Monday, December 24, 2018

TEPEDELENLI ALI PAŞA KIMDIR ? NASIL OLDURULDU ?





Anadolu'daki sırada bir dini kuruluşun sakinleri arasında Nazif adında bir Mevlevi vardı.İşledeiği bir hara sonucunda ya kavuldu,ya da kaçmaya karar verdi.Asya'dan Avrupa'ya geçti,bir süre Balkanlarda dilenerek avare avare dolaştıktan sonra Arnavutluktakş Tepedelen adlı bir köye yerleşti.
Kötü şarap veren bağlar ve birkaç buğday ve arpa tarlasıyla çevrili Tepedelen,hayli geniş ama çokda çoşkun olan Volussa nehrinin üzerinde kayalık ve yüksek bir yarımada üzerindeydi.Dört bir yanı,şiddetli fırtınaların koptuğu çıplak ve ıssız,yüksek dağlarla çevriliydi.Etrafta h,ç bir ağaç göze çarpmıyor,devamlı rüzgar uğulduyordu.Tepedelen,hiçte yumuşak olmayan insanların ve özellikle insanoğlunun sahip olabileceği en yıkıcı ve zorlu hırsları büyük ölçüde sıralayacak bir ailenin beşiği olmak için çok uygundu.

Her köylü gibi,Tependenliler de yabancılara güven beslemezlerdi.O yüzden Nazif'i pek hoş karşılamadılar.Kendilerinden olmayan,üstelik dillerini bile bilmeyen birinin aralarında yerleşmesi hoşlarına gitmiyordu;ama onun uzakta derme çatma bir klubüye yerleşmesine göz yumdular.Türçe bildiği için hemen ondan yararlanmayı tercih ettiler,çünkü kendileri Arnavutçadan başka dil bilmiyorlardı.Giderek ona o kadar alıştılarki ,Nazif sonunda köyden bir kızla evlendi.

Nazifin Hüseyin adında bir oğlu oldu.Hüseyin civardaki bir beyin kızıyla evlenmeyi başardı.Kızın öyke biriyle evlendirilmesini nedeni topal olması ve kendisine bir koca bulmanında kolay olmamasıydı.Kız,Mustafa adı ve bey payesi verilen bir oğlan dünyaya getirdi.Bu Mustafa bey,büyüyünce kendisinden önce babasının ve büyükbabasının yaptığı gibi,Tepedende tercümanlık yaptı.Başını iyi becerdi,önemli bir kişi oldu ve ölünce ardında bir erkek evlatla Muhtar ve Bekir adında iki de torun bıraktı.Muhtar büyükbabasının yerine muhtar vekili oldu.Türklerin 1716 yılında yaptıkları Korfu seferine katıldı,Venediklilere esir düşerek,öldürüldü.Bunun üzerine Türkler onu Şehit saydılar.Arkasında en küçüğü Veli Be olan üç oğul kaldı ; kardeşi Bekir'in de sonradan Tepedelin'in muhtar vekli olan Islam bey adında bir oğlu vardı.

O günlerde o topraklarda her bölge ve bazan her köy başlı başına bir cumhuriyet gibiydi.Nazari bakımından Osmanlı Imparatorluğu'nun idaresi altında olmakla birlikte bu köyler ve bölgeler,anarşi,rekabet ve sürekli savaş içinde yaşarlar,aradabir Osmanlı Imparatorluğuna karşı aralarında birleşirlerdi.Aile hayatı ve genel olarak hayat çeşitli özel ve genel nedenlerle sürdürülen,kavgalar ve kan davaları  ve birde Politika yüzünden sık sık altüst oluyordu.Islam Bey,Tepedelen' de durumunu düzeltmekle kalmamış,civardaki Hristiyan köylerinin birçoğunu da haraç karşılığında kanadının altına almıştı.Bu köylerden yalnız Kurmovo'yu dış düşmanlardan koruması için amcasının oğlu Veli Bey'e bırakmıştı.

Kurmova halkının düşmanları olmasının şaşılacak tarafı yok,çünkü ora halkı tanınmuş haydutlardı;şüphesi kurbanları,ya da kurbanlarının yakınlrı onlara hesap sormaya kalkışıcaklardı.Eşkiyalar yakaladıkları kurbanlarını kahin olduğunu söyledikleri bir ağaca sürüklerlerdi.Gerçekte,o ağacın içi boştı.Papazlarından biri onun içine saklanır ve ürkütücü bir sesle tutuklulara ne yapılması gerektiğini bildirdi:bazan çırçıplak soyulup ağaca asılırlar;bazan da atları ve eşyaları gaspedilir ve yayan gitmelerine izin verilirdi.

Fakat,Veli Bey,Islam beyi kıskanıyordu ve kardeşleriyle de arası bozuktu;hele yanlız Kurmovo'yu korumakla yetinecek durumda hiç değildi.O yüzden bir eşkiye çetesinin başına geçti,oraların geçerli işi,ya da sporu olan eşkiyalığa başladı.Kanun ve nizamın bekçisi olması gereken Islam Bey tabii bu serkeşlikten hiç hoşlanmamıştı.İşin nereye varacağından belki biraz kuşkulanmaya başladı.

Veli ilk önce ağabeylerini ortadan kaldırmağa karar verdi.Çetesiyle Tepedelen'e bir baskın yaptı ve ağabeylerini sığındığı binayı ateşe verdi.İkisi de cayır cayır yanarak öldüler,onun üzerine Veli yılda 6000 kuruş geliri olan bir aile servete kondu.

Yinede o para yetmiyordu,aynı zamanda mevki sahibi de olmak istiyor ve amca oğlu Islam'ın hala Tepedelen'in başında kalası ona saçma geliyordu.Bu saçmalığı ortadan kaldırmanın yolunu tez buldu.Bu sıralarda Islam'a aslen Kurmovolu olan bazı suçluları  cezalandırılması emredilmişti.Onun için onları yakalatarak huzuruna getirtti,bir bir falakaya çektirdikten sonra hapse attırdu.

Veli bey derahl Kurmoboluların duygularını işlemeye girişti ve bu işi o kadar iyi başardıki hapse atılanların akraba ve dostlarını onları zor kullanarak kurtarmak için ayaklandırdı.Halkı bir öfkeyle parlayan ve dostlar hızla Tepedelen'e varıp Islam beyin evini yaktılar,onu öldürüp nesi var nesi yoks ayağma edip,paylaştılar.Onun sonucunda Veli Bey sadece köye ikinci başkan olmakla kalmadı,bir de çifte tuğlu paşalık payesini kazandı.Ama bunun ötesine yükselemedi.Islam beyin dul karısına ve bıraktığı öksüz çocuklarına iyi davranacak kadar yumuşak yürekliydi ve civardaki kıskanç,intikamcı bazı beylerşe ağalar hayatını o kadar güçleştirdiler ki zengin olmak şöyle dursun 1753 yılında kırkbeş yaşında öldüğü zaman fakir bir adamdı.

Velinin ikinci karısı,Gotların kralicesi Tamora gibi,katı yürekli bir kadındı.Adı Hanho idi ve tanınmış bir adamın kızıydı.Onun vasıtasıyla Veli Bey,Arnavutluğun bellibaşlı bazı aileleriyle,özellikle Berat  Mutasarrıfı Kurt Ahmet Paşayla,ilişkiler kurmuştu.Veli'nin Hanko'dan Şehinsa adında bir kızı ve Ali adında bir oğlu oldu.Babasının ölümü ile Aliye miras olarak altmış para ve bir tüfek kalmıştı.Küçük yaşından beri büyük canlılık ve hareketlilik göstermekle kalmamış,annesine özgü olmakla beraber ırkında pek görülmeyen sinirli bir titizlik de belirtmişti.Ali dağlarda,ormanlarda gezmeyi seviyor,ders ve eğitimi sevmiyordu.

