla birlikte kaçtığını,sonrada her üçünün köylüler tarafından öldürüldüğünü söylemiştiniz.O zaman mı yalan söylediniz yoksa şimdimi söylüyorsunuz ?
- O zaman yalan söyledim
- Doğruyu söyleseydiniz daha iyi olmaz mıydı ? Herkes sizi suçlamazdı 
- Doğryu söyleseydim Kongoda iç savaş çıkardı
Oysa,Combe hep yalan söylüyordu.

1961 Ocağının sıcak bir gününde DC uçağı Elisabethville Havalimanına inmişti.Daha önce bir takım hazırlıklar yapılmış,karışıklığı önlemek için alana yüze yakın Jandarme ve asker gönderilmişti.Alanda,hiç birşeyden haberi olmayan altı Isveçli Birleşmiş Milletler askeri vardı.Şaşkınlıkla olanları izliyorlardı.İçişleri Munongo,hazırlıkları kontrol kulesinden izlemektedir.Merdiven uçağın kapısına dayanır dayanmaz.Katangalı askerler uaçğı kuşatır.Belçikalı havacılar,Kongolu askerler,uçağın kapısından Lumumba'yı dışarı iterler.Sırtında yanlız bir atlet,ayağına buruşuk bir pantalon vardır.Lumumba'nın elleri arkasına bağlı olarak bir cipe bindirdiler.Kısa bir süre öncesine kadar Kongo'nun başbakanı olan Lumumbanın ayaklarında ayakkabı dahi yoktu.Onun ardından,arkadaşlaro Okito'yla Mpolo da aynı arabaya tartaklanarak tıkılırlar.Askerler,onların ustune oturdular.iki otomobili izleyen  ciple havalimanından ayrılırlar.

Birkaç kilometre gidildikten sonra kafiler yolun biraz uzağındaki bir villanın önünde durur. Lumumbayla iki arkadaşını cipten zorla indirdiler.Arabanın birinden Munongo çıktı ve Lumumbanın yanına yaklaştı.

'' Hani sana kursun işlemezdi ? Atılan kurşunlar geri teperdi ? gene öylemisin ? ''
Olayın görgü tanıklarından,Katanga eski haberleşme bakanı Luc Samalenge,o sahneyi şöyle anlatır.

'' Sanki hiç ölmeyecek gibiydi.Lumumba '' Kutsal amaca karşı gelemezsiniz....'' dedi.Öleceğini biliyordu belkide haklıydı Lumumba....Ama ne yapabilirdik ona ? Hele öldürerek..o kadar işkence ettiler..başını bir an bile eğmedi...Ülkemizi geleceğinde bir an bileşüphe duymadı.Ülkesi için öldü.'' Kutsal amaca varmak için girişilen savaşa engel olamazsınız.Beni öldüreceğinizi biliyorum.Ama haklı olan benim.Siz Kongoya ihanet ettiniz.Siz Sömürgecilere satılmış kölelersiniz.Yarın sizi yargılacak olan halka karşı gelemezsiniz...dedi.O zaman Combe haykırdı.Munongo deliye dönmüştü.Süngüyü usulca Lumumbanın göğsüne sapladı.Kan hemen fışkırmadı.Lumumba bası arkadaya devrilmiş,dizleri üstüne düşmüştü.Iste o zaman Yuzbaşı ateş etti....
Ve Lumumba öldü.Cesedini,şirketin buzhanesine koydular.Biz öldürdük onu,hepimiz....kalbini ve ciğerlerini,Combe'nin askerlerine yedirdiler.Başı nerede Lumumbanın ? Kimse onun Mobutu'ya,Munongoya,Combe'ye,Kasavubu'ya yenildiğine inanmıyor.
Lumumbayı bir ağacın altına gömmüşler,Şimdi,Katangada,Kasa,'de,Kongo'da her ağacın altı kutsaldır '' 

Olayın tanığı Samalenge,1961 şubatında Munongonun emriyle hapse atılmıştır.Aynı yılın kasım ayındada şüpheli bir av kazasında ölür.

Patrice  Lumumbanın katlinin hikayesi budur.




Saturday, December 15, 2018

ÇİN BOXER AYAKLANMASI






XVIII yüzyıl sonlarında Ingilizlerin '' Hindistan Şirketi '' Çin'e afyon sokmaya başlamış,XIX yy başlarında Çin'in yıllık afyon ithalatını 20 bin sandığı bulmuştu.Halkın sağlığının bozulması yanında ,yurt dışınıda önemli ölçüde para çıkıyordu.Çin Imparatoru,kötü gidişi durdurmak için,afyon tüccarlarını ve bu uyuşturucu maddeyi kullananları ölüm cezasına çarptırmış,bu arada Kanton şehrine gelen 20 bin sandık afyona el koymuştu.

Çin Ingiltere için büyük ve elverişli bir pazardı.Imparatorun afyon konusunda aldığı kararları bahane ederek  Kanton'a asker çıkardı.Çin direnmek isteyince Yang Çe bölgesinede asker çıkarıldı,Şanghay kuşatıldı,şehirde bulunan 16 bin Mançu,umut kalmayınca,topluca intihat ettiler !

Pendit Jawarharlal Nehru,bu konuda şöyle der:
''.. 1834 yılında Ingiltere Doğu Hint Şirketinin Çin ticareti üzerindeki tekelini kaldırdıktan ve kapıyı Ingiliz tüccarlarının önünü açtıktan sonra,afyon kaçakçılığı çoğaldı.Çin hükümeti bunu önlemek için gerekli tedbirleri yeniden almaya karar verdi.Lan Tsi Hay adlı bir adamı kaçakcılığa karşı mücadele etmekle görevlendirildi.Hızlı ve köklü bir şekilde işe girişen bu memur,bu yasak ticaretin merkezi haline gelen Güneydeki Kanton şehrine gitti;bütün yabancı tüccarlara,ellerindeki afyonların hepsini teslim etmelerini bildirdi.Tüccarlar bunu ret edince zor kullanmaya ve işyerlerini sarmaya başladı.Çinli işcilerin ve hizmetçilerin onlarla görüşmelerini  ve yiyecek vermelerini yasakladı.Bu tedbirler tüccarları,20 bin sandık kadar afyonu teslim etmek zorunda bıraktı.Lan,kaçırılmak için hazırlanmış olan bu afyonun hepsini yaktırdı.Ayrıca tüccarlara içinde afyon bulunmadığı hakkında kaptanı tarafından garanti verilmeyen yabancı gemilerinin,Kanton limanına girmesine izin verilmeyeceğini  yoksa tüm gemilere malı ile birlikte el koyulacağı konusunda uyardı.Görevini iyi yapan Lan,bu olayın Çini zor durumda bırakacağını düşünmemişti.Nitekim bu tedbirler,Ingiltereyle savaşa yol açtı.Ve bu savaş Çinin yenilgisiyle çirkin bir antlaşmanın imzalanması  ve afyon ticaretinin serbest bırakılmasıyla sonuçlandı.Afyon ticaretinin Çin halkına vereceği zarar,Ingiltere için önemli değildi.Çünkü İngiltere tüccarlarının  elde edecekleri kardan ve bu karın Ingiliz hazinesine sağlayacağı gelirden başka bir şey düşünmüyordu.Lan tarafından yakılan Afyonun çoğu ingiliz tüccarlara aitti.Bunun için Ingiltere,şerefini ve onurunu savunmak  gerekçesiyle 1840 yılında Çin'e savaş açto.Bu savaş tarihe Afyon savaşı adıyle geçmiştir.

Savaş başlayınca Ingiliz filosu Kanton ve öteki limanlafı sardı.Çin bu filonun  karşısında  güçsüz kalıyordu.Bu yüzden 1842 yılında teslim olmak ve NanKing Antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı.Bu Antlaşma Çinin beş limanını ( Kanton,Şanghay,Amoy,Fuçow ve Ningpo ) yabancı ticarete daha doğrusu afyon ticaretine açmak zorunda bıraktı.Bunlara '' Antlaşma limanları '' adı verildi.Ingiltere ayrıca Kanton'a yakın Hong Kong Limanınıda Çinde kopardı;yakılmış afyonun ve kendisinin açtığı savaşın masrafları karşılığında da büyük ölçüde tazminat aldı.Çin ımparatoru o zaman Ingiltereyi yöneten Victoriya büyük bir nezaketle kaleme alınan bir mektup yollayarak afyon ticaretinin Çin halkı üzerine kötü etkisini anlattı.Fakat Kralıce bu çağrıyı dinlemedi.''

XX Başında Çinde durum değişmemişti.Uçsuzu bucaksı Çin,bir yandan Batılı ülkelerce sömürülüyor,öte yandan misyonerler tarafından Hristiyan yapılmaya çalışılıyordu.Fakat misyonerlerin  davranışları Nehrunun deyiiyle '' Hayasızca ve alçakcaydı ''

9 Temmuz 1900'de bir misyoner karısı olan Lovitt,Şansi eyaletinde idam edilirken soruyordu:
'' Size Hz Isa'nn rahmetini müjdelemek  için geldik.Yanlızca iyilik ettik size.Neden yapıyorsunuz bunun ? '' 

Boxerlerin bu soruya verdikleri karşılık,elllerindeki pankartlarda yazılıydı 
'' Katolikler ve Protestanlar,Tanrılarımızı tanımadılar,hükümdarlarımızı,yöneticilerimizi aldattılar ve Çin halkına baskı yaptışar.Katoliklere kanan Çİnlilerse yabancılarla işbirlğini seçti.Budizmi yıktılar ve mezarlarımızı bile zaptettiler.Tanrı bu olaylara kızdı '' 

Misyonerler,'' Hz Isanın rahmetini müjdelemek için '' geldiklerini söylüyorlardı ama,durum Boxerlerinde belirttikler gibi hiç de öyle değildi .Nehru,bu konuda diyorki :
'' Fakat Çin onları yargılamak gücüne sahip değildi.Çünkü yeni yapılan antlaşma,ülkenin kanunlarına boyun eğmelerini önlemiş,yargı yetkisini kendi özel mahkemelerine vermişti.Misyonerlerde bu hakkı küstahça istismar ediyorlardı.Sonunda,Hristiyanlığı kabul eden Çinliler bile bu hakkı istemeye başladılar.Oysa buna imkan yoktu.Ama en büyük emperyalist ülkeyi temsil eden misyonerlerin başkanı,yerli hristiyanlarınbu isteğini destekliyordu.Çoğu zaman misyonerlerin kışkırtmaso sonucunca köylüler arasında çatışma ve can sıkıcı kavgalar çıkıyordu.Bazen de köylüler bir misyonere karşı ayaklanıyor ve onu öldürüyorlardı.Sonra Emperyalist devlet işe karışıp tazminat istiyordu.Böylece Misyonerlerin öldürülmesi Avrupa devletlerinin işine yarıyordu.Çünkü bu, onlara işe karışma ve imtiyazlar kazanma fırsatını yaratıyordu ''

Boxer ayaklanması 1898 yılında Kuzey Çin de başlamış,1900 yılında başkent Pekine kadar genişlemiştir.Boxerler Çinde kurulmuş yüzlerce gizli örgütten biriydi.Kendilerine verdikleri '' I ho Çusn '' adı '' Haklı ve ahenkli yumruklar '' anlamına geliyordu.Avrupalılar bu yüzden onlara Boxer adıı vermişlerdi.Bu örgütün üyeleri boks sporuna  benzeyen bir vücut eğitimi yaparlar,saçlarına ve bileklerine kırmızı kurdele bağlarlardı.

Boxerler yabancı düşmanıydı.Hristiyanlara karşı bu nedenle sert ve amansıza davrandılar.Onlar için başlıca '' şeytanlar ' Hristiyan misyonerleriydi.Onlardan sonra gelen şeytanlarsa Hristiyan olmuş Çinlilerde ve hepsinin ölmesi lazımdı.

10 Haziran 1900 tarihinde Boxer taraftarı,yurtsever bir kişi olan Prens Tuar,Dışişleri bakanı oldu.11 Haziranda Japon Elçiliği Başkatibi linç edildi.13 Haziranda Baxerler pekine girdi.Buna karşılık Batılı ülkelerin Pekindeki elçileri,17 Haziran günü saraya giderek,Imparatoriçenin hapisteki İmparator  lehine tahttan çekilmesini  istediler.Impartoriçe Tzı Hsi'nin  elçilere verdiği karşılık  daha da sert oldu ;onlara 20 Hazirana kadar Pekin den ayrılmalarını  bildirdi.20 Haziran günü Alman Elçisi Von Ketteler,bir göürşme yapmak için gittiği saraydan  dönerken,Boxerler tarafından biçaklanarak öldürüldü.

Boxerler aynı gün,içinde 475 diplomat 450 denix piyadesi ve 3000 Hristina çinlinin bulunduğu ' Yabancılar mahallesini kuşattılar.Mahaller kale surlarını andıran kalın ve yüksek duvarlarla çeviriliydi.Kuşatma haberi Avrupa'ya bütün diplomatlaron öldürüldüğü biçiminde gelmişti.Oysa,Batı ülkelerinde öldürülenlerin yası tutulduğu sıralarda,Yabancı mallesi dayanıyordu.

Bu olay karşısında Batılı ülkeler arasında görüş ayrılıkları belirmişti.Çin üzerindeki etkilerinisavaş yapmadan artırmak isteyen Rusya ve Japonda,silahlı bir müdahaleye karşıydılar.Bir yıldır Transvaal'de kanlı bir savaşa girmiş bulunan Ingiltere,Çin'e asker yollamakta kararsızdı.Fransa,dostu Rusyanın tuttuğu yolu benimsemişti.Fakat Almanya,Çine asker gönderilmesi  ve bu ülkeye iyi bir ders verilmesinden yanaydı.Alman Imparatoru,II Wilhelm,Çin'e gönderilmek üzere hazırlanan birliklere şöyle sesleniyordu:

'' Hiç esir almayın,elinize geçeni öldürün.Öyle davranın ki,sizden Hunlardan korktukları gibi korksunlar''
Almanyanın bu tutumu karşısında öteki devletler onu kendi başına davranmakta serbest bırakmak  istemedikleri  için,uluslararası bir ordu hazırlamaya ve askerlerini Alman Kumandanı Feldmareşal Von Waldersee yönetiminde Çine göndermeye karar verdiler.Küba ile Filipinleri ıspanyanın elinden alan Amerikada bu sefer katıldı.Bu Haçlı Ordusu,Ingiliz ,Alman,Amerikan,Fransız,İtalyan,Avusturya Macaristan ,Japon birliklerinden meydan gelmişti.O sırada Rus birlikleri de Kuxeydan Mançuryaya giriyor,Port Arthur limanını işgal ediyorlardı.

