Friday, June 12, 2020

WAN HOO ve LAGARI HASAN ÇELEBININ HIKAYESI








Çinliler her zaman yaratıcı olmuşlardı.Her zaman virus uretmediler ,zaman zaman insanlığa yararlı buluşlarda oldu.Bu yazıda Wan Hoo ile Lagari Hasana Paşa nı  hikayesini bulacaksınız 
Çinliler manga kömürü,kükürt ve güherçile karşımının patlyacağını keşfetmelerinden sonra bunları yuvarlak kalıplar halinde getirerek ilkel el bombaları ve arazi mayınları olarak kullandılar.Sonra adı bilinmeyen Çinli bir mucit bu siyah toz karşımını çubuk haline  getirerek  okların miline bağladı ve icadına ‘ Ucan ateş okları ‘ adını verdi.


Bugün bizim roket adıyla tanıdğımız ateş okları Çinliler tarafından 1232’deki Çin –Moğol savaşında kullanıldı.bu kaba roketlerden hemen hemen altı yüzyıl Uzakdoğu’yla Avrupa’sa savaş aracı ve hava fişeği olarak yararlanıldı


Roket gücünü ulaşım konusunda kullanmanın ilk girişimi gene bir Çinli tarafından yapıldı.ikinci ama başarılı girişimin kahramanı ise bir Türk oldu.


1500 yıllarında mehtaplı bir gece Çin’de ,dünyayı yerinden oynatacak bir deney yapılmak üzereydi.Wan-Hoo adında bir Çinli Insana ateşten kanatlar takacak olağanüstü bir araç olan son ve en büyük  yaptının denemesini yapmak üzere hazırdı.


Wan –Hoo’nun icadı ,sağlam iplerle birbirne bağlanmış ve gezinti sedyesi gibi tahta bir koltuğa tutturulmuş büyük boyda yedi barut roketinden meydana getirilmişti.

Deney nedeniyle en güzel kimonosunu giymiş olan Wan Hoo ortaya çıktı ve koltuğa yerleşti.Dönüşte yer yuvarlarına yumuşak bir iniş yapmasına yardımcı olur,umuuyla ellerine birer uçurtma aldı.Büyük icatçı,az sonra ulaşacağı başarının heyecanı içindeydi.Buradaan havalanıp başlar üstümde süzülerek sarayın avlusuna indiği zaman İmparator ve soyluların kendisine çevrilicek şaşkın bakışlaını görür gibi oluyordu.Ellerinde birer meşale olan iki uşağına işaret etti.Uşaklar ileri çıkarak meşaleleri roketlerin fitillerine tuttular.


Wan-Hoo hemen havalandı.Ama bu havalanış bir zafer parıltısı içinde değil,gökgürültüsü gibi bir patırdı,dumaan ve alev içinde oldu.Ateşten kanatları Wan Hoo’yu alıp götürdü,götürdü ama Imparator’un sarayına değil,şerefli ölülerin arasına götürdü.

Deney başarısız olablir,ama ne olursa olsun yeryuvarlığını yerinden oynatabilecek bir özellikteydi.Wan Hoo’nun acı biten deeneyi,ulaşım konusunda roket gücünü kullanmanın tarihteki ilk girişimi oldu..


Bu konuda ikinic,ama başarılı ilk deneyi ise Sultan IV Murat’ın Padişah olduğu 1623-1640 yılları arasında Lagari ( cılız ) Hasan Çelebi adında bir Türk yaptı.Evliye Çelebi ünlü seyahatnamesinin I.Cilt 670-671 sayfalarındaki ‘’ Istanbulda ki Hezarfen ( çok bilen ) Çemşitkar ( yaratıcı ) ustadlar ‘başlıklı yazısında olayı şöyle anlatır :


‘’ Lagari  Hasan Çelebi,Murat Han’ın Kaya Sultan adındaki lekesiz bir yıldızı andıran kız evladı dünyaya geldiği gece bu sevince kendisini kurban etmek istedi.Elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek icat etti.Sarayburnu’nda Padişah’ın önünde  fişeğe bindi.Çırakları  fişekleri  ateşlediler.Lagari ‘’ Padişahım seni Allah’a ısmarladım.Ben Isa Peygamebre’le konuşamay gidiyorum ‘’ diyerek dua ve minnet duygularıyla göğün üstlerine yükseldi.Yanındaki  fişekleri ateşleyip denizin üstünü kandil kandil aydınlattı.Göğün çatısında büyük fişeğinin barutu bitip de aşağı doğru düşerken ellerindeki kartal kanatlarını açıp Sınan Paşa Köşkü önünde denize indi.Oradan yüzerek çıplak bir halde Padişahın önüne geldi .Yeri öptü ‘ Padiişahım,Isa Peygamber sana selam söyledi ‘ diye şakaya başladı.Kendisine bir kese akçe bağışlandı ve yetmiş akçeyle süvari yazıldı.Sonra  Kırım’da  Selamet Giray Han’ gidip orada öldü.Rahmetli çok sevdiğimiz bir dostumuzdu.Allah Rahmet eylesin…’’

YÜZ YIL SAVAŞLARI ÜZERİNE BIR DENEME


1337 yılından,İstanbul’un Türkler tarafından fethedildiği 1453 yılına kadar Ingiltere ile Fransa arasında veraset sorunlarıyla ilişkii çekişme ve çatışmalara ‘100 yıl savaşları ‘ denir.

Bu kanlı savaşların bir başka nedeni de,bu iki ülkenin,zengin tarım ve ticaet merkezlerini ele geçirmek hırsıydı.Belçika’da Flandre,Fransa’da Guyenne ( Bordeaux ve çevresi )deniz taşımacılığı,ticaret ve sanayi merkezleriydi.Yine Fransanın Garonne bölgesi,,hem tarım açısından zengindi,hemde önemli bir yol kavşağıydı.Bu bölgeler Ingilizlerin iştahını kabartıyordu.


1328 yılında Fransa da Capet hanedanının  son kralı ‘ Guzel ‘ lakabıyla tanınan IV Charles ölmüş,erkek varisi olmadığı için tahta Valois hanedanından VI Philippe gecmişti.Ne varki ,Ingiltere Kralı III Edward,Capet Hanedanı’nın son kralının kızı olan annesinden ötürü Valois hanedanını tanımamakta ve Kendisini Fransa tahtının da varisi saymaktaydı.Bu açıdan bakılıcak olursa,Ingiltere’nin kısa zamanda Avrupa’nın sahibi olması işten bile değiildi.

Ama olaylar,istenildiği şekilde yönlenmedi.Üstünlük kurmak,Avrupa’ya  hükmetmek  ve yeni hegemonyalar kurmak, arzularına kapılan bu iki ülke Avrupa’yı yüz yıldan fazlaca bir süre ,kanlı savaşların ortasına atmakta adeta yarıştılar.


Ingiltere  Kralı  III.Edward ,ülkesindeki bankerlerle bir ortaklık kurmuştu, onların işbirliğiyle de Bavyera Imparatoru  Louis’yi,Hollanda Kontluklarını ,bugünkü Hollanda kıyılarındaki  Zeland bölgesini kendisine bağlamıştı.Öte yanda,Fransa Kralı VI.Philippe ise ,Papa XXII Jean’ın aracılığıyla Hollanda’daki Liege piskopos prenslerinin ‘ Kör ‘ ünvanıyla tanınan Bohemya Kralı Jean’ın ve Lüksemburg Prenslerinin yakın desteğinide sağlamıştı.O yıllarda,Papalar Avrupa’da nüfuzlarını oldukça kaybetmişlerdi,ama Fransa’nın devamlı dedikoduları ve kışkırtmaları ,Papa’nın kendisini hiç saymayan Ingiltere Kralını aforoz etmesine yeterli olmuştu.Fransa Kralı’nın bu şekilde din ve politika alanında yaptığı baskılarına,Ingiltere de bir karşılık bulacaktı,elbette….

Nitekim,öyle oldu.Ingiltere,önce ekonomik bir ambargo koymayı deneyerek Flandre’a sattığı yünlerin ihraç ve istihkakını kesti,kumaş ve çuha endüstrisini felce uğrattı.Atölyeler kapandı.İşçiler sefalete düştü.Bölgenin  Fransa’ya bağlı,Gent Kontluğu halkı,Ingiltere Kralı’nın Fransa üzerindeki varislik hakkını tanıdır.Bu olaydan güç alan Ingiltere Kralı II.Edward ,kendini Fransa Kralı ilan etmek üzere,Geng şehrine geldi ve o tarihten itibaren  de Ingiliz deniz filosu,bir anlaşma yaparak bütün Felemenk sahillerini hakimiyet ve kontrolü altına aldı.


Ama Fransız donanması bu durumu kabul etmedi.Ingiliz donanması,karşısına çıkan Fransız donanmasını Ecluse de yendi. Daha sonra Ingiltere tahtına çıkan III.Edward  da bütün tarafsız ülkelere nameler göndererek Fransız gemilerini limanlarına kabul etmemelerini bildirdi.Aksi halde,gemiler o liman içinde tutuşturulup batırılıcak,liman tesislerinede zarar verilecekti.Bu olay, Fransaya karşı başlayan bir abluka savaşıydı.


Ne var ki,Fransa’nın tepkisi çok büyük oldu..Fransız donanması ,1345 yılında Ingiliz donanmasını Tournai de sıkıştırarak imha etti.

Sonuc,Avrupada öylesine büyük bir etki yarattı ki,Ingiltere bütün çalışmalardan bir süre uzak olabilmek için savaşı sona erdirmek zorunluğunu hissetti.Tabii,bu arada Flamanlar da Ingilizlere verdikleri desteğe pişman oldular.,dahası ,geleceklerinden korkuya düşerek tarafsız bir politika sürdürmek zorunda kaldılar.Ingiltere Kralı III.Edward ,kuzey köprübaşını kaybetmiş olduğunu farketmişti.Bu durumda Kastilya ile birleşti.Ingiliz piyadeleri ,ilk defa topçu desteğinde Fransa kıyılarına çıkarak paralı Fransız şövalye ve askerlerini Crecy’de yenilgiye uğrattı.Önemli bir liman olan Calais şehri Ingilizlerin oldu.Ama o sıralarda bir veba salgını çıkıverdi.İli ülkede de hastalık nedeniyle kitle halinde ölümler başgöstermeseydi ,savaş daha uzun sürebilirdi.Hastalık nedeni ile 1355 de bir tür ateşkes ilan edildi.

Fransız monarşisinin,parlementer Ingiltere’ye yenilmesi,Fransa da iç karışıklıklara neden oldu.Hem vali,hem de Tüccarlar Birliğinin başkanı olan Etienne Marcel ,Paris te Burjuvaları Kralın aleyhine ayaklandırdı.’İyi’ lakabıyla anılan Fransa Kralı  II Jean ,Ingiltere ile yeniden savaşabilmek için sebep arıyordu.Bu Amaçla Etats Generaux  Meclisine başvurarak 30 bin asker ve 5 milyon Franklık para aldı.Hazırlıklarını tamamladılar,Maupertius Savaşında  ordusuyla birlikte çarpışırken Ingilizlere esir düştü.


Bu olay Fransanın daha da karışmasına neden oldu.Kralın yokluğu,Monarşinin aleyhine olduğu kadar,Etienne Marcel’in de yeniden ortaya çıkmasına,anayasa rejimimi getirilmesine ve ‘’ Ingiltereye karşı hanedanlıkların değil,Fransız milletinin savaşması gerektiği ‘ iddialarının değerlendirilmesine vesile oldu.


Etienne Marcel,Fransa’yI Komünler Federasyonu na dönüştürme hazırlıklarına başladı.Flaman şehirlerine siyasi temsilcileri yollayarak siyasi ilişkiler kurdu.Tüm Fransa şehirlerinde örgütlendi.Paris te ki kömünü ,özel kırmızı ve mavi bereler giyerek ilk kez bir isyanın öncüsü oldular.

Esir düşmüş olan kralın yerine,naibi iş başına geçmiş bulunuyordu ve bu ciddi boyutlara ulaşan karışıklıkları önlemekte başarı gösteremiyordu.1358 yılında Etienne Marcel’in yandaşları,sarayı işgal ederek prense zorla mavi ve kırmızı bere giydirdiler.Danışmanlarını a gözlerinin önünde öldürdüler.


Halkın,kral naibini esir aldığı isyan,bütün Fransa’da geniş yankılar uyandırdı.Serbets bırakılan köleler,fakir köylüler birleşerel,elelrinde silah sokaklara döküldüler,soylulara karşı katliama giriştiler.Dış savaş derken,iç kargaşalıklar da görülmemiş bir sefaleti ve açlığı beraberinde getirirdi.

Fransa krallığını,savaşlarda düşmanlara karşı koruyamayan feodal prensler bu sefer şatolarını ve malikanelerini yakıp yıkan,kan döken isyancı köylülere amansızca saldırdılar.Bu yakaladıklarını vahşice katlettiler,hiçbirini sağ bırakmadılar.Bu arada Kral  naibi de Paris ten kaçmayı başardı ve halkında oldukça uzakta bulunan Campiegne’e  giderek Etas Generaux Meclisini  yeniden göreve çağırdı.Yaptığı öneri olumlu karşılandığı için Etienne Marcel yakalandı,öldürüldü,bir halk ihtilali böylece zorlukla bastıralabildi.


Bu iç kargaşalık sıarsında Ingiliz Ordusu Fransa topraklarından  Burgonya’ya kadar ilerlediğinden,Londra’sa hapsedilmiş olan ‘ İyi ‘ lakaplı Fransa Kralı Jean,bizzat teslim antlaşmasını teklif ederek esaretten kurtuldu ve Fransa’ya geri dönmeyi başardı.

