Saturday, September 7, 2019

VENEDIK ELCISI GRITTI'NIN HIKAYESI




Venedik'in XVI yy daki Istanbul elçileri arasında,Andrea Gritti adı,unutulmaz bir isimdir.Gritti gençlik yıllarında  Ingiltere,Fransa,Ispanya'da görev yapmış olan dedesi elçi Triadan ile birlikte bu ülkeleri dolaşarak belirli bir diplomasi tecrübesi kazanmıştı..

Eğitimli,soylu ve ticareti iyi bilen kişiler arasından seçilen Venedik elçilerinin  entelektüel açıdan en dikkat çekenlerden  biri olan Gritti,İtalyanca dışında Yunanca ve Türkçe dahil 6 dil konuşabiliyordu.

Döneminin en önemli sanat hamilerinden biri olan Gritti,ünlü Mimar Sansovino'yu himayesine almış,onunla çok yakın dost olmuş,Tiziano'ya bir portresini  yaptırmış ve müzikle yakından ilgilenmiştir.

Uzun boylu,hoş,epey de yakışıklı olan Gritti,Padova Universitesinde  felsefe eğitimi görmüştü.

Aslında Venedik'in XIII yy dan itibaren Istanbul'a gönderdiği sürekli elçi ve konsolosların neredeyse hemen hepsi,Padova Üniversitesi'nde eğitim almış kişilerin arasından seçilirdi.

Bu elçi ve Konsoloslar,gittikleri ülenin dilini,geleneklerini,önemli kişilerini gayet iyi bilirlerdi.Edindikleri bilgileride ,Osmanlının '' Sefaretname '' Italyanların '' Relazione '' adı verdikleri raporlar  halinde düzenleyip,Venedik Senatosuna törenle sunarlardı.

Bu elçilerin raporlarını Senato'da okumaları,Venedik sosyal yaşantısı içinde çok önem verilen bir olaydı.Bu nedenle,bu rapor okumaların her biri,ihtişamlı törenlere dönüşürdü.Osmanlı döneminde elçiler,Istanbul'a padişaha takdim edilerken de muhteşem törenler yapılırdı.Büyük ihtimalle,Venedik'teki törenler de,Istanbul'daki törenler örnek alınarak ortaya çıkmıştır.

İşte Andera Gritti de 1497 yılında Istanbul'a geldiğinde böylesine muhteşem bir törenle karşılandı...
1498 de Osmanlı ile Venedik arasında ,Akdeniz'de sorunlar yaşanırken Gritti,Osmanlı'nın genel durumu ile ilgili şifreli mektuplar yazıp Venedik hükümetine bilgi göndermeye başlar.Sadrazam Hersekli Ahmet Paşa ile kurduğu yakın dostluk sayesinde,Saray'da yaşanan gelişmelerden sürekli haberdardır.Ayrıca Gritti,Osmanlının görkemli başkentinde ,çok renkli bir hayat sürer.Venedik Doçu ( doge-düka ) Andrea Vendramin'n yeğeni olan karısı,yegane meşru çocuğu olan Francesco'yu doğururken ölmüştür.....

Kadınlara düşkünlüğü ile tanınan Gritti,Istanbul'da üç ayrı kadından ( muhtemelen genç rum kadınları ) Giorgio,Lorenzo ve Alvise adlı üç oğlan çocuğu sahibi olur.

1499 da Osmanlı ile Venedik arasında savaş patlak verdiğindan,Gritti'nin Venedikli komutanlara Osmanlı askeri gücüne ilişkin bilgiler sızdırdığından şüphe edilmeye başlanır.1499 un yaz aylarında ,Gritti'nin şifreli mektuplarını taşıyan bir adamı yakalanır ve idam edilir.

Bu olayın ardından,16 Venedikli tüccar ile birlikte,1500 yılının Nisan ayından Gritti de hapse attılır.Ama saray daki dostları sayesinde 1501 de kefaletle serbest bırakılır.

1502 nin Mart ayında bir tekneyle ve yaklaşık iki aylık bir yolculuktan sonra Venedik'e dönebileb Gritti burada,Osmanlı ve Venedik arasındaki barış görüşmelerine katılır.1503 te Venedik'i temsilen,resmi elçi sıfatıyla yeniden Istanbul'a gelen Gritti,Osmanlı ile barış antlaşmasını imzalar....

İşte Gritti,ünlü sefaretnamesini de bu görevinden Venedik'e dönerken hazırlamış ve senatoya sunmuştur.Bu sefaretnamede,Sadrazam Hersekli Ahmet Paşa ile olduğu kadar ,Sultan II.Beyazid ile de yakınlıklarından söz eder....

Gritti,Istanbul'daki elçilik görevinden Venedik'e dönünce,1509 da San Marcı Prokuratörü ( Haznedar ) seçilir.Aynı yıl,Venedik kuvvetlerine komuta ederek,birliklerini Padova'dan harekete geçirir ve 1512 de Brescia'yı Fransızlardan geri almayı başarır.Artık Gritti,Güçlü bir general olduğunu da kanıtlamıştır.

20 Mayıs 1523 te ' Venedik Doçu ' seçilen Gritt'nin gayrımeşru oğulları da Istanbul dan Venedik'e gelirler.Ancak bunlardan Giorgio,Venedik'te mutlu olamayacağını anlayıp,malını mülkünü satarak bir daha geri dönmemek  üzere Venedik'ten  ayrılıp Istanbul'a yerleşir.Gritti'nin oğullarından Lorenzo'dan ise kayıtlarda hiç söz edilmez;üçüncü oğlu Alvise'nin ise Venedikte ve Padova Üniversitesinde eğitim aldıktan sonra ,Giorgio gibi Istanbul'a yerleşmeyi tercih ettiği bilinir..

İşte ' Pera ' ya ' Beyoğlu ' adı verilmesine yol açan şahisyetin Andrea Gritti'nin bu üçüncü oğlu yani Alvise olduğu düşünülür;Elçiliğin  bu semte taşınmasının ardından,İstanbul'da yaşayan Venedik  asilzadeleri de hılza bölgeye yerleşmeye başlayıp,butaya kendi kültürlerinin damgasını vurmuşlardır.Bir kaynakta,'' Beyoğlu,o günlerde İtalyan Rönesansı'nın Doğu Akdeniz şubesi gibiydi '' denir..

Gritti gibi dikkat çekici bir yaşam süren Venedik soylusunun oğlu olduğu için,gayrımeşru da olsa,Beyoğlu denmiş olması,şaşırtıcı gözükmez.....

