Wednesday, August 29, 2018

JAPONLAR IKINCI DUNYA SAVASINA GIRMEYE NASIL KARAR VERDI ?

Bazen propoganda kadar iyi yapılırki,propogandayı yapan bile söyledikleine inanır.1941'de Japonların  ABD ile savaşa girme kararı almaları böyle bir aldanmaya örnektir.
Japonların samuraylara kadar giden ihtişamlı askeri geleneği pek meşhurdur.Japonya hızla gelişen Batı dünyasına  ayak uydurmak için canla başla çabaladı ve 1904 -1905 Rus Japon savaşında Rusya gibi  bir Batı devini yenerek dünyayı şaşırttı.Birkaç yıl sonra Japonya,İngiltere ile pasifikte bir ittifak anlaşması yaptı ve Birinci dünya savaşı boyunca Batı'ya sadık kaldı.Ancak savaş saonrası pastannın bölüşülmesi sırasında  Müttefikler Japonyayı unutmakla büyük bir hata yaptılar.Japon elçilerinin  Versailles 'da anlaşma yapılırken takdimi çok komikti,çünkü geleneksel Japon kıyafetleriyle gelmişlerdi.Truk ve Gilbert adaları gibi uyduruk eski Alman kolonileri verilip yollanmıştı Japonlar.Bu arada görüşmeler ve anlaşmalar da esas oglanlar arasında devam ediyordu.

1920 lerin anlaşmaları Japonlar için bir hakaret gibiyid,çünkü bir ada devleti  olan Japonya'nın donanmasına sınır getiriliyordu.Batı dünyası Japonyanın  Pasifik dışına çıkmasını istemiyordu.Ayrıca bir büyük  hakaret daha yapıldı.Mançurya'da askerleri olan Japonya'ya karşı ABD,Çin'in kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olduğunu ve kimsenin Mançurya'ya göz koymaması gerektiğini bildiren bir açıklama yaptı.

Japonta için bu dayanılmaz bir iki yüzlülüktü.Daha  bir kuşak önce Ingiltere,Fransa,Almanya ve minik Belçika  bile tüm dünyada acımasızca bir sürü sömürge ele geirmişti.ABD ise Ispanyollarla bir savaşı körüklemeken çekinmemiş ve Pasifik'te kalan son Ispanyol sömürgelerini  almıştı.Japonlar ilk başta şaşırdı.

1930 da Sovyet birlikleri Mançıryaya uydurma bir nedenle girdi ve sonra çekildi.1931 de ise Japonya,Mançurya da bir darbe yaptı ve bir kaç ay içinde kendi kontrolünde kukla bir hükümet kurdurdu.Rus yayılmacılığına karşı önlem aldığını söylüyordu ancak bu gerekçe Batıyı memnun etmedi.

Çin'in sırası bir kaç yıl sonra geldi.Japonta eski bir tekniği kullanarak Çin'e  gönderdiği askerlerin buradaki anarşiyi engelleme amacında olduğunu açıkladı.Milliyetçi Çin,Komünist Çin ve Japonya arasında üçlü bir savaş başladı.Ama dışarıdan bakıldığında,özellikle ABD 'de en büyük düşman Japonya gibi gözüküyordu.

Japonya 1937 de Nanking'e saldırarak ABD 'nin  Çin'i korumasını zoru soktu.250 binden fazla sivil öldü.Amerikan misyonerleri olaylara şahit oldu ve kameralarla görüntüledi.Bunun üzerine ABD Japonyaya karşı sertleşti.

ABD 'nin uyguladığı baskıyla Japonya Çin'in tamamını fethetmekten vazgeçti ve daha az saldırgan bir politika  izlemeye karar verdi.Ancak ABD,Japonya'dan nefret etmeye başlarken bir şey oldu: Panay Olayı !

12 Aralık 1937 de Japonlar Nanking yakınlarında demirlemiş Amerikan savaş gemisi Panay'e saldırdır.Amerikan askerlerinden ölenler oldu.( Aya ilk aya basan adam Neil Armstrong'un babasıda bu gemiden kurtulanlar arasındaydı ).Japonya daha sonra özür dilerdi ve tazminat ödedi.Ama iki tarafta bunun bilinçli bir saldırı olduğunu biliyordu.

Japonların olaya bakışı sertleşiyordu.Öteki büyük güçler sömürgelerini almışlardı ve Japonların da böyle bir hakkı olmamalıydı.Japon ordusundan iki farklı görüş belirledi. '' Kuzey ekolü '' ve '' Güney ekolü''

Kuzey ekolü ,Çin'e daha sert çıkılmasını ve Rusya'ya karşı avaş açılmasını savunuyordu.Sibiryanın geniş toprakları ve Orta Asya'nın petrol kaynakları Japonları bekliyordu.Ancak 1938 ve 1939 da Rusya ile girişilen çatışmalarda Japon ordusu dağıldı.

Bu durumda Güney ekolü ağırlık kazandı.Bu ekolün esas amacı kazanmaktı.Hollanda ve Fransa'nın sahip sömürgelerde zaten petrol vardı.Ve Avrupada savaş patlak verince buralar daha da çekici hale geldi.Bu sömürgelerdeki petrolün ele geçirilmesi Japon donanması için sınırsız  yakıt anlamına gelecekti ve belki de Ingiltere tahtının mücevheri Hindistan Japonların olacaktı.

Karar anı gelmişti.Onlara engel olabilecek tek bir güç kalmıştı.ABD ,ama bu arad da ortaya  ilginç bir durum çıkıyordu,çünkü 20.yy başından beri birçok Japon genci üniversite eğitimi için Amerikaya gidiyordu.Japon donanmasının stratejisti,ünlü amiral Yamamato bile eğitimini Amerikada almıştı.ABD nin yetiştirdikleri şimdi ABD ye karşı savaşacaklardı.

Hitler,ırkların karışması,Hollywood ve caz müziği gibi şeyler yüzünde Abd nin gücünü kaybettiğini iddia ediyordu.Kendi ırkçı teorileri ve üstün savaşçılıklarıyşa kafayo bozmuş olan Japonlarda Amerikalıların saval meydanonda kendilerinden korkacağını düşünüyorlardı.Buşido geleneğinden Amerikalıların haberi yoktu.Buşido gögüs göğüse çarpışma demekti.Böyle bir çatışmada doğal olarak Amerikalılar kaçacak ve zafer Japonların olacaktı.

Güney ekolü üstün geldi ve Pasifik bölgesindeki sömürgelere ilerlemek iin planlar geliştirildi.Fransız hükümetininin düşüsünden hemen sonra 1940 da Japonlar Fransaya ait Hindi çin kıyılarına büyük bir birlik gönderdi.1940 Eylülünd ise Fransızlara ait bölgede hava üsleri kurmaua başlayınca ABD de Japonyaya çelik ambargosu koydu.Ayrıca Japonya Hindi Çin'İn tümünü ele geçiremeye kalkarsa Japonya'nın petrolünüde keseceğini duyurdu.

1941 baharının sonlarında Japonya hareket geçti.Hindi Çin'in geri kalanınıda kontrol altına ladı ve Abd daha önce söylediği gibi Japonya'nın petrolümü su keser gibi kesiverdi.Japonya çizgiyi  geçmişti ve iki tarafta buna hazırdı.