Ingilizler Papa’ya gereken saygı ve itaati göstermezler,devamlı olarak Kilise’nin otoritesine karşı  çıkarlar,Kilise’yi temsil edecek kimsenin Papa olmayıp,Ingiltere Kralı olduğunu savunurlardı.Bu savaşlar sırasında ,Papalık kurumu da otoritesinden çok şey kaybetmiş,papalar bazı devletlerin oyuncağı durumuna düşmüşlerdi.



1378 de VI Urbain yeni papa seçilince ,Fransız kardinalleri onu tanımadılar,kendilerine daha yakın olan VII Clement’i Papa seçtiklerini ilan ettiler.Bu nednele Katolik dünyası ikiye bölündü: Fransa,Napoli,Iskoçya,Kastilya,Aragon,VII.Clement’i tanımıştı.Öte yanda,Ingiltere,Bohemya,Macaristan,Luxemburg,Flandre Kontluğu da VI Urbain’i destekliyordu.

Bu demekti ki,veraset nedeniyle çıkan ayrılıktan sonra bir de mezhep ayrılığı başgöstermek üzereydi.1409’da Pisa Ruhban Meclisi,iki tarafı yaklaştırmak amacıyla V.Alexandre’ı Papa seçince,VI.Urbain’in halefi XII.Benoit Papalık tacını başkasıyla paylaşmakta istekli görünmediğini açıkladığı için,Avrupa bu üç Papayı birden kabul etmek zorunda kaldı.


O Çağlarda,Papaların hepsi mal varlıkları nedeniyle krallardan çok daha zenginleşmişlerdi.Üstelik kimseye de hesap vermek gereğini de duymuyorlardı.Nüfuz sahibi de oldukları için ,güçlüydüler.

Ingiltere de savaşın ilk yıllarında,zaferler ve işgaller sürüp giderken,halk hayatından memnundu,iyimserdi ve bolluk içindeydi.Ama yenilgiler başgöstermeye başlayınca parlamentoda olsun,şehirlerde halk arasında olsun,sızlanmalar,kıpırdanmalar görülmeye başlandı.Halk sınıfları arasında ayrıcalıklar belirdi,sosyal bir bunalım tüm toplumu sardı.Savaş uzadıkça vergiler arttı.Halk fakirleşti,zenginlere karşı diş bileyenler çoğaldı.Nitekimm 1381 yılında açkalan işçiler ayaklanarak büyük bir yağma hareketine giriştiler.Tapınak şövalyeleri de onları destekliyordu.Hatta ‘’ Halkın ağır vergilerden kurtarılması için kilise mallarının hazineye devredilmesi’’ni önererek krala karşı eyleme giriştiler.





York hanedanının genç kralı II.Richard,olaylara ön ayak olan Tapınak Şövalyeleri’ni engizisyon mahkemelerini sevk ederek öldürttü,mal ve mülklerine el koydu ve isyanı da şiddetle bastırdı.Ama o sıralarda Fransa’dan kötü yenilgi haberleri gelmeye başladı.Genç Kral hem dengesiz ,hem de sadistti.Garip davranışlarda bulunuyordu.Bu durum da yüksek sermaya sahipleri ile aristokratlar  arasındaki  kopukluğu büyüttü,arayı açtı.Milli hakimiyetin temsilcisi parlamentonun onyalaması ve kralın amca çocuğu Lanchester Dükası Henry’nin de taktikleriyle II Richard tahttan indirildi,çevresindeki bakanlar öldürüldü ve Henry,IV Henry adıyla Ingiltere Tahtına çıktı.Böylece Ingiltere tahtına Lancester hanedanı geçmiş bulunuyordu.


Ingiltere’de olduğu gibi,Fransa’da da iç karışıklıklar çıktı.V.Charles’ın yerine henüz çocuk olan VI.Charles getirilmiş,amcaları da naip olarak atanmıştı.Ne var ki,yeni Kral gerçek bir akıl hastasıydı.Onu bu durumundan yararlanan amcalarından  Philippe,Flandre kontluğunu ele geçirdi.Oğlu ‘’ Topraksız ‘ ünvanıyla anılan Jean,kralların karşı çıktığı demokratik gruplara yakınlık gösteriyordu.Bu yüzden iki ayrı görüşteki naip ve vasi arasında rekabet başladı.Orleans dükü Armagnac’lara karşı ,Flandre kontu ‘ Topraksız ‘ Jean bir anda çatışma durumuna girdiler.Halk arasında başlayan çatışmalar ve tedhiş hareketleride çok geçmeden bir isyana dönüştü.Üniversite çevresi ve burjuva kesimi Armagnac’ların tarafına geçti. ‘ Topraksız ‘ Jean ise kumaş endüstrisi merkezi olan Flandre halkının isteğine uyarak Ingiltere ile anlaştı ve 1414 yılında iki tarafın bağlı olduğu Orleans vd Bourgogne’unda birbirlerine düşmesi üzerine Orleans’ın koruyucusu Fransa ile,Bourgogne’un koruyucusu Ingiltere yeniden savaşa tutuştular.


Ingiltere Fransa ‘nın sosyla bir bunalım içinde olduğunu biliyordu.1414 yılında Ingiltere,bundan yararlanmak için harekete geçti ve yeniden Fransa tahtında hak iddia etti..Azincourt meydan muharebesinde Fransız ordusu büyük bir yenilgiye uğradı..Öyleki,Fransa Loire ırmağının kuzeyinde kalan tüm toprakları kaybetti.Bu kadarla da kalmadı…. Aynı yıl içinde iç karışıklıklar daha da arttı..

Ancak Ingiltere dede durum farklı değildi.Londra yakınlarında toplanan Ruhban meclisi Wyclife ( 1324-1384 ) in ortaya attığı yeni mezhebinin sapık fikirleriyle mücadele kararını aldı.Wyclife öldürülmesine rağmen Bohemya da Huss onun fikirlerini savundu ve bir isyana neden oldu.1415 yılında yakılarak öldürüldü.Ingiltere de de Lollard mezhebine girenlerin karşısına parlamento dikildi.1417 de Constance Konsülü V.Martin’in tek Papa olarak lian edilmesiyle hem papalık kurumu kurtuldu hem de sapık mezhepler son buldu..


1419 da halk hareketlerine  karışan ‘ Topraksız ‘ Jean veliahton uşaklarından biri tarafından öldürüldüğünden  yerine oğlu iyi Philippe geçti.Bu yeni Kralın ilk işi Ingiltere ile bir anlaşma yapmak oldu.Bu antlaşmaya göre V.Henri,Fransa’nın Hollanda’yı  yönetmesine yardımcı olmayı kabul ediyordu.Aslında böyle bir yardımcıya ihtiyaçta vardı.Fransa'da ’kıl hastası kralın delilikleri yüzünden ülke de huzur kalmamıştı.Hele taht kavgalarının  sonu gelmiyordu.Halk,Kraliçe Isebeau de Baviere’in ahlksızlıklarından nefret ediyordu.O kadar ki,veliahtı gayrimeşru olarak görüyordu.Ülkede herkes Ingiltere ile barışı istiyordu.

1420 yılında ,Kraliçenin aracılığıyla ve Kralın da imzasıyla Troyes Antlaşması adı altında yeni bir anlaşma daha yapıldı.Buna göre ,VI Charles’ın kızı Catherine ile evlenen Ingiltere Kralı V.Henry’ye çeyiz olarak  Fransa sunulmaktaydı.Bundan böyle iki ülke,aynı Krallık adı altında yönetilicekti.

1422 de Ingiltere Kralı V.Henry’nin,az sonra da Fransa Karlı V.Charles’ın arka arkaya ölmesi üzerine,VI Henry Ingiltere’den acele Paris’e getirildi ve başına Fransa tacı giydirildi.Bu örneği olmayan bir olaydı.


Etats Generaux Meclisi bu durumu kabullemesine karşılık,halk meclisleri kabul etmediler.Fransa VI Henri ile VII Charles’ın taraftarları arasında bölüşülüp parçalanmaya başladı.Ülkede anarşi,haydutluk,yol kesmeler,adama öldürmeler o kadar çoğaldı ki,Fransuz halkı,işçisi,köylüsü elele vererek kralları VII Charles’ın çevresinde toplanmak gereği duydular.

Beklenen İsyan 1428 de patlak verdi  ve tüm Fransa’ya yayıldı.


İşte o sırada  Lorain-Donremy ‘de Jeanne d’Arc adında genç bir köylü kızı mistik ve vatansever bir heyecanla ortaya atıldı..Fransızları ,bir çeşit monaşi dindarlığı içinde  birleştirerek halkı peşine taktı onlara önderlik yaptı ve vatanı kurtarmayı başardı.1429 da Jeanne d’Arc ‘ın izinde yürüyen ordu Orleans şehrini ve varoşlarını  Ingilizlerden aldı.Ama iki yıl sonra ,1431 de Anglasoksanların tarafını tutan iyi Philippe’in gayretiyle,Paris yakınlarında Compiegne’de yakalanarak  Ingilizlere teslim edildi.Genç kız,Cauchon adlı bir Franszı Katolik Piskoposu tarafında büyücülükle itham edildi ve sözde yargılanarak1432 de  Rouen da yakılarak öldürüldü.Piskopos bu ölüm kararını verebilmek için ,onun  ‘gaipten sesler aldığı’ na dair beyanını bilim dışı bir açıklamada ve iddiayla üniversiteye sunmak zorunda kalmıştı.


Jeanne d’Arc gibi bir ulusal kahramanın yakılması,Fransa’da büyük tepkiler yarattı ve olay uzun süre etkisini sürdürdü.Halk,ulusal bir bilinçle vatanı istila edenlere karşı büyük bir direnme gücü gösterebilmişti.


Ingiltere’nin başında yine bir çocuk bulunuyorduu ve amcaları Bedford ve Clouchester’ler arasında yine taht ve çıkar kavgaları başlamıştı…Yeni bir iç savaşın patlak vermesi işten bile değildi.Öte yanda,Fransa’da da Isyanlar artık bastırılamıyordu.Her yede Ingilizler’e karşı terör havası estirilmekteydi.


1453 yılında Bourgogne dükü ‘ iyi ‘Philippe o yıl içinde Holland Prenslikliklerini otoritesi altında toplamayı başardı,ayrıca kendi bölgesi adına,kralı VII Charles’a sempatik tekliflerle yanaşarak dostluk kuram arzusu ve başarısı,Krala Paris’in kapılarıın açılmasına yardımcı oldu.Fransızlar  Ingilizleri Fransız topraklarından çıkarmak için kitle halinde birleşme hareketi içindeyid.Kral VII Charles ,milli ve güçlü bir ordı meydana getirerek Ingilizler’i birbiri adına bozguna uğrattı.Calais Liman şehri hariç,bütün Fransa topraklarını  Ingilizler’den temizledi.Fransa’yı  bir Ingiliz sömürgesi olmaktan kurtararak ulusal varlıklarını kazanmış bir Fransa meydana getirdi.Ama yine de ,ta geçen yüzyıla kadat,Ingiliz Krallarının ,kendilerini aynı zamanda ‘ Fransa Kralı ‘ şeklinde ,saymalarına ve boş yere böbürlenmelerine engel olunamadı.


100 yıl Savaşları,pek çok kişinin boşu boşuna kanının akmasına,sefalet çekmesine neden oldu.Ingiliz ve Fransızlar’ın birliğini bozamadıktan başka,Manş denizinin iki yakasının aynı devletin yönetiminde  bulunmasının sakıncalırını ve imkansızlığını göstermiş oldu.


Yeni Çağ’ın başlangıcı olarak Fatih Sultan Mehmet’in ıstanbul’u fethi kabul edilmiştir,ama Ortaçağ’ın  sona erişimini 100.yıl savaşlarının bitmesi noktalar.Bu savaşlarla birlikte ,kişisel cesaret  ve maharete dayanan  feodal savaş biçimleri önemini kaybetmiş ,derebeylerinin varlıkları ortadan kalkmıştır.


Her savaş gibi ‘ 100 yıl savaşları’ da saldırgan,kaprisli hegemonya meraklısı devletlerden çok şeyler götürmüş,fakat yeni bir şeyler getirmemiştir.Kan ve Ölümden başka..

Tek yararı,Hollanda’nın devlet olarak ortaya çıkması ve Ispanya’nın denizlerde hakimiyet kurmasına yardımcı olmasıdır denilebilir…


Sunday, June 7, 2020

OSMANLI DONANMASINDA INGİLIZ AMIRALI HOBART PAŞA



Babası  Augustus Edward Hobert Hampden’in Buckinghamshire’in altıncı Earl’lüğüne getirildiği sırada,1 Nisan 1822 de Walton on the woods kasabasında hayata gözlerini açan,dördüncü  çocuğu ve üçüncü oğlu Augustus Hobart sanki doğum gününün kendisine bir oyunuymuş gibi yaşamı boyunca bir serüvenden öbürüne süreklenmişti. Annesi kralın yaverlerinden John Williams’ın kızı ve dayısı ünlü yargıçlardan Sir Edward Vaughan Williams kendisini öğütleriyle adam etmeye çalışmışlar,fakat Dr Mayo’nun  Surrey de Cheam kasabasındaki okuluna giden Hobart daha ilk öğrenimini bitirmeden okuldan kaçmış ve ailesi haylazlığı ve aşırı canlılığı nedeniyle kendisini donanmaya yazdırmıştır..
Henüs 13 yaşındayken Kraliyet Donanması nın ‘ Rover ‘ adlı 18 toplu gemisinde görev almış,sonra ‘ Rose ‘ adlı gemiye nakletmiş ve 1842 yılında  Kraliyet Denizcilik Okulu diplomasını alarak Portsmouth  limanındaki  ‘ Excellent ‘ adlı gemiye atanmıştır. Daha sonra ‘ Dolphin ‘ adlı gemide kendisine görev verilerek Güney Amerika kıyılarına  esir ticaretini önlemek  ödeviyle yola çıkmışlardır.Tek başına esir dolu bir gemiyi yakalayıp Demerera’ya 1844 Mayısında getirmesi büyük yankılar yapmış, bu haraketi nedeniyle Kraliçenin yatına Kaptan atanmıştır.