Alvise'nin Beyoğlu sokaklarından her geçişinde,arkasından ' Beyoğlu geliyor '' ya da '' Beyoğlu geçiyor '' diye konuşulmuş olması da yadırganacak bir durum değildir.

Alvise,sadece babasının ismiyle ünlenmiş bir kişilik değildir.O da babası gibi,Istanbul da Saray ile yakından ilgilidir ve Sadrazam Ibrahim Paşa ile sıkı bir dostluk kurmuştur.Alvise,İtalyada almış olduğu eğitimin ve Ibrahim Paşa'nın yardımıyla Kanuni Sultan Süleyman'a ' Mücevgercibaşı ' olur.

Bu sayede büyük bir servete de kavuşan Alvise'nin konumu,Venedik Doçu seçilmiş olan Andrea Gritti'yi çok zor duruma sokar.Akdeniz'de Osmanlı ile Venedik Cumhuriyeti arasında kıyasıya bir mücadelenin yaşandığı bir dönemde,gayrimeşruda olsa,Venedik Doçu'nun bir oğlu'nun Osmanlı sarayında çok önemli bir görevde bulunması,Venedikliler arasında huzursuzluk yaratmıştır.

Bu huzursuzluk Venedik Kamuoyundan ,Gritti'nin doçluk görevine son verilmesi yolunda bir eğilime yol açar.

Sıkça rastlanmasa da,bu daha önce de yaşanmış bir durumdur.17 Nisan 1355 te Doç Marino Faliero ihanetle suçlanarak sadece sekiz ay önce ,büyük törenlerle doçluk tacını giydiği Dükalık Sarayı'nın merdivenlerinde başı kesilmek suretiyle idam edilmiştir.15 Nisan 1423 te Venedik Doçu seçilen Francesco Foscari de müsrifliği yüzündnen huzursuzluk yaratmış,bir rüşvet skandalı nedeniyle yargılanıp Girit'e sürgün edilen oğlunun Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet'ten yardım istemesiyle de kendisinden tacı geri alınmıştır.Foscari,23 Ekim 1457 de sarayı terk edip gitnek zorunda bırakılmıştır.

Andrea Gritti de Venedik'te bu tür sıkıntılar yaşarken,Alvise 1528 de Osmanlı ordusuyla beraber Macaristan seferi'ne çıkar;Viyana kuşatmasına  katılır.Andrea Gritti de artık '' Türk 'ün adamı ' olarak anılırı.

Üçbin kişilik ordunun başındaki sarat erkanından biri olan Alvise,1534 de isyancılar tarafından başı kesilerek öldürüldüğünde,konumunun yarattığı tüm sıkıntılara rağmen bu ölüm Andrea Gritti'yi 1506 da ölen meşru oğlu Francesco'yu yitirmiş olmaktan çok daha fazla sarsar

Ancak Gritti,sürekli dedikodulara yol açan görkemli bir hayat sürmekten asla vazgeçmez.Değişik kadınlarla ilişkiye girip,yeniden çocuk sahibi olmaya devam eder.Safahat,yemek ve içki düşkünlüğü ,sonunda onun hayatına mal olur;

Her noel kutlamasında yılan balığı kızartması yemek,Venedik te bir gelenektir.Ama 28 Aralık 1538 gecesi,ailesine ait Palazzo Gritti de aşırı miktarda yılan balığı kızartması yiyen 84 yaşındaki Doç Andrea Gritti,bu yüzden ölür..

Ölümünden sonra,Gritti'nin bir heykeli,Osmanlı ile ilişkilerde oynadığı önemli rol nedeniyle,Piazzetta'ya bakan dış süslemeleri Gritti'nin doç olduğu dönemde ,1536 de yapılmış olan Dükalık Sarayı'nın cephe balkonunun üzerine yerleştirilir.

Balyos kelimesinin anlamı nedir ?

Osmanlı,Istanbul'a gelen Venedik elçilerini '' Balyos ' diye adlandırılır.Bu sözcük,İtalyanca '' elçi ' anlamına gelen '' bailo ' dan türetilmiştir.
Istanbul da yaşayan yurttaşlarının can ve mal güvenliğiyle de ilgilenen Venedik elçilerinin,başkentte iki ikametgahı olmuştur.ilki haliç kıyılarındaki Fener semtinde  bulunan bir ahşap konaktı.Buradan Bahçekapı'ya kadar uzanan bölgede büyük bir Venedik kolonisi yaşardı.....
Elçilik konağının n bulunduğu mahalle,XV yy kayıtlarında ' Aslanlı Ev Mahallesi '' olarak yer alır.Nedeni,Venediik bayrağında bulunan San Marco'nun kanatlı aslan figürüdür.Venedik elçisinin ikametine ayrılmış bu ahşap yapının ,büyük bir yangının ardından yok olduğu var sayılır.
XVI yy da Beyoğlu da yeni bir saray inşa edilir ve Venedik elçiliği bu taş binaya taşınır..

1503-1641 yılları arasnda ,elçi trafiğinin en yoğun yaşandığı dönemde,Venedik'ten Istanbul'a tam 39 Elçi gitniştir.Aynı dönemde,Vatikan'a 27,Fransa ya 23,Avusturya ve Ispanya ya 18 er elçi gönderildiği düşünülürse,Venedik Istanbul arasındaki ilişkinin önemi ortaya çıkar.İstanbul'da görev yapmak,Venedik elçileri için,dönüşlerinde daha üst kademede bir görev fırsatı demekti.Istanbul elçilerinin,görev bitiminde Venedik'te doç seçilmeleri de bir gelenek olmuştu...

GAZAL GEMISI NASIL URANIA ŞİLEBINI NASIL ELE GEÇIRDI ?






Türk ordusunun Batı Anadolu'daki geniş harekatı,1922 yılının Ekim ayı başında tamamlanmıştı.Ankara hükümeti,Mudanya'da yapılması gereken  anlaşma için hazırlık yapıyordu.Ancak Yunan kara güçleri etkisiz hale getirilmesine rağmen,Yunan donanmasına ait gemiler hem Karadeniz hem de Marmara'da hala tehdit unsuru oluşturuyorlardı.

Özellikle Romanya ve Bulgaristan kıyılarından Istanbul'a taşınan mühimmatın durdurulması,Türk ordusunu işgal güçleri karşısında daja da kuvvetli hale getirecekti.Bu nedenle,Karadeniz'de görev yapan gemilere  öncelikle Yunan bandıralı ticaret gemilerini bulma,el koyma,gerekirse batırma emri verilmişti..