Veli hayattayken Hanko zorbalık fırsatını pek bulamamıştı;haremde yaşayarak ev işleriyle meşgul olmul ve çocukları Ali ile Şehinsa'nın haklarını,kocasının birinci karısından olma çocuklarına karşı titizlikle korumultu.Dul kaldıktan sonra korkunç bir üvey anne olmuştu.Islam'ın dul karısıyla arasında bir çok tatsızlıklar geçtiği için Hanko,köyden ayrılmaya ve çocuklarını düşmanlarından korumak için elinden geleni yapmaya karar verdi.O yüzden silahlandı,Veli'nin taraftarlarını etrafına topladı,başlarına geçti,onlarla tehlikeleri ve güçlükleri paylaşarak dağlara çıktı,adamlarıyla birlikte soygunlar yaptı.Yeni karargahı Argiro Kastro yakınlaındaki Karniyani idi.

Islam'ın karısı ise kocasının intikamı için çalışıyodu.Tepedelende Hanko alehine elinden gelen propaganda yaptı.Taraftarlarına ,cinayetine yardım etmekle kalmayıp Hanko'ya hala bağlı olan Kurova halkına saldırmayı da sağlık verdi.Hanko bunu nasılsa öğrendi ve Kurmovolulara dünya yüzünden silinmek istemiyorlarsa ilk darbeyi kendilerinin vurması gerektiğini söyledi.Onlar da öyle yaptılar.Afaroz edilmiş bir papazın önderliğinde ,Tepedelen'e baskın yaptılar.Islamnın dul karısı ve çocuklarını kılıçtan geçirdiler.Tepedelen halkı Hanko'yu suçladı ama o suçu kabul etmedi.Yine de bir misillemeden çekiniyordu.Onun için ,çoğunun yanlız endişelerini değil,aynı zamanda yatağını paylaştığı sadık muhafızlarının arasında Karniyani de kalmaya karar verdi.

Işler kötü gitmeye başladı.Önce ,ödedikleri yıllık baçı arttırmalarını isteyerek Kurmovoluları kızdırdı.Sonra hoşuna giden küçük bir Hristiyan köyünü ele geçirmeyi kafasına takar.Bu köy Gardiki Müslümanlarına aitti.Bunlar köyden elde ettikleri geliri kaybetmekten korktukları kadar Hanko'nun artan nüfuzundan da ürküyorlardı.Onun için Hanko'ya kızgın olan Kurmovolularla ittifaka gitmeğe karar verdiler.Onun sonucunda da pusu kurarak Hanko'yu yakaladılar.Niyetleri,ona unutamayacağı bir ders vermekrş.Gerçektende Hanko o dersi hiç unutmadı.Kendisine çok kötü davrandılar;gündüzleri bir zindanda kalıyor;geceleri ise zindandan çıkarılıp sırayla bütün erkeklere peşkeş çekiliyor,türlü hakaretlere uğruyordu.Argiro Kastrolu bir Rum Tüccar başına gelenleri duyunca o acıdı ve 23.000 kurus kurtulmalık ödeyerek serbest bıraktırdı.

Hanko serbest kalır kalmaz Veli'nin mülkü olan Kıyafe'ye çekildi.Ama oranın Hristiyan yerlileri kendinden hoşlanmadıkları için çok geçmeden Tepedelen'e döndü.Doğrusunuda yaptı;çünkü Kiyafeden ayrılır ayrılmaz evi yandı.

İki üvey çocuğu kısa aralarla öldüler.Hankonun onları zehirlettiği söyleniyordu ve şüphesiz doğruydu.Sonra işlerini yoluna koymaya ve bu iki çocuğunu yetiştirmeye koyuldu.Çocuklarının üzerinde büyük bir etkisi vardı.Emzirdiği sütle onlara hırs,açgözlülük ve kin aşılamıştı.
Deli olmasada,öyle davranıyordu.Dulluğu sırasında düşmanlarından ve özellikle Gardiki'de kendisine tecavüz edenlerden öç almanın kutsal ödevleri olduğunu çocuklarına aşılamaya dikkat ediyordu.Mirasını korumayını bilmeyenin onu kaybetmeyi hak ettiğini,bu dünyada  kuvvetin hak olduğunu ve herkesin kuvvete boyun eğdiğini Aliye söylüyordu.

Memleket hırslı bir adamın işgaline hazırdı.Yönetim '' Böl ve yönet ' ilkesine uygun şekilde yürütülüyordu.Babıali tarafından tayin edilen Paşalar,Yanya ve Delvinye gibi önemli merkezlere valilik ediyorlarlardı ama hükümleri altındaki Hımaro,Gardili ,Argiro Kastro ve Suli gibi çeşitli bölge ve şehirler vergi ödemek şartı ile  bağımsız yani otonomdular.Halkın bir kısmı müslüman,bir kısmı Hristiyandı,Bir kısmı ise hiç bir mezhebe üye dedğild.Bölgede pekçok lisan konuşulurdu.Gerilla savaşları için çok elverişli merkezden uzak ola bu bölgede sık sık isyanlar oluyor,kan davalarının sonu gelmiyordu.Anarşi herşeye hakimdi.Vergiler Istanbula geldikçe ve Sultanın hakimiyeti kabul edildiği sürece ,buraları kimse için önemli değildi

Ali daha on dört yaşındayken koyun,keçi çalıyor,komşu köylere baskınlar düzenliyordu;babası ve anası gibi eşkiya olmuştu.Yani mahalli yetkililere zarar verilmedikçe ,Haydutluk saygıdeğer bir meslekti.Iyı bir binici ve nisancı idi.Ama daima şanslı ve başarılı değildi.Annesine karşı Gardiklilerle birleştikleri için Kurmovaya çetesiyle saldırdığında,büyük bir direniş ile karşılaştı.Köyüne yapayanlız döndü.Hanko öfkesiden deliye dönmüş,eline bir öreke vererek '' Al,bu senin eline tüfeken çok yakışır,senin gibi bir nane molla haremden çıkmamalı '' diye bağırmıştı.

Ali,annesiyle komşularının alaylarını kaldıramadı,nihayet otuz arkadaşıtla Tepedelen'den ayrılarak Egriboz paşasının hizmetine girdi.Başıbozuk bir kolcu müferezesinin başında bölgenin sınırlarını koruma görevini aldı.

Bu iş Ali'yi ilgilendirmiyordu.Onun için adamlarıyla birlikte Teselya taraflarına ve başka yerlerde çapula gitti.Hikaye odur bir manastırda,gömülü bir hazine bulur.Hazine sayesinde yeniden işe girişmişti.

Yaptığı işler Güney Arnavutluk,Teselya ve Mora bölgesi kolluk bölgesinin başı olan Berat'ın Kurt Paşasının kulağına geldi.Paşa,Kurt ısmini savaştaki cesurluğu ve ustalığıyla kazanmış,yüksek nüfuzu olan ünlü bir adamdı.İdaresi altındakki beylere Ali ile çetesini toplamalarını emretti.
Paşanın emri yerine getirildi.Ali tutuklu olarak Berat'a getirildi.Arkadaşlarının çoğu asıldı.Ali asılmaktan korkuyordu ama Kurt bey ondan hoşlanmıştı.Belki de Alinin hayatının çok değerli olduğunun anlamıştı.Kurt Bey Hankonun akrabasıydı.Aliyi opayladı ama ona iyi davrandı.Ali bir kaç yıl Berat'ta kaldı.Berat,dik bir kayanın üstündeki ünlü kalesi,bahçeleri,serveti,onüç camisi,Türk tarzında zarif bir köprünün sekiz kemerinin altından akan nehri ve çoğu zaman maviler giyen,iki ayak boyunda mavi külahları çenelerinin altından kurdelerle bağlı kadınlarıyla,hem güzel hemde önemli bir merkezdi.