Japonya büyük miktarda petrol toku yapmıştı.Ancak savaş sırasında Doğu Endonezya'daki stoklar ele geçirilmezse bir yıldan kısa sürede bu stok tükenirdi.Güney ekolü Japonyayı ABD ile bir savaşa zorladı.

Doğru olan bu gibi görünmüştü.Bu stratejiyi planlayan adamların hemen hemen hepsi 1904 - 1905 deki  Rus Japon savaşından geliyordu.Bu savaş Arthur limanı civarındaki Rus donanmasına yapılan sürpriz  bir saldırıyla başlamıştı ,Rus donanması Tsuşima savaşında yok edilmiş ve Ruslar barış istemek  zorunda kalmıştı.

Bu savaş modeli şimdi ABD'ye karşı uygulanacaktı.Açılıştaki sürpiz saldırı abd nin Pasifik filosunun Pearl Harbour'da imha edilmesi olacaktı.Saldırı güçleri Hollandya ait Doğu Endoneya'yı ele geçirirken,kalan birliklerde Pasifik teki Amerikan üslerini ele geçirip Filipinler'deki Amerikan güçlerini imha edecekti.Amerikan filosundan geri kalanlar buna Atlantik gemileride dahildi,Manilaya yardıma gelmeye zorlanacak ve son bir savaşla Japonya zaferi kazanacaktı.Batı Pasifikteji  güçlü düşmanlarıyla karşılasınca  ABD kendi ülkesine çekilecek ve sesini kesmek zorunda kalacaktı.

Tüm bu plan en azından kağıt üzerinde iyi bir fikir gibi görünmüştü.Japonlar da buna inanmıştı.Yamamoto,Amerikan donanmasını tanıdığından bir takım şüpheleri vardı.Bu sürpriz saldırıyı bir kaç saat önce siyasi olarak Amerikan hükümetine bildirmek gerekiyordu.Yamamoto Amerikalıları iyi tanıyordu.Savaş ilan edip bir kaç saat  sonrada saldırıldığında Amerikan halkı o kadar öfkelenmeyecek ve bir an önce barış yapmak isteyecekti.

Bu konuda yoğun bir tartışma başladı.Sonuçta savaş savaştı ve Doğu ekolü sürpiz saldırının  geleneksel bir savaş yöntemi olduğunu düşünüyordu.Hatta olması gereken buydu.Burada bir Doğu Batı çelişkisi yaşanması kaçınılmazıd.Ordudaki batı eğitimli subaylar uyaruda bulunuyorlardı.

Yapılan propaganda Amerikalıların yerinde bir veremeyeceğine ikna etti.Zaten düşman buşido kurallarını bilmiyordu.

Ve saldırı başladı.Tarihin en parlak saldırılarından biriydi.Dünyanın neredeyse altıda birini kaplayan geniş bir alanda uçaklar ve gemiler koordinasyon içinde düşman hedeflerini sürpiz saldırılarla vurdular.O hız ve güvenle de kendilerine karşı çıkan herkese savaş açtılar.Ama bu savaşı kaybetmelerine neden olacaktı.Askeri planları harikaydı ama diplomasileri çok zayıftı.Japonların,Diplomatik ilişkileri kestiklerini üçüncü sınıf bir haberleşme sistemiyle bildirdikleri için bu bilgi saldırıdan saatler sonra Amerikaya ulaşmıştı.Bu hatayı duyan Yamamoto '' Korkarım tüm yaptığımız uyuyan bir devi uyandırmka oldu '' demekti.

Savaş ilanı saldırıdan önce ulaşmış olsa bile işe yaramayacaktı,çünkü ABD apar topar Filipinlerdeki birlikliklerine yardıma koşmadı.Filipinlerdeki orduyu fede edip daha sonra da daha güçlü bir orduyla ortaya çıkabileceğini düşündü.

Japonların Amerikalıları savaşa girmeye zorlamasının ardından Midway'deki deniz savaşında kesin zaferi elde edeceklerini düşünüyorlardı.Ancak hiç de öyle olmadı.Japonlar düşmanlarını fazla küçümsemişlerdi.Amerikan pilotlarının bombalarıyla  denizin  dibini boylayan gemilerini gördükçe Japon donanmasının komutanı Nagumo yanındakilerine dönüp '' Vay anasını bu Amerikalılarında Bushido'su varmış '' dedi.

Japonların saldırısının  Roosevelt'i savaşa girmek zorunda bıraktığına dikkat çeken bir çok tarihçi Japonların bu saldırı ve tahrikleri olmasıa Abd nin savaşa fiilen girmeyecebileceğini ileri sürerler .Japonya'da Kuzey ekolü ipleri eline geçirseydi abd ya saldırmayacak ve muhtemelen savaşın gidişatı ve dünya haritası farklı olacaktı....

Thursday, August 9, 2018

Guneyi Gösteren Kaşıktan Cayro Pusulaya

Aristonun söylediğine göre demiri çekme özelliği olan taşlar M.Ö XII yüzyılda Miletoslu Thales tarafından keşfedilmiştir.Ne olursa olsun bunları çekici gucu Platon zamanında biliniyordu.
Ancak ilk pusulanın Çin'de yapıldığıda bir gercektir.M.S I.yüzyılda ,Çinliler güneyi gösteren bir alet kullanıyorlardı' Guneyi gösteren kaşık'.Bu aletin yerini 900 yıl sonra 'Güneyi gösteren balık' aldı.Bu alet  balık biciminde kesilmis incecik bir demir levhadan ibaretti.Bu demir,kıpkızıl oluncaya kadar ısıtılıyor ardından hemen suya sokuluyordu.Bu basit su verme işlemi bu sihirli balığı manyetik hale getiriyor,bu alet durgun suya konduğu zaman yüzer mıknatıs vazifesi görüyor ve kuyrugu daıma kuzeyi gösteriyordu.Aynı Çinliler XI yüzyıldada iğnesini bir ipek ipliğiyle astıkları başka çeşit pusulalarlada yaptılar.

Ne varki Çinliler,güneyin ne tarafta olduğunu anlamak için yaptıkları bu aleti,kara yolculuklarında kullandılar.Mıknatıslı iğnenin deniz seyahatlerinde kullanılması,daha sonralarına rastladı.Deniz seyahatinde yön tayini için mıktanıslı iğnenin kullanıldığından bahseden ilk kitap XII yüzyıl baslarının tarihini taşır.

Avrupada Provence'li şair Guiot Incil adını taşıyan satirik şiirinde ( 1190-1210 ) manyetten ( latince magnes ) bahseder ve iğnenin kutup yıldızına doğru döndüğünü anlatır. Guiot'nun çağdaşı Ingiliz Alexander Nechamda aynı şekilde gemicilerin mıknatıslı iğneden yararlandığını belirtir.

Arapla'a gelince  hiç değilse 1242 den itibaren yüzer pusulayı biliyorlardı.Bunu Baylak'ül Kabacakinin ' Taşları tanıma yoluyla Tüccarların hazinesi ' adlı eserinden öğreniyoruz.Balık biçimindeki pusulayı Arapların Çinlilerden alması muhtemeldir.

Öte yandan bazı rivayetler Pusulanın dogudan değil kuzeyden,ıskandivayadan geldiğini söyler.Avrupa da ' da başka bir çeşit pusulannın haritalarla birlikte kullanıldıgı biliniyordu.