1845 Eylül ayında ‘ Rattier ‘ adlı gemiyle Akdeniz sularında hizmete çıkan Hobart, 1847 de terfi ettirilerek ‘ Bulldog ‘ adlı gemiye geçirilmiş ve Baltık Denizin de Ruslar’a karşı başarılı harekatta bulunduğu saptanmıştır. 1855 de ‘ Duke of Wellington ‘ adlı gemide Helsingfors’ta üstün başarı gösteren Hobert,Komutanlığa terfi ettirlmiştir. 1863 yılında deniz albaylığına yükseltildikten sonra,ömrü boyunca almak üzere,yarım maaşla emekliye ayrılmıştır.

Hobart paşa,o sıralarda başlayan Amerika Birleşik Devletlerin deki  iç savaşına güney kuvvetlerine yardım etmek,Wilmington ve Charleston limanlarına ,mühimmat ve cephane taşımak gibi  tehlikeli işlere katılmış,cesaretini bir kez daha göstermiştir.Yaşamının bu dönemini ‘ Never Caught ‘ başlıklı bir eserde kaleme alan Hobart,şimdi yeni bir serüven aramağa koyulmuştur.

Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın Türkiye’den Londra’ya kaçtıkları 1867 yılında Türk Donanmasın da boşalan Sir Adophus Slade’in Müşavir Paşa kadrosuna atandığı duyulmuştur.Oysa ki,Ingiltere ,Abdülaziz’in tahta çıktığı  gündenberi  orduya olduğu kadar donanmaya da önem verdiğini  gözönüne alarak Amiral Slade aracılığı ile  Istanbul ve Izmit tersanelerinin reformunu ve yeni savaş gemileriyle donanmanın güçlendirilmesini öngördüğü için emekliye ayrılan Slade’in yerine bir başkasının atanmasını önermek üzere bulunuyordu.Amerika daki Serüvenleri nedeniyle Ingiltere Amiralliğinin Deniz Subayları sicilinden kaydını sildiği Hobart’ı bu göreve önermeyi düşünemezdi..Zira Ingiltere’nin  Akdeniz politikası milliyet esasların göre değil,kendi ulusal çikarlarına göre ayarlanmıştı.Ingiltere küçük bir Yunanistan kurulmasını olayların zoruyla benimsemişti.Fakat Osmanlı Imparatorluğu’nun toprak bütünlüğünü korumasını büyük bir Yunanistan’ın kurulmasına tercih ediyorlardı.Osmanlı Devleti,Ingilter’nin ,dostu ve müttefikiydi.Büyük Yunanistan kurulduğu takdirde,bu devletin  Rusya’nın dostu olacağı aşağı yukarı belli olmuştu.Bu durum karşısında Ingiltere,Girit ayaklanması patlak verince,Babıali den yana çıkmayı gerekli görünüyordu.İşte bu düşüncelerle Türk donanmasına,istekliler arasından bir Ingiliz Amirali seçip göndermek üzereyken Charlus Augustus Hobart’ın Slade Paşa kadrosuna atandığı haberiyle şaşkınlık geçirdi ..

İyi bir denizci olarak yetişen Hobart,gemisiyle birlikte  Istanbul’a bir gelişinde,Abdülaziz’in ilk sadrazamı Keçecizade Fuat Paşa’yı makamında  ziyaret etmişti…’ Hayatımdan  Bölümler ‘ başlıklı eserinde ayrıntılarıyla anlattığı nı ziyarette Fuat Paşa,kendisine Girit adasındaki ayaklanmayla son vermek,ablukayı yarana Yunan bandırali gemilerle uğraşmak konusunda fikrini sorunca,Hobart bunlara ilginç yanıtlar vermiş ve Fuat Paşa birkaç gün sonra kendisini tekrar görmek istemiş ve bu görüşmede isterse,Sultan’ın kendisine Osmanlı Donanması’nda hizmet verebileceğini bildirmiştir.Hobart,kendisi gibi bir Ingiliz deniz subayının yirmi yıl Türk donanması hizmetinde Müşavir olarak çalıştığını düşünmüş ve yaşlılık yüzünden ayrılan Sir Slade’in Müşavir Pala kadrounu memnunlukla kabul edeceğini ifade etmiştir..

1867 yılında Yunanistan’a karşı savaşa katılmış olması nedeniyle Deniz subayları sicilinden kaydı silinen Hobart paşa,Lord Derby’nin kendisinden yana çıkması sayesinde 1874 de yeniden sicile geçirilmiş,1877 de dost bir ülke olması gerekçesiyle Rusya savaşına Türk donanmasıyla katılması yüzünden ikinci kez 1877de sicilden silnmiştir.

Fuat paşa’nın Türk donanması hizmetine aldığı Hobart 16 yıl süreyle yürüttüğü bu görevde ileri sürdüğü öneriler ve yaptığı değerli hizmetlerle büyüklerinin takdirlerini toplamıştır.Eserinde ‘’ Türkler gibi efendilere hizmet etemke hiç zor değil,çünkü hizmetlerindeki yabancılara özellikle son derece nazik ve müşfik muamele ediyorlar.Onurlarını rencide edecek bir harekette bulunulmazsa ve öğüt verirken fazla tenkide kapılınmazsa,kendileriyle geçinmek çok kolay.Danışman sıfatıyla ileri sürdüğüm teklifler daima iyi niyetle benimsenmiştir.Sultan beni yaverlerinden biri gibi taltif etmiş ve beni bir arkadaş gibi kendisine yakın görmüştür ‘’ diyen Hobart Paşa,göreve başladığı ilk günlerde ,Girit adasına konulmuş olan ablukayı yararak ayaklanmış Giritlilere erzak götürmekte olan ‘ Enosis’ adlı Yunan bandıralı geminin  kimliğini belli etmesi isteğine cevaben,gemisine ateş açmasını fırsat bilen Hobart,bu gemiyle birlikte Syra limanındaki aynı işi gören üç başka Yunan gemisinide kıstırıp,adadki isyanın üç gün içinde bastırılmasını sağladığını anlatıyor.Istanbul’a dönüştüğünde Sultan’ın kendisini Amirallliğe yükselterek nişanlarla onurlandırdğını belirtiyordu.Girit Asilerinin teslimi üzerine adaya giden Sadrazam Ali Paşa’yı, Türk edebiyatının  hiciv alanında en büyük eseri sayılan ‘ Zafername’sinde Ingiliz amiral yuzundan alay eder.

Türk donanması,Hobart Paşa devrinde 10920 personeli ve 173 toplu 30 zırhlıyla 15188 personelli ve 486 toplu ahşap savaşından oluşuyordu.Devrinin gemi sayısı yönünden 3.filosu olmakla ün yapmıştı.1877 Türk Rus savalına katılan Hobert Paşa,Tuna’dan başarıyla Rus ablukasını yararak geçirdiği gemilerden söz ederken donanmayı ve deniz erlerini şöyle anlatıyor ‘’ Türkler her zaman olduğu gibi asla gibi Cesur ve kuzu gibi itaatkar.Muhteşem bir orduları ve birinci sınıf bir Avrupa devletinin bile haklı olarak övünebileceği bir donanmaları var !’

1885 yılında sicil kaydı yenilene Hobart Paşa,Londra yı ziyaretle Ingiltere ve Osmanlı Imparatorluğunun Afganistan bunalımı nedeniyle bir antlaşma yapması konusunu savunuyordu.Fakat bunda bir başarı sağlayamayınca sağlık durumunda bir sarsıntı geçirdi.1886 yılında hava değişimi ve tedavi  maksadıyla İtalya’ya gitti.19 Haziran ayında Milano da hayatını  kaybetti.

Başında iki evlneme geçen ve ilk eşini 1877 de kaybeden Hobart Paşa ikinci eşiyle 1879 da evlenmişti.Vasiyeti üzerne cenazesi,Türkiye’ye  getirildi  ve 24 Temmuz 1886 günü büyük bir törenle Haydarpaşa daki Ingiliz mezarlığına ,Kırım savaşı ölüleri için dikilen anıt çevresine gömüldü…


Friday, June 5, 2020

SÜMERLERDE OKUL VE EĞITIM




Uygarlık tarihi açısından bakılınca,Sümer’in kazandığı en üstün başarılar,çiviyazısının gelişmesi ve bunun doğrudan uzantısı olan resmi eğitim sistemiydi.M.Ö Üçbinyılın başlarında yaşayan isimsiz,uygulamaya eğilimli Sümer bilginleri ve öğretmenlerinin yaratıcılığı ve azmi olmasaydı,günümüzün entekektüel ve bilimsel başarılarının pek olanaklı olamayacağını söylemek bir abartma değildir.Hiç şüphesiz ilk Sümer işaretleri olan resimyazısını icat edenler,daha sonraki zamanlarda,geliştiği haliyle okul sistemini kolay kolay öngöremezlerdi.Fakat öncelikle üzerlerinde ekonomi ve yönetimle ilgili yazılar bulunan binden fazla resim yazılıküçük tabletten oluşan,bilinen en eski yazıyla yazılmış belgeler ( Erek’te bulunanlar ) arasında bile okuma ve alıştırma yapma amaçlı sözcük listeleri içeren pekçok tablet bulunmaktadır.Bu da daha MÖ 3000 lerde bile yazı yazıcıların öğretme ve öğrenme üzerine düşünmüş olduklarını gösterir.Bunu izleyen yıllarda ilerleme yavaşladı.
Fakat M.Ö Üçüncü bin yılın ortalarından itibaren bütün Sümer de yazı yazmanın resmi olarak öğretildiği bazı okullar bulunmuş olmalıdır..Sümerli Nuh’un memleketi olan Şuruppak kentinde elli yıl önce yapılan kazılarda,yaklaşık olarak MÖ 2500 yıllarından kalma çok sayıda ‘ ders kitabı’ çıkarıldı;bunlar,tanrı,hayvan ve eşya listeleriyle çeşitli sözcük ve deyim listelerinden oluşuyordu.
Ne varki,Sümer okul sisteminin olgunlaşıp gelişmesi M.Ö Üç bin yılın ikinci yarısında oldu.Bu döneme ait onbinlerde kil tablet çıkarılmıştır.Tabletlerin büyük çoğunluğu yönetimle ilgilidir ve Sümer ekonomik yaşamanın her evresini kapsar.Bu metinlerden ,o yıllarda bu mesleği yapan binlerce yazıcı olduğunu öğreniyoruz;kıdemsiz yazıcılar  ve yüksek yazıcılar,kraliyet ve tapınak yazıcıları,yönetsel etkinliklerin belli alanlarında uzmanlaşmış yazıcılar ve yönetimde üst derecelere yükselmiş yazıcılar vardı.Bu nedenle ülkenin her yanına dağılmış oldukça büyük ve önemli,çok sayıda  yazıcı okulu bulunduğunu kabul etmek için yeterli neden vardır.

Fakat erken döneme ait bu tabletlerin hiçbiri Sümer okul sistemi,örgütlenmesi  ve işleyiş yöntemlerini doğrudan ele almaz.Bu tür bilgi için M.Ö ikinci binyılın ilk yarısına gitmemiz gerekir.Kazılarda bu dönemden öğrencilerin günlük okul ödevlerinin parçası olarak hazırladıkları her türden alıştırmayla dolu yüzlerce uygulamalı çalışma tableti çıkarılmıştır.Bu tabletler,’ birinci sınıf ‘ öğrencilerin acemice çiziktirmelerinden ,ilerlemiş ve mezun olma noktasına gelmiş öğrencilerin zarifçe yazdıkları yazılara kadar büyük bir çeşitlilik gösterir.Bu eski çağ yazı defterlerinden Sümer okullarında geçerli olan öğretim  yöntemi ve müfredat programını yapısı hakkında çıkarsama yoluyla pekçok şey öğrenebiliriz.Daha da Önemlisi,Sümer öğretmenlerinin kendileri de okul yaşamı hakkında yazmaktan hoşlanıyordu ve bu denemelerden bazıları kısmen de olsa ele geçirmiştir.Bütün bu kaynaklardan Sümer okullarının amaçları ve hedefleri,öğrencileri be öğretim kadrosu,müfredat programı ve öğretim tekniklerinin bir tablosunu elde edebiliyoruz;Bu ise insanlık tarihinin bu kadar eski dönemi için eşsiz bir örnektir.

Sümer okulu Edubba ,yani tabe,let evi adıyla biliniyordu.Edubba’nın başlangıçtaki amacı ‘mesleki’ diyebileceğimiz bir eğitim vermekti;yani ilk olarka ülkenin ekonomik ve yönetsel gereksinimlerini,önceliklede tapınağın  ve sarayın gereksinemlerini karşılayacak yazıcıların eğitilmesi için kurulmuştu.Bu Sümer okulunun bütün varlık süresi boyunca ana amaşç olmaya devam etti.Bununla birlikte büyümesi ve gelişmesi süresince,özellikle de müfredat programının giderek genişlemesi sonucunda,Sümer de bir kültür ve öğrenim merkezi haline geldi.Edubba’nın duvarları içinde,zamanında geçerli olan teoloji,bitkibilim,hayvanbilim,coğrafya,matematik,dilbilgisi ve dilbilimle ilgili tüm bilgileri  inceleyen ve kimi durumlarda da bu bilgilere katkıda bulunan kişi,akademisyen yetişti.