Ali yakınlığa güvenip Kurtun kızını istedi.Kurt Beyin Haznedarı ya Aliyi öldürmesini yada onu damat olarak alması için beyi uyardı.Kurt bunların ikisinide yapmadı.Ali'den daha soylu,daha iyi mevkii olan Avlonyalı Ibrahim Paşayı damat seçti ve 1764 de düğün yapıldı.

Ali çileden çıkar,İbrahim paşaya kin gütmeye başladı.O kadar kızgındıki,dilenci kılığına girip Berattab kaçtı ve çetesini kurdu.Haydutluğa devam etti.Başına 5000 akçe ödül kondu.Büyük birlikler üstüne gelince,Ali bir süre Hristiyan köylerinde sakladı ve sonunda Kurtun büyük düşmanı Delvinyeli Kaplan Paşanın yanına sığındı.Ali Kaplan Paşanın kızıEmine Ümmü Gülsümle 1768 de evlendi.Ali evlendiği zaman yirmidört yaşındaydı.Alinin iki oğlu oldu 1769 de Muhtar 1771 de Veli.

Ali yükselmek istiyordu.Bir tertiple önce Kaplan sonra onun oğlu Aliden kurtuldu.Delvinye paşası oldu,ama bu paşalık için işlediği cinayet yüzünden halk onu  desteklemedi.Yerine bıraktığı vekil öldürüldü ve yerine Mustafa paşa  mutassarıf oldu.Ali ise pes etmedi.Bol rüşvet vererek kendini Rumeli Derbentler Nazırlığı yardımcılığına tayin ettirdi.Başlıca görevi haydutluğu önlemekti.Ancak Ali tüm haydutlrdan pay almaya başladı.Bu iş başarı ile yürüdü,Ali küplerini doldurdu,yollar eşkiyaların oldu,Derbentler nazırı istanbula çağrılıp idam edildi.

Bir iki yıl sonra Ihtiyar Kurt da öldü.Öldüğünde Kurt Avlonya Mutassarrıfı ve Derbentler nazırıydı: genel güvenliği ve dağ geçitleri gibi stratejik noktaları korumakla görevliydi.Avlonya paşalığı oğlu Mehmete kalsada,Ali Derbent nazırı oldu.

Ali hemen Istanbul'da bulunan bazı Epirli tacirleri kandırarak kendine destek sağladı.Ülkede Teselya ve Yanya çevresini eşkiyadan temizleyecek enerjiye,bilgiye sahip tek adamın kendisi olduğu inancını yaydı.Kazanırsa onları koruyacağına söz verdi.Kazandı,hem yanlız nazırlığı elde etmekle kalmadı,Teselyada Tırhala Mutasarrıflığını da ele geçirdi.

Derbentler Nazırı olunca,Ali,artık soyguncu gibi davranmayı bıraktı,görevini,ağrıbaşlılıkla yerine getirmeye başladı.4000 adamı ile kurduğu bir kuvvetle tüm çevreyi taradı,Armatolları ve Kleftleri kovaladı,reislerini ele geçirip,kellerini uçurttu,çetelerini dağıttı.Sağ kalanları ulaşımı olmayan dağlara kovaladı.

Ali,Larissa ağalarının servetine el koyma durumunda olduğu için etraftan kıskanılacağını biliyordu.Bölgesinde düzeni yeniden oturttu.

1787 yılında Osmanlı Imparatorluğu,Rusya ve Avusturya ile savaşıyordu.Sadrazam ona komutanlık verdi.Ali disiplinsiz ama cesur ordusuyla Sadrazaman katıldı.Savaş sırasında bir esir değiş tokuşunda  Potyemkin ile tanıştı.

Savaş bitmeden önce Ali'ye asi İşkodralı Kara Mahmut Paşaya karşı açılan sefere katılması buyuruldu.Kara Mahmut Paşa ,savaşı ve Babıalinin savaşla mesgul olmasını fırsat bilip kendi de bir paröa toprak edinmeyi düşünmüş,Boşnak komşularıyla Venediklilere ait birkaç kaleyi işgal etmişti.Bununla da yetinmeyerek ,Arnavutluk ve Bosna'nın birer bölümüyle Karadağ'ı ve Kuzey Makedonyayı içine alan büyük bağımsız bir prenslik kurmayı istiyordu.Ali,Kalben Kara Mahmut Paşayı desteklesede,görevini yaptı.

Tırhalaya dönünce,hala savaşta olan Komşusu Yanya Paşası Ali İzzet'in işleriyle ilgilenmeye başladı.Yanya beyleri Paşalarını başlarından atmak istiyor,entrika çeviriyorlardı,ama onu yerine kimn gececğine karar verilmiyordu.Rakip taraflar arasında ciddi çatışmalar olmuştu.Bunlar tüm çevreyi tedirgin ediyordu;şehirde anarşi vardu,evler tahkimli ve cinayetler işleniyordu.

Bu Ali için büyük fırsattu.Tırhalanın yöneticisi olarak Istanbul ile Yanya arasındaki ticaret yoluna hakimdi.Annesini gömdükten sonra,planını uygulamaya başladı.

Ali Yanyadaki kavgaları körükledi,aynı zamanda rüşvetler,büyük sözler vererek kendinden taraf büyük bir grup ortaya çıkarmıştı.Ondan yana olanların çoğu,Rumdu,çünkü Yunanlula Teselyadaki Rumların durumuna  bakarak Tepedenliye güveniyorlardı.Ali de onlara ve paralarına güveniyordu.Şehir tamamı ile çökmüştü,Güçlü bir yönetime ihtiyaç vardı.

Ali kimsenin beklemediği bir anda,askerlerinin başında şehrin varoşlarında göründü.Hemen saldırmaktan çekindiği için çevredeki köylere saldırdı.Yanya beyleri ondan korkttu ve ultimatom yollayıp,geri dönmesini söylediler.Ali ile beyler savaştı ancak kimse kazanamadı.Ancak beyler savaşmaya devam etti.Ali ise gece şehrin büyük beylerinden birinin kızını kaçırip evlendi.Güçlü bir aile ile ilişki kurdu.Ondan sonra şehirdeki yandaşlarını  Istanbul'a bir kurul gönderip Yanya paşası olması için bir dilekçe vermeye ikna etti.Ali kendine karşı muhalefetin kuvvetlendiğini duyunca,hemen sahte bir belge düzenledi ve gücü eline aldı.

Ali Paşalığını şehre duyurdu,Beyler onu karşıladı ,başka belgelerle paşalığını kuvvetlendirsede,sonunda Sultan onu Yanya paşası atadı.Tepedenli Ali Paşa,III.Selim ve II.Mahmut dönemlerinin gözde devlet adamlarından biri oldu.Rus savaşlarında büyük yararlıklar göstermiş,Sırbıstin'da Osmanlı Imparatorluğuna karşı çıkan ayaklanmaları bastırmıştı.Bu arada,görevli bulunduüu yerlerdeli bayındırlık işlerinde gösterdiği başarılarla da dikkatleri üzerine toplamıştı.Bu nedenlerle kendisine III.Selim tarafından vezirlik verildi.1802 yılında Rumeli Valisi olarak,dağa çıkmış eşkiyanın ve özellikle Pervandoğlu'nun üzerine gönderilen kuvvetlerin komutanlığına getirildi.Önceleri başarı kazandıysa da sonrada Rumeli ayanıyle aralaında çıkan anlaşmazlıklar sonucu,1803'te valilikten uzaklaştırıldı.Kendisine yanlnıza Yanya ve Turhala mutasarrıflıklarıyle,sonradan verilen Derbentler başbuğluğu kaldı.