Birleşik ordu 14 Temmuz'da Tientsin'i aldı.13 Agustosda Pekin kapılarına dayandı.Elli beş gün süren kuşatama 14 Agustos 1900 de sona erdi.Bu ordu,Alman İmparatoru II Wilhelm in öğüdünü tutarak Çini Uygarlaştırmak için binlerce insanı öldürdü ve ülkeyi yağmaladı.

Çin'e 1901 yılının 7 eylülünde ' Boxer Protokolü ' adı altında ağır şartlar kabul ettirildi.Imzalanan bu antlaşmaya göre Çin,Batılı ülkelere faizi 600 milyon doları geçen 333 milyon dolarlık bir tazminatı 39 yılda ödeyecekti.

Boxerlerin amacı,yabancıların Çin'in iç işlerine karıştırmalarını  önlemek ve onları ülkelerinden kovmaktı.Oysa Ayaklanma  tam tersine bir sonuç verdi.Çin Bütünüyle sömürgecilerin eline geçmiş,üstelik altından kalkamayacağı bir borcu yüklemişti


III.SULTAN SELIM ve KABAKCI AYAKLANMASI


Sarayın Karanlık denilecek loşluktaki odalarından birinde olduğunuzu hayal edin.Köşedeki geniş sedirde yatmakta olan kadın,efendisine bir evlat kazandırabilmek için acılar içinde kıvrandığını düşünün.Doğum vakti gelmiş fakat kadının başucunda elindeki saatle beklemekte olan Hekimbaşı,bir tülü müdahele edememektedir.Çünkü,devlet işlerinin bile gökteki yıldızlarom hareketlerine göre düzenlendiği  o dönemde,bir şehzade ya da sultanın uğurlu vaktinin doğmasına çok büyük önem verilirdi.İşte bu nedenle Hekimbaşı,gözünü saatten ayırmakta,büyük bir sabırla uğurlu anı beklemekteydi.

Müneccimlerin ve öbür görevlilerin bütün çabalarına rağmen,çocuğu istenilen zamanda dünyaya getirmek mümkün olmamış fakat hekimbaşının elindeki saatin akrep ve yelkovanını kimseye belli etmeden oynatmasıyşa ,şehzadenin eşref  saatta doğması sağlanmıştır ! Bu ufak hile Padişah ve Valide Sultandanda saklandığı içinğı için,onlar da Şehzadedenn uğurlu saatta doğduğuna inanmışlardı.Dolayısıyle ilerde çok zeki ve eşi bulunmaz bir cihangir olacaktı.

Şehzadeye Selim adı verildi.Başına bir kaza gelmezde tahta çıkarsa,Osmanlı Imparatorluğunda saltanat sürmüş Selimlerin üçüncüsü olarak anılacaktı.

Babası III.Mustafa 1774 yılında öldüğünde ,Şehzade Selim 13 yaşındaydı.Tahta I.Abdülhamit geçmiş,bu durumda Selim,Osmanlı hanedanının en büyük şehzadesi olduğundan veliaht ilan edilmişti.

Veliahtların tahta geçinceye kadar sürecekleri hayat,Osmanlı sarayından belirli bir takım kurallara bağlanmıştı.Çoğunlukla veliaht ve şehzadeler bir hapis hayatı yaşarlar,Padişahların denetimi üzerlerinden eksik olmazdı.Padişah kuruntulu ve korkak yapılı bir kimseyse,veliahtın hayatı tam anlamıyla dört duvar arasında ,dış dünyayla ilişkisi kesilmiş olarak geçerdi.Fakat şehzadede  Selim'in Amcası I.Abdülhamit,hoşgörü sahibi olduğundan onu fazla sıkmadı ve iyi bir öğrenim görmesi için çaba harcadı.Selim bu arada şiir ve musikiye de merak sarmış,güzel sanatların bu iki dalında gerçekten başarı göstermişti.

Braz daha büyüdükten sonra,devlet işleriyle daha yakından ilgilenmeye,Padişah amcasını eleştirmeye başlamıştı.Yaşlı Padişahı :

'' Devlet  aliyeye bu rehavet neden iktiza ediyor ? Ben şimdi saltanatta olsam,işler başak türlü olurdu !! '' gibi sözlerle hırpalamaktan çekinmezdi.

Şehzade Selim'in bu düşünceleri bazı devlet adamlarınca da paylaşılmaktaydı.Başta Sadrazam Halil Hamit Paşa olmak üzere,yenilik taraftarı kimseler I.Abdülhamit'i fazla yumuşak ve ıslahat hareketlerinde çok yavaş buluyorlardı.Onlara göre genç Selim'in tahta geçmesi imparatorluğunda gençleşmesi demek olacaktı.Bu amaçla gizli bir örgüt bile kurulmuştu.Fakat I.Abdülhamitin haber almasıyla,Halil Hamit Paşa,önce Sadrazamlık görevinden uzaklaştırılmış,sonra da öldürülmüştü.

I.Abdülhamit,bu olaydan sonra Selim'i daha sıkı bir denetim altına aldı.Veliaht geçirdiği bu tehlikeye rağmen yolundan dönmemiş,kendisine bağlı adamlarıyla ülke sorunlarını öğrenmeye devam etmişti.Hatta daha da ileri giderek Istanbul'daki Fransız elçisi Kont de Choiseul Gouffier'yle ilişki kurmuştu.1786 eylülü başlarından Fransa'daki yenilikleri öğrenmesi için kız kardeşinin  oğlu ıshak Bey'i XVI.Louis'ye bir mektubuyla birlikte gönderdi.Velihat Selim'le Fransa Kralı arasında,Sarayın ve Babalia'nın bilgisi dışında uzun süre mektuplaşma devam etti.Veliaht Selim,Rus Düşmanı ve Fransız dostudur.Hem de tahta geçtiğnde Fransa'dan yardım bekledğini açık açık belirtmekte bir sakınca görememektedir.

I.Abdülhamit aslında iyi niyetli bir padişahtı.Fakat Şehzadeliği sarayda dört duvar arasında geçmiş,ağabeys III.Mustafa ölüp tahta geçtiğinde ,kendsini tecrübesiz bir padişah olaral Osmanlı Rus savaşının içinde bulmuştu.On beş yıl süren saltanatı sırasında arka arkaya gelen bir çok felaketlerle karşılaşmıştı.Küçük Kaynarca Antlaşmasıyle Kırım'a bağımsızlık vermek zorunda kalmış;Mora,Suriye ve Mısır da çıkan ayaklanmaları bastırmakla uğraşmıştı.Imparatorluğun hergeçen gün çökmekte olduğunu,yeniçeri sınıfının yozlaştığını görüyor,bu gelişmelere içindeki  Avrupa devletlerine yetişmek için bir takım yeniliklerin yapılması gereğine inanıyordu.Ne var ki,savaşlar ve ayaklanmalar ona bu düşüncelerini uygulama olanağını vermiyordu.Buna rağmen '' Mühendishane i Berri Hümayun '' ( Teknik Üniversite )  adı verilen okulun kurulması ve İbrahim Mütefferika matbaasının yeniden işletilmesi gibi olumlu adımları onun döneminde atıldı.

I.Abdülhamit,yorulmuş,yıpranmıştı.Rusya'yla yapılan savaşın aleyhimizde gelişmesi,onu gerçekten üzüyordu.Ölümü de bu yüzden oldu.Özi kalesinin Ruslar eline geçtiğini 6 Nisan 1789'da ögrendiği zaman öylesine üzüldüki,o gece sabaha karşı,kalp krizi sonucu öldü.7 Nisan 1789nda ilk saatlerinde Kızlarağası Idris Ağa,hareme,Şehzade Selim'in dairesine gitmiş,yer öperek saltanat sırasının kendisine geldiğine bildirmişti.

III.Selim adıyla tahta çıkan padişah,yıllardır kafasında geliştirdiği düşünceleri gerçekleştirebilirdi artık,Aşağı yukaru yüz yıldır her alanda yenilmekte ve gerilemekte olan Osmanlı Imparatorluğunu eski gücüne kavuşturabilirdi.İlk iş olarak Fransa'dan ordu ve tersane işlerinden çalışacak uzmanlar getirtti.Tersaneye yeni bri düzen verildi ve Kağıthane çayırıyle,Levent çiftliğinde askerin talim yapması için tesisler kuruldu.Yeni talim ve eğitim yöntemlerine uymak istemeyen yeniçerilere karşı,Nizami Cedit adı altında yeni bir piyade sınıfı ve çekirdeği atılan  bu ordunun  işleriyle uğraşması için 'Talimli Asker Nezareti ' diye bir de bakanlık kurulmuştu.

III.Selim yanlızca askeri alandaki ,yenilikler de yetinmedi.Devletin bütün kuruluşlarını yenileştirmeye ve eskilerinin yerine Avrupa'dan olduğu gibi alınan örnekleri geçirme işine girişti.Padişah, bu taklit kurumlarla Avrupaya yetişeceği,Imparatorluğu geri kalmışlıktan kurtaracağına inanıyordu.Oysa bu girişimler,sonucu etkilemeyen,üstelik bazı gerici ve çıkarcı çevreleri kendisine düşman etmekten başka,bir işe yaramayan çabalardı.Bütün iyi niyetine rağmen yabancı hayranlığını,' Batı' yı taklit etmekler,yabancı uzman kullanmakla kalkınmanın  gerçekleşebileceği gibi bilinçsiz ve yanlış eylemleri,düşünceleri Türkiyeye soktu.Bu yüzden de,çürük temeller üzerine oturtulmaya çalışılan yenileşme,hareketlerinin iki yüz yıldır başarısızlıkla sonuçlanmasına bilmeden yol açmış oldu.

Fransız Devriminin başladığı yıl tahta geçen,III Selim,bir çok olay atlatarak,XVIII.yy Osmanlı Imparatorluğunun kaderini ellerinde tuttu.Belkide çevresini sraan hoşnutsuzluk ve düşmanlık çemberine rağmen daha uzun yıllar tahtta kalabilirdi.Fakat önemsiz gibi görünen bir olay,1807 mayısında Kabakçı ayaklanmasını doğurdu.

Nizam ı Cedit'in kurulmasında büyük yararlıkları görülen Karaman Valisi kadı Abdurrahman Paşa azledilmiş,onun yerne Ragıp Paşa adında biri getirilmişti.Bu yeni vali,Padişaha yaranmak için,Karadenizli kavaslarından bir kaçına Nizamı Cedid elbisei giydirmek istemiş,kıyamet de bundan kopmuştu,Karadenizli kavaslar soluğu doğruca Istanbulda Boğaz daki hemşehrilerinin yanında almışlardı.

Bir süre önce,Bogaziçindeki  kalelere Trabzon dolaylarından iki bin kadar Karadeniz uşağı getirtilerek  yerleştirilmişti.Ragıp Paşa'nın kavasları,işte bu yamak adı verilen askerlerin arasına girmişler,Karaman Valisinin tedbirsizce giriştiği bir işi,Sanki III Selim'in emriyiş gibi bire bin katarak anlatmaya başlamışlardı.Söylentiler hızla yayılmaya başlamıştı :

'' Padişah bütn Osmanlı'yı Nizamı Cedit yapması için Ragıp Paşaya tuğ vermiş... '' 
'' Boğaz kalesi kumandanı Raif efendi de ,yamaklarına Nizamı cedit elbisesi giydirecekmiş''
'' Macar Tabyası kumandanı Halil Haseki de bunlara dahilmiş...'' 

26 Mayıs 1807 de yamaklarının bir araya toplanıp gizli gizli konuştuklarını gören Halil Haseki,ne olup bittiğini anlamak için yanlarına giderek sordu :
'' Bre namertler ! Ne konuşursunuz fısıl fısıl ?.... ''
Yamaklar :
'' Bizim için Istanbul'dan Nizamı Cedit elbisesi gelmiş,Sen de bu elbiseleri bize giydireceğine söz vermişsin.Ocağımızın elbisesinden başka elbise giymeyeceğiz ...''' dediler.Halil Haseki,bu söylentilerin gerçekle ilgisi bulunmadığına yamaklari,boşuna inandırmaya çalıştı.Hiç biri onun sözlerine kulak asmadığı gibi,üzerine  üşüsüp parçalamaktan da çekinmediler.Olayı penceresinden izlemekte olan  Kale Kumandanı Raif efendi,sıranın kendisine geldiğine anladığından bir sandala atlayıp canını kurtarmak istediyse de,yamaklar  yetişip onu da öldürdüler.

Raif efendinin Mühürdarı canını zor kurtarıp saraya koştu ve olanları anlattı.O gece,Babıali de veziler ve padişah ne yapacaklarını kararlaştırmak için toplandılar.Ayaklanmanın en büyük kışkırtıcısı,Istanbul Kaymakam vekili Köse Musa Paşaudı.Toplantıda kendi ayaklandırdığı yamakalrın davranışını önemsiz bir olay gibi göstermeye çalıştı.Amacı,yamakların üzerine asker gönderilmeden onların Istanbula gelerek yeniçerilerle  birleşmesini sağlamaktı.Bunda da başarıya ulaştı;yumuşak yürekli ve korkak yaradılışlı III Selim onun sözüne inanarak yamakların üzerine asker gönderilmeden yalnızca nasihat edilmesine karar vermişti.

Ayaklananlar,bir kaç gün beklemişler,kendilerini dağıtmak için asker gönderilmediğini görünce daha da azgınlaşarak  Büyükdere de toplanmışlardı.Kabakçı Mustafa denilen adamı kendilerine baş seçtikten sonra şu kararları almışlardı:

1- Islam ya da Hristiyan kim olursa lsun,hiç kimsenin malına canına ve namusuna dokunulmuyacaktır.Aksine davranışta bulunanlar hemen idam olunacaklardır.
2-Şeyhülislam Kapısından onaylanmadıkça hiç bir eyleme geçilmeyecektir
3-Et  Meydanında toplanılıp istekleri kabul olunmadıkça dağılmayacaktır

Toplantı bittikten sonra bu şartlara sadık kalacaklarına Kuran üzerine  yemin edip kılıçtan atladılar.Büyükdereden Istanbula dogru yürüyeşe geçen bu topluluk  ancak 500 kişi kadardı.Kabakçı Mustafadan  başka onun yardımcıları durumundaki Arnavut Ali,Bayburtlu Süleyman ve Memiş Çavuşlarının  yönettiği isyancılar yol boyunca taraftar topluyorlardı.Sayıları kısa süre içinde iki bin kişiye  yükselmişti.Yollarının üzerindeki Levent çiftliğinde,Nizamı Cedi askeri bulunuyordu.Bunlara verilecek bir emirle,isyancıların darmadağın edilmesi işten bile değildi.Fakat,korkak ,yumuşak ,yürekli ve kesin karar verme yeteneğinden yoksun III Selim böyle bir emir vereceğine Nizamı Cedit askerlerine kışlalarında kalmasını söyledi.