Ayrıca günümüzdeki öğretim kurumlarında farklı olarak,Sümer okulu yaratıcı yazarlık diyebileceğimiz şeyin de merkeziydi.Geçmişin yazınsal yaratılarının incelenip kopyanlandığı  yer burasıydı;yenilerinin,oluşturduğu yer de yine burasıydı.Bu nedenle,Sümer okullarından mezun olanların büyük çoğunluğunun tapınak ve saray ile ülkenin zengin ve güçlü kişilerinin hizmetine giren yazıcılar oldukları doğruysa da,yaşamlarını öğretmeye ve öğrenmeye adayanlar da vardı.Bugünün üniversite profesörleri gibi,bu eskiçağ bilim adamlarının çoğu da geçimlerini sağlamak için maaşlarına bağımlıydılar ve boş zamanlarını araştırma ve yazmaya ayırıyordu.ilk zamanlar işe büyük olasılıkla tapınağın bir uzantısı olarak başlayan Sümer okulu,zamanla dindışı bir kurum haline geldi.Anlayabildiğimiz kadarıyla öğretmenlere öğrencilerden toplanan ücretlerden  ödemede bulunuluyordu.Müfredat programıda din dışı idi

Kuşkusuz eğitim ne genel nede zorunluydu.Öğrencilerin büyük çoğunluğu varlıklı ailelerden geliyordu;yoksullarsa uzun bir eğitimin gerektirdiği para ve zamanı kolay kolay bulabilecek durumda değildi.Yakın zamanlara kadar bunun doğru olduğu mantıksal çıkarsama yoluyla kabul ediliyordu.Fakat Nicolaus Schneider isimli Luksemburglu bir çiviyazısı uzmanı bunu çağın kaynaklarından yola çıkarak ustalıkla kanıtladı.Yaklaşık M.Ö 2000 den kalma ekonomi ve yönetimle  ilgili belgelerden yayımlanmış olanların binlercesinde ,aşağı yukarı beşyüz kişi listelerde kendilerini yazıcı olarak belirlemiş,bazılarıysa daha fazla tanıtıcı bilgi vermek amacıyla babalarının adını ve mesleğinide eklemiştir.Bu verilerden bir liste derleyen  Schneider yazıcıların,yani okul mezunlarının babalarının vali,kent kurucusu,elçi tapınak yöneticisi,subay,kaptan,yüksek mevkili vergi memuru,çeşitli türden rahipler,işletme yöneticileri,denetçi,ustabaşı,yazıcı,arşivci ve sayman olduklarını saptadı.


Bu listelerde yazıcı olarak yanlızca  tek bir kadının adı verilmektedir;bu nedenle,Sümer okullarındaki öğrenciler büyük olasılıkla yanlızca erkeklerden oluşuyordu..Sümer okulunun başı ‘ Okul Babası ‘ da denen Ummia’ydı. ‘uzman’,’profesör’,’öğrencilere’,’Okuloğlu’, mezunlaraysa ‘eski günlerin okul oğlu’ deniyordu.Öğretmen yardımcısı  ‘ağabey’ olarak adlandırılıyordu ve görevlerinden bazıları öğrencilerin kopyalaması için yeni tabletler yazmak,öğrencilerin kopyalarını gözden geçirmek ve ezberlerini dinlemekti.Diğer öğretim görevlileri arasında,örneğin ‘çizimden sorumlu kişi’ ve ‘ Sümerceden sorumlu kişi ‘ bulunuyordu.Ayrıca öğrencilerin okula devamından sorumlu gözetmenler ve disiplinden sorumlu özel görevliler vardı.Okul Müdürünün ‘ okul babası ‘ olması dışında,okul personelinin birbirleri karşısındaki derecelerinin ne olduğu konusunda hiçbir bilgimiz bulunmuyor
Sümer okullarının müfredat programına gelince,elimizde insanlık tarihinin erken döneminde gerçekten de eşsiz olan bu okulların kendilerinden elde edilen zengin veriler bulunmaktadır.Çünkü bu konuda eskiçağ insanlarının ifadelerine ya da dağınık bilgi parçalarından yapılmış çıkarsamalara bağımlı olmamız gerekmektedir.Yeni başlayanların ilk denemelerinden ileri düzeydeki öğrencilerin öğretmenlerinkinden ayırt edilemeyecek kadar iyi hazırlanmış kopyalara kadar okul çocuklarının ellerinden çıkmış yazılı gerçek ürünlere sahibiz..Bu okul ürünlerinden anlıyoruz ki,Sümer okulundaki müfredat programı belli başlı iki bölümden oluşuyordu:Birincisi bölüm yarı bilimsel  ve eğitici ,ikinciysa yazınsal ve yaratıcı olarak tanımlanabilir.



Birinci ya da yarı bilimsel konularda oluşan grup ele alındığında,bunların bilimsel bir dürtüden ,gerçeğin gerçeklik uğruna araştırılmasından kaynaklandığını vurgulamak önemlidir.Bunlar daha çok okulun yazıcılara Sümer dilini yazmayı öğretmek olan ana amacından çıkıp büyümüştür.Çünkü bu pedagojik gereksinimi karşılamak için  Sümer yazısı öğretmenleri öncelikle dilbilimsel sınıflandırmadan  oluşan bir öğrenim sistemi geliştirmişlerdi;yani Sümer dilini birbiriyle ilişkili sözcük ve deyim grupları halinde sınıflandırmışlar ve öğrencilere,kendileride bunları kolayca tekrarlayabilene kadar ezberletip kopyalatmışlardır.M.Ö 3000 yıllarında ,bu ders kitapları giderek daha tamamlanmış hale geldi ve yavaş yavaş bütün Sümer okulları için kalıplaşmış ve standartlaşmışkitaplara dönüştü.Bunlar arasında ağaç ve kamış,her türden hayvan ( böcekler ve kuşlar da dahil ) ülkeler,kentler ve köyler ,her türden taş ve maden adından oluşan uzun listeler görüyoruz.Genel olarak bakıldığında bu derlemeler bitkibilim,hayvanbilim,coğrafya ve mineralbilimle ilgili bilgiler denebilecek konulara hatırı sayılır bir aşinalık olduğunu göstermektedir bu olguysa bilim tarihlerince daha yeni anlaşılmaya başlamıştır.

Sümeri öğreticiler ayrıca çeşitli matematiksel çizelgeler ve çözümleriyle birlikte birçok ayrıntılı matematik  problemi hazırlamıştır.Dilbilim alanındaysa,Sümer dilbilgisi incelemelerinin iyi bir şekilde temsil edildiğini görüyoruz.Birçok okul tabletine,isim tamlamalarından ve fill çekimlerinden oluşan uzun listeler yazılmıştı;bu ise olduk.a incelikli bir dilbilgisel yaklaşıma işaret etmektedir.
Üstelik,MÖ 3000 son çeyreğinde Sümerlerin giderek Sami Kökenli Akadlarca fethedilmesinin bir sonucu olarak,eskiçağ profesörleri insanlığın en eski sözcükleri hazırlamışlardır.Çünkü Sami kökenli fatihler yanlızca Sümer yazısını kabul etmekle kalmamış,Sümerce konuşma dili olmaktan çıktıktan çok sonra bile Sümer yazınsal yapılarına büyük değer vererek onları incelemiş  ve taklit etmişlerdir.Bu da Sümerce sözcük ve deyimlerin Akad diline çevrildiği sözcükler için Pedagojik bir gereksinim doğurdu.

Sümer Müfretdat programnın yazınsal  ve yaratıcı yönüne gelince,bunlar öncelikle,M.Ö 3000 yılının ikinci yarısında ortaya çıkıp geliştirilmiş  olması gereken geniş ve çeşitli yazınsal yapıt gruplarının incelenmesi ,kopyalanması  ve taklit edilmesinden oluşmaktaydı.Bu eskiçağ yapıtlarının sayısı yüzlercedir;hemen hemen tümü şiirsel biçimde olan bu yapıtlar,uzunluk olarak bin dizeye yakın olanlardan elli dizeden az olanalara kadar çeşitlilik gösteriyordu.Bugüne kadar bulunanların genellikle şu türlerden oluştuğu görülür;Sümer tanrılarının ve kahramanlarının eylemlerini ve serüvenlerini kutlayan şiirsel anlatı biçimindeki mitler ve destansal öyküler;tanrılara ve krallara adanmış ilahiler;ağıtlar,yani Sümer kentlerinin sık sıks başına gelen yıkımdan duyulan üzüntüleri dile getiren şiirler;atasözleri,hayvan hikayeleri ve denemeler de dahil olmak üzere bilgelik yapıtları.Sümer kalıntılarından  ele geçen yaklaşık beşbin yazınsal tablet ve parçanın birçoğu eskiçağ öğrencilerinin acemi elinden çıkmadır..

Sümer okullarında uygulanan öğretim yöntemleri ve teknikleri konusunda henüz fazla bir şey bilinmemektedir.Sabah okula gelen,öğrecni ,bir önceki hazırladığı tablet üzerinde çalışırdı.Sonra,’ağabey’ yani öğretmen yardımcısı yani bir tablet hazırlar,öğrenci de bunu kopyalayıp çalışmaya başlardı.Ezber,öğrencinin çalışmasınında ,kuşkusuz büyük bir rol oynuyordu.Bundan başka,öğretmen ve yardımcısı,öğrencilerin kopyaladığı ve incelediği basit listeleri,çizelgeleri ce yazınsal metinleri,hatırı sayılır ölçüde sözlü ve açıklayıcı malzemeyle desteklemiş olmalıdırlar.


Fakat Sümerlerin bilimsel ,dinsel ve yazınsal düşüncelerini anlamamız için paha biçilmez değerde olabilecek bu dersler büyük bir olasılıkla  hiçbir zaman yazıya geçirelememiştir;bu nedenle bizim için sonsuza kadar yitirilmişlerdir.

Sümer okulu,ilerici eğitim diye adlandırabileceğimiz yöntemle hiçbir şekilde ‘lekelenmiş’değil sede müfretdat programı en azından bir ölçüde pedagojik yönelimliydi.Böylece acemi öğrenci çalışmalarına tu-ta-ti,nu-na-ni,bu-ba-bi,zu-za-zi vb oldukça basit hece alıştırmalarıyla başlıyordu.Bunun ardından telaffuzlarıyla birlikte tek bir işaretten meydana gelen yaklaşık 900 maddelik bir işaret listesi üzerinde çalışmalar ve araştırmalar yapılması geliyordu.Sonra,şu yada bu nedenle tek bir işaretten değil de iki ya da üç işaretin oluşturduğu bir grupla yazılan yüzlerce sözcüğün yeraldığı listeler geliyordu.Bunları,anlamlarına göre düzenlenmişs binlerce sözcük ve deyimi içeren derlemeler izliyordu.Nitekim ‘’ doğabilimleri ‘’ alanında insan ve hayvan bedeninin bölümlerinden,yabani ve evcil hayvanlardan,kuşlar ve balıklardan,ağacalar ve bitkilerden ,taşlar ve yıldızlardan oluşan listeler vardı.Eşya listeleriyse şunlaru içeriyordu : Tahtadan yapılma nesneler(işlenmemiş tahta parçasından kayık ve arabaya kadar değişen 1500 askın nesne)kamış,post,deri, ve metalden yapılmış nesneler,çeşitli türde çanak çömlek,giysi,yiyecek ve içecek.Bu listelerin özel bir grubu yer adlarını ele alıyordu:Ülkeler,kentler ve köyler,ayrıca ırmaklar,kanallar ve tarlalar.Bunlara,yönetsel ve hukuksaş belgelerde en çok kullanılan ifadelerden yapılmış bir derlemenin yanı sıra mesleklerin,akrabalık ilişkilerinin,insan bedenindeki sakatlıkların vb.adlarını veren sekizyüz sözcükten oluşan bir liste de dahildi.

Öğrenci ancak Sümercenin karmaşık sözcük dağarcının yazılıiına aşina olduktan sonra kısa cümleler,atasözleri ve hayvan öyküleriyle Sümer’in ekonomik yaşamında büyük bir rol oynayan hukuksal belgelerin düzenlenmesinde  çok önemli olan şözleşme ‘ örneklerin’den yapılmış derlemeleri kopyalamaya ve ezberlemeye başlıyordu.Bu dilbilimsel eğitimin yanı sıra öğrenciye matematik dersleri de veriliyorud;bu dersler ,hacim,uzunluk ve ağırlık ölçülerini içeren ölçüm tablolarının ve hesaplamalarda kullanılmak üzere çarpım ve dönüştürme tablolarının öğretilmesi biçiminde yapılıyordu.Daha sonra öğrenciye ücretlerle,kanal kazımıyla ve inşaat işleriyle ilgili uygulamalı problemler çözdürülüyordu.