Yine de Makedonya'nın en güçlü adamı Tepedenli Ali Paşa'ydı.Fransa'dan bilgin ve uzmanlar getirterek bölgenin kalkınmasına yardımcı olmuştu.XIX.yüzyıl başında Osmanlı İmparatorluğuyla,Fransa,Ingiltere ve Rusya arasında geçen siyasi  olaylardan yararlanarak Preveze'yle Voniça'yı ele geçirdi.1819'da parayla Parga'yı Ingilizlerden satın aldı.O Bölgenin tannmış valilerden ve akrabası olan Avlonya mutasarrıfı Ibrahim Paşa'yı hileyle Yanya'ya getirtip ölünceye kadar hapsetti.Onun yerine de kendi oğlu Muhtar Paşa'yı göndermekte bir sakınca bulmadı.Tepedenli Ali Paşa'nın devlet içinde devlet durumuna geldiğini gören Sultan II.Mahmut,onun üzerine bir ordu göndermek zorunda kaldı.

1820 yılında,Tepedenli Ali Paşa'nın şansı artık tersine dönmüştü.Egemenliği altındaki şehir ve kaleler birer birer elinden çıkmış ve Yanya kalesinde  Hurşit Paşa'nın kuvvetleri tarafından sarılmıştı.Tepedenli,Yanya kalesinde  iki yıla yakın Osmanlı Ordusuna karşı başarılı bir savunma yapmış fakat emrindeki birlikler iyice yıpranmış ve azalmıştı.Sonunda Yanya kalesinde bulaşıcı hastalıklarda başladı.Böylece Tepedenli Ali Paşa ve adamları çok kötü bir duruma düştüler.

Bu arada Tepedenlinin Topçubaşısı Napolili Caretto,bir yolunu bularak kaleden kaçmış Hurşit Paşaya sığınmıştı.Caretto'nun kaçışından sonra Tepedenli Ali Paşanın din değiştirip Hristiyan olacağı söylentisinin çıkması üzerine altıyüz asker kaleden ayrıldı.Tepedenlinin yanında kalan askerin sayısı 100 kadardı.Zaten kalenin büyük bir bölümü,Hurşit Paşanın kuvvetleri tarafından kazılan lagımların atılmasıyle ele geçirilmişti.Bu nedenle Tepedenli Ali Paşa,göl kıyısıdaki iç kaleye çekilmek zorunda kaldı.

Hurşit Paşa da boş durmuyor,kaleye soktuğu casuslarla Tepedenlinin adamlarına rütbe ve makam vaat ediyor,onları paraya boğuyordu.Bu yolla elde edilen nöbetçiler bir gece kale kapılarını açtılar ve Hurşit Paşa'nın bir tabur askerini içeri aldılar.Tepedenli Ali Paşa iç kalenin de düşmek üzere olduğunu görünce son kozunu oynadı.Hurşit Paşa'ya haber salarak güvendiği bir adamını konuşmak ve n-bazı konularda bilgi vermek için yanına yollamasını istedi.Hurşit pala,Tepedenlinin bu teklifini kabul edereke bir adamını gönderdi.

Tepedenli Ali Paşa,Hurşit Paşanın adamını içinde 2000 fıçı barut bulunan bir depoya götürdü.Ayrıca,Ali Paşa'nın bütün hazineside depodaydı.Barut fıçılarının yanında eliyle meşaleyle Selim adında bir fedai geliyordu.Tepedenli Hurşit Paşa'nın adamından ,dış kalenın boşaltılmasını istedi.Eliyle Selim'i göstererek 

'' Eğer Hurşit Paşa dış kaleyi boşaltmazsa,barut fırçalarının ateşlenmesini emredeceğim !!...'' dedi.Sonra,belinden tabancasını çekip barut fıçılarına ateş eder gibi davranışta bulundu.Hurşit Paşa'nın adamı ve onun yanındakiler,bu davranış karşısında büyük bir korkuya kaplarak depodan dışarıya kaçıştılar !...

Tepedenli gülümseyerek onların yanına gitti ve :
'' Bana güvenip elçi olarak gelenlerin canlarına hiç bir zaman kıymam.Yalnız dış kale boşaltılmazsa neler olabileceğini göstermek istedi !..'' Bir süre düşündükten sonra sözlerine şunları ekledi :
'' Padişahımız efendimiz göndereceği bir fermanla bağişladığını bildirirse,ben de kaleyi teslim eder Anadolua Babıalinin uygun göreceği bir yerde oturmak üzere Istanbula giderim.Bunu Hurşit Paşa'ya böylece anlatasınız ....''

Hurşit Paşa'nın adamı,geri dönüşünde kalede gördüklerini bir bir anlatıp,Tepedenlinin bağışlanma dileğini de efendisine iletti.Bunun üzerine Hurşit Paşa'nın dış kaleyi boşalttığı görüldü.Ayrıca,aynı elçi yeniden Tepedelenli Ali Paşa'nın yanına gidip bağışlanma isteğinin Babıaliye bildirildiğini,karşılığı alınır alınmaz kendisine iletileceğini söyledi.

1822 yılının ocak ayı ortalarında Hurşit Paşa'dan,Tepedelenli'ye bir başka elçi daha geldi.Elçi,efendisinin.çok önemli bazı konularda gizli bir konuşma yapmak için Tepedelenli Ali Paşa'nın Yanya Adasına geçmesini istediğini bildirdi.Tepedelenli Ali Paşa,istediği biçimde güvenlik tedbirleri almakta serbestti.

Ali Paşa tam bir gününü bu teklifi düşünmekte geçirdi.Ertesi gün Hurşit Paşa'nın isteklerini kabul ederek,yanına eşi Vasiliki ve kendisine çok bağlı on adamını alarak kaleden çıkıp adaya geçti.Pandeleimen manastırına girdi.Yanında en güvendiğ kişilerden Kosta Buçari,Selfı Buno,Sanas Vaya,Küçük Mansvayko,Fehim Cami ve Bayram Ağa bulunuyordu.

Tepedelenli Ali Paşa,kaleden çıkarken,barut fıçılarını bekleyen fedaisi Selim Cami'ye gizlice tespihini gösterip.:
'' Bu tespihi görmedikçe,sakın baruthaneyi  kimseye teslim etme ! Eğer beni adada öldürecek olurlarsa baruthaneyi atele ver ve kaleyi yık ! '' emrini vermişti

Adadaki manastıra yerleştiğinin dokuzuncu günü,Hurşit Paşa'dan bir haberci geldi.Paşa gönderdiği adamıyla Tepedelenli Ali Paşa'nın Babıali'nin bağişlandığını müjdelemekteydi !..Fermanın okunma töreni yapılacağından ,Selim'in elinde meşaleyle artuk baruthanede bulunmasının gereksizliği ileri sürülüyor,fedainin oradan alınarak,kaleninde teslimi isteniyordu.

Tepedeleni bunun bir hile olduğunu anlamıştı.En güvendiği adamlarında biri olan Kosta Buçari'yi yanına çağırıp Selim'in baruthaneyi havaya uçurma zamanının geldiğini ve hiç vakit geçirmeden bu emrinin yerine getirilmesini istedi.Kosta Buçari,başını üzüntüyle iki yana sallayıp:
'' Ali Paşa'm,Serasker Paşa gün ışıdığından beri Yanya kalesini askerleriyle sarmış durumdadır.Artık haber ulaştırmamız imkansızlaşmıştır '' dedi

Bu konuşma olurken,Hurşit Paşa'nın gönderdiği Hasan Paşa da Tepedelenlinin yanına gelmişti.Ali Paşanın kuşkuya kapıldığını gören Hasan Paşa :
'' Kötü düşüncelere yer vermek doğru değildir.Yalnızca duruma resmi bir antlaşma şekli verebilmek için Hurşit Paşa bu yola baş vurmuştur,kaygılanmayın....'' demiş,yemin üstün yemin ederek Tepedelenliyi kandırmıştı.Ali Paşa tespihini çıkarıp Selim'e gönderilmek üzere Hasan Paşa'ya verdi.