Amasra Bahriye Kumandanlığı emrine verilen Gazal Römorkörü de Batı Karadeniz'de nakliyat görevini sürdüren az sayıdaki Türk teknesinden biriydi.Sürekli seyir halinde bulunduğu için,ciddi bir bakım ve onarım görmemişti.Makine ve kazanlarında önemli arızalra vardı.Seyir halindeyken  aralıklarla  makinelerini durdurarak kazın basıncını yüksek tutabiliyordu...

Ekim 1922 de Gazal zorlu nakliyat görevlerinden birini üstlenmişti.Römorkörün komutanı  Kıdemli Yüzbaşı Nazmi Bey,Tuna nehri deltası ile Istanbul boğazı arasındaki trafik rotalarında Yunan bandıralı ticaret gemilerini arayıp bulacak,ama düşman gemilerinin sayıca çok olduğu Istanbul boğazına yaklaşmayacaktı.

Gazal 7 ekim 1922 günü saat 11.00 sularında kuzeye doğru seyrederken,Istanbul boğazının 60 mil kuzeyinde Boğaz'a doğru seyreden bir ticaret gemisi gördü.Ticaret gemisine yaklaşılınca  geminin adının Urania olduğu anlaşıldı.Yüzbaşı Nazmi bey ,Urania gemisinin kaptanından ,geminin hangi ülkenin bayrağını taşıdığını ,hareket limanı ve rotasını bildirmesini istedi.Uraniannı kaptanı,geminin Yunan bandıralı olduğunu ,Köstence'den hareketle Boğaz rotasında ilerlediğini bildirerek,Yunan bayrağını kıç gönderine çekti.Bunun üzerine Gazal derhal Türk bayrağını çekti ve topunu şilerbib köprü üstüne doğru çevirdi.

Yunan gemisinde büyük bir panik başladı,Yunanlı kaptan,direnmeden  geminin teslim olduğunu bildirdi.45 tonluk Gazal Römorkörü ,2200 tonluk gemiyi ele geçirmişti...

Aslında Yüzbaşı Nazmi Bey,Yunanlı kaptana isteklerini bildirirken büyük bir riskın altına girmişti.Çünkü Gazal'a monte edilen top arızalı olduğundan çalışmıyordu..Ancak Mühendis Seyfi bey,topun üzerindeki brandayı o kadar hızlı ve kararlı bir şekilde Urania'nın üzerine  yönlendirmişti ki,Yunan gemisinin personeli tereddüt etmeden teslim lmak zorunda kalmıştı.

Nazmi bey hemen Gazal'dan bir filikayı denize indirterek Üsteğmen Sabri Bey'e  Urania'yı teslim alması emrini verdi.Üsteğmen Sabri bey ve üç erden oluşan müsadere timi,Urania gemisinin köprü üstü,telsiz ve makine dairesini kontrol altına aldı.Yunan gemisiin kontrolü tamamen sağlandıktan sonra,her iki gemi Karadeniz Ereğli'ye gitmek üzere harekete geçti.Nazmi Bey seyir sırasında Urania'ya geçti.Ingiliz Karakol gemileri ile temas riskina karşı ,önce doğu rotasında seyredildi.Daha sonra Gazal rotasını güneye doğru değiştirdi.8 Ekim 1922 de Karadeniz Ereğliye ulaştı.

Ele geçirilen 2.200 tonluk Urania gemisindeki kereste ve karpite el konuldu.Gerekli hukuki islemler tamamlanarak,gemiye Türk Bayrağı çekildi ve  ' Samsun ' adı verildi.Karadeniz'deki nakliyat çalışmalarına  katılmak üzere Trabzon Nakliyat ı Bahriye komutanlığıba verilen,Samsun gemisi,22 Ekim 1922 de vardığı Trabzon limanında 2.200 ton kereste ve 55 ton karpitten oluşan yükünü boşalttı.Ardından limandaki atelyede bakımı yapıldı.Urania gemisi ' Samsun ' adıyla görev yaptı ve savaştan sonra da Seyr i Sefa nın idaresine verildi...

YUNAN ASKERLERI KAÇARKEN MANISA YI NASIL YAKTI ?





Izmir'in İşgalini takip eden günlerde Yunan birlikleri,plan gereğince Aydın ve çevresinde büyük bir direniş gücü olduğunu öne sürerek,Manisa ve Ayvalık yönüne doğru işgal hareketini genişletmeye başladılar.21 Mayıs'ta Albay Çekalos'un komutasındaki Yunan V.Alayı Manisa üzerine yürümeye başladı.

Istanbul'dan direnmeyin emri alan Manisa Mutasarrıfı Hüsnü Bey ve kentteki Ingiliz subayların telkinleriyle ,Manisa hiç bir direnme olmadan 25 Mayıs Günü işgal edildi.İşgal altındaki Manisa,yaralama,öldürme ve Rum çetelerin çiftlik baskınları ile,üç yıl geçirdi.

1922 Agustosunda Büyük Taaruz'un başarıya ulaşmasının ardından,Yunan işgalindeki pek çok Batı Anadolu kentinde olduğu gibi Manisa'da da Yunan askerleri ile yerli Rumlar 'da gözle görülür bir telaş ve endişe başladı.

Türkler,henüz neler olduğunu ve yaşananların kendilerini nasıl etkileyeceğini anlamamıştı.Ancak,yerli Rumların işlerini tasfiye etmeye çalışmaları ,taşınmazları için Türkler arasında müşteri aramaları,Yunanlılar açısında önemli değişmeler olduüunu gösteriyordu.

Bu arada tüm,şehirde,Manisa'nın yakılacağına dair dedikodular almış yürümüştü.Pek çok yerli Rum,bu durumu önceden Türk komşularına söylemişti.Yunan işgal güçlerinden aldıkları haberleri anlatan Rumların verdikleri bilgiye göre 150 – 200 kişilik Yangın Müfrezeleri kuruluyordu.Bunlar,çekilmenin adrından geride kalacak ve gazli paçavralarla Manisa'yı ateşe vereceklerdi.

Çekilmenin hızlandığı Eylül ayının ilk günlerinde,Türklere Manisa'dan çıkma izni verilmiyordu.Rumlar ve işbirlikçi hükümet yetkilileri Izmir'e gitmek için izin alırken,Türkler evlerine hapsedilmişlerdi.