Disiplin söz konusu olunca değnek hiç esirgenmiyordu.Kuşkusuz öğretmenler öğrencileri iyi çalışmaları için övgü ve takdirde de teşvik ediyordu,ama hata ve kusurlarını düzeltmek için önceliklesopaya güveniyordu.Bu nedenle öğrencinin işi hiç e kolay değildi.Hergün gündoğumundan günbatımına kadara okula gidiyordu.Yıl içinde kimi tatilleri olması gerekir,ama bu konuda hiçbir bilgimiz bulunmuyor.Yıllarını okul çalışmalarına veriyor,ilkgençliğinden genç bir adam oluncaya kadar okulda kalıyordu.Öğrencilerin şu ya da bu konuda,ne zaman ve ne ölçüde uzman olmalarının beklendiğini bilmek ilginç olurdu.Fakat okul etkinlikleriyle ilgili birçok başka konda olduğu gibi bu konuda da kaynaklarımız yetersiz kalmaktadır.

Sonuç olarak okul binası hakkında da birkaç söz söyleyebiliriz.Mezoptamya da yapılan birçok kazıda şu ya bu nedenle okul olabileceği düşünülmüş binalar ortaya çıkarılmıştır.Bunlardan biri Nippur da,diğeri Sippar’da ve bir üçüncüsüde Urda dır.Fakat odalarda çok sayıda tablet bulunmuş olması dışında ,bunları sıradan evlerin odalarından ayıran pek bir şey yoktur ve saptama yanlışta olabilir.Bununla birikte Nippur’un batısında bulunan eski Mari kentinde kazı yapan Fransızlar,bir ,iki ya da dört kişinin oturabileceği pişmiş tuğladan yapılmış sıraların bulunduğu,kesin olarak bir okul sınıfının karakteristik özelliklerini sergileyebilecek iki oda bulunmuştur..

Eskiçağdan Sümerli bir öğretmenin yazdığı muammalı bir bilmecede okul binasının biçimine bir gönderme yapılıyor olabilir.Bilmece şöyledir..

Gök gibi sabanı olan bir ev,
Bakır bir ibrik gibi bezle örtülü
Bir kaz gibi yere basar
Gözü açılmamış olan ona girer
Gözü açılan ondan çıkar
Dilerim bu yazı size eski Sümerdeki Okul ve eğitim sistemi konusunda bilgi vermiştir.

Wednesday, June 3, 2020

SUMERLERIN KESFI





Klasik Çağlarda Babil Ülkesi adıyla bilinen Sümer,Mezopotamya nın aşağı yarısından oluşur,bu alan kabaca günümüz Irak ının Bagdat’ın kuzeyinden Basra Körfezine kadar olan bölümüyle özdeştir.Yaklaşık olarak 26.000 km2 dir.İklimi aşırı sıcak be kurudur ;toprağı kendi başına bırakılırsa kıraç; rüzgara açık ve verimsizdir.Düz arazi ırmaklar tarafından oluşturulmuştur;bu nedenle maden ve taş çok azdır.Bataklıklardaki kocaman sazlıklar bir yana bırakılacak olursa,hiç kerestelik ağaç bulunmaz.O zaman burası,’ Tanrının terk ettiği ‘ görünüşe göre yoksulluğa ve yokluğa mahkum,gelecek vaat etmeyen bir ülkeydi.Ne varki buraya yerleşen insanlar M.Ö 3000 da bilindikleri adıyla Sümerler,olağandışı bir zekaya ve girişimci,kararlı bir ruha sahipti.Ülkenin doğal dezavantajlarının karşın bu insanlar Sümer’i  gerçek bir Cennet Bahçesi’ne çevirmişler ve büyük olasılıkla insanlık tarihindeki ilk yüksekkütürü geliştirmişlerdi.

Sümer halkı teknoloik icatlar için alışılmadık bir yeteneğe sahipti.Daha ilk yerleşenler bile sulama fikrini akıl etmiş,bu da Dicle ve Fırat ırmaklarının zengin alüvyon taşkınlarını toparlayıp kanallara akıtmaları ve tarlalarıyla bahçelerini sulayarak verimli hale getirmelerini sağlamıştı.Maden ve taş kıtlığına karşı bir çare olarak hiç tükenmeyen ırmak kilini ve çamurunu orak,çömlek,levha ve kavanoz haline getirerek fırınlamasını öğrenmişlerdi.Çok az bulunan,inşaat kerestesinin yerine,geniş ve bol bataklık sazlıklarını kesip kurutmuşlar,bunları demetler halinde bağlayarak  ya da hasır biçiminde örerek ,çamur sıvasının yardımıyla kulübeler ve hayvan barınakları yapmışlardı.Sümerler,daha sonra,her yerde bol bol bulunan ırmak kilini şekillendirmek ve fırında pişirmek için tuğla kalıbını icat etti ve böylece inşaat malzemesi sorunları kalmadı.Çömlekçi çarkı,araba tekerleği,saban,yelkenli tekne,yapı kemeri,tonoz kubbe,bakır ve tunç dökümü,perçinleme,lehimleme,taş heykelciliği,oymacılık ve kakmacılık gibi yararlı araçlar,beceriler ve teknikler geliştirdiler.

Kil üzerine yazma sistemi buldular;bu yazı ödünç alınarak ikibin yılı aşkın bir süre boyunca Yakındoğu da heryerde kullanıldı.Bizim Batı Asya tarihinin  ilk dönemlerine ilişkin bilgilerimizin hemen hemen tümü,Sümerler tarafından geliştirilen çiviyazısıyla yazılmış ve son yuzyirmibeş yılda Arkeologlar tarafından kazılarla çıkarılmış binletce kil belgeden gelmektedir.
Sümerler yanlızca maddi ilerlemelerinden ya da teknolojik becerilerinden ötürü değil ,fikirleri,idealleri ve değer yargıları bakımındanda dikkat çekici insanlardı.Açık görüşlü  ve sağduyulu olan bu insanlar yaşama pragmatik bir gözle bakmış,zihinsel  yeteneklerinin sınırları elverdiği ölçüde,olgu ile hayali,dilek ile dileğin gerçekleşmesini ya da gizem ile gizemlleştirmeyi,nadiren birbirine karıştırmıştır.

Yüzyıllarca Sümer bilginleri  bir bakıma ‘ tanrıların olanı tanrılara veren ‘ ve ölüm ile tanrısal gazap karşısında ölümlülerin kaçınılmaz olarak sınırlı ve özellikle çaresiz olduğunu kabul ve teslim eden bir iman ve itikat sistemi geliştirmişlerdir.Maddi alandaysa  servete ve mal mülke,zengin hasada,tıka bası dolu tahıl ambarlarına,hayvanlarla dolu ağıllara ve ahırlara,karada başarılı ava,denizde iyi balıkçılığa yüksek değer vermişlerdir.Ruhsal ve Psikolojik olarak hırs ve başarıya ,üztünlük ve saygınlığa,onu ve takdir edilmeye büyük önem vermişlerdir.Sümeşer kişisel hakları konusunda derin bir bilince sahipti ve ister kralı,ister üstü ya da isterse eşiti tarafından yapılmış olsun,hakları çiğnenince tepki gösterirdi.Yasalar yapıp yasa derlemeleri hazırlıyanlarını,yanlış anlamaları,çarpıtmaları ve keyifiliği önlemek için her şeyi ‘’ Ak üzerine Kara ‘’ yazıya geçirenlerin ilk defa Sümerler  olması şaşırtıcı değildir.


Sümerler bireye ve bireyin başarılarına yüksek değer veriyordu,ama yine de hem bireyler hem de topluluklar arasında güçlü bir işbirliği ruhunu besleyen  her şeyin üstünde bir etken vardı.Sümer’in gönencinin ,hatta bizzat varlığının sulamaya bağlı olması,Sulama topluluğunun  çabasını ve örgütlenmesini gerektiren karmaşık bir süreçtir.Kanalların kazılması ve sürekli olarak onarılması gerekir.Su,ilgili herkes arasında adil olarak bölüştürülmelidir.Bunun güvence altına alınması için tek tek toprak sahiplerinden,,hatta tek bir topluluktan daha güçlü bir iktidarın olması zorunluydu.Hükümet kurumlarının ve Sümer devletinin ortaya çıkışının nedeni budur.Sulanan toprak verimli olduğundan Sümer büyük bir tahıl fazlası üretiyordu,fakat hemen hemen hiç madeni yoktu,taş ve kerestesi çok azdı.Bu nedenle devlet,,ekonomisi için gerekli olan malzemeyi ya ticaret ya da adkeri güç yoluyla elde etmek zorundaydı.Bu nedenle M.Ö 3000 bin yıldan itibaren Sümer kültürünün  ve uygarlığının,en azından belli ölçülerde,doğuda Hindistan’a ve batıda Akdeniz’e ,güneyde eskiçağ Etiyopyasına  ve kuzeyde Hazar denizine kadar yayılmış olduğuna inanmak için geçerli nedenler vardır

Kuşkusuz,tüm bunlar beş bin yol önce olmuştu ve çağdaş insanın ve kültürünün incelenişiyle pek ilgili değilmiş gibi görünebilir.Gelgelelim gerçek şudurki,Sümer ülkesi çağdaş uygarlığın bir çok önemli özelliğinin doğuşuna tanıklık etmiştir.Felsefeci olsun öğretmen olsun,tarihçi olsun sair olsun,hukukçu olsun,reformcu olsun devlet adamı olsun,mimarcı olsun,heykeltras olsun,olasıdır ki günümüz insanı ilkörenğini ve meslektaşını eski Sümerde bulacaktır.Elbette çağımızdaki türevin Sümer deki kökü artık dolaysız ya da kesin olarak izlenemez.Kültürel yayılmanın yolları çok çeşitli,dolambaçlı ve karamaşıktır;sihirli dokunuşu çok hafif ve dayanıksızdır.Ama yine de bir Hz Musa yasasında  ve bir Hz Süleyman meselinde,Hz Eyüp ün gözyaşlarında ve bir Kudus ağıtında ,ölüm döşeğindeki  tanrı insanın hüzünlü masalında,Hesiodos’un evrendoğum öykülerinden birinde;bir Hint mitinde bir Ezop masalında,bir Öklid teoreminde burçlar kuşağının bir burcunda ,bir hanedan arması tasarımında,bir minanın ağırlığında bir açının derecesinde ,bir sayının yazılışında hala görünür.Sümerler modern toplumuzun yapı taşları hatta temeli olmuştur .Ama önce Sümer dili ve kültürünün dirilişinin hikayesini inceleyelim….

Gariptirki yüzyıl önce Sümer kültürü hakkında hiçbirşey bilinmiyordu,hatta bir Sümer halkının ve dilinin var olabileceği bile düşünülmüyordu.Yuz yıl önce Mezopotamya da kazı yapmaya abşlayan akademisyenler ve Arkeologlar Sümerleri değil,Asurluları arıyorlardı.Asurlular hakkında doğruluğu tartışmalı olsa bile Yunan ve Ibrani kaynaklarından bilgiler vardı..Ne var ki,Sümer konusunda Kutsal Kitap klasik dönem ve klasik dönem sonrasıyla ilgili tüm literatürde bu ülkeye ya da halkına ve diline ilişkin fark edilebilir hiçbir iz bulunmuyordu.İkibin yıldan fazla bir süredir,Sümer ismi bile insanların zihninden ve belleğinden silinmişti.Sümerlerin ve kültürlerinin varlığını keşfi beklenen bir şey değildi.Konuyla pek ilgili olmayan bu ayrıntı,Sümer araştırmalarının yavaş ve sıkıntılı olmasına neden oldu.

Aslında Sümer dilinin çözülmeside Sümerce gibi çivi yazısıyla yazılan ve daha eskiden Asurca ya da Babilce adıyla bilinen Sami ailesine mensup Akadcanın çözülmesi yolu ile oldu.Akadça içinde anahtar,M.Ö Birinci binyılda Iran ın büyük bölümünde hüküm süren Persler ve Medlerce konuşukan bir Hint Avrupa dili olan Eski Persçede bulunmuştur.Çünkü Pers Ahmanes Hanedanın bazı yöneticileri yazılarını çiviyazısıyla üç dilde yazmayı siyasal bakımdan uygun bulmuştu.Kendi dilleri olan Persçe,fethedip boyun eğdirdikleri Batı İran yerlilerince konuşulan eklemeli bir dil olan Elamca,Babilliler ev Asurlularca konuşulan Sami Kökenli Akadça.Mısır da bulunan Rosetta Taşının  aşağı yukarı bir eşdeğeri olan bu üçdilli çiviyazısı grubu,çiviyazısının yurdu Irak olmasına rağmen İran da bulunmuştur..

Issız höyüklerinin ya da tell lerinin altında uzun bir zamandır gömülü olan Asur,Babil ve Sümer halklarının  diriltilmesi,XIX yüzyıl biliminin  ve klasik filoloji araştırmalarının  etkileyici  ve muhteşem bir başarısıdır.Elbette daha önceki yüzyıllarda da antil Mezopotamya kalıntıları  hakkında tek tük raporlar bulunuyordu.Aslında daha XII yy da ,Navarra krallığındaki Tudela kentinin hahamı Yonah oğlu Bünyamin Musul Yahudilerini ziyaret etmiş ve bu kentin yakınlarındaki kalıntıların antik Ninova ya ait olduğunu saptamıştır,ama yazdıkları ancak XVI yy da yayınlanır..
Öte yandan,Babilin saptanması ,Roman Pietro della Valle’nin günümüzdeki Hilla kasabası yakınlarındaki höyükleri ziyaret ettiği 1616 ya kadar gerçekleşmedi.Bu keskin gözlü gezgin,yanlızca Babil kalıntılarının dikkat çekici bir betimlemesini yapmakla kalmamış,aynı zamanda hem orada hem de günümüzde Arapların ‘ Tel el Mukayyer ‘ ( Ziftli Höyük-Antik Ur kentinin kalıntıları ziftle kaplıdır) adını verdiği höyükte bulduğu yazılı tuğlaları Avrupaya getirmiştir.Ilk Çivi yazıları Avrupaua gelir.