Tespih vakit geçirilmeden baruthanede bekleyen Selim'e gösterildi.Efendisinin tespihini tanıyan Selim,baruthaneyi teslim edip dışarı çıkarken öldürüldü.

1822 yılı Ocak ayınun 24.gnü,Hurşit Paşa'nın Kethüdası Köse Mahmut Paşa'nın yanında otuz asker olduğu halde kayıklarla adaya yanaştığı görüldü.Tepedelenli manastor içindeki odasından dışarı çıkarak merdiven başında beklemeye başladı.Gelenlerin yüzünden,getirdikleri fermanın kendi aleyhine olduğunu anlayan Ali Paşa,en önde Yürümekte olan Köse Mehmet Paşa'ya şöyle bağırdı:
'' Paşa,ilerleme ! Ne var Söyle ! '' 
Köse Mehmet Paşa,Tepedelenlinin bu sözleri üzerine durdu.Koynundan çıkardığı fermanı öpüp başına götürdükten sonra Ali Paşaya dönerek sert  bir sesşe:
'' Paşa,kader böyleymiş ! ..'' dedi ve basamaklardan hızla çıkmaya başladı...
Ali Paşa:
'' Kahpeler!..Ali'nin kafası böyle kesilir ! '' diyerek tabancasını çekti,kendisine yaklaşmakta olan Mehmet Paşa'ya iki kere ateş etti.Kurşunlardan biri,Mehmet Paşa'nın sol elinde tuttuğu fermanı delmiş,öbürü de üst üste giydiği kalın kürklerin arasında kalmıştı.Mehmet Paşa da tabancasına davranmış ve Tepedelenliyi sol kolundan yaraladıktan sonra,yeniden ateş etmemesi için üzerine atılmıştı.Genç bir adama olmasına rağmen 78 yaşındaki Tepedelenli'yle bala çıkamayacağını anayan Mehmet Paşa,arkası sıra merdivenleri tırmanan Hurşit Paşa'nın Kaftanağasından yardım istedi.Ağanın Tepedelenli Ali Paşa'nın başına doğru salladığı kılıç,tahta sütunlardan  birine saplanmıştı.Bu sırada,Tepedelenlinin adamlarıda yetişmişlerdi.İki taraf arasında kanlı bir boğuşma başlamıştı.Kaftanağası atılan kurşunlardan biriyle vurulup yere yıkılmıştı.Mehmet Paşa da canını kurtarabilmek için kendini  bahçeye dar atmıştı.Tepedelenli Ali Paşa,adamlarının kolları arasında günlerden  beri kalmakta olduğu odasına götürüldü.

Köse Mehmet Paşa'nın  adamlarından sekiz kişi,vuruşma sırasında  gizlice Tepedelenli'nin yattığı odanın altındaki bodruma girmişlerdi.Az sonra hepsi birden bodrumun tavanına ateş etmeye başladılar.Odanın döşemesini delip geçen kurşunlarından biri.Tepedelenli Ali Paşa'nın husyelerini parçalayarak onu ağır yaralamıştı....Canının acısından kendine yere atan Ali Paşa,az sonra can çekişmeye başladı.Fakat akıl başındaydı.Adamlarından Sanas Vava'yı işaretle yanına çağırıp güç duyulur bir sesle:

'' Karım Kira Vasiliki'yi düşmanlarının eline geçmeden öldür !..'' dedi.Kira Vasiliki,çatışmanın başladığı andan beri,manastırın bir odasında gizleniyordu.Bu emri verdikten sonra,çevresindeki adamlarına birer birer bakıp haklarını bağışlamalarını istedi.Sanas Vana'nın kolları arasında ve başı onun göğsüne dayalı olarak can verdi.

Efendisnin öldüğünü gören Sanas Vaya,dışarı fırlayıp Mehmet Paşa'nın askerlerine hala kurşun yağdıran arkadaşlarına ateşi kestirdi.Bir beyaz mendille de teslim olduklarını bildirildi.Bunu fırsat bilen Mehmet Paşa'yla askerleri manastıra girip Tepedelenli'nin adamlarını ve karısı,Vasilikiyi Tutukladılar.Ali Paşa'nın odasına girenlerse hiç vakit geçirmeden cesedin kafasını kesip Hurşit Paşaya götürdüler.

Ertesi günü Tepedelenli Ali Paşa'nın başsız cesedi bir kayığa konup adadan  kaleye getirildi.Fetjiye camisinde namazı kılındıktan sonra,daha önce ölen eşlerinden  Ümmü Gülsüm'ün yanına gömüldü.Silahtar Ahmet Ağa'nın İstanbul'a götürdüğü kesik başıysa,Topkapı Sarayının Ortakapısında bir süre halka gösterildi.Daha sonra Silivrikapı dışındaki mezarlığa oğulları Veli,Muhtar,Salih Paşalarla torunu Mehmet Paşa'nın kesik başları yanına gömüldü.

Dul kalan güzel eşi Vasiliki'yse sonradan birçok paşalar ve Mora'nın büyük kaptanlarının gönderdikleri görücüleri sürekli olarak geri çevirmişti.Bunun nedenini soranlara,Vasiliki şöyle derdi 
'' Ali Paşa'dan kalan bir kadına koca olabilecek bir erkek düşünemem ! ''
Vasiliki kocası Tepedelenliyi kaybetmekten dolayı kendini içkiye verir,sarhoş dolaşır ve geç yaşta ölür.



Tuesday, December 18, 2018

PATRICE LUMUMBA NASIL ÖLDÜRÜLDÜ ?

 

Tarih sahnesinde bu gunlerde yavas yavas unutulan bir kişiden  bahis edeceğim bu yazıda;1960 yıllarda yaşayanlar için yanlızca bir haber kupuru olan Cesur ve Vatansever  bir kişi olan Patrice Lumumba 'yı anlatmaya calısacağım.

Pek çok kaynak Kongo ve Patrice Lumumba hakkında şu bilgileri vardır.
'' ..Bir Belçika sömürgesi olan Kongo,30 Haziran 1960 da Lumumba ve Kasavubu adlı Afrikalı liderlerin önderlikleri altında hareket eden toplulukların ortak mücadelesi sonucunda bağımsızlığa kavuştu.Aynı yılın temmuzundan sonra yabancı ülkelerin kışkırtmasıyla rakip kabileler arasındaki çatışmaar sürüp gitti.Birleşmiş Milletlerin müdahalesi fayda vermedi.Lumumba'nın öldürülmesi ise bir iç savaşa yolaçtı.1964'te iki taraf yeni bir anayasa kabul etmek zorunda kaldı..........''

'' Patrice Lumumba ,Kongo milliyetçi hareketinin başkanıydı.Bağımsızlıktan sonra eski Belçika Kongo'su Başbakanı oldu.Kongo'nun birliğini bozabilecek durumlara karşı koydu,fakat büyük bir muhaleftle karşılaştı.Başkan Kasavubu,Lumumbayı görevinden uzaklaştırdı.Lumumba Albay Mobutu tarafından tutuklandı.Katangaya götürüldü ve orda öldürüldü.

'' Kongo'nun eyaleti olan Katanganın  Başkanı,Moise Combe,bu zengin maden bölgesinin bağımsızlığını ilan etti.Belçika birlikleri Katanga'nın kontrolunu ele geçirdi.Katanga Cumhuriyetinin başkanı olarak Lumumba'ya şiddetle karşı çıktı ve onun öldürttü ''

Lumubanın  bir tek cümleyle geçiştirilen ölümünün gerçekte,uzun ve utanç verici bir öyküsü vardır.