Isyancılar direnme görmeden Rumelihisarına geldiler.Kalabalığın önünde bulunan çığırtkanlar:
'' Ya Tanrının kulları ! Bizim istediğimiz Nizamı Ceditin kaldırılmasıdır.Başkaca niyetimiz yoktur.Müslüman olanlar kendisini Ocaklı bilenler bizimle birlikte gelsinler ! '' diye durmadan bağırıyorlardı.

Tophaneye  vardıklarında,Topçularda bunlara katıldılar.bu sırada III.Selim ,sanki hiç bir şey olmuyormuş gibi,saraya kapanmış,ayaklanmanın bastırılmasını gerçek kışkırtıcı olan Köse Musa Paşaya bırakmıştı.En sonunda Isyancılar Et Meydanında toplandılar.Kısa bir görüşmeden sonra yeniçerilerle birlikte hareket etmeyi kararlaştırdılar.Yeniçerilerin  ünlü kazanı ortaya çıktı,cebeciler de bu topluluğa katılınca Nizamı Cedit dışında tüm askeri birlikler ayaklanmış oldu.

Daha önceki ayaklanmalarda,bütün dükkanların kapanaması ve Istanbul halkının evlerine çekilmesi gelenek haline gelmişti.Yine öyle oldu.Fakat bu sefer oldukça disiplinli hareket eden isyancıların başları,bu durumu önlemek için tellalar çıkartarak :

'' Dükkanlar açılsın !...Kimse işinden gücünden geri kalmasın ! Kimseye zararımız yoktur.Bizim istediğimiz Tanrının kullarının rahatı ve devletin düzenidir ! ...''  diye bağırttışar.Halk bundan cesaret alarak sokaklara döküldü,dükkan ve çarşılar açıldı.Isyancılar,gerçekten hiç kimseye zarar vermediler ve aldıkları her malın karşılığını ödediler.

III.Selim ayaklanmanın bütün Istanbul'a yayıldığını görünce,iyi eğitim görmüş ve o çağın en gelişmiş silahlarına sahip Nizamı Cediti harekete geçirip ısyancıları ezeceği yerde,Babıaliye Nizamu Ceditin kaldırdığını ve ayaklananların her istediğini yerine getireceğini bildiren bir hattı hümayun gönderdi ''

Isyancılar,Padişahın bu fermanına çok sevinmişlerdi.Çünkü,Nizamı Cedit askerinden gerçekten korkuyorlardı.İstekleri gerçekleşmişti.III Selim'in isteğine uyarak dağılmak üzereydiler ki,işe yeniden Köse usa Paşa karıştı.... Ayaklanmanın önderi durumundaki Kabakçı Mustafanın eline onbir kişilik bir liste ulaştırıldı.Dizginleri Köse Musa Paşa'nın elinde bulunan bu sözde ayaklanma önderi baldırı çıplak,şimdi birden ağız değiştirmiş,listede adları yazılı on bir kişinin kellerinin istiyordu.Bu onbir kişi,yenilik taraftarı olarak bilinen yöneticilerdi.Listenin başında,III.Selim'in en gözde adamlarından Ibrahim Kethüda bulunyordu.

Şeyhülislam Ataullah Efendi,Kabakçının listesini onaylayıp Padişaha göndermişti.Bütün yeniçeri ayaklanmalarında olduğu gibi,bu seferde kendilerine Ulema adı verilen kişiler,yani Imparatorluğun din ve bilim adamları,başkaldırıcların yanında yer almışlardı.Ataullah Efendi,listenin,III Selim'e gönderilmesinden sonra,Rumeli ve Anadolu Kazaskerleriyle birlikte Et Meydanına geldi.Şeyhülislamnın üstdadı Münir efendi ve daha birçok sarıklı din adamı da meydana gelmekte gecikmediler.

Sarayda ise,Padişah çaresizlik içinde kıvranıyordu.Köse Musa Paşa,istenilen  kelleler  verilmedikçe ayaklanmanın bastırılmayacağını söyleyip III.Selimi  sıkıştırmaktaydı.Padişah sonunda Ibrahim Kethüdayla sevdiği iki kişi dışında  ötekilerin idamlarına razı oldu.Fakat Köse Musa Paşa,III Selimin haberi olmadan haberi olmadan onları da isyancılara teslim etti.

Et Meydanındaki kalabalık yine de dağılmamıştı.Padişah Köse Musa Paşadan isyancıların hala niçin dağılmadıklarını ve yine ne istediklerini sorduğunda şu karşılık aldı :

'' Irad ı Cedit in kaldırılmasını istiyorlar......''

Irad ı Cedit,Nizam ı Cedit askerinin masraflarını karşılamak için konulmuş bir vergiydi.Bu vergiyi Istanbul halkıda istemiyordu.Çünkü,Irad ı Cedit le Istanbul halkının ödediği vergi iki katına çıkmıştı.Padişah,bunu da kabullendi ve söz konusu vergiyi kaldırdı.

Ertesi gün,Isyancılar yine ağız değiştirmişlerdi.Şİmdi de :
'' Abdülhamit Han Şehzadelerinden Sultan Mustafayla Sultan Mahmutun yanlarına emniyetli adamlar koyup muhafaza edeceğiz '' diyorlardı.

Duygulu ve yufka yürekli III Selim'in sözümona,bu iki şehzadeyi öldürmesinden korkuyorlardı.Oysa böylesine bir davranış,Padişahın aklının köşesinden bile geçmemişti.Çünkü kendisi kısırdı,o güne kadar çocuğu olmamıştı.III Selim,buna da ' evet ' demek zorunda kaldı ve Babıaliya şu yazıyı gönderdi.

'' Benim zürriyetim yoktur.Şehzadeler benim evladım ve gözümün nudurudurlar.Ben onlara,suikast ile ,tertemiz Osmanlı hanedanının yok olmasına ve Osmanoğulları Devletinin çökmesine sebep olmak,hiç hayal ve hatıra gelir şeymidir ? Allah o günler göstermesin ''

Artık istenecek tek bir şey kalmıştı;III Selim'in tahttan indirilmesi!.. Sonunda onu da istediler.Köse Musa Paşa,Şeyhülislam Ataullah Efendi ve ayaklanmanın önderi  durumundaki zorbalar,eninde sonunda Padişahın kendilerinde intikam alacağı korkusu içinde,isyancıları bir kere daha kışkırtılar.Şöyle bir oyun düzenlendii;Yeniçeri Ağaları gidip İsyancılara başka istekleri olup olmadığını soracaklar,sonra da bu istekleri Şeyhülislam'a bildireceklerdir !...

Yeniçeriler yeniden Et Meydanında toplandılar.Toplantıyı Istanbul kadısı Murat Efendi yönetiyordu.Bu danışıklı dövüş sonunda ,Yeniçeriler III Selim'in tahttan indirilmesini ve yerine Şehzade Mustafa'nın cıkarılmasını istediler 

Yeniçeri Ağaları,Isyancıların bu isteklerini Şeyhülislama şu sözlerle bildirdiler.
'' Sultan Selimin Saltanında gelecek yok,yönetimi bir takım zalimlerin eline verdi.Kendisi zevk ve sefayla meşgul.Arkasını devlete veren herkes,halka ve fukaraya zulum etmekte ! ''

Oyun başarıyla oynanmıştu.Şeyhülislam ve ulemanın kararıyle,isyancıların istekleri yerine getirildi..III.Selim tahttan indirilip yerine Sultan Mustafa geçirildi.

III.Selim'in durumu öğrendipinde tepkisi saray kapılarını kapattırmak ldu.Bu gülünç tedbir işe yaramadı.Kısa bir süre sonra Köse Musa Paşa'yla Şeyhülislam Ataullah Efendiyi karşılarında  gören kapıcılar ardına kadar açmakta sakınca görmediler

Sultan Mustafa haremnden alınarak tahta çıkarılmış,III Selim ise ,direnmeden bunuada boyun eğerek haremdeki dairesine kapanmıştı.

Devrik Padişah III Selim alınyazısna boyun eğerken,onun tahttan indirilmesini hoş karşılamayan,boyun eğmek niyetinde olmayan biri vardı: Alemdar Mustafa Paşa..

Bu serhat Beyi ilk önce amacını gizlemesini çok iyi bilmiş ve IV Mustafayla aynı adı taşıyan Sadrazam Çelebi Mustafanın güvenlerini kazanmıştı.Onlardan ordusuyla birlikte Istanbul'a gelmek için izin aldı.Alemdar,III Selim'in tahttan indirilmesiden bir yıl iki ay sonra,yirmi bin askeriyle 28 Temmuz 1808 de Rumeliden Istanbul'a gelerek Veliefendi çayırında ordugah kurdu.Aynı gün Babıaliyi bastı ve Sadrazam Çelebi Mustafadan sadaret mührünü zorla aldı.

Daha sonra başta Şeyhülislam Ataullah Efendi olmak üzere din adamlarını ve vezirleri çağırttı.Sarayda din  ve devlet işlerini görüşmek gerekçesiyle hepsini önüne katıp Topkapı sarayının yolunu tuttular.Fakat daha onlar saraya varmadan,haberciler duruu IV Mustafaya anlatmışlardı bile... Padişah ve adamları korku içindeydiler.Önlerinde tek bir kurtuluş yolu vardı:III Selim'le genç Veliaht Mahmutu,Alemdar saraya gelmeden öldürürlerse IV.Mustafa tek başına kalacaktı.

Bu kanlı düşünce aceleyle uygulama alanına konuldu.Alemdar Mustafa Paşa,saray kapısından girdiği sırada ,IV Mustafa nın adamları dairesinde kitap okumaka olan III Selim'i hançer ve kılıç vuruşlarıyla öldürdüler.Fakat,Şehzade Mahmut'un dairesine gittiklerinde,işleri ters gitti.Yiğit bir cariye,suikastçilerin gözüne kül serpip onları oyalarken bir kaç kişide Şehzadeyi dama çıkartarak kurtardılar.

O sırada Alemdar Mustafa Paşa Harem dairesininin kapısını kırdırıp içeri girdiğinde ,III Selim'in kanlar içindeki cesediyle karşılaştılar .Koca Alemdar,çok sevdiği efendisinin başı ucunda çocuklar gibi ağlıyordu.Yanındakiler:
'' Aglamak zamanı değil,iş yapmak zamanıdır ... '' diyorlardı.Alemdar ie kendinden geçmiş bağırıyordu.

'' Vah efendim '.. Ben seni tahta çıkarmak için b kadar yoldan geleyim de,seni bu halde göreyim ! Şİmdi bütün saray halkını kılıçtan geçireyim de,intikamı alınmış olsun ! '' 

Alemdar tahta genç Şehzade Mahmutu çıkarttı ve onun izniyle III Selim'in öldürülmesine adı karışanlar öldürüldü

Padişah II Mahmut da genç yaşında tanık olduğu kanlı olayları ve bir cariyenin kendini feda etmesş karşılığı kurtulduğunu unutmadı.Bu ocağı 1826 da ortadan kaldırdı.

Sunday, November 18, 2018

AZ TANINAN OSMANLI SULTANLARI : SULTAN II SÜLEYMAN





Aslına bakarsak II.Süleyman dan bahis ederken,Bazı tarihçiler onu III.Süleyman diye de anarlar.Bunun nedeni de Timurlenk saldırısından sonra yıllarca Osmanlı tahtında oturmuş ve Veziri Çandarli Ali Paşanın ölümüne kadar bu ülkede tek başına hükümran olmuş Emir Süleymanın varlığıdır.Bunu Fetret devrini anlatan makalemizde bahis edeceğiz.

Aciz bir Sadrazam ve serdarı kaçırtarak cephe gerisinde isyan eden ferman dinlemeyip elde kılıç Istanbul üzerine yürüyen ordunun kükremiş kin ve nefreti karşısında hem IV.Mehmed hayatını hem de Osmanlı tahtının onurunu kurtarmak için,daha asker Istanbula girmeden Padişahın tahttan indirilmesine karar verilmişti; ve bu karar tam zamanında verilmişti.Fakat Sultan Mehmet,kırk yıl süren saltanatı boyunca gücün tadını öylesine almıştıki,bırakmak istemiyordu;tahta kalabilmek için kardeşlerini ve hatta oğullarını ,hanedanın tüm erkeklerini ortadan kaldırabilirdi.Bir saray faciasının önlemek için birşeyler yapmak gerekiyordu.II.Sultan Süleymanın tahta oturmasında iki saray adamının Kapuağası Hacı Ibrahim Ağa ile Kızlararası Ali Ağanın yardımları olmuştur.Çocukluğu ve gençliği IV Mehmet zamanında Enderunu Hümayunda  geçmiş Müverrih Fındıklı Silahtar Mehmet Ağa bu olayı tüm detayları ile anlatıyor :