Kentin işgaline direnilmesine izin vermeyen Mutasarrıf Hüsnü Bey,Izmir'e ilk kaçanlardan biriydi.Kentte,tek sorumlu olarak kalan belediye başkanı Rıza Bey,Yunan işgal Gücü Komutanı Albay Bagorci'ye giderek '' Rum,Yahudi ve Ermenilerin göç ederek ızmir'e gittiklerini ancak Türklerin evlerine hapsedilmesinin kuşku yarattığını,Manisa'nın yakılacağı konusundaki dedikodulara ciddiyet kazandırdığını '' söyledi.Ancak sonuç alamadı.

Bu sırada Yunan İşgal Komutanlığı,göğüsleri kırmızı işaretli tahrip birliklerini kurmaya başladı.Bu ekipler Manisayı kapı kapı gezerek şehri tanımaya çalışıyorlardı.

Aynı günlerde,Yunan geri çekilişinin tam bir bozguan dönüştüğü anlaşılıyordu.Manisa da da sokakları üstü başı perişan,bitkin,yorgun,tüfeğini kaybetmiş askerler doldurmaya başlamıştı.Yıkılan Yunan otoritesinin boşluğunu doldurmak için çeteler açığa çıkmıştı ve yağmacılık son aşamadaydı.

Yunan İşgal Gücü Komutanı Bagorci ve yardımcısı Filipos,5 Eylül günü akşama kadar tahrip birlikleri ile ilgilendiler,malzemelerini dağıttılar.Plan üzerinde uygulama yapıldı.Deneme olarak Malta semti taeşe verildi.Ertesi gün plan uygulamaya konuldu.Sabah saatleriyle birlikte çarşı ateşe verildi.Birkaç kısa çatışma sesinin ardından yangın hızla yayıldı.Halk,tahrip birliklerinden,çetecilerden ve bozguna uğramış sokaklarda amaçsız dolaşan askerleden sakınarak Spil dağına doğru kaçmaya başladı.İkiyüz kişi Fransız Hat Komutanlığının binasına sığınarak canını kurtarabildi.Albay Bogarci,son olarak Hükümet Konağı'nı yaktırarak kentten ayrıldı.

Sadece kenar mahallelerde tahrip ekiplerine karşı direnenler mahallerini yanmaktan kurtarmışlardı.8 Eylül 1922 sabahı,Albay Sami Bey komutasındaki Türk Birlikleri Manisa'ya girdiklerinde şehir alev alev yanıyordu.Kenar mahallerde parça parça yanmamış evler vardı.Maddi hasar 10 bin 700 ev,13 Camii,2 bin728 dükkan ,19 han,26 bağ kulesi,3 fabrika,5 çiftliğin yanması ile 50 milyon olarak saptandı.Şehrin bütün maddi varlığı yok oldu.3500 kişi yanarak ve 855 kişi kurşunlanarak öldürüldü.

Manisayı yaktıran Albay Bagorci ise 9 Eylül günü Izmir'de esir alınan Yunanlılar arasındaydı.

Kaynak:Populer tarih dergisi Kansu Şarman ın yazısından alınmıştır

SALAHADDIN EYYUBI RENAUD YU NEDEN ÖLDÜRDÜ ?




Kudüs Krallığı,Mart 1185te IV Baudouin'in ölümünden sonra çıkan iç çatışmalar ve bölgedeki kıtlık tehlikesi sonucu,iyice zayıflar.Trablus kontu Raymon'un yeğeni çocuk kral V.Baudouin de ölünce annesi Sibylle'e Kudüste taç giydirdi.Sibylle de ikinci kocası Guy de Lusignan'ı kral ilan eder.İşte bu kargaşa döneminin önde gelen isimlerinden biri de,yine eski Antakya Prinkepsi Renaud de Chatillon ve taraftarıdır

Renaud 16 yıl Halep'te hapis yattıktan sonra serbest kalır ve yeni kral Guy tarafından,kendisine kerak kalesinin idaresi verilir.Aslında yeni kral müslümanlarla ile barış taraftarıdır.Ancak kralın yakın dostu Renaud ,Müslümanlara karşı yıllardan beri sürdürdüğü düşmanlıktan vazgeçmemiştir:Kızıldeniz'e bir donanma gönderip Mekke'ye giden gemileri vrumak ,Afrika kıyılarındaki küçük şehirleri yağmalamak,Hindistan'dan gelen ticaret gemilerini ele geçirmek peşindedir.

Kerak kalesi kendisine verildikten sonra Renaud,Kudüs krallığı topraklarından geçerek,barış anlaşması sayesinde ,Dimaşk ile Mısır arasında ticaret yapan kervanlara saldırır;1186 sonunda ,Kahire'den Dımaşk'a giden büyük bir kervanı koruyan küçük askeri birliği kılıçtan geçirir;tüccarları aileleriyle birlikte ,Kerak kalesi'ne hapseder.Kendisine Barış antlaşmasını hatırlatan tüccarlara'' Sizi kurtarması için Muhammed'inize yalvarın '' diyen Renauld'nun elde ettiği ganimet de muazzamdır.O yıllarda ,Mısır'dan Dicle kıyılarına kadar uzanan bölgede hakimiyetini kuvvetlendiren ve bütün haçlı devletlerini çember içine alan Salahaddin Eyyubi bu olayı öğrendiğinde ,Renaud'yu yakalarsa '' Kendi elleriyle öldüreceği '' yemin eder.

Selahhiddin önce Kerak üzerine sefer yaparak Maverayürürdün bölgesine girer ve Renaud'ya bağlı araziyi yağmalar.Renaud ise Kerak kalesinden dışarı çıkmaz.........Hittin savaşı ( 4 Temmuz 1187 ) sonrasında ise Salahaddin ,sözünü yerine getirir ve Kudüs Kralı Guy'in hayatını bağışlamasına rağmen,Renaud Chatillon'u kendi elleri ile öldürür


HAÇLILAR UZERINE BIR DENEME .BOLUM 1



Haçlı Seferleri döneminde,bir çok haçlı kralı ve Lideri,Türklere esir düşmüştür.Yüzyıllarca süren bu dönemin savaş ve mücadeleleri sırasında ,bu gibi pek çok örnek vardır.Bunlardan biriside,Kudüs Kralı II.Baudouin'in ( 1118-1131) iki defa türklerin eline düşmesi olayıdır.

Hikayemizin dışında kalmakla beraber,belirtmek gerekir ki,II Baudouin henüz Urfa Kontu iken ,7 Mayıs 1104 tarihindeki Harran savaşı sırasında ,yine Artuklu ailesinden Artuklupğlu sökmen beyin eline esir düşmüştü.