13Şubat 1961 tarihinde,Katanga İçişleri Bakanı Monungo ( Belçikalılarla işbirliği yapan zengin bir zenci ailesinin üyesi idi.Lumumbanın ölümünün sorumlularındandır ) bir basın topnatısı düzenliyor ve gazeticelere şunları söylüyordu:

'' Sizi Bugün buraya Lumumbayla iki suç ortağının öldürüldüğünü bildirmek için çağırdım.Dün akşam Kalveziden gelen bir adam ,Lumumbanın Okito ve Mpolo'yla birlikte sabahleyin bölgedeki köylüler tarafından linç edildiklerini anlattı.Bu sabah iki bakan arkadaşımla hemen bir uaçağa atlayarak olay yerine gittik.Yanımıza birde doktor aldık.Cesetleri görür görmez hiç şüphemiz kalmadı.Doktor,gömülme iznini verdi.Cesetleri orada biryere gömdürdük.Neresi olduğunu söylemiyorum,sonra orasını Kutsal bir yer ilan ederler'.

Bakanlar kurulu,Lumumba'nın  kafasını getirene 40bin Frank vaat etmişti;bu parayı o köye vereceğiz.Köyün adını açıklamayacağım.Lumumba'nın  ölümüüne üzüldüm dersem,yalan söylemiş olurum.Benim bu konudaki duygularımı bilirsiniz.Zaten Mahkemeye verseydik,üçüde idam cezası alacaktı.Kabahat kendilerinin ,Yüzde yüz hükümetimizi destekleyen bir bölgede kaçıp ta nereye gideceklerid ? Beni tanırsınız size gerçeği olduğu gibi anlattım.Şimdi bizi üçününde katlinden sorumlu tutacaklar.İspat etsinler ''

Munongo gerçeği söylemiyordu ve gerçekten Lumumbayı o ve adamları öldürmüştü.

Katanga Çumhurbaşkanı Moise Combe,bu yalanları 3 yıl sonra ülkesinden kaçmak zorunda  kaldığında,Madrid şehrinde başka bir biçimde sürdürücekti.

'' Kasavubu bana telefon etti.( Dostum size üç paket gönderiyorum.Havaalanından alırsınız.Geri çevirmeye kalkmayın çok rica ederim.Artık sizin bileceğiniz şey,ne isterseniz öyle yapın...'' Şasırdım kaldım.Geri yollamaya kalktım,ama Kasavubu bir türlü kabul etmedi..Öyle bir dövmüşlerki,Elisabethville'e geldikleri  zaman Lumumbayla arkadaşlarını ucçakta çan çekişir durumda bulduk..Lumumbayla arkadaşlarını havalimanı yakınlarında boş bir eve taşıdık.Bir Belçikalı doktor çağırdık ve Doktor Peters geldi.Üçününde kurulması için bir mucize gerektiğini söyledi.Lumumbada iç kanama başlamış ve kemikleri kırılmıştı.Okito'nun da kemikleri kırılmıştı.Mpolo ise koaya girmişti.Hemen Kasavunuya telefon edip durumu bildirdim.Devlet Başkanı '' Ölürlerse oraya bir yere gömün,bir daha da lafını etmeyin dedi '' Kızdım,hiç anlamam ,ölü yada diri,yarın her üçünüde geri gönderiyorum dedi..İlk önce sabahın üçünde Okito öldü.Sonra Lumumba,sonra da Mpolo.Ertesi sabah cesetleri uçağa koymak istedik,Pilot almadı.Uçakta Cenaze taşımak için işlemler gerektiğini söyledi.Cesetler elimizde kaldı ''

Tunus'ta çıkan Jeunes Afrique adlı bir derginin muhabiri,Combe'nin  her yerde  heyecan yaratan bu demecinden sonra,eski Katanga Hükümet başkanını soru yağmuruna tuttu.
' Peki siz üç yıl önce Lumumba'nın iki arkadaşıyla birlikte kaçtığını,sonrada her üçünün köylüler tarafından öldürüldüğünü söylemiştiniz.O zaman mı yalan söylediniz yoksa şimdimi söylüyorsunuz ?
- O zaman yalan söyledim
- Doğruyu söyleseydiniz daha iyi olmaz mıydı ? Herkes sizi suçlamazdı 
- Doğryu söyleseydim Kongoda iç savaş çıkardı
Oysa,Combe hep yalan söylüyordu.

1961 Ocağının sıcak bir gününde DC uçağı Elisabethville Havalimanına inmişti.Daha önce bir takım hazırlıklar yapılmış,karışıklığı önlemek için alana yüze yakın Jandarme ve asker gönderilmişti.Alanda,hiç birşeyden haberi olmayan altı Isveçli Birleşmiş Milletler askeri vardı.Şaşkınlıkla olanları izliyorlardı.İçişleri Munongo,hazırlıkları kontrol kulesinden izlemektedir.Merdiven uçağın kapısına dayanır dayanmaz.Katangalı askerler uaçğı kuşatır.Belçikalı havacılar,Kongolu askerler,uçağın kapısından Lumumba'yı dışarı iterler.Sırtında yanlız bir atlet,ayağına buruşuk bir pantalon vardır.Lumumba'nın elleri arkasına bağlı olarak bir cipe bindirdiler.Kısa bir süre öncesine kadar Kongo'nun başbakanı olan Lumumbanın ayaklarında ayakkabı dahi yoktu.Onun ardından,arkadaşlaro Okito'yla Mpolo da aynı arabaya tartaklanarak tıkılırlar.Askerler,onların ustune oturdular.iki otomobili izleyen  ciple havalimanından ayrılırlar.

Birkaç kilometre gidildikten sonra kafiler yolun biraz uzağındaki bir villanın önünde durur. Lumumbayla iki arkadaşını cipten zorla indirdiler.Arabanın birinden Munongo çıktı ve Lumumbanın yanına yaklaştı.

'' Hani sana kursun işlemezdi ? Atılan kurşunlar geri teperdi ? gene öylemisin ? ''
Olayın görgü tanıklarından,Katanga eski haberleşme bakanı Luc Samalenge,o sahneyi şöyle anlatır.

'' Sanki hiç ölmeyecek gibiydi.Lumumba '' Kutsal amaca karşı gelemezsiniz....'' dedi.Öleceğini biliyordu belkide haklıydı Lumumba....Ama ne yapabilirdik ona ? Hele öldürerek..o kadar işkence ettiler..başını bir an bile eğmedi...Ülkemizi geleceğinde bir an bileşüphe duymadı.Ülkesi için öldü.'' Kutsal amaca varmak için girişilen savaşa engel olamazsınız.Beni öldüreceğinizi biliyorum.Ama haklı olan benim.Siz Kongoya ihanet ettiniz.Siz Sömürgecilere satılmış kölelersiniz.Yarın sizi yargılacak olan halka karşı gelemezsiniz...dedi.O zaman Combe haykırdı.Munongo deliye dönmüştü.Süngüyü usulca Lumumbanın göğsüne sapladı.Kan hemen fışkırmadı.Lumumba bası arkadaya devrilmiş,dizleri üstüne düşmüştü.Iste o zaman Yuzbaşı ateş etti....
Ve Lumumba öldü.Cesedini,şirketin buzhanesine koydular.Biz öldürdük onu,hepimiz....kalbini ve ciğerlerini,Combe'nin askerlerine yedirdiler.Başı nerede Lumumbanın ? Kimse onun Mobutu'ya,Munongoya,Combe'ye,Kasavubu'ya yenildiğine inanmıyor.
Lumumbayı bir ağacın altına gömmüşler,Şimdi,Katangada,Kasa,'de,Kongo'da her ağacın altı kutsaldır '' 

Olayın tanığı Samalenge,1961 şubatında Munongonun emriyle hapse atılmıştır.Aynı yılın kasım ayındada şüpheli bir av kazasında ölür.