XVII ve XVIII yy da pek cok gezgin antik uygarlıkları arasalarda gördüklerini hep Kutsal kitaptaki referans çerçevisine uydurmaya çalıştılar.1761 ile 1767 yılları arasında bı gezilerin en değerlisi yapılmıştır.Bu Danimarkalı Matematikç, Carsten Niebuhr’un gezisi idi.Niebuhr,Persepolisteki yazırların kopyasını çıkarmış,bu da çivi yazsının çözülmesine giden yolu açmıştı.Niebuhr ayrıca krokiler ve çizimler yardımıyla çağdaşlarına Ninova kalıntıları hakkında somut bir fikir veren ilk kişi olmuştur.Bir kaç yıl sonra Fransız Botanikçi Michaux Paris teki Bibliother National’e Bagdatın güneyinde bulunan Ktesifon da bulunmuş bir sınır taşı satmış,taşın Avrupa ya gelen gerçekten değerli ilk yazıt olduğu ortaya çıkmıştı.Bazı saçma çevirileri yapılan bu basit yazıt aslında sınır işaretini bozacak kişilere yönelik olağan lanetleri içeriyordu

Aşağı yukarı aynı dönemde,Bagdat taki bölge papaz ve bilimler Akademisi üyesi Başrahip Beauchamp çevresinde,özellikle de Babil kenti kalıntıları arasında gördüğü şeylere ilişkin dikkatli ve titiz gözlemler yapıyordu;aslında Mezopotamya’da bilinen ilk Arkeolojik kazıyı,bir duvarcı ustasının yönetiminde birkaç yerli işçi tutatarak,,günümüzde turistlerce hala görübilecek olan  ve şimdi Babil Aslanı olarak bilinen bir heykelle bağlantılı olarak yapılmıştır.Şimdi güzel bir kopyası Berlin Devlet Müzesinin Yakındoğu bölümünde görülebilecek olan İştar Kapısının bazı bölümlerini ilk betimleyen kişi de o olmuştur.Beauchamp ayrıca Persepolis yazılarına benzediğini fark ettiği ufacık yazılarla kaplı sert silindirler bulduğundan da söz etmektedir.1790 da yayınlanan gezi anıları Ingilizce ve Almancaya çevrilmiştir.

Başrahip Beauchamps ın çaktığı kıvılcımın sonuçlarından biri,Londra daki Doğu Hindistan Şirketinin Bagdat taki görevlilerine bazı arkeolojik araştırmalar ve keşifler yapma yetkisi vermesi olmuştur.Böylece,1811 yılında,Doğu Hindistan Şirketinin Bağdat taki yerleşik görevlilerindn  Claudius James Rich’i ,Babil kenti kalıntılarını inceleyip haritasını çıkarırken,hatta bazı bölümlerinde kısa süreli kazılar yaparken görüyoruz.Rich dokuz yıl sonra Musula gelerek antik Ninova daki büyük höyüklerin krokilerini çıkarmış ve araştırmalar yapmıştır.Pekçok yazılı tablet ,tuğla,sınır taşo ve Nebukadnezzar ile Senharipimkiler de dahil olmak üzere silindir toplamıi ve sekreteri Carl Bellimo ya da dikkatlice kopyalarını çıkartarak çözülmeleri için Fililog Grotefend’e göndermiştir.Rich in koleksiyonu Britsh Museum dadır


Rich 1821 yılında 34 yaşındayken ölmüşfakat Babil’in kalıntılarına ait iki anı kitabi,içerdiği çizimler ve yazıtsal malzemeyle birlikte yaşamaya devam etmiştir.Bu Kitabın Asurolojinin ve onunla ilgili çiviyazıları araştırmalarının doğusuna işaret ettiği söylenebilir.Richi,bir dizi Mezopotamya kalıntısının özenli sanatlsa çizimleriniyapan ve ayrıca Babin’in kalıntılarının yer aldığı bütün bölgenin planını çizen Robert Ker Porter izlemiştir.Rich in 1811 de kazdığı Babil kalıntılarında Robert Mignan 1828 yılında kısa süreli kazılar yaptı ve yazılı bir silindiri çıkardı.
1842 yılında bu sefer Musul daki Fransız konsolosu Paul Emille Botta yı görüyoruz.Başlarda kazılar kuzey Mezopotamya da genel olarak Asur ülkesi olarak bilinen topraklarda yürütülmüştü.Burada çıkarılan binlerce belge Akadca yazılmıştır.Ama ilk çıkarıldıklarında bu bilinmiyordu.O zaman söylenebilecek tek şey,bunların Iran da özellikle de Persepolis ve çevresinde bulunan üçdilli yazıtların üçüncüsüne benziyordu.Persepoliste muhteşem bir sarayın kalıntıları hala ayaktaydı;bunlar arasında çok sayıda uzun,güzel sütün yerinde duruyor,çeşitli türden oyma alıntılarsa çevreye dağilmıştı.Kentin çevresinde güzel bir Nekropol vardı.Persepolis anıtlarının çoğu Babil deki yazıların benzerleri ile doluydu..Ayrıca XIX yy ortalarında üçdilli yazıtlardan biri çözülmüş ve yığınla özel isim elde edilmişti;bu isimler yazıtlardan üçünsünün çözülmesinde kullanılıcak ve bu da Irak ta çıkarılan ‘  Asurca’ tabletlerin okunmasını sağlayacaktı.Bu nedenle Akadcanın çözülmesini sağlayan bu süreci  izleyebilmek için öncelikle üçdilli Perspolis yazılarının birinci sınıfınn çözülmesine ve bunlardan elde edilen bilgilerin niteliğine ilişkin bazı bilgilere sahip olmamız gerekir.

Persepoli kalıntılarının Avrupa da tanınması XVI yy da ,Venedikin Pers elçisi Geosofat Barbarosun gezi programı 1543 te Venedikta yayınlandığındı zaman olmuştur.Anıtlardaki yazılardan ilk kez Ispanya ve Portekizin Perse gönderdiği bir elçi olan Antonia de Goueca 1611 yılında Lizbon da yayınlanan kitabında bu yazıların farklılığından söz etmiştir.Ardılı Don Figueoa ise Antwepte yayınlana bir kitapta Sicilius un betimlemesinden yola çıkıp Darius un sarayını saptamıştır.Pietro della Valle 21 Ekim 1621 tarihli bir mektupta Persepolis kalıntılarını inceledeğini ve hatta yazılardaki beş işaretin ( biri hatalı da olsa ) kopyasını çıkardığı bildirmekte ve yazıların soldan sağa doğru okunması gerektiğini söylemektedir.1673 yılında genç Fransız Sanatçısı Andre Daulier Deslandes  Persepolis sarayının ilk eksiksiz gravürünü yayımlamış,fakat yazıtlardaki işaretlerden yalnızca üçünün kopyasını çıkarmış ve bunları gravürüne yanlızca süsleme oldukları izlenimini verecek şekilde yerleştirmişti.Bu XVIII yy boyunca yaygın olarak kabul edilen bir teori olmuştur.1677 yılında elli yıl kadar önce Britanya’nın Pers elçisi olarak  görev yapmış olan bir Ingiliz olan Sir Thomas Herbert,görünüşegöre üç satırlık bir pasaj olan bir yazının epey kötü bir kopyasını yayımlamış,daha sonra bunun birbirinden tümüyle farklı üç yazıttan alınmış satırlardan oluştuğu anlaşılmıştı.

1693 yılında,yirmi işaretten oluşan iki satırlık bir Persepolis yazıtının,Doğu Hindistan Şirketinin bir temsilcisi olan Samuel Flower tarafından çıkarılmış bir kopyası yayımlanmıştı.Bu özgün bir yazıt olarak kabul edildi;oysa aslında çeşitli yazıtlardan seçilmiş 23 ayrı işaretten oluşuyordu;bu yanlış,yazıyı çözme girişiminden bulunanlarda az kafa karışıklığı ve hayal kırıklığı yaratmadı.1700 yılında yazıya ilk kez ‘ çiviyazısı’ ismi verildi ve bu isim o zamandan beri yerleşti.Ismi verilen Thomas Hyde,eski Pers dininin tarihin üzerine bir kitap yazmış ve burada Flower’in yazıtının kopyasını kullanarak işaretleri ‘’ çiviyazısı ‘’ şeklinde betimlemişti.Maalesef,kendisibu işaretlerin  anlamlı bir konuşmayı  aktarmak amacıyla değil,olsa olsa süs ve bezeme işlevi görmek üzere yapıldığına inanıyordu.


Persepolis ten elde edilen ilk eksiksiz yazıt 1711 yılına kadar yayımlanmadı.Bunun yazarı sonradan Ingiliz vatandaşlığına geçen Jean Chardin gençliğinde Persepolis’i üç defa ziyaret etmişti.Üç adet üçdilli yazıtın oldukça doğru kopyası  üç yıl sonra Carneille Lebrun tarafından yayımlandı.Fakat Pers yazıtlarının  çözülmesine giden yolu açan kişi Danimarkalı Carsten Niebuhr olmuştur. 1778 yılında üç adet üç dilli Persepolis yazıtının titiz ve eksiksiz çıkarılmış kopyalarını  yayımlayan Niebuhr,bu yazıların  soldan sağa doğru yazıldığını ,üç yazıtın her birinde üç farklı türde çiviyazısı kullanıldığını  ( bunlar ‘ Sınıf I-Sınıf II ve Sınıf III olarak adlandırılmıştır ) ve nihayet Sınıf 1 in alfabetik bir yazı yönetimini simgelediğini çünkü kendi çıkardığı çizelgeye göre yanlızca  kırkiki işaretten  meydana geldiğini gösterdi.Ne yazık ki Niebuhr bu üç yazı sınıfının üç değişik dili temsil etmediği,aynı dilde üç değişik biçimde yazmak için kullanıldığı kanısındaydı.1798 yılında,başka bir Danimarkalı olan Friedricj Munter son derece önemli şu gözlemde bulundu: Niebuhr’un Sınıf I i alfabetik yazıSınıf II hece yazısı,Sınıf III resim yazısıdır.bu sınıflardan her biri,farklı bir yazı biçimini olduğu kadar farklı bir dil de simgelemektedir.

Böylece,çiviyazısının çözülmesi için artık temel atılmıştı.Her biri üç farklı dili simgeleyen üç farklı türde  çiviyazısıyla yazılmış çok sayıda yazıtın eksiksiz kopyası bulunuyordu;ayrıca her yazıttaki  üç sınıftan birincisinin alfabetik nitelikte olduğu saptanmıştı.Fakat çözme işleminin kendisi hemen hemen yarım yüzyıl aldı.üstelik eğer iki uzman sürece bilmeden de olsa önemli katkılarda bulunmamış olsaydıherhalde tümüyle olanaksız olacaktı.Bu katkılar,her ne kadar çiviyazılı Persepolis Yazıtlarıyla hiç ilgisi yoksa da çiviyazısını çözenlere temel bir yardım sağlamış olan incelemelerinin yayımlamasıyla olmuştu.Bu uzmanlardan  Antequil Duperron adındaki Fransız  Zerdüstçülüğün kursal kitabı Avesta’nın elyazmalarını toplamak için Hindistan da uzun zaman geçirmiş ve bunların yazıldğı dil olan eski Persçeyi  öğrenmişti.Anquetil Duperron un konuyla ilgii yayınları 1768 de ve  1771 de çıkmış ve çiviyazılı persepolis yazıtlarını çzömeye çalışanların Eski Persçe hakkıda bir fikir edinmesini sağlamıştı.Bununda Eski Persçe olduğu varsayılan üçdilli yazıtlardaki  Sınıf I in çzöülmesi için son derece yararlı olduğu görüldü.Öteki uzmansa Persepolis çevresinde bulunan Pehlevice yazıtların çevirisini 1793 te yayımlayan Silvestre de Sacy ydi.Bu yazılae,çiviyazılı Persepolis yazıtlarından yüzyıllar sonrasına tarihlenmekle birlikte aşağı yukarı klişeleşmiş bir ifade kalıbını ortaya koyuyordu; eski anıtlardaki ifadelerinde öncülü olduğu varsayılabilecek bir kalıp şöyleydi ‘’ Büyük Kral,Krallar kralı Ynin oğlu büyük Kral ,kralladın kralı…..’’
Persepolis yazıtlarının çözümünde ilk girişim Gerhard Tyschsen tarafından yapılmıştır.Sınıf Iin incelerken işaretlerden dördünü doğru olarak saptayan Tyschsen,sıksık görülen işaretlerden birinin,bir sözcük bölücü olduğunu saptadı ve daha başka birçok zekice gözlemde bulundu.Fakat yazıları Part hanedanına,yani gerçek tarihinden beşyüz yıl sonraya tarihlendirerek hata yapmıştı ve tümüyle tahmine dayana çevirileri yanlış olmuştur.

Tychsen elde ettiği sonuçları 1798 de yayımladı.Aynı yıl Kopenhaglı Frederich Munter de Danimarka Kraliyet Bilimler Akademisine 2 bildiri sunarak Persepolis belgelerinin Ahmeniş hanedanına olduğunu kanıtladı.Bu yazıtların çözülmesi için çok önemliydi.Fakat Munterin kendisi yazı çözme çabalarında daha fazla ilerleme gösteremedi .Ötekilerin başaramadığını başaransa bir Yunanca öğretmeni olan Freidrich Grotelend oldu.