Yıllar sonra ise ,Artuklu beyi Nuruddevle Belek,1121-1122 yıllarında amcası ilgazi ile Kuzey suriye bölgesine yaptıkları seferden ülkesine geri dönerken Urfa Kontluğu bölgesinden geçtiği sırada,kendisini gafil avlamak isteyen Urfa Kontu Joscelin de Courtenay'ı ve Birecek hakimi Galeran'ı yanındaki 60 kişi ile esir aldı ( 13 Eylül 1122 )

Joscelin'in Türklerin eline esir düşmesi,Haçlılar arasında ,çok büyük bir moral bozukluğu yarattı.Çünkü,üç sene önce ,Belek'in Amcası Ilgazi,kanlı meydan savaşında Antakya'nın hakimi Roger de Salerne'i yenilgiye uğratıp öldürünce,Antakya haçlı devleti başsız kalmıştı.Bu defa da Joscelin'in esir düşmesi ile Urfa kontluğu lidersiz kalmış oluyordu.

Antakyanın idaresini üstlenmiş olan Kudüs Kralı II.Baudouin bu durumda Urfa kontluğunun idaresinide üstüne almak zorunda kaldı.II.Baudouin,Joscelin'in esaretini ve onun Harput kalesine hapsedildiğini öğrenince,derhal Antakya dan Harput yönünde harekete geçti.Bu arada Belek,bütün dikkatini bölgesinde huzursuzluk çıkaran Gerger'a yöneltmişti.Çünkü Gerger'i alarak bölgedeki gücünü arttırmak istiyordu.Gerger'in Ermeni hakimi Mikhail ise,Müslüman Türklerin akınlarına daha fazla dayanamayacağını bildiğinden ,şehri II Baudouin'e teslim etmek istiyordu.

Baudouin,Asarab'ı kuşattığı sırad,Belek'in yeniden Gerger'i kuşatmış olduğu haberini aldı.Bunun üzerine Baudouin hemm Joscelin ve Galeran'ın intikamını almak hem de Belek'i bu bölgeden tamamen uzaklaştırmak amacıyla derhal kuzeye yöneldi.

Baudouin bütün kuvvetlerini toplayarak Ra'ban şehrine geldi.Belek,onun kendi bölgesine yaklaştığını duyunca,Haçlı kuvvetlerini gafil avlamak için,üzerlerine yürüdü.Haçlılar,Artuklu beyi,Belek'in kendilerine bu kadar yaklaşmış olduğundan habersizdiler.

Baudouin,Senç-Gandar ( Sence ) köprüsüne gelip nehri geçti ve Sınçirig ( Köpek suyu ) denilen yerde kamp kurdu:niyeti,biraz dinlenmekti.Adamları ile şahin avına çıkmak için hazırlandı.

Tam bu sırada Belek tüm kuvvetiyle hücum ederek haçlıların çoğunu kılıçtan geçirdi ve Baudouin'i esir etti ( 18 Nisan 1123 ) Onuda Urfa kontu ile aynı yere Harput kalesine hapsetti.

Belek böylece,hem Baudouin'i,hemde Urfa kontu Joscelin'i hemde Birecik hakimi Galeran'ı esir almakla büyük bir ün kazandı.Ancak onun esas isteği,Amcası Ilgazi gibi Haleb şehrini ele geçirmekti.

Nitekim,Baudouin'i esir aldıktan iki ay sonra Haleb'i ele geçirdi ( 17 Haziran 1123 ) .Ne var ki kısa bir süre sonra Kefertab kalesinde kendisine karşı bir isyan çıktığını haber alınca ,değerli esirlerini Harput kalesine hapsedip,ordusu ile kuzey suriye bölgesine Kefertab üzerine yürüdü.Ancak,kuşatma sırasında Harput'tan gelen bir haber onu çok şaşırttı.

Harput'ta zindanda bulunan haçlı liderlei ,şehirdeki Ermeniler ile anlaşarak,dışarıdan yardım sağlamayı başarmışlardı.

Karşılıklı yeminlerden sonra,Urfa'dan buraya 50 kadar casus gönderildi.Bunlar kendilerini ,ticari eşya taşıyan veya satan fakir tüccarlar gibi gösterdiler.Kalenin iç kalesine kadar sokuldular.

Bu sırada Kale Komutan'ı esirlerin dostu olan bir ermeni ile satranç oynamakta idi.Tüccar kılığındaki bu casuslar güya,kendilerine yapılan haksızlıklar şikayet etmek istiyorlarmış gibi,ihtiyatla ve göze çarpmadan kumandana yaklaşıp onu öldürdüler.Hiç vakit kaybetmeden esirleri kaçırdılar.

Fakat bunlar henüz kaleden çıkamadan,olay duyulur ve civardaki türk askerleri tarafından kale sarılır,giriş vr çıkışlar kapatılır.Kral Baudouin bunu görünce hepsinin kaleden kaçıp kurtulmasının imkansızlığını anladı.İçlerinden yanlızca birinin yardım toplamak üzere kaçmasını ileri sürdü .Bu görev Urfa kontu Joscelin de Courtenay' verildi.

Joscelin ,arkadaşlarını kurtarmak için bir ordu toplamak amacıyla kaleden kaçtı.

Gündüzleri saklanarak,geceleri yürüyerek sonunda Teli -Başir'e vard.Buradan da Antakya vce Kudus'e giderek Harput kalesindeki mahpus arkadaşlarını kurtarmak için birlikler toplamaya başladı ve yanındaki Haçlı birlikleri ile Teli Başir'e döndü..

Fakat burada,Belek'in tekrar Harput Kalesin'ni ele geçirdiği ve Baudouin'i yeniden hapsettiği yolundaki haberlerini öğrenince,Joscelin'in kralı ve yandaşlarını kurtarma planları suya düştü.

Bu arada Harput'taki isyanı haber almış bulunan Belek,çağdaş bir tarih yazarının ifadesiyle ' bir kartal uçuşu sürati ' ile,Harput önüne gelmiş,Haçlılardan kaleyi kendisine teslim etmelerini istemiş,fakat Kral II.Baudouin bu teklifi kabul etmemişti..



Bunun üzerine Belek,kaleyi bir hafta içinde ele geçirmiş ve isyan eden esirlerin çoğunu öldürterek,Baudouin'i bu defa Harran kalesine götürüp hapsetmişti.

Ne varki,bu olaydan kısa süre sonra Artuklu Beyi Belek,Menbiç kalesi'ni ele geçirmek üzere buraya gelmiş ve kuşatma sırasında içeriden atılan bir ok ile köprücük kemiğinin üstünden yaralanmıştı.