Patrice  Lumumbanın katlinin hikayesi budur.




Saturday, December 15, 2018

ÇİN BOXER AYAKLANMASI






XVIII yüzyıl sonlarında Ingilizlerin '' Hindistan Şirketi '' Çin'e afyon sokmaya başlamış,XIX yy başlarında Çin'in yıllık afyon ithalatını 20 bin sandığı bulmuştu.Halkın sağlığının bozulması yanında ,yurt dışınıda önemli ölçüde para çıkıyordu.Çin Imparatoru,kötü gidişi durdurmak için,afyon tüccarlarını ve bu uyuşturucu maddeyi kullananları ölüm cezasına çarptırmış,bu arada Kanton şehrine gelen 20 bin sandık afyona el koymuştu.

Çin Ingiltere için büyük ve elverişli bir pazardı.Imparatorun afyon konusunda aldığı kararları bahane ederek  Kanton'a asker çıkardı.Çin direnmek isteyince Yang Çe bölgesinede asker çıkarıldı,Şanghay kuşatıldı,şehirde bulunan 16 bin Mançu,umut kalmayınca,topluca intihat ettiler !

Pendit Jawarharlal Nehru,bu konuda şöyle der:
''.. 1834 yılında Ingiltere Doğu Hint Şirketinin Çin ticareti üzerindeki tekelini kaldırdıktan ve kapıyı Ingiliz tüccarlarının önünü açtıktan sonra,afyon kaçakçılığı çoğaldı.Çin hükümeti bunu önlemek için gerekli tedbirleri yeniden almaya karar verdi.Lan Tsi Hay adlı bir adamı kaçakcılığa karşı mücadele etmekle görevlendirildi.Hızlı ve köklü bir şekilde işe girişen bu memur,bu yasak ticaretin merkezi haline gelen Güneydeki Kanton şehrine gitti;bütün yabancı tüccarlara,ellerindeki afyonların hepsini teslim etmelerini bildirdi.Tüccarlar bunu ret edince zor kullanmaya ve işyerlerini sarmaya başladı.Çinli işcilerin ve hizmetçilerin onlarla görüşmelerini  ve yiyecek vermelerini yasakladı.Bu tedbirler tüccarları,20 bin sandık kadar afyonu teslim etmek zorunda bıraktı.Lan,kaçırılmak için hazırlanmış olan bu afyonun hepsini yaktırdı.Ayrıca tüccarlara içinde afyon bulunmadığı hakkında kaptanı tarafından garanti verilmeyen yabancı gemilerinin,Kanton limanına girmesine izin verilmeyeceğini  yoksa tüm gemilere malı ile birlikte el koyulacağı konusunda uyardı.Görevini iyi yapan Lan,bu olayın Çini zor durumda bırakacağını düşünmemişti.Nitekim bu tedbirler,Ingiltereyle savaşa yol açtı.Ve bu savaş Çinin yenilgisiyle çirkin bir antlaşmanın imzalanması  ve afyon ticaretinin serbest bırakılmasıyla sonuçlandı.Afyon ticaretinin Çin halkına vereceği zarar,Ingiltere için önemli değildi.Çünkü İngiltere tüccarlarının  elde edecekleri kardan ve bu karın Ingiliz hazinesine sağlayacağı gelirden başka bir şey düşünmüyordu.Lan tarafından yakılan Afyonun çoğu ingiliz tüccarlara aitti.Bunun için Ingiltere,şerefini ve onurunu savunmak  gerekçesiyle 1840 yılında Çin'e savaş açto.Bu savaş tarihe Afyon savaşı adıyle geçmiştir.

Savaş başlayınca Ingiliz filosu Kanton ve öteki limanlafı sardı.Çin bu filonun  karşısında  güçsüz kalıyordu.Bu yüzden 1842 yılında teslim olmak ve NanKing Antlaşmasını imzalamak zorunda kaldı.Bu Antlaşma Çinin beş limanını ( Kanton,Şanghay,Amoy,Fuçow ve Ningpo ) yabancı ticarete daha doğrusu afyon ticaretine açmak zorunda bıraktı.Bunlara '' Antlaşma limanları '' adı verildi.Ingiltere ayrıca Kanton'a yakın Hong Kong Limanınıda Çinde kopardı;yakılmış afyonun ve kendisinin açtığı savaşın masrafları karşılığında da büyük ölçüde tazminat aldı.Çin ımparatoru o zaman Ingiltereyi yöneten Victoriya büyük bir nezaketle kaleme alınan bir mektup yollayarak afyon ticaretinin Çin halkı üzerine kötü etkisini anlattı.Fakat Kralıce bu çağrıyı dinlemedi.''

XX Başında Çinde durum değişmemişti.Uçsuzu bucaksı Çin,bir yandan Batılı ülkelerce sömürülüyor,öte yandan misyonerler tarafından Hristiyan yapılmaya çalışılıyordu.Fakat misyonerlerin  davranışları Nehrunun deyiiyle '' Hayasızca ve alçakcaydı ''

9 Temmuz 1900'de bir misyoner karısı olan Lovitt,Şansi eyaletinde idam edilirken soruyordu:
'' Size Hz Isa'nn rahmetini müjdelemek  için geldik.Yanlızca iyilik ettik size.Neden yapıyorsunuz bunun ? '' 

Boxerlerin bu soruya verdikleri karşılık,elllerindeki pankartlarda yazılıydı 
'' Katolikler ve Protestanlar,Tanrılarımızı tanımadılar,hükümdarlarımızı,yöneticilerimizi aldattılar ve Çin halkına baskı yaptışar.Katoliklere kanan Çİnlilerse yabancılarla işbirlğini seçti.Budizmi yıktılar ve mezarlarımızı bile zaptettiler.Tanrı bu olaylara kızdı '' 

Misyonerler,'' Hz Isanın rahmetini müjdelemek için '' geldiklerini söylüyorlardı ama,durum Boxerlerinde belirttikler gibi hiç de öyle değildi .Nehru,bu konuda diyorki :
'' Fakat Çin onları yargılamak gücüne sahip değildi.Çünkü yeni yapılan antlaşma,ülkenin kanunlarına boyun eğmelerini önlemiş,yargı yetkisini kendi özel mahkemelerine vermişti.Misyonerlerde bu hakkı küstahça istismar ediyorlardı.Sonunda,Hristiyanlığı kabul eden Çinliler bile bu hakkı istemeye başladılar.Oysa buna imkan yoktu.Ama en büyük emperyalist ülkeyi temsil eden misyonerlerin başkanı,yerli hristiyanlarınbu isteğini destekliyordu.Çoğu zaman misyonerlerin kışkırtmaso sonucunca köylüler arasında çatışma ve can sıkıcı kavgalar çıkıyordu.Bazen de köylüler bir misyonere karşı ayaklanıyor ve onu öldürüyorlardı.Sonra Emperyalist devlet işe karışıp tazminat istiyordu.Böylece Misyonerlerin öldürülmesi Avrupa devletlerinin işine yarıyordu.Çünkü bu, onlara işe karışma ve imtiyazlar kazanma fırsatını yaratıyordu ''

Boxer ayaklanması 1898 yılında Kuzey Çin de başlamış,1900 yılında başkent Pekine kadar genişlemiştir.Boxerler Çinde kurulmuş yüzlerce gizli örgütten biriydi.Kendilerine verdikleri '' I ho Çusn '' adı '' Haklı ve ahenkli yumruklar '' anlamına geliyordu.Avrupalılar bu yüzden onlara Boxer adıı vermişlerdi.Bu örgütün üyeleri boks sporuna  benzeyen bir vücut eğitimi yaparlar,saçlarına ve bileklerine kırmızı kurdele bağlarlardı.