Pusulanın bu ilkel şekilleri,daha sıbra hızla gelişti.XIII.yy da yayınlanan seyir kitaplarında ,pusula ignesinin 32 ye bölünmüş  bir ahsap disk üzerine tespit edilmiş oldugu yazılıdır.Rivayetlere göre ,ilk rüzgar gülü  ( ılk denizci pusulası ) Italyada Amalfi  kentinde Flavio Giova tarafından yapılmıştır.
Bundan sonra gelişmeler daha hızlandı.Öyleki XIV yy da pusual kolay erişebilen bir alet oldu.

Yüzlerce yıl sonra 1876 da Thompson gülü ortaya çıkar.Bu Kuru pusulanın ardından Ingiliz Dent ve Richininin çalışmaları sonucu 1880 'de sıvı pusula yapıldı.I.Dünya savasından sonra Jiroskop pusulalar yayıldı

Teknoloji ne kadar gelişsede,her gemide klasik bir pusula bulundurmakta mecburidir

Mehmetçik adı nereden geliyor ?

1911'den önceki savaşlarda çarpışan askerlerimize 'Mehmetçik ' dendiğini tarih yazmıyor.Bu konuda anılarda durgundur.Zeki Teoman beyin yaptığı araştırmalarda 1911'de Tobruk'a bir tabur imamı olarak bulunan Adapazarlı Hayri efendinin oğluna ilk Mehmetçik sözünü Tobruk'ta kullandık demiş olduğunu aktarır.

İtalya,1902'de Avusturya ve Fransa ile; 1904 te Ingiltere ile ; 1909 da Rusya ile yaptığı antlaşmalarla Bonsa,Fas,Mısır ve Boğazlar  sorunlarındaki onların hareket serbestliğine  karşılık
Trablusgarp ve Bingazi'de serbest hareketi için gerekli desteği sağlamış bulunuyordu.1911 yılının 23 Mart günü,İtalya,Osmanlı Hükümetine verdiği bir nota ile Trablsugarp ve Bingazi'de Türklerm yerli halkı,İtalyanların aleyhine kışkırttığını,buralara yeniden asker ve silah gönderdiğini ileri sürdü.29 Eylül 1911 günü de Osmanlı Devleti'ne denizde savaş açtı.Donanmasıyla Trablusgarp,Bingazi,Hums ve Derne kentlerine asker çıkarttı.Vali ve komutan vekili Albay Neşet Bey,emrindeki Türk askerleri ve bize katılan Sünüsiler'le karşı koydu.Italyanlar içeri doğru ilerleyemedi.Güçlü Donanmasıyla 24 Nisan -20 Mayıs 1912 arasında Rodos ve 12 Ada'yı aldı.19 Mayıs 1912'de Çanakkale Boğazına saldırdı.Ekim 1911 de aralarında Mustafa Kemalin de bulunduğu vatansever subaylar gönüllü olarak Trablusgarp'a koştular...Mustafa Kemal 27 Kasım 1911'de Binbaşı oldu.9 Ocan 1912'de İtalyanlar'la yaptığı Tobruk savaşını kazandı

O gün savaş sıarsında bir subayımızın yanında savaşan Mehmet isimli asker şehit düştü.Yanı başındaki onbaşı,subayına;
- Komumatanım ! Mehmet şehit düştü diye bağırdı
Komutan da ' sevgili Mehmet '  anlamına,' Vah Mehmetçik ! Yazık oldu Mehmetçik'e ..Tanrı yardımcısı olsun ... diye cevap verdi
Türk askerler,Tobruk savaşının  ilk şehidi olan arkadaşlarının adını ' Mehmetçik ' sanarak;
- Mehmetçik şehit düştü
-Mehmetçik'i Tanrı korusun diye bağırdılar
Arap askerler,' Mehmetçik ' diyemediklerinden kendi dillerine göre 
- Muhammetçik şehit ! Muhammetçik şehit ! diye bağırdılar
Mehmetçij,adı ağızdan ağıza ' Mehmetçik şehit düştü! şeklinde gerilere ulaştırıldı.Gerilerdeki çadırında çalışan yazıcı,önündeki deftere ' ilk şehidimiz Mehmetçik' diye yazdı.O gün,9 saat süren savaşta yaralanan,şehit düşen ,gazi olan herkese,adları bilinmiyorsa ' Mehmetçik' denmeye başlandı.
- Subaylar,bu savaşçı,yiğit erleri anarke 
- Mehmetçik güzel savaştı !
- Mehmetçik yiğitliğini iyi gösterdi !
- Yaşasın Mehmetçik ! diye konuştular
Savaş sırasında kulaklarına gelen bağırışmalar arasında sık sık geçen 'Mehmetçik' adını onlarda işitti.Günlüklerine,' Mehmetçik' e yenildik' diye yazdılar.Ülkelerine Mehmetçik'in yiğitliğinden söz ettiler.
İtalyanlar,uğradıkları yenilginin öcünü 12 ada ve Çanakkale boğazına saldırmakla almaya çalıştılar.Ama 22 Ocak 1912 günü yapılan Berke Düzlüğü savaşını de yine kayıpettiler,Savaşı yenide Mehmetçik kazandı.
Artık içeride olsun,dışarıda olsun hemen herkes askerlerimize  Mehmetçik diyordu.İtalyanlar,Balkan uluslarını uyarırken Mehmetçik sözünü kullanırdı
Öte yendan Trablusgarp'tan dönen askerlerimizde 'Mehmetçi' adını bizim ordunun içinde yaydılar.Birinci dünya savaşında,Kurtuluş savaşında askerlerimize  hep Mehmetçik adı verildi.Böylece Tum dunyada Turk Askerinı Mehmetçik ismi ile anmaya başladı
Kısacası 9 ocak 1912 de patlak veren Tobruk savaşından beri Türk askerinin adı Mehmetçikdir