Grotelende,çiviyazılı Persçe yazıtları,yani Niebuhr’un 3 sınıfından birincisini çözen kişi olarak ün kazandı.En sık tekrarlanan işaretleri ayırmakla başlayan Grotefend bunların sesli olduğuna karar verdi.De Sacynin Pehlevice  yazıtlardaki ifade kalıbını alarak bunun yardımıyla,anıtı diktiren kralın ve babasının isimleriyle ‘ Kral ‘ ve Oğlu gibi sözcüklere rastlanmasının en muhtemel olduğu yerleri buldu.Sonra da Ahmeniş hanedanından bilinen kralların isimlerini ,öncelikle uzunluklarını göz önünde bulundurarark uygun yerlere yerleştirdi ve Duperron’un Eski Persçe çalışmalarında elde ettiği sözcüklerden ilgili olanlarını yazıtlardaki  bazı başka sözcüklerin okunuşuna ulaşmak için kullandı.Böylece işaretlerden on tanesiyle üç özel ismi doğru olarak saptadı ve pek çok yanlış içermekle birlikte içeriği hakkında yine de iyi bir çevirisini yaptı.

Grotefend in çiviyazısını çzöme girişiminn bazı bölümleri 1802 yılında daha tam bir anlatımı da 3 yıl sonra yaımlandı.Grotefend’in çabaları Tychsen,Munter ve özellikle Babil ve Ninova kalıntılarından elde ettiği çiviyazılı belgelerin kopyalarını sürekli olarak onu gönderen Rich tarafında övülmüştür.Fakat Başarılarını abartan Groetefend,daha cok kelime çözdüğünü iddia etsede kimse inanmıyordu.Ne var ki,Grotefend çözme işleminde doğru iz üzerindeydi;nitekim gelecek on yıllarda bu,ekleme,çıkaran ve değiştirmeler yapmaya devam eden birçok akademisyenin çabalarıyla,kanıtlanacaktı.

Fakat Eski Pers Dilinin gerçek anlamda kavranabilmesi ve tüm işaretlerin kesin olarak çözümlenmesi için yeterli uzunlukta olmayan Persepolis yazıtları,yeteri kadar geniş bir sözcük dağarcığı sunmuyordu.Bu da bizi,ilk çiviyazısı araştırmalarının hakim siması olan parlak,sezgi sahibi ve azimli Ingiliz Henry Creswicke Rawlinson’a ve bir grup yazıtın ,hemen hemen aynı ölçüleri kullanan iki kişi tarafından bağımsız olarak çözülür.

H.C.Rawlinson,Irandaki Ingiliz ordusundayken,dört biryana dağılmış olan çiviyazılı yazıtlara ilgi duymuştu.Üçdilli yazıtlardan  bazılarının,özellikle de Hemedan yakınlarındaki Elvend Kuh Dağı yazıtının ve Kirmanşahtan yaklaşık 30 km uzaktaki Behistun Kaya yazıtının kopyalarını çıkarmaya başladı.İki tane üçdilli kısa yazıdan ibaret olan Elvend Kuh yazıtının kopyasını 1835 te çıkarmaya başlayan Rawlinsonun diğer çalışmalar hakkında bilgisi yoktu.Ancak Goetfrend ve arkadaşlarının kullandığı yöntemin hemen hemen aynısını kullanarak bunları okumaya başarmıştır.Fakat bu yazıtlardaki bütün işaretleri saptayabilmek ve gereğince okuyabilmek için elde çok sayıda özel isim bulunmasının zorunlu olduğunu anladı.

Bunları da Behistun Kata yazıtında buldu.Özel olarak hazırlanmış,bazı bölümleri oyma bir yarım kabartmayla kaplı,110 m2 ye yakın yakın bir yüzey üzerine işlenmiş olan bu yazıt,yüzlerce satırlık 3 dilli bir metinden oluşuyordu.Ne yazık ki,bu anıt yerden yüz metre yükseklikteki bir kayanın üzerindeydi  ve ulaşmak için herhangi bir ataç bulunmuyordu,bu nedenle Rwalinson yazıta ulaşmak için bir iskele kurmak zorunda kaldı;olanaklı olduğu ölçüde eksiksiz bir kopya elde edebilmek için zaman zaman bir iple sarkarak kayanın önünde asılı durumda kalıyordu.



Rawlinson 1835 yılında 3 dilli Behistun yazıtlarının Persçe sütunlarını kopya etmeye başladı.Beş tane olan bu sütunlar metnin 414 satırını içeriyordu.Yazıtı 1837 yılında 200 satırı,yani yaklaşık olarak yarısını tamamlayıncaya kadar kopya etmeye devam eden Rwalinson,metinde yer alan yüzlerce yer isminden bir bölümünü klasik yazarların  ve ortaçağ coğrafyacıları sayesinde okudu.1839 da diğerlerinin çalışmalarında haberdar oldu ve yeni bilgilerle üçdilli Behistun yazıtındaki Eski Persçe yazının ilk 200 satırını çevirdi.Rawlinsonun amacı Behistun kayasındaki yazıların tamamını kopya etmekti; ne varki,askeri görevleri onun çalışmasını engelledi ve 1844 e kadar çalışmasına dönemedi.O yıl Behistun’a dönerek Eski Persçe yazıttaki 414 satırın tümünü bitirdi.Ayrıca ikinci versiyondaki ,yani daha sonra bilineceği adıyla Elamca versiyonundaki 263 satırın kopyasını çıkardı.

1848 yılında,çıkardığı kopyalardan ,yaptığı harfçevirilerinden,çevirilerinden,yorumlardan,aldığı notlardan oluşan elyazmalarını Bagdat’tan Kraliyet Asya Derneğine gönderdi.Böylece Eski Persçe yazıtlarının çözümünü kesinleştirir.Bu gerçek,Irlandalı parlak dilbilimci Edward Hincks in iki yıl önce sunduğu ve Rawlinson’un bağımsız olarak yaptığı birçok önemli gözlemi önceden tahmin ettiği bir bildirisini aynı yıl içinde yayımlamasıyal doğrulandı.Bundan sonra ancak küçük değişiklikler,eklemeler,düzeltmeler yapılabilirdi.Bunlardan özellikle dikkat çekeni,Lassenin öğrencilerinden Jules Oppert’in 1851 yılındaki çalışmalarıydı

Hincks,Rawlinson ve Oppert  yanlızca Eski Persçeyi sağlam bir temele yerleştirmekle kalmamış,aynı zamanda Akadca, ve Sümercenin  çözülebilmesinin yolunua açmış ve böylelikle,kadim yakındoğunun her yerinde gömülü olarak bulunan kilden ‘ kitapların ‘ tozlu sayfalarının açılmasınıda sağlamıştır.
Böylece Mezpotamya da yapılan geniş çaplı sistematik kazılara ve yolu ‘ kutsal üçlü’ tarafından açılan Akadca ve Sümercenin çözülmesine geliyoruz.1842 yılında Paul Emile Botta Fransanın Musul konsolosluğuna atanmıştı.Botta Musula gelir gelmez,Ninova kalıntılarının  gömülü olduğu iki höyük olan Koyuncuk ve Nebi Yunus ta kazılara başladı.Bu kazıların verimsiz olduğu görülünce,Botta dikkatini Koyuncuk’un biraz kuzeyinde Horsabad a yöneltti.Burada arkeloji bakımından zengin bir damara rastlamıştı.

Çünkü Horsabad kalıntıları M.Ö 800 yılın ilk çeyreğinde Asur ülkesini yöneten güçlü Kral II.Sargonun sarayını kapsıyor  ve birçoğu çiviyazısıyla kaplıolan dönümlerce araziye yayılmış Asur heykelleri,frizler ve kabartmalar içeriyordu.Bundan yalnız 3 yıl sonra,Ingiliz Henry Layard önce Nimrud da,ardından Ninova da ,sonra yine Nimrud da kazılara başladı.Layard,yarım kabartmalarla kaplı olan Kraliyet saraylarıan ek olarak,Ninova da II Sargonun oğlunun torunu olan Kral Aşurbanipal’in kütüphanesini buldu.Bu kütüphane,eski çağ insanlarının sözlükbilimsel,dinsel ve yazınsal yapıtlarının yazılı olduğ binlerce tabletten ve parçadan oluşuyordu.Böylelikel XIX yy sonunda Avrupa yüzlerce çivi yazılı yazıta sahip oldu.Çoğu Asur ören yerlerinden gelen  bu yazıtlar,çözülmek için adeta yalvarıyor,fakat o dönem için üstesinden gelinmesi  olanaksız görünen güçlükler ve engelle içeriyordu.Bununla birlikye büyük ölçüde Hincks,Rawlinson ve Oppert’in dahiyana ve azimli çalışmalarının sonunda,yazıların çözülmesinin tamamlanmış bir iş haline gelmesi on yıldan fazla sürmedi..

Gelecekteki çözücülerin elbette bir avantajı bulunuyordu.Botta ve Layard kazılara başlamazdan zuun süre önce şu ya da bu türden sınırlı sayıda yazıt,özellikle de Babil kalıntılarından elde edilenler,Avrupaya ulaşmıl ve üzerlerindeki yazıların,üçdilli Persepolis yazıtında yer alan Niebuhr’un Sınıf III üne benzediği saptanmıştı.Ama ne yazıkki,mantıksal olarak Sınıf I in çevirisi olarak kabul edilebilecek bu Sınıf III,Bütün çözme çabalarına direniyordu
Herseyden önce Persepolis yazıtları,dilin kavranmasını sağlamayacak kadar kısaydı.Üstelik o zaman elde bulunan Babil yazıtlarının yüzeysel olarak yapılmış bir çözümlemesi bile bunların yüzlerce işaretten oluştuğunu ortaya koyuyordu.Oysa,üçdilli yazıttaki Sınıf I de yanlızca 42 işaret vardı.,buysa özdeş olmalaı umulan isimlerin ve sözcüklerin ayırt edilmesini olanaksızlaştırıyordu.Son olarak görünüşe göre Babil belgelerindede aynı işaretler biim ve şekil yönünden dikkate değer değişiklikler gösteriyordu.Bu nedenle Babil yazısının çözülmesi için yapılan ilk girişimlerin sonuçsuz kalması şaşırtıcı değildir.

İlk önemli katkı 1847 yılında yayımlandı;bunun yazarı Edward Hincksti.Hincks behistun yazıtnın epeyce özel isim içeren Eski Persçe versiyonunun görece uzun bir kopyasının yardımıyla,bir dizi sesli harf,hece ve ideogram işaretini ve bunların yanı sıra özel isim olmayan ilk Babilce sözcüğü doğru olaraj okumayı başarmıştı.Bu ‘ Ben ‘ anlamna gelen ve Ibranice karşılığının hemen hemen aynısı olan bir zamirdi.A-na-ku.Ne varki Hincksi n çiviyazısının çözülmesinde can alıcı önemde olduğu ortaya çıkan büyük keşfi 1850ye kadar gerçekleşmedi.Bu keşif belli ölçülerde Botta nın sezgilerine dayanıyordu.Yanlızca,kazı yapmakla yetinmeyen Botta 1848 yılında çiviyazısı üzerine son derece ayrıntılı bir inceleme yayımlamıştı.

Botta,her ne kadar birçok ideogramın anlamını sökmekte başarılı olduysa da,tek sözcük okuma girişiminde  bulunmamıştı.,onun en verimli katkısı değişkelerle ilgili olmuştur.Dikkatli incelemeler  ve ayrıntılı belgelendirmelerden  sonra,okunuşu ve anlamı özdeş olmakla birlikte değişik biçimlerde yazılan çok sayıda sözcük olduğunu göstermişti.İşte değişkeli yazılışların bu dikkatli incelemesidir ki,Hincks in 1850 tarihli bildirisine yolu açmış;bu bildiride Hincks,Babil yazısının yüzlerce işaretten oluştuğu gibi görünüşte inanılmaz bir olguyu bir çırpıda açıklayabilmiş;bunun yanı sıra o kadar çok değişkenin bulunmasının nedenini de ortaya koyabilmiştir.Hincks,Babil Asur ( Akad ) yazısının alfabetik olmayıp hem heceyazısı hem de işaret yazısı olduğunu ,yani işaretlerin ( ünlü artı ünsüz yada ünsüz artu ünlü yada ünsüz  artı ünlü art ünsüz seslerden oluşan ) herhangi bir sözcüğü oluşturmak üzere  çeşitli şekillerde bir araya gelen heceleri simgeleyebileceğini ya da her bir işaretin bütün bir sözcüğü ifade edebileceğini belirtmiştir.

Babil yazısına ilişkin olarak edinilen bu yeni kavrayıla çiviyazısının çözümü artık hızla ilerleyebilirdi.Fakat belli başlı iki dilbilimsel destek henüz gerçekleşmemişti;bunların ikiside Rawlinsonun çaba ve araştırmalarının sonucu olarak ortaya çıkacaktı.Rawlinson 1874 yılında bir kez daha Bagdat tan Behistun’a gitmiş ve yaralanmayı yada ölmeyi göze alarak Babil versiyonunun kağıt kalıplaını çıkarmayı başarmış;buda ona,aynı anıttaki daha önce çözülmüş olan Eski Persçe metnin yardımıyla,çözümü ve çevirisi yapılabilecek olan 112 satırlık uzun bir metin sağlamıştır.Ayrıca bu çalışam sırasında,Babil yazısının çok önemli öteki özelliği olan ‘ çokseslilik ‘i yani aynı işaretin birden fazla sesi yada ‘ değer’ i temsil edebildiğini keşfetti.Bunun sonucunda Rawlinson artık 150 işareti doğru olarak okuyabiliyordu;Sami ailesine mensup olduğu artık kesin olarak gösterilmiş olan bu dilde yaklaşık ikiyüz sözcüğün okunuşunu ve anlamını biliyordu;hatta bu dilin dilbilgisel bir semasını ortaya koyabilmişti..