'' O Tarihte Seferli odası oğlanlarından idim ve Kapuağası Hacı Ibrahim ağanın  miayetinde  anahtar şakir idim.Padişahtan emir almış gibi enderun koğuşlarına beni gönderdi:
-- Şevketli padişahımız hazretleri cümle iç oğlanı kullarına  Fethi şerif  okusunlar diye ferman etmiş,odalarınızı kapularını kapayup kimse dışarı çıkmasın diye  tenbih ettim
'' O tarihte içoğlanları zabtü rabtan çıkmıştı ,aralarında maarif erbabı kalmamıştı,sürgün avlarında inüp binmeğe,yiyip içmeğe alışmışlardı;iplikleri pazara çıkmış halk nazarında şeref ve itibarları kalmamış,Anadoluda işi gücü şekavet olan Sarıca ve Sekbanlar gibi zabitlerini dinlemezlerdi,sarayı hümayun bir alay gönlü büyük  ve yakası kirli lobutcu ve cündi makulesi ile dolmuştu,eğer saraya dışardan silahlı bir yürüyüş  ve cündi mukalesi ile dolmuştu,eğer saraya dışardan silahlı bir yürüyüş olsaydı Sultan Mehmedin uğruna kardeşlerini öldürürlerdi;ama Allahında hikmeti o gün üzerlerine bir yılgınlık geldi  ve odalarına kapandılar.
'' Hacı Ibrahim ağa daha sonra hazine kethüdasını çağırdı
- Ayak divanı vardır,Babüssade önüne tahtı çıkar !  dedi 
'' Taht çıkınca Kızlarağası Ali Ağa da Hasodabaşı ile beraber Şehzade Süleymanın sarayda Şimşirlik denilen yerdeb mahbus olduğu odaya gitti.Şehzade idamına geldiklerini zan ederek çok korkttu,çıkmadı.Kızlarağası :
-- Benim şevketli padişahım,korkmayın,vallah billah zarar kasdire gelmedim,cümle vüzera ,ulema ve ocaklı kulların sizi padişah yaptılar taht çıktı,sizi beklerler dedi
'' Inanmadı ''
-- Izalemiz emir olundu ise söyle,iki rekat kılayım sonra emri yerine getir ! Çocukluğumdan beri kırk yıldır hapislik çekerim,,her gün ölmektense bir gün ölmek yekdir !...Bir can için ne bu çektiğimiz korku..!! diyerek ağlamağa başladı.
'' Kızlarağas padişahın ayağını  öperek ; Haşa ki size bir kasid ola taht kurulmuş,cümle kulların size bakar dedi ''
Aynı odada bulunan küçük kardeş Sehzade Ahmette :
-- Buyurun korkmayın dedi 
'' Nice zamandan zelil ve sefil kalmış,üzerinde bir şey yok..ancak arkasında kırmızı atlas entari ,ayağında tomak vardı.Kızlarağası kendi erkan kürklerinden meneviş çuhaya kaplı bir samur erkan kürkü getirip entari üstüne giydirdi,koltuğuna  girerek tazim ile Sofa köşküne çıkardı,havuz başındaki tahta oturttu.Orada silahdar ağa ile has odalılar tarafından karşılandı.Sofa köşkünden arz odasına giderken karanlık bir yer olan Arslanhaneden geçilir,orada :
-- Beni burada mı öldüreceksiniz ?... dedi
Kızlarağası 
-- Behey efendim,niçin böyle buyurursunuz,haşa ki izaleniz emir olunmuş ola,tahta oturmaya gidersiniz ,işte kapuağasıda  ,kapu oğlanları ile istikbalinize gelmişler ! dedi.
'' Kapuağasıda   selamlayup sol koltuğuna girdiçArz odasına götürdüler.İç hazinede saklana Hz Yusuf'un sarığını getirdiler,başına koydular.Üzerine  üç adet murassa sorguç sokuldu.Güneş henüz bir buçuk mızrak boyu yükselmiştiki ,Babüssaade önündeki aliosman tahtına culus ettiler,biat merasimi başladı ''
Cülus tam zamanında olmuştu.Asi ordu da o sabah Istanbula girmişti ve saray derhal akerle dolmuştu.Istanbulda söz,isyanı  idare eden asker zorbabaşıların idi.An'anelere aykırı olarak matıracıbaşılara kadar biat merasimine iştirak ettiler.
III.Sultan Süleymanın ,ilk işi  kardeşi Şehzade Ahmedin beraber çile doldurdukları odadan haremi hümayunda ferah bir yere naklini emretmek oldu.Kendilerinden boşalan  odaya IV.Sultan Mehmet kapatıldı.

II.Sultan Süleyman 7 yaşında bir sabi iken hapse konulmuştu,çilesi 46 yaşında doldu.Bütün çocukluğu ve gençliği dört duvar arasında heder olmuştu;ruhen  çökmüş,sıhhatı bozulmuş,görgüsüz,bilgisiz yılgın bir adamdı.3 sene 7 ay 4 gün süren padişahlığındada bu yılgınlıktan kurtulamadı.Her gün tahttan indirilmek korkusu içinde yaşandı herkesten şüphe etti.Halbuki yaradılışında şefkatli,merhametli adamdı.Kendisini yakından tanımış,müverrih Fındıklılı Mehmet Ağa '' Orta Boylu,yassı bağırşı,siması  latif,beyaz tenli,kara gözlü,doğan burunlu,siyah kaba sakallı,semiz vücutlu,vekarlı,heybetli padişahtı.Ağzından kaba söz çıkmamıştır,beş vakit namazını terk etmemiştir.Cömertti,kullarından  bir altına,gümüşe,cevahire,esvaba müteallik bir şey istese vermem yok dememiştir.Huzuruna çıkarılan  suçlulara dahi gazapla hitap etmemiştir '2 der

Padişahlığının ilk altı ayı,Istanbulda asi askere katılmış zorba ve harami güruhunun her istediğini yaptırdığı ,çarşıları,pazarları,yağma ettiği,namus sahibi kadınların ırzına saldırıldığı karanlık bir dönemdi.II.Süleymanın ilk sadrazazmı olan Siyavuş Paşa, şehir zorbalara  bırakmaya alet olmadığı için sarayında baskına uğradı.silahla karşılık veren paşa,vurularak öldürüldü,sarayı yağma ve talan edildi.Evdeki eşyadan başka paşanın genç oğullarını ,bakire kızlarını cariyelerini,kölelerini kaçıırp esir pazarında sattılar.Siyavuş Paşanın eşi Köprülü Mehmet Paşanın kızı Fatma Hanımdı,şişman bir kadındı,korkudan düşüp bayılınca onun bile yüzüklerini,kollarındaki bilezikleri,kulaklarındaki küpeleri almışlardı.Baygın kadını da bir kilimin içine atıp bekar odalarına kaldırırken  bu ailenin nimetini görmüş bir kaç subay '' Burası Malta kalesimidir ? Bu yaptığınızı kafir yapmaz bre kafirden eşek herifler .. '' diye bağırıp güçlükle kurtarmışlardı.Esir diye satılan evlatlarınıda kırkar ellişer kuruşa satın alarak kurtarmışlardı.

Osmanlı,Avusturya,Venedik,Polonya ve Rusya ile aynı zamanda savaşıyordu.Ordu zorbaların elinde Istanbul'da soygun ve talan ile meşgul,şehirlerin,kalelerin savunması halkın ve kale muhafızlarına kalmıştı.Hergün bir felaket haberi geliyordu.1688 Eylülünde Avusturya ordusu Belgrada girer.

Nihayet,Zorbalar tepekendi.Devletin idarecileri,Orduya şevk ve savaşma arzusu vermesi için Sultanın ordunun başına geçmesini istiyorlardı.Halbuki padişah ağır hasta idi,Elleri ve karnı şişiyordu,buna rağmen atına bindi ordu ile yola çıktı.Istanbuldan Edirneye ordan Sofyaya  kadar gitti.Ama cephelerden gelen kötü haberler üzerine Edirneye geri döndü. Devletin başına güçlü ve başarılı bir Vezir lazımdı.Padişahın emri ile toplanan bir  divan sırasında,mühür ü humayun,az evvel Avusturya üzerine serdar tayin edilen Köprülü Mehmet Paşanın ,küçük oğlu Fazıl Mustafa Paşaya verildi.Fazıl Mustafa Paşa Niş ve Belgrad kalelerini geri aldı.Viyana bozgunundan beri cepheden ilk defa zafer haberleri geldi.

Sofyadan Edirneye dönmüş olan Sultan Süleyman Istanbuldan korkuyordu.Istanbula gitmek istemedi.Saraydaki danışmanlarıda  '' Padişahım,vezirlerine emniyet etme,kardeşin Edirneden  Istanbula gitti,tahttan indirdiler,şimdi seni de indirirler,Sultan Mehmedi tahta geçirirler '' diyorlardı.Kararını ve korkusuu açıkca bildirirdi.
-- Bizim taht şehrimiz artık Edirnedir,burada  yazlarız,burada kışlarız !.... dedi
Devlet Erkanı :
--Padişahım,cümle alem senden hoşnuttur,senin gibi halim,selim,abid ve zahid nereden buluruz ! münafık sözüne itimat etmeyin ,iki yerde saray masrafı ağırdır,harp içindeyiz,hazineden darlık vardır..diyerek güçlükle ikna ettiler.
Köprülüzade yeni sefer mevsimi için  savaş hazırlığına başlado;fakat Istanbulda Sultan Süleymanın hastalığı ilerledi,gayretle dolaşıyordu.Halk arasındada dedikodu yayıldı: '' Bu Sultan Süleyman kırkyıl hapislik çekmiş adamdır,çürüyüp kalmış,padişahlık bilmez,alem padişahsız kaldı.Halbuki kardeşi Sultan Mehmet kırk yıl sultanlık yapmış,işinin ehlidiir,düşmana karşı koyar '' deniliyordu.Ulema efendilerinden bir kısmı ziyafet bahanesi ile toplandılar,bir saltanat darbesine karar verdiler,kızlarağası ve silahtarağa ile anlaşarak sarayı basacaklar,IV Sultan Mehmedi tekrar tahta çıkaracaklardı.Gizli eylem Köprülüzadeye ihbar edildi, o da ismen tesbit ettiği ihtilalci efendileri bir akşam evlerinden toplatarak Rodos adasına sürgüne yolladı.

Sadrazam bu sefer Budin üzerine yürüyecekti.Bu uleme olayından sonra,ordu ile sefere gittiğinde Istanbulda bir ihtilal çıkmasından korktu,Sultan Süleymanın endişesine hak verdi,Istanbula zorla getirdikleri sultanı yine Edirneye götürmeye karar verdi:
-- Padişahım burada bir fitne zuhur ederse sen hünkarıma rahat vermezler,yol mübarektir,insallah sağlığınıza kavuşursunuz dedi
Sultan Süleyman kütük gibi olmuş kollarını bacaklarını gösterdi:
-- Behey Paşa ! Gör bak ne haldeyim,nasıl yola çıkarım....Dün gel,bugün git...orada yerleşmişken ne diye kaldırıp getirdiniz ?... dedi
Fakat Israr etmedi,tahtıveran ile Edirne yoluan düştü.IV Mehmet ile iki oğlu ve kardeşi ahmette peşi sıra gitti.

II.Süleyman Edirneye gelirgelmez yatağa düştü.Sadrazam ve serdar Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa ordu ile Edirneden yola çıkarken vedalaştı.
-- Mustafam,seni Cenabı hakka emanet eyledim,inşaallah zafer ile dönersin dedi ve ağladı.
Serdarın hareketinden birkaçgün sonra da 1691 Haziranının 22 .günü Cuma günü vefat etti.
Fazıl Mustafa Paşanın hareket ederken verdiği talimat üzerine Sultan Ahmet Tahta oturtuldu.Sultan Süleymanın naşı,namazı kılındıkran  sonra araba ile Istanbula gönderildi,havalar çok sıcaktı,kokmaması için tabutun içine buz doldurulmuştu.Yenş Padişah II.Ahmet,kıık yıl boyunca gençliklerini bir odada beraber gençliklerini yitirdikleri kardesini araba başında bir fatiha okuyarak uğurladı.II Süleyman ölümünde 50 yaşında idi.Kanuni Sultan Süleymanın türbesine defnedildi.

Bir Hanedan geleneği idi.Osmanlu Padişahları Medinede Ravzai Mutahhare'ye kıymetli bir hediye gönderirlerdi.II.Süleymanda bir kandil yaptırıp yollamıştı.Fındıklılı Silahtar Mehmet Ağa şöyle tarif ediyor :
'' Dört okka altından yapılmış ve üzerine elmaslar kakılmıştı,dibinde balıkağı şeklinde örülmüş,bir inci yumağı vardı,onun nihayetineden Tavuk yumurtasından büyük eski maden bir zümrüt konmuştu.Kandil üç altın zincirle üçgen şeklinde bir çenbere asılmıştı.bu çenberden de yine balık ağı şeklinde örülmüş bir inci yumağı sarkıyordu ve onun da nihayetine evvelkisinden azıcık küçük bir zümrüt konmuştu.Kandilin etrafına siyah mine üzerine beyaz mine ''  Ya Rab Süleymanı Kıl inayet,sefaet ya Resulallah şefaet 1101 '' yazılmıştı.

Azametli ve zengin bir devletin aciz ve liyakatsiz ellerde zulüm ile düşüsü ve parçalanışı çok hazindir.

Saturday, November 10, 2018

AZ TANINAN OSMANLI SULTANLARI :SULTAN II.AHMED





II.Sultan Süleymanın hayatıdan ümit kesildiği zaman,seferegiden sadrazamın talimatına rağmen yerine kimin geçireleceği devlet ve saray erkanı arasında bir mesele olmuştu.Padişahın,küçük kardesi Sultan Ahmed 49 yaşında idi,o da 6 yaşında beri bir hücrede yaşıyordu.bu yaştan sonra Hükümdarlık Saltanatını kavramasına imkan yoktu,yardımcılarını,vezirlerinin ihtiraslarına,hilelerine oyuncak olacaktır.Halbuki Sultan IV Mehmet hayatta idi ve dört senedir hapis hayatı yaşıyordu.Sultan Mehmetin  büyük oğlu şehzade  Mustafa da 26 yaşlarında bir yiğiti,babasının zamanında yirmiüç yaşına kadar dünyayı bilerek ,görerek yetişmişti.Özellikle Ulema onun tahta çıkarılmasını istiyordu.Fakat Saray ve devlet erkanı : '' Tahtan düşürülen Sultan Mehmetin uğursuzluğudur,padişahlığını  halk ve kul hazmetmez,oğlu da yularsız Arslan gibi büyümüştür,binüp inme,çengü çegane öğrenmiştir '' Sultan Süleyman ölür ölmez kardeşi Ahmeti tahta oturtmuştu.Ulema çaresiz  Sultan Ahmede biat etti.Yeni Padişah son derece hassas ve asabi adamdı,tahta oturunce ilk sözü :

-- Ben bu makamı ne istedim,ne de bekledim,Allah bu aciz kuluna nasib etti,bu nimetin şükür borcunu ödeyemem dedi
Ulemanın kendi hakkındaki düşüncesi meclisten meclise söz taşıyıcılar  tarafından Sultan Ahmede iletilmişti.Nakibüleşraf efendi biattan sonra cülus duasını okurken asabi padişah kendisini zaptemedi,pos bıyıklarını  burarak müftü efendiye :
-- Bre Allahtan korkmaz ,ak sakalından utanmaz adam ! Beni bu hale koyuncaya hapsettiniz.şimdi de hakkımda saltanata layik değildir demenize sebep  nedir !..diye sordu.
Dua okuyan Nakib efendinin korkudan dili tutuldı.Ulema bedbaht adamın bu haklı ve acı sorusuna cevap veremedi

II.Sultan Ahmed Istanbulun fethinden sonra Osmanlı tahtına Istanbuldan başka bir yerde oturmuş bir padişahtır.Hükümdarlığı 3 sene 7 ay 14 gün sürmüştür.