- Yıllarboyu Tarih dergisi Sn Zeki Teomanın yazısından alınmıştır

OSMANLI TARIHINDEN SAYFALAR :ISTANBUL ESNAFI KAZAN KALDIRIRSA

Fatih II.Mehmet Osmanlı devleti'ne 570 yıl başkentlşkj edecek olan İstanbul'u fethetmek azmiyle kuşattığında  şehir pek perişan bir haldeydi.Bizans 1204 yılında uğradığı ve 57 yıl devam eden Katolik Haçlı isilası sonunda fakir ve harap bir hale gelmiş eski haşmeti yokolmuştu,devlet istanbul şehrine çok yakın yerlerden ibaretti.Şehir bu sırada daha çok tepelerde ve kıyılardaki mahalleler halindeydi.Bunların arasını ise,büyük bahçeler ve bostanlar ayırmaktaydı.Sultan Yıldırım Beyazıtın ilk kuşatmasından beri başlayan daimi türk tehdidi,evvel sermaye sahibi zenginlerin ve sonra yavaş yavaş orta halillerin burasını terk edip gitmelerine  ve böylece nüfusun 50-60 bine kadar inmesine  ve hatta bu arada şehirde sayıları pek çok olan bir kısım kilisenin cemaatsiz kalıp terk edilmesine yol açmıştı.Bu sırada Bizans'da ahlak bozukluğu da en son haddine ulaşmış bulunuyordu.
Istanbul Türkler tarafından alındıktan sonra üç yıl içinde kalabalık ve mamur bir şehir halini aldı.Anadolu ve Rumeliden gelen göçmenler şehrin çeşitli yerlerine iskan edilmişler ve yeni mahaller kurmuşlar,hatta Aksaray,Çarşamba ,Arnavutköy gibi yerlere geldikleri yerlerin adlarını koymuşlardırŞehir Kalabalıklaştılça gerekli zabıta teşkilatıda ona göre düzenleniyorudçBu durumda özellikle Sadrazam Mahmut Paşanın ( 1453 -1467 ) büyük gayreti geçmiştir.Istanbulda ilk belediye teşkilatıda kurulmuştur.ilk Belediye başkanı karıştıran Süleyman Bey ,ilk kadısı ise Nasreddşn Hoca'nın kızının torunu Kadı Celalzade Hızır Bey Çelebidir.
Bütün bu değişiklik ve yeniliklere ragmen  Bizansdan İstanbul' kötü bir miras kalmıştı : Vurgunculuk.Bu fena alışkanlk şehir nüfusunun hızla çoğalmasına ve her türlü maddelerine olan ihtiyacında aynı ölçüde artmasına paralel olarak yerleşiyor,ençokda şehirde yaşayan gayri müslimler aracılığıla yaygunlaşarak devam ediyordu.
Bunun üzerine hemen gerekli tedbirlere başvuruldu.Fatihin emriyle Nişancı Abdurrahman Paşa hazırladığı kanunnameye ' Kanun ı  Divan ı Çarşamba ' adlı bir bölüm ekledi.Buna göre Sadrazamlar yanlarında gerekli memurlarla şehri teftiş ve ihtiyaç maddelerinin toptan ve perakende fiyatlarını kontrol edecekler,bunlara narh denilen azami satış fiyatı koyacaklar ,kar hadlerini,kalite ve standartlarını tespit edecekler,kuralalrı uymayanları ise hemen ve yerinde cezalandırıcaklardı.Verilen  ceza suçun ağırlığına göre Falakaya yatırmak,kulağından çivilemek veya Dükkanının önünde asmaktı.
Mesela Sadrazam fırınlara uğrar,pişen ekmeği alıp ortasından böler,rengine ve tadına bakar,sonra tarttırıp ağırlığını kontrol ederdi..Bir kusur bulamazsa ne ala..Bulursa fırıncı hemen sokağın ortasından yere yıkılır,halkın gözü öününde falaka çekilir,ayrıca ekmekleri müsadere edilip fakir fukaraya bedava dağıtılırdı.
Sadrazamdan başka Istanbul kadısıda şehird ekol gezerdi.Özellikle sefer zamanlarında fiyatların artmamasına dikkat olunur ve bu sıralarda suçu görülenler daha da ağır cezalandırılırdı.Böyle durumlarda mesela kulağından dükkanın kapısını çivilenenler bir gün bir gece öyle bırakılırlardıç.Gerek Sadrazam ve gerekse Istanbul kadısı kol gezdikleri sırada ihtisap ağası denilen belediye başkanı da maiyetlerinde bulunurdu.

IV.Mehmet ( 1648-1687 ) zamanında Melek Ahmet Paşa Sadrazamn bulunduğu ( 1650-1651 ) sırada bir gün Unkapanına  gelmiş ve uncuları,ekmekçileri,gemi reislerini ve navluncularu toplayarak meseleyi derinlemesine inceledikten sonra 300 dirhem ( 962.1 gram ) has ekmeğe 120 akça bir altın hesabıyla narh koymuştu.Aynı gün pirinç,nphut,fasulya,mercimek,şeker ve kahve için azami satış fiyato tespit edilmişti.Semiz ve Ala koyun etinin okkasıda yedi akça,yani ortalama elli iki lira narha bağlanmişti.Bir okka ise 1282.2 gram tutmaktaydı.

Ancak bu arada esnafında bazı şikayetleri vardı.Mesela Saraya ve Yeniçeri ocağına yakın bazı nüfuzlu kimseler,sanatları  ticaret olmadığı halde  Anadolunun çeşitli  yerlerinde  besin ve diğer ihtiyaç maddeleri getirterek  bunları kendilerine zorla ve perakende fiyatların bile üstünde bir fiyatla satıyor,parasınıda peşin alıyorlardı.Esnaf,bu malları aldığı fiyata bile satsa vurgunculuk yapmuş sayılıyordu,üstelik ardiyelerde gittikçe artan stoklara müşteri bulunamıyordu

Birkaç kere şikayette bulundularsada dertlerini dinleyen ve çare arayan çıkmadı.Öte yandan devlet hazinesinde para darlığı son derece arttığından ve yakında askere maal verilmesi gerekeceğinden içinde altın ve gümüşü çok az,gayet düşük değerli para bastırdılar
Bu o devirde uygulana enflasyon usulü idi.Ayrıca Meyhane ve Batakhanelerden  böyle düşük ayarlı ve kırkık paraları topladılar.Bunları askere verseler,kısa zaman evvel olduğu gibi,Yeniçeri ve Sipahi ocakları ayaklanırdı.Bunun üzerine Sadrazam,kendince bir çare olarak,tam ayarlı para ile değiştirilmek ve her yüz onsekiz akçasına bir altın alınmak üzere bunları esnafa dağıttı

Ancak bu,bardağı taşıran damla oldu ve Istanbul Esnafı ayaklandı,dükkanlarını kapatıp Şeyhülislam Karaçelebizade Abdülaziz Efendiye başvudurlar ve dertlerini anlattılar

Şeyhülislam 
- Paşanın kendisine vardınızmı diye sordu ?
- Vardık,bizi kovdu! Bu zulmün kaldırılmasını  Padişahımızdan rica ederiz,Kalk,alimizi saadetlu hunkara bildirir!

Ancak Abdülaziz efendi sarayın yakın adamı ve padişahın amcasının kızı Kaya Sultanı alıp hanedana damat olmuş olan Melek Ahmet Paşa'dan çekindiği için 
-Bu işe ben karışmam ve vazifem dahi değildir.Padişahımıza kendiniz varın ' cevabını verdi ve esnaf kethudaları kendisine bağırıp çağırdılarsa da fayda etmedi.Bunun üzerine onu zorla ve tehditle önlerine katığ dükkanlarını kapatmış onbinen fazla esnafla Topkapı Sarayına vardılarve Üçüncü Kapı'ya kadar gelerek,hasırlar yakıp ve başlarına toprak serpip..
'' Imdat padişahım ,imdat ! diye haykırdılar
IV.Mehmet durumu haber alınca Ucuncü Kapı'nın önünde taht kurdurup ayak divanına çıktı ve şikayetlerini sordu.Onlarda başlarına gelenleri anlattılar,Sonunda da
' Padisahim ,bu zülme takatımız yoktur.Sana geldik ,sne hakkımızı yerine getirip bu belayı üstümüzden def te ' dediler
IV.Mehmet isteneni yağarak züyuf denilen ayarı düşük paranın onlara yüklenmemesiini emretti.Lakin esnaf,başlarına daha büyük belalar,getirmesinden çekindikleri için Sadrazamın  azlinde ısrar ettiler.Esasen kısa zaman evvel donanma için masrafı kendi cebinden verilmek üzere yaptırdığı kalyan denize indiriilirken yüzemeyip batmış ve bu sırada altmış kişi boğulmuştu.Bunun üzerine şehirde:
' Rüşvet ve zulümle  toplana akçanın elbette hayrı olmayıp onunla yapılan kalyonda batar ve sahini yerinde durdukça maaşallah devlet de batar... '' şeklinde sözler çıkmış ve bunlar padişahın da kulağına kadar geldiğinden Melek Ahmet Paşa gözden düşmüştü.Gayet şişman bir hanım olan Kaya Sultan da bir süre önce çocuk doğururken öldüğü için sarayda artık kendisini pek tutanda kalmamıştı.
Padişah tarafındanda davet edildiyse de kelleyi verme korkusundan gelemeyip saklandı.Bunun üzerine azledilerek sadrazamlık eski KaptanıDerya Siyavuş Paşaya verildi.bunun üzerine esnaf dağılıp herkes dükkanının bve tezgahın başına gitti