Belek saplanan oku çekip çıkarttıktan sonra üzerie tükürerek'' Bu bütün Müslümanlara isabet eden bir musibettir '' demiş ve kısa bir süre sonra,aldığı bu yara dolayısıyla ölmüştü.

Belek'in mirasını,amcası Ilgazi'nin oğullaru Timurtaş Şemsüddevle Süleyman ve diğer amcası Sökmen'in oğlu Davud aralarında paylaştılar.Bu arada Harran kalesinde bulunan Baudouin,Haleb bölgesi ile birlikte Timurtaş'ın hissesine düşmüştü.

Timurtaş ne yazıkki babası,amcası ve amca çocukları gibi kahraman bir lider değildi.Sakin ve huzurlu bir hayatı tercih etmekte,Haçlılara karşı mücadeleye girişmek istememekteydi.

Fakat Müslümanlar arasında çıkan miras problemleri,pekala Haçlıların işine yaramaktaydı.Urfa kontu jocelin ,Şabahtan bölgesine saldırdığı gibi,Gerger kalesi de yine Ermeni Mikhail'in eline geçti.

Bu arada Timurtaş,esir kralı Haleb'e getirmiş ve buradaki kaleyi hapsetmişti.Ancak,Baudouin'in esaretten kurtulması için yapılan tekliflere de önem vermekteydi.
Kral Baudouin'in serbest bırakılışını,ünlü tarih yazarı Ibnü'l Adim eserinde şöyle kaydetmiştir '' 16 Haziran 1124 tarihinde Haleb zindanında bulunan II Baudouin ile Timurtal arasında Asarib,Zardana,El Cezr,Kefertab ve ayrıca Azaz kalelerinin,Müslümanlara teslimi,20 bini peşin olmak üzere ve 80 bin dinar fidye ödenmesi ve Timurtaş'ın Hille emiri Dübeys bin Sadaka'ya karşı girileceği harekata,Baudouin'in askeri yardımda bulunması karşılığında Kudüs kralının serbest bırakılması için anlaşmaya vardılar''

Ibnü'L Adim'in aktardıklarına göre ,Baudouin hapisten çıkarılır ve Timurtaş'ın huzuruna götürülür:'' İkisi karşılıklı konuşup içki içtiler,Timurtaş krala hükümdarlık cübbesi,altın işlemeli başlık,mesh ve tozluk giydirdi ve hatta Belek'in onu esir ettiği gün ganimet olarak aldığı atını da iade etti.Bundan sonra,II.Baudouin bu ata binerek 19 Haziran 1124 tarihinde Şeyzer'e gitti.Timurtaş'a ettiğ vaatlere sadık kalacağına dair yemin etti ve kendi ülkesinden gönderilecek rehineleri burada bekledi.Rehine olarak kararlaştırılan küçük kızı Joveta,Joscelin'in oğlu ( sonraki Urfa kontu II.Joscelin,o sırada 11 yaşında idi ) diğer Frank ileri gelenlerin çocuklarından oluşan 12 kişilik grup,önceden ödenmesi ön görülen 20 bin dinar ile birlikte gelince,Ebu'l Asakir 30 Agustos 1124 tarihinde Baudouin'i serbest bıraktı,o da Antakyaya gitti.

Baudouin serbest kalıp Antakya'ya ulaştığında ,Timurtaş ile yaptığı anlaşmanın,hiç olmazsa,Müslümanlara terk etmeye söz verdiği kalelerle ilgili kısmını yerine getirmeye niyeti olmadığını açıkca ilan etti.

Bunun için hazırlamiş olduğu bahane de ilginçti; Antakya Patriği kendisine kurtuluş şartlarını sormuş ve Azaz'ın teslimi hakkındaki maddeyi duyunca,krala bunu yerine getirmeyi yasaklamıştı !

Bu arada,Hille emiri Dübeys bin Sadaka da olaya karıştı;Dübeys,daha İlgazinin elinde,bulunduğu sıralarda,Haleb'e göz koymuş,Timurtaş'ın zamanında da Haleb'i ele geçirmeye çalışmış,ama başarılı olamamıştı.

Şimdi ise,Timurtaş ile Antakya'da buluna Baudouin arasında kararlaştırılmış olan fidyenin ödenme şeklini tespit eden elçiler gelip giderken;Dübeys,Caber kalesi sahibi Halim bin Malik aracılığı ile,Urfa kontu Joscelin ve Kral Baudouin'e başvurarak.Haleb'i ele geçirmesi konusunda kendisine yardımcı oldukları takdirde,Haçlıları metbu tanıyacağını bildiriyordu !

Timurtaş,Haçlıların yeminlerine sadık kalmayacağını haber alınca,ağabeyi,Şemsüddevle Süleyman'ın yardımı ile asker toplamak için 8 ekim 1124 de Mardin'e gitti.

Nihayet 30 Eylül 1124 tarihinde,anlaşmanın tamamıyla bozulduğu ve Baudouin'in Haleb'i kuşatmak üzere Artah'a yöneldiği haberi geldi.Baudouin 8 Ekim 1124 de Haleb kapısı önünde idi...

Dübeys bin Sada ve Joscelin de Tell-Başır'den hareketle,Baudouin'in kuvvetleriyle birleştiler.Böylece Haleb önünde 200'ü Haçlılara ve 100'ü Arap reislerine ait bir ordu ile halep kuşatıldı.

Bu kuşatma Musul'un Türk Valisi Aksungur El Porsuki'nin birlikleriyle beraber Haleb şehrinin yardımına gelişine,30 Ocak 1125 tarihine kadar sürdü.Haleb tarihinde çok acı bir sayfa olan bu kuşatmayı,ünlü Islam tarihçisi Inbü'l Adim eserinde şöyle tasvir eder..
'' Haçlılar Haleb'e saldırdılar,ağaçları kestiler,çok sayıda türbeyi tahrip ederek Müslüman mezarlarını soydular,ölülerin tabutlarını çadırlarına götürerek yiyeceklerine sandık olarak kullandılar,kefenleri soyup mafsalları ayrılmamış ölülerin ayaklarına ip bağlayarak,Müslümanaların gözü önünde sürüklediler.Bunlara işaret ederek '' İşte Peygamberiniz Muhammed '' ,'' İşte sizin Aliniz '' diye alay ediyorlardı.Haleb'in dışındaki türbelerden bir mushaf alarak,'' Ey Müslümanlar kitabınızı görün '' diyen bir Haçlı,kutsal kitabı delip bir ip ile atının eyeri arkasına bağladı..At,kitap üzerine pisledikçe bu adam elini şaklatıp kahkalar atıyordu.Yakaladıkları Müslümanların ellerini ve cinsel uzuvlarını keserek geriye gönderiyorlardı.Müslümanlarda onlardan aldıkları esirler aynı şekilde davrandılar.Müslümanlar surlar üzerinden '' Eyy Dübeys Eyy Ugursuz diye '' bağırıyorlardı.Şehri Musul valisi Aksungur kurtardı



OSMANLILARDAN ÖNCE KIBRIS TARIHI ÜZERINE BIR DENEME


Akdeniz'in Sicilya ve Sardunya'dan sonraki üçüncü büyük adası Kıbrıs,Büyük Roma Imparatorluğunun 395 te idari bakımdan ikiye ayrılmasıyla,Imparatorluk topraklarının doğu yarısı sınırları içinde kalır.Bu tarihten 1191'e ,Haçlı seferleri döneminde Batı'nın eline geçene kadar Kıbrıs,Bizans'ın bir eyaleti olarak varlığını sürdürür.