Tahta çıktığı anda,Sadrazam ve serdarı Köprülü Fazıl Ahmet Paşanın Slankmen savaşında Avusturyalı askerin attığı bir kurşunla şehit olduğunu ve ordunun dağılıp bozguna uğradığının haberi geldi.Devlet haris,yeteneksiz ama paraya aç,entrikacı vezirlerin eline kaldı.Padişah olacağını hiç düşünmemiş,devlerinin sahip olduğu ülkeler hakkında hiç bir şey bilmiyordu,Hazinenin durumu hakkında bilgisizdi.Her söze ve her kötülüğe kanıyordu.En silik padişahlardan biri oldu.

Abisi Sultan Süleyman gibi Istanbuldan hep korktu.Padişahlığı boyunca hiç İstanbula gitmedi.Kılıç kuşanma töreni bile Edirne Eski Camii de yapılmıştı.

6 Şubat 1695 de 52 yaşında Edirnede öldü,naşı araba ile  Istanbula götürülüp Kanuni Sultan Süleymanın türbesinde,kardeşi Süleymanın yanına gömüldü.Zindan arkadaşı kabir komşusu olmuştu.

6 yaşında iken hapse konulmuştu,Edirne de Sultan oldu ve orada öldü.Istanbulu hiç görmemiş tek Sultandır,Bildiği tek yer Topkapı sarayındaki hücresi idi.

AZ TANINAN OSMANLI SULTANLARI : SULTAN IBRAHIM




Ölümünün üzerinden neredeyse 3 asır geçsede Sultan Ibrahim çoğu tarihçiler tarafından hala yanlış anlaşılıp ,değerlendirelen bir Padişahtır.Tüm hanedanda gerçek ruh sağlığı tamamen bozyuk arıyorsanız bunun cevabı I.Mustafa dır.Ciddi bir hastalığı olmasına rağmen iki defa tahta geçirelen bu zavallı adamı kınamak değil, bilakis acıma ile anmak lazımdır.Ibrahim deli değildir.Ama yaşadığı baskılar ve ölüm korkusu onun davranışlarına etki yapmıştır.Onu  halkı çok sevmiş ve ölümüne göz yaşı dökmüştür.Bu insanın hayatından bazı sayfalardan bahis ederken,onu yargılamak kesinlikle haddimiz değildir.Çünkü 21 yy da oturup,17 yy da yaşamış birini eleştirip yargılamak,hep ayıptır hemde adil değildir.Bu yazı dizimizde yargılama yoktur,olamazda.Amacımız yanlızca bu Sultanların objektif olarak tanınmasını sağlamaktır.Bizler muhteşem bir tarihe sahip bir toplumun çocuklarıyız.Yaşadığımız topraklar büyük bir kültür hazinesidir ve her hazineden parçalarda bizi yaratan elementlerdir.Dilerim bu yazılar sizlere tarih okuma zevkini aşılar.Çok konuştum;Sultan Ibrahimin hikayesine başlayalım...


9 Şubat 1640 perşembe günü sabahı Istanbul sokakları devletin dellarının bağırmaları ile çınlar.

--- Memleket ve Devlet Sultan Ibrahim Hanındır ...! 

Bu bağırışlar ve atılan yüz pare cülüs topları Istanbul'un üzerinden uzun süren korku ve terör havasının kaldırılmasını habercisi idi.Istanbul halkı evlerinden çıkarak,sokaklara,meydanlara akın ediyorlardı.Bu kadar sağlıklı ve güçlü bir adamın bir kaç ay içinde ölüp gitmesine kimse inanamıyordu.Nitekim,Sultan IV Murad ın ölümüne ,Tahtın tek varisi olan Ibrahim de inanamamıştı.Gece yarısı Valide Sultanın gönderdiği kapıağası odasına gelip :

-- Şehzadem,mübarek başınız sağ olsun,Biraderiniz Sultan Murat Han dari bekaya giti,tahtı saltanat sizindir ,Buyrun !


Dediğinde Sultan İbrahim :
-- Siz bana mekrü al idersiniz,bana taht ve saltanat gerekmez,karındaşım sağ olsun,benden ne istersiniz ?!.... demişti.

Yedi yıldan beri gece ve gündüz,kapısında ne zaman ayak sesleri işitse cellat korkusu ile tirtir titremişti,boğdurulan üç kardeşin çığlıkları hiç kulaklarından gitmiyordu.Bu davet,tahta gözü olup olmadığını anlamak için Sultan Muradın bir hilesi olabilirdi.Şehzadeyi bir türlü ikna edemeyene kapıağası,Valide Sultan ile geri gelmiş,Kösem Sultan da '' Arslanım !! ..Başın sağolsun,korkma,gel ,çık !'' diye yalvarmış,yeminler etmiş,Ibrahim çıkmamakta ısrar edince: ' Kendiniz varın  görün '' diyerek kapıağası ile birlikte kollarından tutup,odasından zorla,adeta sürüklüyerek çıkarmışlardı.Sultan Muradın ölüm döşeği önüne geldiklier zaman dahi içinde şüphe içinde idi,yüzünü örten tülbentin kaldırılmasını işaret etti,Yüzünü açtılar.Bu bölümü Naima nın sözleri ile anlatalım '' Gördüler ki Ömrü biraderi şir savlet tatmam olmuş,nerkisleri pejmürde ve endamı nazenini efsürde,alemlere benim diye şehriyarı ıskender vekaar hükmi melike cebbar ile mude olmus'' yine emretti dülbendi örttüler,Sadrazam kemankeş Kara Mustafa Paşa ile Enderunu hümayunun ileri gelen ağaları orada idiler.

-- Hak Teala o yerde yattıkça size ömür vire,taht ve saltanat mübarek olsun Padişahım ...dediler.

Taht odasında '' Bismillah ....''  diyerek Hazreti Ömer in kutsal emanetleri arasında  bulunan imamesini getirdiler.Bu sarık,adalet timsali islam büyüğünün kendi elleri ile sarıldığı gibi durmakta idi,tam bin yıldan beri bir kıvrımına dahi dokunulmamıştı.Sultan Ibrahim başındakini çıkardı ve bu tarihi imameyi giydi.Sonra Imparatorluk tahtının önünde kısa bir tereddüt anı geçerdi.

Yirmi beş yaşında genç bir adamdı ve son derecede  güzel adamdı.Kesimi ihmal edilmiş koyu kumral sakalın çerçevelediği güzel yüzünün rengi soluktu,nasıl solmasınki üç yaşında beri dört duvar arasında yaşıyordu.Ağrı bir sinir rahatsızlığı vardu,o zamanlar bu hastalığa '' Elemi asabi '' deniliyordu.Içinde bazen soluk aldırtmayacak kadar ağır bir sıkıntı,bunalma; iç çekmelerini,kısa kesik ızdırap anlarını,baygınlıklar takip ediyordu.Buluğ çağına girdiğinde bu elemi asabi ile erkeklik kudreti pek kısa sürmüş,onaltı,onyedi yağında tığ gibi bir delikanlının odasına konulan güzel bir cariyenin karşısındaki aczi de hastalığını günden güne ilerletmiştir.Tahsili ihmal edilmişti,ihlal edilmese dahi kendisini tahsile gücü yoktu,ancak okuma yazma öğrenebilmişti,el yazısı da ruh hastalığının grafik çizgisi gibiydi,karışık,okunması güç bir çalı yazısı idi;kelimeleri zincirleme  telaffuz ederek,arada bazı heceleri yutarak çabuk çabuk konuşuyordu.Yüreğine gelince,elmas gibiydi.Hırs,kin,gurur lekeleri yoktu;hile ; kurnazlık bilmiyordu,çocuk gibi saftı ama bir melek değildi.Güvendiklerinin,güvenine ihanet etmelerinden dolayı o da zalim ve gaddar oldu;kimi zaman yaptıklarını unuttu,bazenden yaptığından utandı,vicdan azabı çekti,Sultan İbrahim'in kişiliği hakkında en kesin kararı bir Psikolog verebilrdi.

Evet,o gece oturacağu tahtın önünde  kısa bir süre tereddüt etsede ellerini açarak :
-- Ya Rab !... Bencileyin abdi zaifi bu makama layık gördünişu tahta oturduktan sonra yer yüzünde irademin önüne geçerek  kuvvet bulunmayacak ,koca bir devletşn ülkelerinde yaşayan insanların mal ve can emniyeti iki dudağının arasından çıkacak emre bağlı kalacak,eğer ben zulüm ve gadir ile onlara bir kabus olursam,Ya Rab,işte o zaman kudretini göster ve beni kahret !... dedi.
Dinleyenleri hayretler içinde bırakan bu dua,akabei kibriyaya karşı bu kısa hitabe vazifesinin sorumluluğunu  bilen Padişah sözü idi.Tahta oturduktan  sonra da:
-- Ya..Rab !...amanımda ümmeti Muhammedi Hoşhal eyle ! Birbirimizden hoşnud eyle !.... dedi

Sultan Ibrahimin ilk işi huzur ve refahı yolunda Istanbuldan başlayarak hayatı ucuzlatmak oldu.Sultan Murad  devrinin sorumluları ile uğraşmadı,fakat kendi devrinde,özellikle halkın gıda maddeleri ile oynayarak kişisel kazanç sağlayanlarla amansızca mücadelece edileceğini Istanbul Kadısına bir fermanla bildirdi.Sultan Murad döneminde paranın ayarı bozulmuştu,Yeni Padişah para kestidi ve piyasaya güven sağladı.

Sık sık gelen ve bazan da çok şiddetli olan  sinir krizleri kendisini tahammül edilmez ızdırablarla kıvrandırır iken saray ve devlet erkanını da ciddi olarak tedirgin oluyordu;bu krizlerin birinde ölmeside mümkündü,hatta intihar edebilirdi.Sultan Murad baskısından canını kurtarmış hanedanın tek erkeği idi,erkekliği ise sanki düğümlü idi.O düğüm çözülemenz,Sultan Ibrahimdan oğul alınmazasa,Osmanlı hanedanın sonu gelecekti.

Doktorlar ile hocalar elbirliği ile çalışdılar;XVII yy da yanlız Osmanlıda değil,Tüm dünyada ruh hastalıkları konusunda çok önem verilirdi.Bütün büyük şehirlerde olduğu gibi Istanbulda da hastalara okuyan ve onları huzura,sıhhate kavuşturan nefes sahibleri vardı.Sultan Ibrahim için onları çağırdılar,hatta o gurursuz Padişah bazılarının ayaklarına kadar gitti ve her okunuşunda azıcık rahata kavuşdu:nihayet bu hocalardan biri,Safranbolulu Hüseyin Efendi,Sultan İbrahime devamlı ,uzun huzuru temine muvaffak oldu;Padişah tarafından da kendisine bir saray verildi,ilmi bir eğitimi olmadığı halde kadıaskerliğe kadar yükseldi;başarısı ve yükselmesini çekemeyen ulema mensuplaru kendisine '' Cinci Hoca '' lakabını takdılar.

Valide Sultanın,saray ve devlet erkanının  cevahirle süsleyerek takdim ettikler biri öbüründen  güzel bakirelerle münebbih ve muharrik macunlar da düğümü çözdüler,Ustat Ahmet Refikin söylediği '' Nihayet Osmanlı Horozu da öttü '',Padişaha ilk şehzadesi Mehmedi,1 ocak 1642 de doğdu.Annesi Tuna boyu valileriden Süleyman Paşanın hediyesi Hatice Turhan Sultandır..İkinic oğlu Saliha Dilaşub Sultan dan doğan Şehzade Süleyman ve üçümcü şehzade Ahmed ise Hatica Muazzez Sultan dan oldu.bu doğumları diğer şehzadelerle,Sultanlar takipetti;isimlerini yazdığımım üçü sultan olmuştur.

Sultan Ibrahimin saltanatı kısa,sekiz sene sürdü.Tahta geçtiğinde Sadaret makamında bulunan Kemankeş Kara Mustafa Paşayı görevinde bırakıp büyük sorumluluk verdi.Kara Mustafa Paşa da Sultan Murad ın zamanında yetişmiş değerli bir devlet adamı idi.O da Sultan Murad'ın yönetini biçiminde hareket etti.Önceki gibi düzgün ve düzenli olarak,gerek Yeniçeri aylıklarının,gerek din ve devlet hizmetlerinin güzelce altından kalkmıştı.Hiçbir yerde bir başkaldırı yoktu.Üç ay dolmadan  Yeniçerilere  aylıklarını  temiz Riyal ( Osmanlılar zamanında bir aralık tedavülde  kalan Ispanya paralarından birinin adıdır.Gümüş olan Riyal'e  1887 yılında yüz para değer konulmuştu ) kuruş seksen üzerinden veriyordu.Yeni Saray içoğlanları ulufelerinin Divan'a  abğlanması ve hazineden  kaftanlı diye bilinen Kafta Akçesinin ( Kaftan-Baha da denilir.Sadrazam,vezir gibi büyük memurlara kaftan,ikinci derecedekilere de bedeli verilirdi.Tanzimattan sonr bu adet kaldırılmıştır )  yıl başında çıkarılması onun eseridir.Kara Mustafa Paşa merhum Sultan Ibrahim'in beş yıla yakın vezirazamı oldu,Beş yıl içinde Yeniçeri aylıklarından artan altı bin kese akçeyi hazineye teslim etti.Aslında askerlikten bu noktaya gelen Paşa çok ta tok sözlü idi.

Bir divan günü Sultan Ibrahim ,veziri çağırarak :
-- Kahya kadına verilmesini ferman ettiğim odun niçin verilmedi ? diye sormuştu.Kara Mustafa Paşa hemen :
-- Padişahım ben senin vezirinim,divanı bunun içinmi bozdurttun ?..Bana Kahya,kadının odununu sorma,hazine ahvalini sor,serhadler,ahvalini sor !..... demişti.
Kara Mustafa paşa çalışmasına devam ederken,bir gün Sultan Ibrahim'in '' Kardeşim Sultan Murad'ın bir güvenilir ve değerli silahtarı varmış,benim niye olmasın diye hatırına geldi '' Girit fatihi Bosnalı Yusuf Paşa'yı kendine danışman yaptı.Bu tür bir kimsenin Padişahın yakınında bulunmakla,Kara Mustafa Paşa'ya göre,devlet işlerine zararlı olması kesindi.Aslında Sultan Muradında bir danışmanı vardı.Ama h,ç kmse ondan hoşnut değildi ve hazetmezdi.Çünkü,bütün devlet işlerine karışırdı.Veziler ve öbür devlet adamları,hatta vezirazamlar elini öperdi.Vezirizaman bundan çok rahatsız olmuştu.Sultanın silahdarı ,danışmanı olan Bosnalı Yusuf Paşa,daha evvel Sultan Muradın yanında idi,Ölümünden sonra Temeşvar valiliği ile Istanbuldan uzaklaştırıldı.Veziriazam onun yolsuzluklarını arz ederek Sultan Ibrahimden idamına ferman aldı;bütün mallarına el koyulan esk gözdenin astronomik rakamlarla kıymetlendirilebilecek  serveti ortaya çıktı.Bu arada velinemeti Sultan Murad tarafından hediye edilmiş hanedan hazinesin aid paha biçilmez eserler bulunmuştu Iranlı Yusuf Ağa ise daha saltanatın ilk dönemlerinde öldürülmüştü.