OSMANLI TARIHINDEN SAYFALAR : ÇARLIK AHMET AĞANIN HIKAYESI 1703


Osmanlı tarihinde dede,oğul,torun olan üç kişi tahttan indirilmişlerdir: Sultan Ibrahim,Iv Mehmet ve II.Mustafa... II.Mustafa  1664 yılında doğmuştur.Annesi Emetulah Gülnüz Sultandır.Amcası II.Ahmet'in Edirne'de vefat ettiğini haber alır almaz,koşup tahta oturmuştur.Bu sırada 1683te başlayan ve Viyana Bozgunu ile devam eden savaşlar,hala sona ermemişti.Osmanlı Devleti  Avusturya,Polonya,Venedik ve Rusya ile bütün gücünün son çabalarının harcayarak savaşmaktaydı.II.Mustafa devlet erkanın karşı olmalarına aldırmayarak ordunun başında sefere çıktı.Ilk zamanlar oldukça başarılı geçti.Denizlerde KaptanıDerya Mezomorto Hüseyin ve Karada Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşalar Venediklileri yendiler.Sakız adası geri alındı.Azak kalesi Rus kuşatmasından kurtarıldı.Ancak,bu kale ertesi yıl ruslar tarafından işgal edildi.II Mustafanın üçüncü seferinden Zanta'dan Tisa suyunun doğusuna geçirilirken geride kalan ordu birliklerine Prens Eugee de Savoie komutasındaki Avısturya ordusunun saldırması üzerine büyük bir yenilgiye ve ağrı kayıplara uğranıldı.Bundan sonra dört cephede birden savaşlara devam edilemeyeceğini  anlayan Osmanlı yönetimi 1699 yılında Karlofça antlaşması imzaladı ve En önemli topraklar kayıp edildi.Macaristan,Mora,Transilvanya,Polodolya,Ukrayna gibi geniş bölgeler ve Bosna Hersek dolaylarındaki en önemil yerler elden çıktı.Böylecede Hristiyan Avrupa Devletleri üzerinde yüzyıllarca süren Türk kudret ve satveti ortadan kalmış,Osmanlı Devleti onların gözündeki  önemini kaybetmiş,ayrıca Karadeniz bir Türk gölü olmaktanda çıkmıştı..
Onaltı yılsüren savaş,memleketin iktisadi ve mali hayatını idare düzenini altüst etmişti.Büyük bir devlet adamı olan Amcazade Hüseyin Paşa ,Kaptanıderya Mezomorto Hüseyin Paşa ile elele vererek idari,mali ve askeri alanlarda geniş çaplı bir ıslahata girişerek ,savaşın açtığı yaraları sarmaya ve devlete yeni bir düzen vermeye giriştiler,ancak  önlerine çıkan bir büyük engeli aşamadılar.Bu engeli ise,Şeyhülislam Feyzullah efendi idi...

II.Mustafa tahta çıktıktan 3 ay sonra şehzadeliğinden hocası olan ve o sırada Erzurumda oturan Feyzullah efendiyi getirterek Şeyhülislam tayin etti.Ona büyük saygı ve itimadı vardı.Aslında son derece haris bir kimse olan Feyzullah Efendi,bundan faydalanarak gittikçe nüfuzunu artırmaya başladı.Bu hali savaş sırasından pek hissedilmediysede barıştan sonra bunu göstermeye başladı.Önce Oğlu Nakip Fethullah Efendi  ye Şeyhülslamlık  derecesi tevcih ettirdiki bu kendi ölümünden sonra o makama onun geçeceğine delalet ediyordu ve Osmanlı devletinde o güne kadar görülmüş şey değildi.Sonra ikini oğlu Mustafa  ve Üçüncüoğlu Ahmet efendileri Rumeli Kadıaskerliği derecelerine yükseltti.Dördüncü oğluna Şehzade hocalığı ve kadıaskerlik derecesi verdirdi.Damadı Mirzazade Dede Efendiyi Rumeli kadıaskerliği derecesi ile ıstanbul kadılığına getirdi.Onların böyle en önemli ilmiye görevlerine getirilmeleri ,bu meslekte nice yıllar terfi bekleyen hak sahiplerinin yolunu tıkamış,büyük bir tedirginlik yaratmıştı..Ancak Feyzıllah efendi  bununlada yetinmeyerek öbür küçük memuriyetlerede hep hısım akrabasını  veya kendi adamlarını getirir.Üstelik bunları yapabilmek için bir sözü yetiyor ,padişah onun her isteğini yerine getiriyordu 

Bütün bunlar Sadrazam Amcazade Hüseyin Paşanın son derece cannı sıkıyordu.Birde onun devlet işlerine karışmaya başlaması üzerine daha fazla dayanamayarak iki defa istifasını istediysde Sultan II.Mustafa kabul etmedi.Mezomorto Hüseyin Paşa iki tarafında idare etmeye çalışıyordu.Ancak 1701 yılında Huseyin paşanın ölümündan sonra hersey daha zorlaştı.Sonunda Feyzullah efendi bir fırsatını bularak onun yegeni Kıblelizade Ali Beyi idam ettirmesi,Amcazade Huseyin paşaya cok ağır geldi ve onu hasta etti.Bu sefer istifası kabuıl edildi yerine Feyzullah efendinin yakınlarından Bağdat valisi Daltaban Mustafa Paşa getirildi.Silivrideki çiftliğine yerleşen Eski Sadrazam bir ay sonra vefat etti

Karlofça Barışına göre Kırım tatarlarının Rusya'ya akınlar yapması yasaklanmıştı.Ancak ' Tatar  kabile ve aşiretleri geçin hususunda ticaret ve ziraatle meşgul olmayıp,kar ve mairetleri yalnız yağma ve çapulcu olmaktı'' bu durumdan hiç memnun kalmamışlardı.Kırım hanı Devlet Giray,bu yüzden bir süre sonra Sadrazamında gizli teşvikiyle Bucak tarafına akınlarda bulundu.Daltaban Mustafa Paşanın  bundan maksadı,Rusya ile bir savaş çıkması ve kendisininda bu vesile ile Feyzullah efendinin tahakkümündan kutulmasıydı.Devlet Giray'a yerinde rahat durması  ve bir daha böyle işlere kalkışmaması hakkında bir ferman gönderildiysede bunu dinlemeyip ,işi devlete baş kaldırmaya kadar vardırdı.Bu arada onu teşvik ettiği anlaşılan Daltaban Mustafa Paşa idam edildi.Hanliktan azledilen Devlet Girayda Çerkezistan tarafına kaçtı.Sadaret makamına ise Rami Mehmet Paşa getirildi ( 1702 )

II.Mustafa Edirne'de oturuyordu,İstanbul'a gelmiyordu.Bu durumdan İstanbul halkı hiç memnun değildi.İstanbula ikinci plana düşmüştü.Öte yandan başta ilmiye mesleği olamak üzere bütün memuriyetlerin Feyzullah efendinin  hısım,akraba ve mensuplarının  eline geçmesi ve bu halin devamı sonunda büyük bir gerginlik ortaya çıktı.Şeyhülislamla  adamlarının büyük rüsvetlerle küplerimi doldurup,servetler içinde yüzmelerine karşılık Yeniçerilerle  öbür askeri ocaklarının  maaşları ödenemiyor.Bu da ayrıca  orduda  büyük bir hoşnutsuzluğa yol açıyor ve kısaca herkes  Feyzullah efendi ve mensuplarını  işbaşından uzaklaştırılmadan  haksızlık ve hırsızlıklarla devleti felce uğratan kötü idarenin düzelmeyeceğine inanıyordu.