Ortaçağ'a girerken,4 yyin ortalarından,arka arkaya yaşanan depremlerden ağır zarar gören Kıbrıs ,Imparator Konstantinos tarafından büyük çapta onarılarak,bu felaketin tahribatını atlatır.Bu arada eski Salamis şehri de,' Constantia' adıyla yeni den kurularak Kıbrıs'ın merkezi olur.

Ada,Efes Konsilinde ( 431 ) alınan karar uyarınca,Ortodoks kilisesi'nin dört büyük patrikliği arkasında yer alan bir Başpiskoposluk ile idare edilmeye başlanır.Ancak,536'da Imparator I Justianos bu duruma son verir ve adayı beş bölgeye ayırarak merkezi idareye bağlar...

Kıbrıs Coğrafi mevkii,askeri ve ticari önemi dolayısıyla,asırlarca Müslümanlarla Hristiyanlar arasında bir mücadele aracı olacaktır.Halife Osman döneminde başlayıp ( 648 ),Halife Abdülmelik bin Mervan ( 685 ) dönemine kadar süren kuşatmalar,savaşlar ve antlaşmaların ardı arkası kesilmez..

Bu arada,Abdülmelik bin Mervan ile Bizans Imparatoru II.Justinianos arasındaki barış şartlarına göre,Kıbrıs'tan alınan verginin iki taraf arasında bölüşülmesine de karar verilir.Ayrıca Imparator ,Kıbrıs Başpiskoposu'nu ve adanın Ortodoks kilisesine bağlı yerli halkını,Kyzikos yakınındaki ( Erdek )yeni inşa ettirdiği Justinianopolis şehrine naklettirir..Kıbrıs Başpiskoposunun unvanında,bu şehrin adı bugunde zikredilmektedir.

Kıbrıslıların sürgünü,adaya dönmelerine izin verildiği 695 yılına kadar sürer.Bu arada yerli halktan Suriye'ye götürülenler de Kıbrıs'a geri dönerler.

Halife II.Velid,743te donanma kumandanı Esved Bin Bilal'i Kıbrıs'a sefere memur eder.Fakat kayda değer bir sonuç alınamaz.Kıbrıs,Abbasi Halifesi Ebu Cafer el Mansur zamanında ( 754-775 ) kadar,Müslümanlara yıllık verği ödemeye devam eder.

Islami devlet merkezinin Dımaşk'tan Bağdat'a nakledilmesiyle,Bizans doğu sınırında,gerek karada gerek denizde rahata kavuşur.Abbasiler arasında kargaşanın sürdürdüğü yıllarda ise,Imparator V. Constantinos 746 da Maraş'ı zapteder.Bizans donanması da Iskenderiye den gönderilen bir Müslüman filosunu Kıbrıs açıklarında yenilgiye uğratır ( 747 )
772 ve 790 da gerçekleştirilen seferlerden sonra,806 yılında Harünürreşid'in emriyle Hümeyd bin Ma'yüf Kıbrıs'a sefer düzenleyerek 16 bin kişiyi esir alır.Fakat Kıbrıs yinede Bizans Imparatorluğuna bağlı kalır.

Imparator I Basileos'un kumandan Alexios'u Kıbrıs'a vali olarak tayin ettiği yıllarda,Kıbrıs,Abbasi halifesine haraç ödemeye devam eder.905 te Logothetes Himerios,Girit'teki Müslümanlara karşı saldırılarında,Kıbrıs'ı üs olarak kullanır.

911-912 yılları arasında ,bir bizans dönmesi olan Damanianos idaresindeki ,Müslüman ordusu,Kıbrıs'ı dört ay boyunca işgal eder.961 de Girit'in kesin olarak Bizans hakimiyetine girmesinden sonra ,Kıbrıs'ta da Bizans Imparatorluğunun otoritesi yeniden kurulur.Bununla beraber 1043 ve 1092 de merkezi idareye karşı ayaklanmalar olur.

Kıbrıs,X yy sonunda haçlı seferleri başladığında,Bizans ile Haçlılar arasında,iyi ilişkiler ve yakın temas sağlayan bir rol üstlenir.1098 de Antakya'yı kuşatan Haçlılara Kıbrıs'tan yiyecek yardımı gelir.

XII yy başında Antakya Prinkepsi Tankredin Lazkiye ye saldırısı karşısında ,Imparatorluk donanması,müdahaleyi Kıbrıs'tan yürütür;Kudüs Kralı I Baudouin'in Beyrut'u zaptı üzerine ( 13 Mayıs 1110 ) aralarında şehrin valisinin de bulunduğu pek çok kişi,Kıbrıs'a sığınır.İlk Maruniler de bu sıralarda Kıbrıs'a gelir..

Imparator II Ioannes Komnenos,1136-37 deki Suriye seferi'nde Tel Hamdun kalesini ele geçirdikten sonra halkını da kıbrısa sürer.1148 de Imparatır I.Manule Komnenos ,Venediklilere tanınan ticari imtiyazların Girit ve Kıbrıs için de geçerli olduğunu kabul eder...Bu olay ,Latinler marifetiyle Batı'nın Kıbrıs'a yerleşmesinin başlangıcı olur......

Daha sonraları, 1156 ilk baharında Kilikya'nın ( Çukurova ) Ermeni hakimi II.Thoros ile birlikte Kıbrıs'a saldıran Antakya Prinkepsi Renaud de Chatillon üç hafta boyunca görülmemiş bir vahşetle adanın altını üstüne getirir.