Enderun ağaları arasından  bir makbul silahdarı da Sultan Ibrahim  buldu.Dalmaçyalı Yusuf ,Melek kadar güzel olan bir gençti,ona ikinci vezirlik verildi,kısa zamanda Padişahın sonsuz itimadını kazandı.Cinci Hoca ile ikinci vezirin bağımsızlığınna engel olduğunu düşünen Kara Mustafa Paşa,bir çözüm düşünmeye başladı.Onu yok etmesi kolay değildi.Onu Padişahın yakınında istemeyip uzaklaştırılmaları için Yeniçerilere başvurmak gerekti.Yeniçerileri para ile elde ederek divan günü çorba içmemeğe sebebi sorulduğu zaman da Cinci hoca ile Yusuf Paşanın,Padişah yanndan uzaklaşdırılmasını istemeğe tahriki tasarladı.Fakat Yeniçeri Ocağı Ağaları Sadrazamın parasını ve teklifini red etmekle kalmayıp hadiseyi Sultan Ibrahime bildirdiler,Ocak 1644 yılında,Kemankeş Mustafa Paşa idam edildi,suçu çok ağır idi.

Kemankeşin yerine  Sadrazam olan ' Civankapucubaşu ' lakabı ile tanınan,meşhur okur yazar Sultanzade Mehmed Paşanın  ise huzuru hümayunda ağzı var dili yoktu.Bir gün padişah dayanamadı sordu :

-- Lalam Mustafa Paşa buna bazan itiraz ederdi,bu iş namaküldür  derdi,senden onun gibi birsöz işitmedim !!...
Mehmet Paşa :
-- Siz,halifesiniz,yeryüzünde Allahın gölgesisiniz,sizden hata çıkmaz,namakul gibi görünen  şeylerde dahi bir hikmeti ilahiye vardır! cevabını verdi.

Bir memleketi alimlerin müdahanesi harab eder derler,doğrudur.Sultan Ibrahim in hükümdar ahlakı üzerinde  Sultanzadenin bu sözlerinin bozucu tesiri büyüktür.Padişah bu adama gönderdiği  bir hattı hümayununda  '' Bre müteveli yapılı kodoş,bre karpuz kafalı  pezevenk ! '' diye hitab etmişti.Bir padişahtan hata çıkmıyacağına göre Mehmed Paşanın bu hareketi hazmetmesi lazımdı,elbet ki bunda bir hikmeti ilahiye gizli idi.Mehmet Paşa yaranmak için Padişa'ın gönlünce hareket etti.Hergün beşer,onar kese akçe ve bir o kadar bohça giysi vermekle padişahı rüşvete isteklendirdi.Ondan sonra Padişah,bir miktar rüşvete isteklendirdi.Ondan sonra,Padişah rüşvete meyletmeke zarar görmedi.

Sultan Ibragim devrinin en önemli olayı,Venedik Cumhuriyetinin elinde bulunan Girit adasını  almak için bu devlete karşı 1645 yılında savaş açılmasıdır.Bu savaş karada ve denizde çok kanlu çarpışmalarla  yirmi beş yıl sürecek ve Ibrahimin  oğlu IV.Sultan Mehmet zamanında parlak bir zafer olarak son bulacaktır

Girit seferi Sultan Ibrahim ile gözde silahtarı Yusuf Paşanın ortak eseridir.Doğu Akdenizin bütün kıyılarına sahip olan Osmanlı Devleti için  bu adanın zaptı hem siyasi ve askeri hem de ticari emniyet bakımından zaruret idi;savaş açmak içinde zaman uygundu,Osmanlı Ordusu ve donanmasını çok uğraşturacak olan bu Akdeniz savaşında imparatorluğunun doğu ve batı sınırlarının tam emniyete bulunması şarttı.O tarihte doğu da Iran iç karışıklıklarla meşguldu,Batı da İse Habsburglar 30 yıl savaşları yuzunden yorgundu.

Girit Savaşının açılması körlemesine atılmış bir taşın  hedefe tam  isabet değildir;tasarlanmış,tasarısı son derecede gizli tutulmui ve savaşa sebep bulmak için Akdenizde eksik olmayan bir korsanlık vakasından ,istifade edilmiştir;şurası bir gerçektirki, Sultan İbrahimin şahsiyeti layık olduğu önemi ile henüz anlaşılmamıştır.

Sultan Ibrahimin savaş nedeni olarak ele aldığı korsanlık olayı örneğinden farklıibu hükümdarın özel hayatı ile ilgilidir.

Kızlarağası Sünbül ağa Sultan Ibrahime sunulmak üzere Zafire adında dünya güzeli bir cariye satın almıştı,bir gürcü kızıydı,Fakat bu güzeller güzeli kız sarayda padişahın koynuna konulacağını  öğrenince dev yapılı hadım zencinin ayaklarna kapandı ve özrünü itiraf etti,bakire değildi,üstelik de gebe idi.Sünbül ağa Kösem Sultanın yetiştirmesi idi,hadımdı ama gönül sahibiydi,kıza cıdı,meseleyi valide sultana bildirdi ve onun iznli ile Zafire sarayda kaldı.1641 yılında bir oğlan çocuk doğurdu,çocuğa Osman ismi kondu,fakat adı ile beraber lakabıda takıldı ' Kızlarağasının piçi 'denildi,dedikousuda saraydan şehre yayıldı.Padişahın ilj şehzadesi Sultan Mehmet de Piç Osmandan bir ay sonra dünyaya geldi anası Ukraynalı Turhan Sultan henüz ondört yaşında narin yapılı bir kızdı,sütü yetmedi,Zafire şehzadeye sütnine oldu.

Sultan Ibrahim Turhan Haseki ile bir daha hiç ilgilenmedi.Padişah,şen ve satır ,fıkırdak ,oynan kadınlardan zevk alıyordu,İç sıkıntısını böyle dağıtıyordu.

Çocuklar üçer yaşına geldiler.Birgün Turhan Sulyan Hirkai Saadet dairesi ile Bağdat köşkü arasındaki havuzlu taşlığa çıktığında garip bir manzara ile karşılaştı.

Padişah bu taşlıkta  yaptırttığı İftariye  kameriyesinde oturmuş,Piç Osman dizinde,sütnineyi okşayıp öpüyordu;şehzade ise yerde kendi kendine oynuyordu.Analık ve Başhasekilik  gururu şahlandı,oğlunu yerde alıp:
-- Padişahım kadın istiyor isen işte ben,sevecek çocuk istiyor isen işte şehzaden ...diyerek Şehzade Mehmeti uzattı 

Zafire belki de şirretlenmiştir '' Sus ! Padişahlara öyle söylenirmi  '' demiştir,sinirlenen Sultan İbraim  yerinde fırlayıp oğlunu Turhan Sultanın elinden kaptı ve mermer havuza fırlattı.Çocuğun başı mucize eseri olarak parçalanmadı,Allahtan Hirkai Saadet dairesinin zülüflü ağalarından  olayı hörüp ,havuza atlayıp çocuğu kurtardı.

Bu rezalet üzerine Sümbülağa azledildi,Kış başında,deniz yolculuğu mevsimi geçmesine rağmen,zenci hadım ,zafireyi,oğlunu,tüm cariyelerini,kölelerini ve kıymetli atladını ,hazinesini alarak bir kalyona bindi,sürgün edildiği Mısır'ın yolunu tuttu.Gemi Rodos açıklarında Malta Korsanları tarafından saldırıya uğradı.Sünbül ağa da dahil döğüşerek şehit öldüler.Ağanın hazinesi,Atları,Cariyeleri,Zafire ve Osman korsanların eline geçti.

Bu olay üzerinedir ki Sultan Ibrahim Venedik Cumhuriyetine Girit gibi bir adaya sahip olduğu halde Akdenizde  güvenliği sağlayamamakla suçlamıştır.

Malta Korsanlarr,Osman'ı bir Osmanlı Şehzadesi sandılar.,Çocuğun adı onları yanıltmıştı .Osman ibrahimin büyük oğlu idi ve taht onun  hakkı idi.Saray entrikasına kurban gittiğini zannederek,bunu kullanmak istediler.

Gürcü Kızı Zafire Malta da dört ay sonra öldü.Sünbülün onyedi cariyesinden beşi hristiyan oldu ve dantela örmede çok başarılı oldukları için Ispanyol sarayına ,Kraliçenin hizmetine gönderildiler.Geri Kalan on ikisini Malta da esir bulunan bir Türk denizcisi Karabatak Mustafa Bey kendi özgürlüğü ile beraber satın aldı.

Kızlarağasının piçi olarak anılan Osman,on iki yaşına kadar Manastıra kapatıldı.On iki yaşında Dominique de San Tomas adı ile vaftiz edildi,fakat hristiyan olduktan sonrada ona Osmanlı Papazo dendi.Ispanyanın Salamanca Universitesinde  İlahiyat okudu.Roma da ise Felsefe okudu.O kadar yakışıklı idiki herkes üzerinde etki bırakıyordu.Girit savaşının son yıllarında adaya gönderildi,Kuşatma altında olan Kandiye Kalesinden Ordunun serdarı Köprülüzade Fazıl Ahmet Paşaya mektup yolladı.Mektubunda hakkı olan tahtı geri almasına yardımcı olursa Müslüman olacaktı.,devletini ikiye bölecekti,Istanbul ile Rumeli topraklarını kendi alacaktı,Asya ile Afrikadaki tüm memleketleri Paşaya vermeyi tahahüt etti.
Bu mektuba cevıa kaleyi şiddetle döven Toplar cevap verdi.Osmanlı papazı 1675 de 34 yaşında Maltada veremden öldü.

Sultan Ibrahime şehzadeler ve sultanlar doğuran hasekiler onüç,ondört,pnbeş yaşında körpe,toy kızlardır;Padişahın koynunda yatmışlar,gebe kalmışlar,çocuk emzirip,beşik sallamışlardır;Imparator nadiren onları ziyaret edermiş.

Sultan Ibrahimi her gün eğlendiren,yüreğindeki sıkıntıyı kaldırarak onun çok cömert ellerinin saçtığı altın ve mucevher sağnağından sandık ve çekmecelerini ağızla bir dolduranlar yaşları yirmi ve yirmi bel arasında kolbaşı,çengi,mukallit, masalcı gibi şehri yosmalar olmuştu;tuttukları yolun geleneğindendi,hepsi birer takma isim alır,asıl adları unutulurdu;bu nazeini nigarlarından Sultan Ubrahimin etrafında Osmanlu tarihibe geenler Hobyar,Şekerpare,Şekerbolu,Voyvoda kızı,Saçbaşı ve Şivekar hatunlardır.Padişahın bunlardan hiç,biri ile gönül macerası  olmamıştır,yakınlarına ve rüşvetlerini aldıkları kimselere mansıblar temin eden dilbaz dalkavuklardır,mesela Şivekar hatun 160 kg luk bir ermeni kızıydı,çoşkun neşesi ile tek başına bir oyuncu kolu halinde idi,bir sabah yatağında ölü bulundu,'' Başın sağ olsun padişahım..kalbi yağ bağlamış  öldü ' dediler,o anda unuttu.Şen,suh ve İşvebaz  Şekerpare,kendisine padişahın ilgisi arttıkça şımardı,rüşvet rezaletleri  halk ağzına düştü,bir günde Valide Sultan ile kavga edecek kadar küstahlaştı,Kösem Sultan dan mükemmel bir dayak yedi ve Sultanın Dalkavuğunı anasına feda etti.Şekerpareyi,yanına bir akçe harçlık aldırtmadan ,konağından kaldırdılar,gemiye konup Sudanda Ibrime sürdüler,konağı eşyası ile beraber müsadere olundu,rüşvet vasıtaları olup kendileri de  Karun kadar zengin olan Sebzeci Ibrahim Çelebi ile Süleyman Dede adında iki adamı tevkif olundu,onların delaleti ile Şekerparenin Çakmacılarda  Kösem Sultanın şeddad iş hanınn bir odasındaki gizli hazinesi meydana çıkarıldı,burada on yedi sandık bulundu ,her biri ağzına kadar inci,elmas,yakut,zümrüt,altın ve kıymetli antika eşya ile dolu idi.Sultan Ibrahime getirdiler.Padişah 

-- Hay Kafir ! Bakın neleri çıkmış,bana akşama  ekmek param yoktur diye  yeminler ederdi,bunların hepsi benim malımdır dedi

Konağında ise,bulunan kıymetli Kürkleri ile birkaç kürkçü dükkanı açılabilirdi,sade yatak anbarında sıvama inci ve sırma işlemeli iki yüz yorgan çıktı.Şekerparenin serveti bir Padişahın dalkavuklarına ihsan adı altında yapabileceği israfa pek parlak misaldir.

Düğün eğlencesini çok severdi,üçer beşer,yedişer yaşındaki kızlarını vezirlerle evledirerek onbeş gün,yirmi gün süren ve her biri ağır masraflara sebep olan zincirleme düğünler yaptı.Bu arada  bir muhteşem düğün de kendisine  yaptı,hakikaten gönül verdiği tek kadın olan Hümaşah adındaki cariyesini,masallarde olduğu gibi,kırk gün kırk gece süren bir düğünle sekizinci zevce olarak aldı,ve bu güzel kadının adı Osmanlı tarihinde '' Telli Haseki '' diye geçti.Masalcısı  Eyyüplü Voyvoda  kızından dinlediği bir dekoru gerçekleştirdi,samur saçlı ve saçları gelin telli Hümanşah için At Meydanındaki miri Ibrahimpaşa sarayında bir samurlu salon  döşetti,minderler,perdeler samur postlarından yapılmıştı,Kapılar ,duvarla samur kaplı idi ve yere,halı üzerine  samur serilmişti.El,Ayak ve ten samurla  temas edince insanın içine iliklerini titreten esrarengiz bir hararet yayılıyordu.