Bunların biride değerli bir devlet adamı olan Sadrazam Rami Mehmet Paşa'ydı.Buna rağmen elinden gelen gayreti harcayarak devlete bir çeki düzen vermeye çalışıyordu.

Bu sırada Gürcistanda meydana gelen bazı olaylardan dolayı Gürcistan seferine karar verilmiş bulunuyordu.Bunun üzerine Köse Halil Paşa Erzurum Valiliğine tayin edilerek,bu bölgeye sevk edilecek kuvvetlerin Serdarlığı ile görevlendirildi.Ayrıca bu sefer için Istanbul'da da yeniceri,topcu ve cebeci ocaklarından bir kısmı ayrıldı.Ancak cebeciler,ne zamandır birikmiş olan maaşlarını almadan sefer gitmeyeceklerini bildirip,ayaklandılar.Başkentte ise Feyzullah efendi aleyhine bir hava esmekteydi.Feyzullah efendi bu arada Bursada sürgünde olan Eski Şeyhülislam İmam Mehmet Efendi ile eski kethüdası ( Yeniceri ocağı amirlerinden ) Çalık Ahmet Ağayı İstanbul'a getirtti ve Istanbul Kaymakamlığına ( Sadrazam vekili )Köprülüzade Abdullah Paşayı tayin ettirerek ,ortalığı yatıştırmak istedi,Anlak bunlar hiçbir fayda vermedi

Cebeciler 18 Mart 1703 günü ayaklanmışlardı.Bir kısım maaşlerı verildiği halde dağılmadılar.Durumdan memnun olmayan pekçok kimsede onlara katıldı.Bu arada medrese softaları ve öbür ocakların bazılarıda vardı.Duruma müdahale etmek isteyen şehrin emniyeti ve görevli Sekbanbaşıda bu arada öldürüldü.Böylece asiler Istanbul'a hakim oldular.Abdullah Paşanın ise elinden artık birşey gelmiyordu.Asiler ,elebaşları Çalık Ahmet Ağanın başkanlığında toplanıp Edirneye müşterek bir dilekçe yolladılar.Bunda Feyzullah Efendi ile oğlu Fathullah  efendinin  Rumeli ve Anadolu Kadıaskerlerinin  azledilip,kendilerine yollanmalarını,Padişahın Istanbul'a dönmesini istiyor,olmadığı takdirde Edirneye yürüyecekleri tehdidini savurdular.Yeniçeri,Topçu,Cebeci ocaklarıyla Sipahi Silahdat bölüklerinden uleme ve esnaf ve zanaatkar sınıflarından ayrılan ikişer kişi bu dilekçeyi Edirneye götürüp,II.Mustafaya sunmaya mamur edilmiş bulunuyorlardır..

Ancak,casusları aracılığı ile bütün bunları haber alan Feyzullah efendi,bu heyeti yolda tutuklatarak Eğridere palankasına sürdü ve ellerindeki dilekçeyei,alıp,imha ettirdi.Böylece II.Mustafanın durumu ve asilerin isteklerini ögrenmesini engelledi.Ancak,Sadrazam olanları öğrenmiş bulunuyordu.Padişahta durumu öğrenince Feyzullah efendiyi ve oğullarını azil ve tevkif ettirerek,sürgüne  yolladı.Rami Mehmet Paşa da Eğridere palankasında sürgün bulunan heyeti getirtirip ,Padişahın Feyzullah efendi ve oğullarını azlettiğini ve yakında başkente döneceğini bildirerek,gönüllerini aldı.Aynı zamanda asilere hitaben bunları anlatan ve dağılmalarını isteyen II.Mustafanın  elyazılı bir emrini kendileriyle istanbula yolladı.

Gönderdikleri heyetin başına gelenleri duyunca son derece sinirlenen ve son durumuda bir aldatmaca olarak değerlendiren asiler, 10 Ağustos 1703 günü Davutpaşa çayırında toplanıp,üç günde hazırlıklarını tamamlayarak ,Yeniçeri,Topçu,Cebeci,Sipah,Silahdar ve Toparabacısından kurulu kırbinia aşkın bir ordu ve bir kaç bin üleme safta ve esnafla Edirneye doğru yola çıktıla.Artık Sultan II.Mustafayı tahttan indirmeye karar vermişlerdi.Silivriye vardıkları zaman vardıklaru zaman Yeniçeri ağası olan Çalık Ahmet ağanın çadırında yapılan toplantıda bu niyetlerini açıga vurdular.

Edirne 'de toplanan karşı kuvvetler ise sadrazam kumandasında şehirden çıkıp Karabayırlar mevkiinde karagah kurdu.Ayrılan 8000 süvari Hasan paşa kumandasında ileriye gönderildi.İki taraf Çorlu da karşılaşınca asilern Sadrazam seçtikleri Kavanoz Ahmet Paşa,II Mustafa'nın İstanbul ülemasını verdikleri fetva ile saltanattan uzaklaştırılmış olduğunu ve yerine kardeşi III.Ahmet'in geçirildiğini bildirdi.Hasan paşa ,onlarla  çarpışmayı göze alamayarak,Karıştıran mevkiine çekildi.O gün 17 Agustos 1703.Çorluda kılınan Cuma namazı sırasında hutbe ile III.Ahmet adına okunarak padişahlığı resmiyet kazandı.

Bundan sonra asiler yollarına devam ederek,babaeskye geldiler.Sonra yine yola çıktılar.Bu sırada üzerlerine gönderilen kuvvetlerde onlarla birleştiklerinden yapacak şey kalmadığını anlayan Rami Mehmet Paşa kaçıp gizlendi.Birleşen iki odru Edirne Sahrasına varır.Bunun üzerien II.Mustafa: Ocaklı beni tahttan indirmis ve yerime karındaşm Ahmeti padişah eylemiş..Allah mübarek etsin demiştir ..Kapalı olduğu yere çekilir.

Bundan sonra Feyzullah efendi ile oğulları Edirneye getirelerek ,hakaretle idam edildiler.Adamları görevlerinde uzaklaştırıldı Çalık Ahmet Agaya Vezirlik rütbesi ve Paşa ünvani verildi.III Ahmet,Edirnede fazla durmayarak Istanbula döndü ve bütün gücü ile bozulan devlet düzenini  derleyip ,toparlamaya çalıştı.En büyük yardımıcısı ise eniştesi Sadrazam yaptıgı Hüseyin paşa idi.