Rawlinson’un dikkat çekici çalışmaları 1850 ev 1851 yıllarında yayımlandı.Hincks de 1853 te,Rawlinsonun çalışmalarının yardımıyla Babil işaretlerine yüzden fazla yeni değer eklemeyi başarmıştı;böylece artık 350 ye yakın değeri ve okunuşu saptayabiliyordu.Fakat bu saptamanın  öngördüğü çokseslilik ilkesi akademisyenler arasubda güvensizlik,kuşku ve husumet yaratmış,bazıları Hincks –Rawlinson çevirilerine önyargılı ve değersiz diyerek saldırtmıştı.Eskiçağ insanlarının aynı işaretin çeşitli değerler taşıyabileceği bir yazı sistemi geliştirmiş olabileceğine inanmak çok güçtü;çünkü böylesi bir yazı okuyucunun kafasını belkide o kadar karıştıracaktı ki,bu yazı işe yaramaz hale gelecekti.İşte bu son derece nazik aşamada ,üçlünün üçüncü üyesi Jules Oppert imdada yetişti.Oppert 1855 yılında ,çiviyazısını çözme çalışmalarının,o ana kadar ulaşmış olduğu aşamaya ilişkin bir inceleme yayımlayarak Hincks-Rawlinson okunuşlarının doğru olduğunu gösterdi ve birden fazla değer taşıyan işaretlere birçok yenisini ekledi.

Ninova daki Aşurbanipal kütüphanesi adı verilen,yerde yapılan kazılardan elde edilen tabletler arasında bulunan,bizzat eskiçağ yazıcılarınca hazırlanmış heceyazılı alfabelerin ciddi bir incelemesini yapan ve çevirisinde bunları geniş ölçüde kullanan ilk kişi Oppert olmuştur.Onun yazdığı sayısız inceleme,yayıma hazırladığı metin ve giriştiği polemik ( en erken kazıların Asur halkının yurdu olan Kuzey Irak ta yürütülmüş olmasından dolayı ) artık genel olarak  Asuroloji diye tanınan yeni bilimin pekiştirilmesine ve bu bilimin saygıyla ve yüksek değer verilerek araştırılmasına yardımcı olmuştur.

1857 yılı Asurolojinin yazgısını belirleyici bir yıl olmuş ve Asuroloji bu sınavdan büyük bir başarıyla çıkmıştır.İşin bu noktaya gelmesine yolaçan,meslekten bir Asurolog değil,bir matematikçi ve mucit olmuştur.Integral hesabı üzerine araştırmalar yapan ve günmüz fotoğrafçılığının temellerinin  atılmasına yardım etmiş olan Fox Talbot aynı zamanda  amatör bir Oryantalisti.Rawlinsonun ve Hincksin yayımlarını incelemiş,hatta birçok Asurca metnin çevirisini yayımlamıştı.Asur Kralı I.Tiglath Pileser ( 1116-1076 ) dönemine ait,bir yazıtın henüz yayımlanmamış bir kopyasını elde eden Talbot,bunun çevirisini yapmış ve 17 Mayıs 1857 de mühürlü bir zarf içinde Kraliyet Asya Derneğine göndererek,derneğin Hincks ve Rawlinsona aynı metnin ayrı ayrı çevirilerini yapıp mühürlü zarf içinde gönderme çağrısı yapmasını önermişti.Böylece ayrı ayrı yapılmış üç çeviri birbiriyle karşılaştırılabilecekti.Dernek isteneni yaptı ve ayrıca o sırada Londra da bulunan Oppert’e de bir çağrı gönderdi.Her üçüde çağrıyı kabul etti ve 2 ay sonra çevirileri içeren dört mühürlü zarf Kraliyet Asya Derneği üyesi beş kişiden oluşan özel olarak atanmış bir komisyon tarafından açıldı.Yayımlanan raporda diğer şeylerin yanı sıra şu belirtiliyordu:Birbirine en yakın benzerliği gösteren çeviriler Rawlinson ve Hincks’inkilerin olmuş,Talbot’un çevirisi epeyce muğlak ve kusurlu kalmış,Opert ise çevirilerini kapsamlı bir şekilde notlandırmış ve pekçok yerde Ingiliz meslektaşlarından farklılıklar göstermişti.Toplam olarak bakıldığında ,hüküm o zamanki uygulanışı itibariyle Asurolojinin lehineydi ;her dört çevirideki benzerlikler epeyce yakınlık gösteriyordu ve böylece çiviyazısının çözülmesinin doğruluğu da kanıtlanmış oluyordu..




Oppert iki yıl sonra 1859 da,en önemli bilimsel çalışmalarından ‘ Dechiffrement des inscriptions cuneiformes ‘ yayımladı.Bu çalışma o kadar açıklayıcı, o kadar kapsamlı olmuş ve Asurolojiyi ve o zamana kadar elde ettiği başarıları o kadar yetkiyle dile getirmiştiki,bütün muhalefet ortadan kalkıverdi.Bunu izleyen yıllarda,özellikle Ingiltee,Fransa ve Almanya da ,birçok akademisyne yeni disiplinin tüm dallarında makaleler,monografiler ve kitaplar yazdı;Dil,tarih ,yazın,din,kültür vb.Binlerce metin koya edilip yayımlandı.İşaret listeleri,sözlükçeler ve dilbilgisi,söz dizimi ve kökenbilimi üzerine yüksek düzeyde uzmanlaşmış sayısız makale yazılıyordu.Böylece önceleri Babilce adı verilen ve artık giderek  Akadça şeklinde anılmaya başlanan Asurca çalışmaları gelişip olgunlaşıyordu.Öyleki 1963 yılı itibariyle,pek çok ciltten oluşan iki ayrı sözlük hazırlanmıştır.
Babilce,Asurca,Akadca!Ama Sümer ülkesi ve sümerler hakında hala birsey demedik.XIXyy ın ortalarına kadara hala kimse Sümerleri tanımıyordu.Hincks 1850 de Ingiliz Bilimler Geliştire Derneğinde  bir bildiri sunarak,Asur ve Babil ülkesinde kullanılan çiviyazısı sistemini icat edenin buraların  Sami kökenli haklı olduğu yolundaki genel kabule ilişkin bazı kuşkularının dile getirdi.Sami kökenli dillerde sabit öğe ünsüz sesler iken,ünlü sesler son derece değişkendir.Bu yüzden ünlü seslerin ünsüz sesler kadar değişmez göründüğü heceli bir yazım sisteminin Samilerce icat edilmiş olması pek doğal görünmüyordu.Yumuşak ve sert damaksıl seslerle dişsil sesler arasındaki farklılık Sami dillerinin önemli bir özelliği olmasına karşın çiviyazılı hece alfabesi bu fakı yeteri kadar ifade etmekten uzak görünüyordu.O zaman eğer çiviyazısını Samiler icat etmişse,işaretlerin hece değerinin izini,Sami kökenli sözcüklere kadar sürebilmek olanaklı olmalıydı.Fakat bu çok nadir olabiliyordu.Çiviyazılı işaretlerin hece değerlerinin büyük çoğunluğu,hiçbir Sami eşdeğerlisinin bulunamadığı sözcük ya da öğelere kadar geriye gidiyor gibiydi.Böylece Hincks çiviyazılı yazı sisteminin,Babil ülkesinde Samilerden önce yaşamış Sami kökenli olmayan bi halk tarafında icat edilmiş oludğu kuşkusunu taşımaya başlamıştı.

Hincks ve kuşkuları böyle idi.Hincks tarafında yayımlanan bir nota göre,iki yıl sonra 1852 de Rawlinsonun Koyuncuktaki kazılardan elde edilen hece alfabelerini inceledikten sonra,şu sonuca varmış olduğunu öğreniyoruz:Bu hece alfabeleri iki dillidir ve bunlarda yer alan Sami kökenli Babilce sözcükler,tümüyle yeni olup onun ‘ Akadca ‘ olarak adlandırdığı ve ‘Iskit yada Turan ‘ kökenli olduğunu düşündüğü ,o zamana kadat bilinmeyen bir dildeki  karşılıkları olan szöcükleri açıklıyordu.Nitekim Mezopotamya da Sami olmayan bir halkla Sami kökenli olmayan bir dilin yaşamış olabileceği  olasılığını ilk kez bu şekilde öğrenmiş oluyoruz.1853 yılında Rawlinsonun kendisi Kraliyet Asya Derneğinde ,bir konferans vererek,Babil ülkesinin güneyindeki ören yerlerinden elde edilen tuğla ve tabletlerde ‘ İskit ‘ dilinde yazılmış tekdilli çiviyazılı yazıtlar olduğunu söyledi.İki yıl sonra aynı dernekte verdiği bir konferansta da,iki dilli koyuncuk hece Alfabelerini belli ayrıntılarıyla ele alarak şunları söyledi ‘’ Bunlar Asur ve Iskit lehçelerinin karşılaştırmalı alfabeleri,dilbilgileri ve sözcük dağarcıklarından ne daha az ne da daha fazla bir şeydir.Çiviyazısını  etnik isimleri Akad olan Babil İskitlerinin icat ettiği varsayılabilir ‘’ Rawlinson devamla şunları söylüyordu:İşte bu Akadlar ‘’ Babil ülkesindeki ilkel tapınakları ve başkentleri inşa etmiş,Sami ardıllaryla aynı tarnrılara tapmış ve aynı yerlerde oturmuştır: fakat bunların,hem mitolojik hem coğrafi bakımdan farklı bir adlandırma sistemine sahip oldukları görülmektedir ‘’



Bu Babil İskitlerinin dili hakkındaysa Rawlinson,Koyuncuk tabletlerindeki  ‘’ karşılaştırmalı örneklerin ve satırlar arası çevirilerin ciltler doldurduğunu ‘’ söylüyordu.Bu yeni ‘ilkel’ dil üzerinde ikidilli metinlerden yola çıkarak yaptığı incelemelerin sonucunda şu yargıya varıyordu.’ Bu ilkel dille çağdaş zamana ait mevcut lehçelerden biri arasında herhangi bir dilsel yakınlık ortaya çıkarılıp çıkarılamayacağı çok kuşkuludur.Zamir sistemi ,Turan ailesinin başka herhangi bir kolundan çok,Moğol ve Mançu türüne daha çok yakınlık göstermekteyse de sözcük dağarcığı yönünde benzerlik pek azdır ya da hiç yoktur ‘’ Kısacası Rawlinson Sümerleri ve dillerini kesin olarak keşfetmiş,yanlızca bunları yanlış olarak önce Babil İskitleri sonra ( tam da ülkenin Samileri için simdi kullanılan terimle )Akadlı olarak adlandırılmıştı.

Çiviyazısını icat eden halkın doğru olarak adlandırılmasını,Asurolojinin tüm yönlerine ve özellikle de hece alfabelerinin incelenmesine büyük katkılar yapmış olan Jules Oppete borçluyuz.Oppert 17 ocak 1869 da Fransa Numismatik ve Arkeloji derneğinin etnografua ve tarih bölümünde bir konferans verererek ,bu halkın ve dilinin Sümerce olarak adlandırılması gerektiğini bidirdi.Vardığı bu sonucu,erken dönem hükümdarlarına ait bazı yazıtlarda bulunan ‘ Sümer ve Akad Kralı’ ünvanına dayandırıyordu.Çünkü pek doğru olarak belirttiği gibi Asur ve Babil ülkesinin Sami halkı için kullanılan isim Akad iken,Sümer burada oturanlardan Sami olmayanları ifade ediyordu.Hatta Opert bu konferansta daha da ileri giderek,Sümer dilinin bir çözümlemesinin,onu,bu dilin Türkçe,Fince ve Macarcayla yakın benzerlik gösterdiği sonucuna ulaştırdığını  söyledi.Bu ise daha yirmi yıl önce akademik dünya için mevcut bile olmayan bir dilin yapısı hakkında parlak bir kavrayıştı.
Sümerce  adlandırılması,çiviyazsısıyla uğraşan bilim adımlarınca hemen benimsendi ve Akadca terimi daha on yıllar boyunca kullanılmaya devam etti.Hatta Joseph Halevy adında ünlü bir orientalist  vardı ki,tersini gösteren tüm kanıtlara  karşın hem sümer halkının hemde dilinin  varlığını bile reddediyordu.Halevy 1870 lerden  başlayarak otuz yılı aşkın bir süre boyunca makale üstüne makale yayımlayarak,Babil ülkesine Samilerden başka hiçbir halkın sahip olmadığını ve sözde Sümer dilinin de Ruhbani  ve batini amaçlarla Samilerin kendilerinin tasarımladığı yapay bir icattan başka bir şey olmadığını iddia etti.Halevy kısa bir dönem Asurologların bile desteğini aldı.Fakat bütün bunlar artık yalnızca tarihsel tuhaflıklar olmaktan başka bir şey değildir;çünkü Oppertin Babil ülkesinin güneyinde iki kazı başlayacak,böylece bu halkın fiziksel özelliklerini açığa çıkaran heykellerle dikilitaşların ve siyasal  tarihleri,dinleri,ekonomileri ve yazınları açısından büyük önem taşıyan sayısız tablet ve yazıtın  keşfedilmesiyle Sümerler adeta haritadaki yerlerine yerleştirecekti.