O devrin olaylarını Sultan Ibrahimin can düşmanlarına satılmış bir kalem sahibi görünen Şarihülnemarzade Ahmet Efendiden nakil ederek anlatan Naima '' O mahut kaşaneyi döşeyip dayamak için geceleri bedestenleri,mahzenler,hanları açtılar,kıymetli antika eşyayı sahibinin izni varsa hoş,yok ise,bedelini sonra miriden almak üzere cebren ve kahren kaldırdılar.Tüccar Bedestenli ve çarşılı bu diyardan emniyet kalktı diye aşikare söylediler ve mallarını dükkanlardan mahzenlere kaçırıp gizlediler '' diyor ki,ileride  anlatacağınız,Sultan Ibrahim tahttan indirilip öldürüldükten sonra,aleyhinde pek çok şeyler uydurulup yazdırtılmış bedbaht bir hükümdardır.

Anber tirkayisi idi,bu nadir ve pahalı madde hem sinirlerini yatıştırıyor,hemde seks gücünü arttırıyordu.Yine aynı kaynağa göre anber de samur gibi toplanmıştır.Devrin ricalinden ,vüzere ve kibar ulemasından ve valiler vasıtası ile de taşra ayan ve eşrafında da samur ve anver istenilmiştir.

Sultan İbrahim devrinde ortaya çıkan yolsuzluk,mansıb temini için rüşvet toplama,hısım ve akrabayı bir mevkiiye kayırmdad dalkavuk kadınların devlet işlerine karışmasıdır;sancak beyleri,valiler ve kadılar dama taşları gibi durmadan değiştirilmiş,herkes  makamından emin olmadığı için verdiği rüşveti gittiği yerde halktan fazlası  ile çıkarmağa çalışmış,bu suretle memleketi zulüm kaplamıştır.Devleti sarsan ve alemi ihtilale  ihtilale veren bu işler de Sultan İbrahimin safiyet ve emniyetini suiistimak edilerek yapılmıştır,Padişahın haberi olmasından her zaman çekinilmiştir.Özellikle Şekerpare olayından sonra.

Sultan Ibrahim affedilmez büyük suçu safiyeti ve herkese karşı emniyetidir,omuzlarında sorumluluk taşıyanlar için öyle bir sucturki,onun felaketini hazılardı.Temiz ruhlu zavallı genç adam,felaketinin eşiğinde bir gaflet içinde idi ve tahtından,saltanatından emindi.

Sekiz sene süren padişahlığından Sultan Ibrahim yanlız iki ölüm olayında gerçekten zalim ve gaddar olmuştur:1646 da Kaptanı Derya  ve ikinci vezir,Girit  Serdarı ve Hanya Fatihi  Silahtar Yusuf Paşa  ve 1647 de Sadrazam Salih Paşa,bu padişahın  çok şiddetli sinir krizinin kurbanları olup idam edilmişlerdir.Bu iki masum ve kıymetli  ölümünden Sultan Ibrahim sorumludur ve hatırasına leke düşmüştür.

Yusuf Paşa Giritten Hanya Fatihi olarak dönerken başta,Valide Kösem Sultan ,saray halkı  ve Istanbuldaki sair davetliler savaş ganimetlerden zengin hediyeler beklemişlerdi.Halbuki Yusuf Paşa Hanyayı aman ile almış,söz namusunu çiğnememiş,Istanbula eli boş dönmüştü;yanlız Padişaha bir eski çağ harabesinden  gayet kıymetli kırmızı porfirden iki sutün getirmişti.Hanyanın fethi  Girit cenginde ilk adımdı,bu büyük  adanın Rum olan halkı Venediklilerin sömürge idaresinden bezgin,Hanyada  Yusuf Paşanın  adaletini görünce,Türk askeri adanın her tarafında bir kurtarıcı gibi beklenecekti;yerli Rumların desteğini kaybeden Venedikliler yenilgiye mahkum idiler.Uzun sürecek olan bu savaş bir takım zengin şehirlerin çapulu,yağması için değil,bir ülke fethi için açılmıştı.Paşadan umduklarını göremeyenler aleyhinde fesat ve tezvire koyuldular.

-- Padişahıma iki taş direk getirmiş,bu kadar bin kese savaş masrafına karşı belki de cevahirdir,biz farkında değiliz...dediler.
Yusuf Paşa padişahı ikna etti,Bu sefer düşmanları ellerini karaya boyadılar.
-- Bu kadar Venedikliyi malları ile saliıvermiş..hepsi Karun hazinelerine sahip kişilerdir,elbet teki rüşvetlerini almıştır,hazineyi padişahımızdan saklar dediler

Padişahın içine şüphe düştü.Ocak ayının yirmi ikinci Pazartesi günü idi.Sultan Ibrahim sinirli bir şekilde :
-- Yusuf,şimdi kalk git.Giridin tamamını al dedi !
Padişah emri idi ama safça bir emiridi.Yusuf Paşa yer öpüp.
--Padişahım fermanın başım üzerine ama deniz seferi mevsimi değildir, gidilmez dedi
Sultan Ibrahim içine konulan fesatı açığa vurarak
--Kendini bir hizmet mi ettin sanırsın,bu kadar hazinemi sarfettin bir alay melunu katletmeyip hazineleri ile diyarlarına gönderdin dedi
Yusuf Paşa da sözünü sakınmadı :
-- Hazine sarfettim ama koca bir kale adlım,onlara verdiğim aman sözü senin namusun idi,katliam ,gasb,yağma bir iş değildi,lakin din ve devlet namusu çiğnenirdi,ben uğrunda bu kadar hizmet edebilirim,Padişahım,bir başka kulun da varıp benim kadar hizmet etsin...
Padişah cevap bulamayınca :
- Ne yaban yaban söyler..sana var git dedim,duram git ...yoksa seni katlederim !
Diye bağırdı.Yusuf Paşa da sertleşti:
-- Şimdi vakit değildir,gidilmez ! dedi
Bu karşılığı vermeyip de huzurudan çıkıp gitse bir şey olmayacaktı,sinir fırtınası geçecekti.Sultan Ibrahim Bostancıbaşıya :
-- Kaldır şunu
Deyince gözde vezirde  gençlik,toyluk..padişahın kendisinne olan sevgi ve itimadının sarsılmış olmaduğunu tahmin edemedi:
-- Ne duruyorsun hemen öldürt diye bağırdı.
Bu son celaderi sebebi mevti oldu.Bostancıbaşı ile huzurdan çıkınca ardından idam ferman olundu,Sadrazam Salih Paşa Sultan Ibrahimin ayaklarına kapanarak yalvardı,kurtaramadı.Fakat Sultan  ınrahim yaptığınada o an pişman oldu,hüngür hüngür ağladı '' Sebep olan muaffıklar Allahtan bulsun.... '' diye beddua etti.

Kalemlerini Sultan Ibrahimin hatırsını tezlil için kullananlar  bu asil kişiye çamur atmaktan çekinmemişlerdi,Sıkılmadan şu satırları yazmışlardır: '' Veziri merkumu boğdurttuktan    sonra  nadim olup meyyitii huzura getirtip nigahu merhametle bakıp ne güzel kırmızı elma gibi yanakları varmışiyazık olduki kıydım deyu '' 

Iftira sırıtıyor,Yusuf Paşa has nedimi,silahtarı şdş,makbulü veziri di,kaşını gözünü,yanağını,dudağını kara mı kumral mı,ela mı,çakır mı,soluk mu,kırmızı mı bilmezmiydi ?

Garip hadiselerdendi,bostancıbaşı bir gece vvel Yusuf Paşa'yı rüyasında ,iki elinde mezar taşı şeklinde iki kağıt tabakası tutarmış birinde ' Yusuf bin Abdullah ' öbüründe '' Cennetliksin inşallah ' yazılı imiş.

Hazin hatıradır.Yusuf Dalmaçyada Nadin kasabası sancak beyinin ahır uşağı 13 yaşlarında kimsesiz bir çocuktu,bir kış günü yalın ayak su taşır iken çocuğun soğuktan morarmış ayaklarına fakir bir dul kadın bir çift partal ayakkabı vermişti.Oradan geçen bir kapucubaşı bu oğlanı görmüş,kir ,pas altında güzelliğini keşfetmişti.Istanbula getirerek  sarayı hümayına takdim edilmişti.Kaptan Paşa olunca Nadindeki o dul kadına bir meşin torba göndermişti,torbadan içleri altın ile dondurulmuş o partal pabuçlar çıktı.bir kağıttada '' Çıplak ayarkları soğuktan morarmışçocuk borcunu ödüyor anacağım '' diya yazıyordu.

Sultan Ibrahim araba ile,at ile şehir içinde hemen her gün dolaşırdı;o devrin Istanbulunun sokakları çok dardı,bir kaç defa önüne araba çıkmış,geçmekte güçlük çekmiş.Istanbul içinde herçeşit arabayı yasak etmişti.1647 yılı Eylülünün on altıncı yine bir pazartesi günü Davutpaşada bir imama okunmaya giderken bir yük arabası karşısına çıktı,deliye döndü.Sadrazam Salih Paşa'yı imamın evine çağırttı.İkindi divanına hazırlanmakta olan Paşa ata atlayıp Padişahın yanına vardı.

Padişah :
-- Benim tenbihim niçin tutulmaz,ben padişah değiliyim tiz boyun 
Diye bağırdı.Vezir,araba yasağının teftişi ile kendi yüksek makamının  ilgisi olmadığını anlatamadı,şeraatçi de çıkmadı,padişahın yanındaki bostancılar imamın evinde ellerine geçen bir kuyu urganı ile salih paşayı boğdular.

Sultan Ibrahimin dünya malına doymak bilmeyen anası Kösem Sultanın kafes ardından organize ettiği bir Yeniçeri isyanı ile devrildi.Valide Sultan ile oğlunun arasını da rüşvet ve yolsuzluk yolunda Kösemi kendilerine rakip bilen Cinci Hoca ile Padişahın son sadrazamı Istanbullu Ahmet Paşa açtılar.Cincinin ikbalini çekemeyen ulema efendiler de ihtilalci askerin önüne düşünce hazırlanan saltanat darbesi kolaylıkla indirildi.

Kösem,bu haris kadın kanlı bir müstebit olan oğlunun  zamanında tahsisatı,rüşvet ve ticartte işlettiği parası ile muazzam bir servet yapmıştı.Yıllarca her istediğini yaptırttığı Sultan Murad son zamanlarına annesinide dinlemez olmuştu,öyle ki hayatını dahi tehlikede görmüş ve yeniçeri ocağının büyük ağaları ile anlaşarak hem kendisini hem de ibrahimi koruyacak kuvveti temin etmişti.Oğlunun  yıldırıma vurulmuş gibi Ölümü Köseme yeni bir ikbal devri açmıştı.Ocak ağaları ile ittifakını devam ettirdi ve onlarla bu yeni devirde,yine rüşvet ve devlet nüfuzuna dayanan gayri  meşru ticaret  için geniş bir şebeke kurdu,Sultan Ibrahimi her sözüne boyun eğer zannetti.Yedi yıl istediği gibi geçti.Fakat 1647 yılının sonlarında ana oğulun arası birden açıldı.Sadrazam Ahmet Paşa ile Cinci hocanın her fırsattan istifade ederek Valide Sultanın devlet işlerine karışmasını o kadar çok şikayet ederlerki,Sultan Ibrahim dolar.Bir gün ani bir kararla Annesini Sarayı Hümayundan Topkapusu dışındaki bahçesine yolladı ve dışarı ile temasını kesti,hatta onu Rodos 'a sürgün etmekten vaz geçip bahçeye hapis etmiştir.Hadise Yeniçeri ocağında derin bir infial uyandırır '' Validesiz saray ve haremi hümayun olmaz ..'' diyen ocak ağalarının baskısı üzerine Kösem Sultan saraya döndü.Fakat,ibrahimin ne olacağı bilinmiyen ikinci darbesini yemeden oğlunu tahttan indirtip yerine oğlu Torunu Şehzade Mehmeti getirmeyi,böylece regence olarak tüm gücü elinde tutmayı tasarladı.

O sırada Sadrazam Ahmet Paşanın yeniçeri ocak ağaları aleyhine bir suikast denemesi Kösemin tasarısın bir yeniçeri ayaklanması haline getirdi.

Ahmet Paşa vazifesini her şeyden evvel Sultan Ibrahimin her arzusunu yerine getirmek olduğunu kabul etmişti.Hatta bir gün Valide SSulan Mahrem bir ağası ile vezire haber yollamış '' Yusuf Paşa ile Salih paşanın akıbetleri meydanda,Sultan Ibrahim beni de senide sağ komaz,büyük şehzadeyi cülüs ettir '' demişti.Ahmet paşa asil bir sadakat ile: ' Beni öldürürse,öldürsün ben padişahıma ihanet etmem '' cevabını vermişti.Kösemin isbatı mümkünü olmayan bir ihanetini Padişaha söylemediği kesindir.Altın dolu atlas keseleri yığmış,,efendisine takdim edeceği hediyelerle sarayını bir kuyumcu deposu haline getirmişti.Valide Sultanın kapısı kapandığı için tüm memurluklar paşakapusunda adeta açık artırma ile satılır,en yüksek teklif verenin elinde kalır olmuştu.Giritte ve Dalmaçyada Venediklilerle savaşılıyordu,hele Giritte,sel gibi kan akıyordu.Sadrazam orduları,serdarları unutmuş,donanma mühimatı,yeni asker,asker ezrakı,cephane,barut değil,anber ile samur kürk düşünüyordu.Aslında ahali alemi bilir,söz anlar,çalışkan,görevinin ehli adamdı;ama ikbal ile şaşırmıştı.