Ancak,Edirnede vezirlik  rütbesi almış olan Çalık Ahmet Paşa,asilerin elebaşlarını ve serdengeçti ağalarını dağıtmayarak onlara ve dolayısıyla Yeniçeri Ocağına dayanarak devlet işlerine karışıyordu.En büyük derdi,mevcut idare sistemini beğenmemesiydi.Gönlünde ise başka hayaller yatıyordu.Ancak bir gün bir danışma toplantısında bulunma bahanesiyle saraya davet edilip,Kıbrıs Muhafızlığına tayin edildiği bildirilerek hemen bir gemiye konuldu ve yola çıkarıldı.Kıbrısa varınca da gelen emir üzerine idam edildi.

Tarihçi Naima ( 1602-1715 ) bütün bu olaylara şahit olmuş ve Edirne Vakası hakkında bir eser yazmıştır.Kendisi Çalık Ahmet Ağagının bambaşka düşüncelere sahip olduğu ve monarşiyi kaldırarak  Cumhuriyet idaresi kurmayı tasarladığı kaanatindedir ve bunu eserde şu cümlerle ifade eder:

'' Çarlık Ahmet Ağa,Ediren sahrasında vezaret rütbesi alınca her sözü geçme sevdasında düşüp,cemiyetin elebaşları olan meşhurları ve serdengeçti ağalarını dağıtmayıp,onların yarımı ve baskısı ile bütün devlet işlerine karışmaya başladı.Kendi noksan aklına göre her iş tamamen onun istediği gibi görülüp giderek Yeniçeri Ocağı tam kuvvet sahibi olunca,dört yüz seneden beri nesilden nesile padişahların istiklali sayesinde mazbut ve muntazam Osmanlı devletini Cezayir ve Tunuz ocakları gibi Cumhur cemiyeti ve tecemü devleti şekline sokup ortalığuı böyle batıl bir düzene koymaya çalışıyordu sonra ilave eder.Ancak Allah bu devletin koruyucusu ve yardımcısı olup,mağlup olmasına rızası olmadığından  saltanata ortaklık davasına düşenler elbette kahır ve intikam kılııc ile idam oluna gelmiştir'''

Çalık Ahmet ağa ilk cumhuriyet isteyenmiydi ? Belki evet.Esasen Silivride Çalık Ahmet Ağanın çadırında yapılan toplantıda birçok düşünceler çarpışmış,II Ahmetin oğluehzade İbrahımınin ,IV Mehmetin oğlu Şehzade Ahmetin padişahlığını ileri sürenler bulunduğu gibi,bazı elebaşılar  ileride başlarına bir bela gelmesinden çekindikleri için Osmanoğullarının saltanatına son vererek Kırım Hanları soyundan birisinin tahta davet edilmesini  bile ileri sürmüşler,sonunda yeni Seyhulislam Imam Mehmet Efendinin ısrarlarıyla II.Mustafanın kardeşi Şehzade Ahmetin padişahlığında karar kılınmıştır.

Çarlık Ahmet Ağa,bu sırada susmuş ve fikrini söylememişti.Çünkü kalbinde yatan Cezayir ve Tunusu ocakları gibi Cumhur Cemiyeti ve tecemmü devleti '' yani halkın serbest ıradesne dayanan cumhuriyet idi 

Bunun ıcın mucadele etti ve başından oldu

OSMANLI TARIHINDEN SAYFALAR :DOĞUMLARI GIZLI TUTULAN ŞEHZADE ÇOCUKLARI

Osmanlı Şehzadeleri  başlangıçtan II.Selim'in cülusuna kadar 1566 ,saltanatın  yasa ve töreleri dahilinde özgür yaşadılar.Çocukları 13-14 yaşlarına kadar babalarının  yaşadığı saraylarda geçerdi.Bu yaşlarda  Amasya,Saruhan ,Kütahya ,Karaman gibi Anadolu eyaletlerine vali olarak atanır,maiyetlerine verilen tecrübeli bir devlet adamının ( lala) gözetiminde padişah oluncaya veya padişah olan kardeşleri tarafından katledilinceye kadar saraylarında bir harem dairesi bulunur,cariyelerinden çocuk sahibi olurlardı.
II.Selimden sonra bu düzende değilde uygulamada bir farklılık görüldü.Selimin büyük oğlu Murat geleceğin III.Murat'ı daha büyük babası Kanuni Sultan Süleymanın sağlığında Manisa Valiliğien atanmıştı.II Selimin Cülusundan sonra Muratın beşkardeşi muhtemelen yaşları pek uygun olmadığından vilayete çıkmamıştı..III Murat padişah olunca geleceğin III Mehmetini  büyük oğlunu 1583 de Manisaya gönderdi.Muratın 19 oğlu daha olmuştu,zamanla bunlardan dördünün  yaşı 13-15 civarına geldiği halde eyalete çıkarılmamıştı.

Bu durumda eyalete gönderilen ve veliathlık dönemini özgür geçiren son Osmanlı şehzadesi  III.Mehmet oluyordu.Bu Padişahın üç erkek evladı Mahmut,geleceğin I.Ahmeti ve I Mustafa manisada doğmuşlardı.III Mehmetin son saltanat yılı 1603 de büyük oğlu Mahmutun yaşı 16,ikinci oğlu Ahmetin yaşı 14 olduğu halde eyalete gönderilmediler.Üstelik bu şehzadelerden Mahmut,anormal babasının vehmini tahrik ettiğinden idam olunacaktı.

Bu tariihten sonra yaşam düzeni değiştirilen şehzadeler çağdaş batı saraylarında görülmemiş bir zulüm ve baskı altında Osmanlı sarayının Kafes adı verilen loş ce rutubetli bir dairesine kapatılarak mukadder sonlarına kadar yıllarını dolduracaklardı.Bazen kırk yılı bulan bu zindan hayatında şehzadelerin evlat sahibi olmaları yasaklanmıştı

Burada böyle bir açıklamaya gerek var.Kafesteki şehzadelerin en küçük yaştan itibaren bir kaç cariyesi bulunurdu ve bunlarla cinsel ilişki kurmalar yasaklanmış değildi.I.Mustafa ve Ibrahim gibi psikolojik sorunları olan padisahlar tahtan indirilerek bir odaya kapatıldıklaı zaman bile bir kaç bathsız cariyede onlarla zindan hayatını paylaşmaya mahkum edilirdi.

Ortaya şöyle bir soru ortaya çıkıyor.Bu yeni buluğa ermiş veya elliye merdiven dayamış şehzadeler,yanlarına verilen cariyelerle yatıp kalkacak,ama cariyeler çocuk doğurmayacaktı.Bu nasıl oluyordu ?

Bu konulara meraklı olan Batılı tarihçiler,İstanbuldaki elçilerden sızan haberlerle çeşitli yorumlar yapmışlardır.Gerçek şu ki tecrübeli hazinedar ustalar,kalfalar ve haremagağaları,tarafından yöneltilen Osmanlı hareminde,istenmeyen çocukları düşürtmek ve yok etmek yöntemleri vardı.Çocuk ya doğmadan yok ediliyor,şayet doğacak olursa bir rivayete göre göbeği kesilmeyerek ölüme terk olunuyordu.Batılı tarihçiler bu konuda daha ileri gidenler,Hammere göre ,III.Mehmet tahta çıkıp da 19 kardeşini öldürttüğü zaman,ikisi buluğa ermiş olan bu çocuklardan gebe kalmış yedi cariye denize atılmıştı.