O dönemde Bizans'a bağlı Kıbrıs'ın valisi,Imparator'un yeğeni Ioannes Komnenos tur.Aslında Kıbrıs'ın başından beri Haçlılar ile ilişkisi hep dostça olmuştur.Ada halkı,sakin ve refah içinde bir yaşam sürdürmektedir.Böyle bir saldırıya uğrayacakları,kimsenin aklının ucundan bile geçirmemiştir.

Antakya Prenkepsi Renaud de Chatillon ve taraftarlarının bu saldırısı,tam bir baskın olur.....Haçlıların adaya çıktığını duyunca Vali hemen sahile koşup saldırıyı durdurmaya çalışır..Fakat saldırganların sayısı oylesine çoktur ki bir şey yapamayan Vali de saldırganlara esir düşer.


Saldırganların başını çeken Renaud ise ,dostu Ermenilerle birlikte,ellerinde haçlar taşıyan askerlerini adanın her yerine salar.Bunlar,görülmemiş bir vahşetle her yere saldırırlar; Manastırlar,kiliseler,evler yağmalanır.Tarlalar ateşe verilir.Saldırganlar önlerine çıkan herkesi öldürürler.Papazların burunlarını kulaklarını keserler.Kadınlara tecavüz ederler.Çocukların ve yaşlıların boğazlandığı,bu korkunç cinayetler dönemi üç hafta sürer..

Renaud bir bizans filosunun adaya yaklaşmakta olduğunu duyunca zaten istediği ganimetide elde etmiş olduğu için geri çekilme emri verir.Gemiler ağızlarına kadar savaş ganimetleriyle doldurulur.Gasp edilen hayvan sürülerini koyacak yer kalmaz.Renaud'unun adamları,geride bıraktıkları bu sürüleri eski sahiplerine yüksek fiyatlar satmaya kalkışırlar.

Ayrıca hayatta kalan her Kıbrıslı,kendisi için '' Kurtuluş parası'' ödemeye zorlanır.Ama kimde para vardır ki ! Bunun üzerine Renaud kurtuluş paraları ödeninceye kadar Vali'yi ,adanın ileri gelen din adamlarını ve zenginleri aileleriyle birlikte Antakya'ya götürüp zindana atar...

Haçlıların ve Ermenilerin Kıbrıs'ta yaptıkları bu tahribatın etkisi çok uzun sürecektir... Ertesi yıl meydana gelen deprem ise,adaya son darbeyi indirir.Savunmasız kalan Kıbrıs,1158 de bir fatimi filosunun hucumuna uğrar.

Imparator Manuel ile arası bozulan Trablus Kontu III.Raymond da 1161 de,12 Gemi den oluşan bir filo ile Kıbrıs kıyılarına saldırır..

Vali Isaakios Dukas Komnenos'un Imparator Andronikos Konstantinos'a isyan ederek bağımsızlığını ilan etmesiyle de Kıbrıs,1183 de Bizans egemenliğinden çıkar.

Kendisine ' Imparator ' sıfatını layık gören asi Isaakios Komnenos'un Kıbrıs üzerindeki hakimeyeti,III.Haçlı Seferi'ne katılan Ingiltere Kralı Arslan Yürekli Richard tarafından adanın işgaline kadar sürer ( Mayıs 1191 )...

Aslında Fransa Kralı II.Philippe ile Ingiltere Kralı I.Richard ,Akka'yı birlikte kuşatmak üzere anlaşmışlardır.Ancak,Sicilya Krallığının Messina limanından farklı tarihlerde yola çıkarlar; Philippe 30 Mart 1191 de Fransız donanması ile doğuya yelken açar.Onun hareketinden bir kaç saat sonra ise,Richard'ın Annesi Eleanore ile nişanlısı ,Navarra Kralı'nın kızı Berengaria ,Messinaya gelirler.

Fransız donanması ile önden giden Philippe ise,Sur şehrinde,kuzeni Conrad de Montferrat tarafından sevinçle karşılanır;ordusuyla birlikte,20 Nisan'da Akka önlerine gelerek kuşatmaya katılır;yeni kuşatma kuleleri ve aletleri yaptırır.Kuşatma şiddetlenir.Fakat surların hücumla zaptı işi,Richard ve ordusunun gelişine kadar ertelenir.

Richard ,10 Nisan da Messina'dan ayrılır.Ancak Ingiliz donanması fırtınaya yakalanır.Gemilerin bir kısmı batar.Richard'ın gemisi de önce,Girit sonra Rodos'a sığınırken kızkardeşi Joanna ve nişanlısı Berengeria'nın bindiği gemi,Kıbrıs'ın Limasol limanına sürüklenir.

Burada,Richard'ın ailesi ve nişanlısı,Bizans Imparatoru Andronikos I.Komnenos'a isyan ederek kendisi Kıbrıs'ın hakimi ilan etmiş olan asi vali İsaakios Dukas Komnenos tarafından kötü muamele görürler;gemilerinde mahsur tutulurlar...

Bir hafta sonra,Richard,deniz tutmuş ve sinirli bri halde Limassol'a ulaşır.Kızkardeşine ve nişanlısına yapılan muameleye kızarak derhal adaya asker çıkarır.

Isaakios ise Richard'ın gücünü küçümseyip ona karşı çıkar.Ama sonunda,mağlup olarak esir düşer....Ada halkı,' yeni efendilerine ' mallarının yarısını vermek zorunda kalırlar.Kral Richard da Kıbrıs'a Bizans'ın tanımış olduğu hakları yeniden tanır.Ancak bütün kalelere Latin birlikleri yerleştirilir ve adanın idaresi,Kral Richard tarafından ,iki Ingiliz yöneticiye bırakılır.Richard da yoluna devam ederek 8 Haziran 1191 de Akka'ya ulaşıp oradaki kuşatmaya katılır.....

Kıbrıs ta ise,yeni idareye karşı bir ayaklanma patlak verir.Bu Isyanın bastırılmasından sonra Kral Richard,Kıbrıs'ı Templier Şövalyelerine satar.Ama onlarda ada da hakimiyet kuramaz ve Kıbrıs'ı tekrar Kral Richard a satmak isterler.

Ingiltere'ye dönmeye hazırlanan Kral Richard da,eski Kudüs kralı Guy de Lusigna'nın Kıbrıs'ı Templier şövalyelerinden satın almasına ve adayı yönetmesine izin verir.

Böylece,Kıbrıs Ismen Kudüs Krallığının adını taşıyan ,fakat varlığını,1291 e kadar,Akka merkez olmak üzere,ancak bir kaç şehirde sürdüren Haçlılar da,Antakya ve Trablus haçlı devletleri için,vazgeçilmez bir üs haline gelir....