1648 temmuzunda ,Sadrazam Istanbuldaki yüksek dereceli ulema ile vezirlerden,ayan ve eşraftan ,hatta yeniçeri ocağının büyük ağalarından padişah için samur ve amber istetti.İlk itiraz sesini Girit cenginden  dönmüş Yeniçeri ağalarından  Kara Murat ağa yükseltti,hiddetinden,gözleri kan çanağına dönen gözleri ile memura:
-- Bende ince perdaht baruka yağlı kurşun var,anber ve samur nedir bilmem,ismini bilirim diye kovdu 

Büyük ocak ağalarının yeniçeri silahına dayanarak padişahtan kendisinin azlini isteyeceklerini öğrenen  Ahmet Paşa daha evvel davranıp onları öldürtmek istedi.Onlara suikastı oğlunun düğünündeki yemek sırasında yapmayı planladı.Yeniçeri ağaları paşanın suikast planıı düğün sofrasında öğrenerek  ellerini yemeğe uzatmadan kalktılar.İşte bu kalkış ihtilalin başlangıcı oldu.Ulemayı da davet ederek,Sultan Ahmet Camiinde toplandılar.7 Agustors Cuma günü asker ayaklanınca,Herseyi kaybettiğini anlayan Ahmet Paşa,kaçıp saklandı.Padişah ta baskı  karşosonda Ahmet Paşayı azledip yerine Sofu Mehmed Paşayı Sadrazam yapsada,kalabalık dağılmadı.Köseminde tertibine göre Sultan İbrahiminde tahttan inmesi istendi.Şehrin Kapıları kapatıldı.Hutbede Sultan Ibrahimin adı okunmaması için o gun camilerde Cuma namazı kıldırılmadı ve Valide Sultan ' Şehzadeleri ' korusun diye haber çıkarıldı.Ahmet Paşanın azline rağme dağılmayan kalabalık Sultan Ibrahimi korkuttu.

-- Bu kalabalık nedendir ? Niçin dağılmazlar ? Benimlle onbine yakın kul vardır;dağılmazlarsa hepsini kırarım ! diye haber yolladı

Bu haberi ağalara getiren Mirahur ağaya:
-- Bu kalabalık dağılmaz ! Padişah bir zalimi halka musallat etti,şeriat terk eidldi,mal cem'i ve rüşvet memleket perişan oldu,davamız büyüktür,yarınki gün Sultan Ibrahimden ayak divani isteriz ! cevabı verildi.
Ocak Ağaları :
--Bu gece dağılır isek bir daha toplanamayız,Sultan Ibrahimde birimizi sağkomaz! diyerek ulemayı bırakmadılar.
Efendiler o gece Sultan Ahmet Camiinde yattı,askerde sabaha kadar silahlı olarak bekledi.

O yılın haziran ayında Istanbulda büyük bir deprem olmuşt,pek çok ev yıkılmıştı,halk arasında da '' Haziran da gündüz deprem olursa iklimi rumda kan dökülüp bir padişah katlinin işaretidir '' Evvelden tasarlanmış bir cinayet için faillerini koruyan bir kehanettir.

8 Agustos 1648 Cumartesi günü Sultan Ibrahimin saltanatının son günüdür.

Kaçıp saklandığı yerde yakalanan Sadrazam Ahmet Pala cellatbaşı Kara Ali Eli ile idam edilmiş,çırıl çıplak soyulan cesedi At Meydanındaki çınarlar altına atılmıştır.Bir yeniçeri paşanın cesedini parça paröça kesip doğramış,her parçasını cahil halka mafsal ağrılarına ilaçtır diye beşer onar akçeye satmıştır.Bundan sonradirki Sultan Ibrahimin bu sadrazamına ' Hazerpare ( bin parça ) ' adı takıldı.

Sultan Ibrahim Ahmet Paşanın yakalanıp öldürülmesinden sonra da Kalabalığın dağılmadığını öğrendiğinde,gerçekten  ocak ağaları ile Ulema nın kendini istemediğini anladı ve bostancıbaşıları silahlandırıp,sarayı savunmaya yolladı.Kendisinin yerine oğlu şehzade Mehmet geçeceğini bilmesine rağmen,hiç bir şehzadenin canına dokunmayı düşünmedi.

Yeniçeileri ayaklandıran ocak ağaları padişaha karşı sözü Ulema efendiler eve onların başında bulunan Şeyhülislam Abdürrahim Efendiye bırakmışlardı.Abdürrahim efendi '' Büyük Şehzade Sultan Mehmedi cülüs için camiişerife göndersinler '' diye Valide Sultana haber yolalr.Kösem Sultan da ' Camide cülus olmaz,saraya gelsinler '' diye cevap verince,Bostancıbaşıya '' Padişahın tahttan indirilmesine ve şehzadenin cülusuna  fetva verildi,kapıları açsın ve Ümmeti Muhammedin arasına kılıç girmemesine dikkat etsin,dünyada ve ahirette vebali boynunadır '' heber gönderildi.Bostançıbaşıda '' Bizden cumhura muhalefet olmaz ..'' teminatını verince saraya girildi.Babıhümayun ve Ortakapu açıldı.

Kösem Sultan Ulema ile Ocak ağalarını haremn ikinci avluya açılan ve arabacılar kapusu denilen yerde bekliyordu.Oğlunun işini bitirmeğe kararlı bu kadın başına siyah ibrişimden bir örtü atmıştuı,bir zenci hadımağada sıcak agustos ayında bir yelpaze sallıyordu.Sahte bir analık şefketi takındı,ocak ağaları ile çoktan anlaşmıştı,nümayişi Ulemaya idi.
--Bu yaptınız doğru mu ? Cümleniz bu hanedanın ihsanı ile beslenmiş kişiler değilmisiniz ? 
Kötü yakınları ile israf ve irtişa ile zeri şerifi terk ederek alemi perişan etmekle suçlana Sultan Ibrahimi yarım agız savundukatn sonra onlara hak verdi.
- Imdı varayım sarıcağın sardırıp şehzadeyi çıkarayım dedi

O gün yedi yaşındaki çocuğun IV Sultan Mehmet ile tahta oturtulması töreni yangından mal kaçırır gibi yapıldı.O esnada Sultan Ibrahimin sarayın neresinde olduğu  bilinmiyor,ama tarihçilere göre tahttın olduğu Babbüsedadan uzak bir yerde olduğu muhakkakdır.Tarihçiler '' cülustan sonra küçük padişahın korumasu Bostancıbaşı ile Kösem sultana bırakılıp,Sultan Ibrahim aranmaya başladı'' diyorlar.Bir çeşit ayak divanı olan bu sahne detaylı yazılmıştır.

'' Sultan Ibrahim ile ulema ve yeniçeri ağaları arasında adeta bir ağız dalaşı oldu,Ulemadan Karaçelebizade  Abdülaziz efendi,Padişahın yüzüne  karşı hakarette bulundu
- Bre hainler,bre filanlar,bu ne asıl iştir ? Ben her birinize ihsanlar etmedim mi ? Şimdi havanıza tab olmadığım için beni kaldırıp bacak kadar çocuğu padişah yapmaya kalkarsınız ! Bu ne demektir,ben padişah değilmiyi ?  diye bağıran Sultan Karaçelebizad  :
--Hayır,Padişah değilsin ! Vaktini eğlence ve gafletle geçirdin,beytülmali israf ettin,aklıkısa kadınların sözü ile ortalığa rüşvet yaydın devlet nizamını bozdun,halka muzirsin,nefsini islah edecek adam olmadığın için tahta layık değilsin '' dedi.Tarihçi ' Daha öyle şeyler söylediki,edebimiz kaydetmeğe manidir '' 

Sultan Ibrahime lisanen o kadar hücüum edildi ki,kime cevap vereceğini şaşırdı,sonunda yenilgiyi kabul etti,ellerini kaldırarak 
- Ey Allahım ! ..Bunları sana saldım,bu zalimlerin,gaddarlarıın hakkından sen gel ! dedi
Silahtar ve çuharda ağalar kolların girerek
- Padişahım ,bu niza i def için şimdilik istirahat buyurun dediler

Tüm bu olaylar olurken,kösem sultan oğlunun hücresini hazırlatmıştı.Arkasında bir gusulhane ve tuvalet bulunan bir taş odanın tüm pencerelerini duvar gibi ördürterek kapatmış,yalnız bir pencerinin altından bir yemek sahanı girebikecek kadar bir delik bırakılmıştı;odaya bir kilim atılmış,bir yatak serilmiş,Sultan Ibrahimle birlikte çile dolduracak iki de cariye konmuştu.Sultan ibrahim bu odanın kapısında :
--Başımda yazılan  bu imiş ..Emir Allahtan dedi
Adımı eşikten içeriye atarken de :
-- Hamdolsun..şimdiden sonra gelecek padişahların ceddi oldum... diye ilave etti
Üstüne odanın demir kapusu kapandıktan sonra büyük bir demir kilit astılar.Kösem bununlada  kanaat etmedi,ebediyen açılmaması için kilidin içine kurşun eritip döktürdü.
Zaten Sinirleri zayıf  olan adam zindana girdikten sonra durmadan öylesine bağırmaya başladı ki,gece ve gündüz ,derinden derinden akseden feryatlarını tüm enderun halkına ulaştı.

Kösem sultanıb Yeniçeri ile Ulemaya dayanarak yaptığı Saltanat darbesi karşısında Enderun ve istanbul halkı kayıtsız kalmadı.Enderunun Zülüflü ağaları,yapılı gençler,kemankeşler,cundiler,pehlivanlar,grup grup toplanarak Sultan Ibrahimi konuşuyorlardı:
-- Bir padişahı,diri diri mezara koydular ve bir masumu tahta geçirdiler.Sultan Ibrahimin bunca nimetini,lutfunu gördük,şimdi mezarında feryatlarını dinlemektense ölmek daha iyidir.Birleşelim ve onu tahta oturtalım dediler.

Şehirde ise önce Sipahilerin sesi yükseldi ''Bizim bu maddede ittifakımız yoktur,padişahımızı  Sultan Ibrahim biliriz.''dediler.Halk da pervasızca konuşuyordu '' Padişahımız  anasının mekrine  uğradı,cümle ümmeti Muhammed Sultan Ibrahimden hoşnuttur..Sabiden Padişah olurmu? Padişah Valide Sultandır...Ali Osman..devleti saçı uzun aklı kısa kadın kişi elinde....Bizdeki din ve devlet gayreti nerede ?....'' Bir kişinin kalkın,yürüyün demesi,Yeniçeri ile önlenemeyecek  bir halk katliamı için yeterli idi.Bu ayaklanma  her an beklenebilirdi.Enderundaki sinirli havadan korkan Kösem,Yeniçeri ağalarını uyardı '' Ibrahim hayatta oldukça nizamı alem düzeni kurulamaz,mahbesinden boşanabilir  tutmaya  kadir değilim '' diye haber yolladı.Sadrazam Sofu Mehmet Paşa ocak ağaları ,Şeyhülislam  Abdürrahim Efendi ve uleam hemen toplandılar,evvela usulen idam fetvası hazırlandı.

'' İlmiye ve seyfiye mansıblarını ehline vermeyüp rüsvet ile naegline vermekler nizami alemi bozan padişahın hali ve izalesi caiz olurmu ? El cevap,allahü alem bissevab olur !... ''

18 Agustos 1648 Salı günü sabahı saraya gittiler.Salı Divanı günü olduğu için halk işin pek farkında olamadı.Divani Hümayun azası olmayan Şeyhülislamın kafilenin başında bulunması manalı idi,o da,yeni padişah bir sabidir,efendinin sabiye vekaleti uygun görülmüş olacak diye tefsir edildi.

Naima dan nakledelim.
'' Sultan Ibrahimin izalesi niyyeti ile saraya vardıklarında bütün saray halkı ortalıktan kayboldu.Mazaallah deyüp bunların yanında kimse bulunmadı.Mahpushanenin kapısını müftü ile vezirin hizmetkarları yıktılar.Sultan Ibrahim ise:
-- Benim nan ve nimetimi yiyenlerden kimse yok mudur ? Beni göz göre bu zalimler katlediyorlar..Aman ... Aman ... Aman
Diye feryat ediyordu.Saray halkından padişahın sesini işiten ağlaşarak kaçıyordu.Cellatbaşı Kara Ali'yi Sofu Mehmed Paşa yanında getirmişti,o da kaçtı,öyle bir hal oldu ki kaçışan saray halkının birden geri dönüp hücuma geçmesinden korkuldu,ihtiyar vezir,elinde asa,cellatbaşıyı bizzat aramağa çıkmadı :
-- Bre kani şol mel'un...!! diye bağırmağa başladı.
Kara Ali vezirin ayaklarına düşüp kapandı :
-- Devletli !... beni katleyle,korkumdan elim ayağım titrer,tutmaz...
Diye yalvardıkça vezir elindeki asayı Kara Alinin başına gözüne indirmeğe başladı '' Gel Bre Melun ' diye yamağı cellat Hamal Ali ile beraber kapısı yıkılan odaya soktu.Sultan Ibrahim sırtında al atlastan bir entari başında takke,kırmızı çağrışının sırmaı uçkuru dışarı çıkıp sarkmış,yalın ayak,sol elinde  Mushafı Şerif,Müfti Abdurahhaman Efendiye :
-- '' Yusuf Paşa bane senin için bir fettan dinsizdir tepele demişti,seni öldürmedim,meğer sen beni öldürecekmişssin...işte,Kitabullah beni ne hüküm ile öldürürsünüz behey zalimler ! diye bağırdı.
Cellatlar kement atıp onu boğdular,öldüğünde Otuz üç yaşındaydı.''

Sultan Ibrahimi böylece vahşiyane ifna edenler cinayetlerine meşruiyet kisvesi giydirmek için satın alacakları kalemler vasıtasıyla padişahlığa liyakatsizliğini gösterecek türlü şeyler yazdırılıcaktı.Bu hayasız tecavüzlerine hemen o gün başladılar,kardeşi Sultan Murad gibi babasının yanına gömülmesi gerekir iken Ayasofya avlusunda ruh hastası bir Sultan olan I.Mustafanın Türbesine gömülür.

Hakkında yazılmış iftiralardandır :
1644 Sultan Ibrahim hava değişimi için Kış ayında Edirneye gider: Istanbul odununun ateşi daha güzel oluyor diye hamallar sırtından İstanbuldan Edirneye kadar yaya olarak odun taşıtır.
Hakkında yazılmış pekçok iftira vardır tarih sayfalarında

Sultan Ibrahim hakkında kadın,anber,samur ile ilgili yazılan her yazıyı şüphe ile okumak lazımdı.Sultan Ibrahim gerçek siması,şahsiyeti iftira karanlığı içinde kalmış bir hükümdardır.Topkapı Sarayı arşivinde el yazısı ile hazırlanmış belgelerde doğru olarak bilinen tek şey onun Sinir hastası olduğudur;Aklı yerinde idi ama sinir krizleri geçiriyordu.

Allah rahmet eylesin,Toprağı bol olsun



* Kaynakça
Vakanüvis Mehmet Halife Aga nın eseri 
Naima nın tarihi 
Resad Ekrem Koçu Osmanlı Padişahları