Şehzadelerin çocuk yapma yasağı,III Mehmetin  Tanzimat sonrasında Abdülaziz'in cülusuna kadar 266 yıl sürdü.Bu dönemde çok nadir bir raslantı olarak yanlız iki şehzade den gebe kalan iki cariyenin kazasız belasız doğurdukları ve doğumları gizli tutularak saray dışında büyütülen bu iki çocuğun biri kızı,biri erkekti.Ancak Babalarını cülusundan sonra varlıklarının açıklandığını biliyoruz.

Bu çocuklardan birincisi I.Abdülhamitin ( 1725-1789 ) şehzadeliğinden dünyaya gelen ve saray dışında büyütülen kızı Dürrüşehvar'dır ki Istanbulda Ahretlik hanım diye meşhur olmuştur..

I.Abdülhamit babasının tahtdan indirilmesi üzerine altı yaşında kafese kapatılmış ve tam 43 yıl mahbus hayatı yaşamıştı.Topkapı sarayının arşivinin nadir belgelerinden sayılan aşk mektuplarına ve onbeşyıllık padişahlık döneminde  22 kez baba olmasına bakılırsa ruh ve beden bakımından kadına düşkündü  ve 43 yıllık mahpus hayatında ne yapmışsa yapmış,bir kız çocuğuna sahip olmuştu.Bu çocuğu doğuran cariyenin kimliğini nasıl güçlüklerle gebeliğini ve doğumunu gizlediğini ,çocuğum hangi şartlar altıda büyütüldüğünü bilinse,nefes kesen bir tarih romanı yazılırdı.Büyük bir ihtimalle cariye gebe iken sayadan çıkartılmış,çocuk saray dışında doğmuş ve büyütülmüştü.Abdülhamit,ancak tahta çıktığı zaman artık genç kızlık çağına yaklaşmış bulunan evladını kolları arasına alabilecekti.Ama Osmanlı sarayının yazılı olmayan yasalaı,kesin ve insafsızdı.Dürrüşehvar Hanım diyen anılan bu Sultan,Padişahın en büyük kızı olarak gereken saygıyı görecek sultanlara verilen tahsislerden yararlanacak,zamanla nüfuz ve itibar sahibi olacak,yinede sultan ünvanını alamayacaktı.Bu durumu değerlendiren Istanbul Halkı Dürrüşehvar hanım'a manevi evlat anlamına gelen Ahiretlik Hanım adını vermişti.Dürrüşehvar ,evlenme çağına gelince Tersane emini olarak ün yapan Selim ağa'nın oğlu Ahmet Nazif Efendi ile evlendirildi.Çoğu zaman çevrelerine güvenemeyen  padişahlar kızlaını verdikleri damatlara bağlanmışlardır.Abdülhamitde  onbeş yıl süren çok kahırlı saltanat döneminde tek yetişkin kızının  kocası Nazif efendiyi sadaret kethüdalığına  Selim Ağayı Tersane emiri ilan etti.Bu dönemede her dediği yerine getirilen Dürrüşehvar,kocası yararına önemli olaylara müdahele ediyorlardı.Bu sayede Nazif efendi ve Selim Ağa büyük servet sahibi olmuş,sonrada olmuş,çok sayıda düşman edinmişlerdi.Bu yıllarda ülke durumunun giderek bozulması  ve yaşlı padişahım yetersizliği karşısında Sadrazam  Halil Hamit Paşa genç veliaht Selimi tahta çıkarmayı tasarlamış,fakat bu planın duyulması üzerine katledilmişti.Bu olayda en çok selim ağa ve Nazif efendi etkili olmuşlardı.

Abdülhamitin ölümüyle tahta çıkan III.Selim,önce bu baba ile oğuldan öç aldı.Bir gün Tersaneye giderek çıktığı kalyona Selim Ağa'yı çağırtmış ve hemen orada başını vurdurmuştu.Şöyle bir hikaye anlatılırı.Selim Ağanın kesik  başı yerde yuvarlanarak açık ağzının dişleriyle padişahın eteğine yapışır.Hiç çocuğu olmayan Selim,güye bu olaydan çok korktuğu için kısır kalmıştır.

Bu sırada ordu ile Rusçuk'ta buluan Ahmet Nazif Efend ve kardeşi Istanbul'a getirelerek  bir süre evlerinde gözlaltına alınmış,sonra Nazif efendide idam edilmiştir.Ikbal yılları böylece sona eren Dürrüşehvar hanım ,küçük kardeşi II Mahmutun tahta çıkması üzerine yeniden saygı görecek ve bu padişahın saltanatı döneminden 1826 da ölerek Yeni Camii türbesine gömülecekti.Nazif efendiden olan iki kızı da ölümlerinden sonra Dördüncü Vakıf Han'ın karşısındaki dedeleri I.Abdülhamitin  türbesine konulacaklardı...

266 yıllık dönemde doğumu gizli tutulan ve saray dışında büyütülen ikinci çocuk,Abdülazizi'in büyük oğlu ve Meşrutiyette V.Mehmet Reşat'ın veliahdı Yusuf Izzeddin Efendidir
Tanzimat Padişahı Abdülmecit,batıdam gelen akımların etkisi ile saltanat makamında dikkati çeken bir hoşgörü yaratmıştu.Bu arada tek erkek kardeşi Abdülaziz'e  oldukça özgür bir yaşam sağlamıştı.Abdülazizin şehzadecilik dönetiminde  ve 1857 tarihide Dürnev isimli bir cariyeden bir oğlu oldu.Doğumu gizli tutulan çocuk,Eyüp'te muteber bir ailenin yanında büyütüldü.Padişah Abdülmecit ,herhalde bu çocuğun varlığını duymuş ama olumlu olumsuz tepkili gösterilmemişti.Abdülaziz 1861 de tahta çıkınca ilk iş olarak Yusuf Izzettin adını verdiği oğlunun doğumunu ve varlığını ilan etti.25 haziran 1861 günü Topkapı sarayında tahta oturan yeni padişah biat töreninden sonra Dolmabahçe Sarayı'na dönmüş ve orada ölü padişahın en büyüğü Murat Efendi olan şehzadelerini kabul etmişti.Onlara öğütler vererek '' Size sıkıntı çektirmeyeceğim,babanızın zamanında nasıl gezdimse ,sizde öylece padişag oğullarına yaraşacak suretle gezmelisiniz.Cuma günleri camiye gidip namaz kılınız.Öteki günlerde okuyup yazınız' demiştir.
Sonra henüz dört yaşında olan oğlu Yusuf Izzeddin''i getirterek onlara tanıtmış '' Buda sizdendir,Merhum efendimiz de bilirdir.Bununla ilgilenin '' diyerek şehzadelerin elini öptürmuştür.
Abdülazizin cülusundan sonra,şehzadelerin  çocuk yapma yasağı,kendiliğinden kalkacak ve Abdülmecitin genç oğulları Murat,Abdülhamit ve Reşat efendilerini ardı ardına çocular dünyaya gelecekti.Yusuf Izzeddin efendi V.Mehmet Reşatın Sultan olmasıyla Veliaht ilan edilir.Nevarki sinir bozukluğu geçirmesi  sonucu 39 yaşındayken bileklerini keserek intihar etti...