Boxerler yabancı düşmanıydı.Hristiyanlara karşı bu nedenle sert ve amansıza davrandılar.Onlar için başlıca '' şeytanlar ' Hristiyan misyonerleriydi.Onlardan sonra gelen şeytanlarsa Hristiyan olmuş Çinlilerde ve hepsinin ölmesi lazımdı.

10 Haziran 1900 tarihinde Boxer taraftarı,yurtsever bir kişi olan Prens Tuar,Dışişleri bakanı oldu.11 Haziranda Japon Elçiliği Başkatibi linç edildi.13 Haziranda Baxerler pekine girdi.Buna karşılık Batılı ülkelerin Pekindeki elçileri,17 Haziran günü saraya giderek,Imparatoriçenin hapisteki İmparator  lehine tahttan çekilmesini  istediler.Impartoriçe Tzı Hsi'nin  elçilere verdiği karşılık  daha da sert oldu ;onlara 20 Hazirana kadar Pekin den ayrılmalarını  bildirdi.20 Haziran günü Alman Elçisi Von Ketteler,bir göürşme yapmak için gittiği saraydan  dönerken,Boxerler tarafından biçaklanarak öldürüldü.

Boxerler aynı gün,içinde 475 diplomat 450 denix piyadesi ve 3000 Hristina çinlinin bulunduğu ' Yabancılar mahallesini kuşattılar.Mahaller kale surlarını andıran kalın ve yüksek duvarlarla çeviriliydi.Kuşatma haberi Avrupa'ya bütün diplomatlaron öldürüldüğü biçiminde gelmişti.Oysa,Batı ülkelerinde öldürülenlerin yası tutulduğu sıralarda,Yabancı mallesi dayanıyordu.

Bu olay karşısında Batılı ülkeler arasında görüş ayrılıkları belirmişti.Çin üzerindeki etkilerinisavaş yapmadan artırmak isteyen Rusya ve Japonda,silahlı bir müdahaleye karşıydılar.Bir yıldır Transvaal'de kanlı bir savaşa girmiş bulunan Ingiltere,Çin'e asker yollamakta kararsızdı.Fransa,dostu Rusyanın tuttuğu yolu benimsemişti.Fakat Almanya,Çine asker gönderilmesi  ve bu ülkeye iyi bir ders verilmesinden yanaydı.Alman Imparatoru,II Wilhelm,Çin'e gönderilmek üzere hazırlanan birliklere şöyle sesleniyordu:

'' Hiç esir almayın,elinize geçeni öldürün.Öyle davranın ki,sizden Hunlardan korktukları gibi korksunlar''
Almanyanın bu tutumu karşısında öteki devletler onu kendi başına davranmakta serbest bırakmak  istemedikleri  için,uluslararası bir ordu hazırlamaya ve askerlerini Alman Kumandanı Feldmareşal Von Waldersee yönetiminde Çine göndermeye karar verdiler.Küba ile Filipinleri ıspanyanın elinden alan Amerikada bu sefer katıldı.Bu Haçlı Ordusu,Ingiliz ,Alman,Amerikan,Fransız,İtalyan,Avusturya Macaristan ,Japon birliklerinden meydan gelmişti.O sırada Rus birlikleri de Kuxeydan Mançuryaya giriyor,Port Arthur limanını işgal ediyorlardı.

Birleşik ordu 14 Temmuz'da Tientsin'i aldı.13 Agustosda Pekin kapılarına dayandı.Elli beş gün süren kuşatama 14 Agustos 1900 de sona erdi.Bu ordu,Alman İmparatoru II Wilhelm in öğüdünü tutarak Çini Uygarlaştırmak için binlerce insanı öldürdü ve ülkeyi yağmaladı.

Çin'e 1901 yılının 7 eylülünde ' Boxer Protokolü ' adı altında ağır şartlar kabul ettirildi.Imzalanan bu antlaşmaya göre Çin,Batılı ülkelere faizi 600 milyon doları geçen 333 milyon dolarlık bir tazminatı 39 yılda ödeyecekti.

Boxerlerin amacı,yabancıların Çin'in iç işlerine karıştırmalarını  önlemek ve onları ülkelerinden kovmaktı.Oysa Ayaklanma  tam tersine bir sonuç verdi.Çin Bütünüyle sömürgecilerin eline geçmiş,üstelik altından kalkamayacağı bir borcu yüklemişti


III.SULTAN SELIM ve KABAKCI AYAKLANMASI


Sarayın Karanlık denilecek loşluktaki odalarından birinde olduğunuzu hayal edin.Köşedeki geniş sedirde yatmakta olan kadın,efendisine bir evlat kazandırabilmek için acılar içinde kıvrandığını düşünün.Doğum vakti gelmiş fakat kadının başucunda elindeki saatle beklemekte olan Hekimbaşı,bir tülü müdahele edememektedir.Çünkü,devlet işlerinin bile gökteki yıldızlarom hareketlerine göre düzenlendiği  o dönemde,bir şehzade ya da sultanın uğurlu vaktinin doğmasına çok büyük önem verilirdi.İşte bu nedenle Hekimbaşı,gözünü saatten ayırmakta,büyük bir sabırla uğurlu anı beklemekteydi.

Müneccimlerin ve öbür görevlilerin bütün çabalarına rağmen,çocuğu istenilen zamanda dünyaya getirmek mümkün olmamış fakat hekimbaşının elindeki saatin akrep ve yelkovanını kimseye belli etmeden oynatmasıyşa ,şehzadenin eşref  saatta doğması sağlanmıştır ! Bu ufak hile Padişah ve Valide Sultandanda saklandığı içinğı için,onlar da Şehzadedenn uğurlu saatta doğduğuna inanmışlardı.Dolayısıyle ilerde çok zeki ve eşi bulunmaz bir cihangir olacaktı.

Şehzadeye Selim adı verildi.Başına bir kaza gelmezde tahta çıkarsa,Osmanlı Imparatorluğunda saltanat sürmüş Selimlerin üçüncüsü olarak anılacaktı.

Babası III.Mustafa 1774 yılında öldüğünde ,Şehzade Selim 13 yaşındaydı.Tahta I.Abdülhamit geçmiş,bu durumda Selim,Osmanlı hanedanının en büyük şehzadesi olduğundan veliaht ilan edilmişti.

Veliahtların tahta geçinceye kadar sürecekleri hayat,Osmanlı sarayından belirli bir takım kurallara bağlanmıştı.Çoğunlukla veliaht ve şehzadeler bir hapis hayatı yaşarlar,Padişahların denetimi üzerlerinden eksik olmazdı.Padişah kuruntulu ve korkak yapılı bir kimseyse,veliahtın hayatı tam anlamıyla dört duvar arasında ,dış dünyayla ilişkisi kesilmiş olarak geçerdi.Fakat şehzadede  Selim'in Amcası I.Abdülhamit,hoşgörü sahibi olduğundan onu fazla sıkmadı ve iyi bir öğrenim görmesi için çaba harcadı.Selim bu arada şiir ve musikiye de merak sarmış,güzel sanatların bu iki dalında gerçekten başarı göstermişti.

Braz daha büyüdükten sonra,devlet işleriyle daha yakından ilgilenmeye,Padişah amcasını eleştirmeye başlamıştı.Yaşlı Padişahı :

'' Devlet  aliyeye bu rehavet neden iktiza ediyor ? Ben şimdi saltanatta olsam,işler başak türlü olurdu !! '' gibi sözlerle hırpalamaktan çekinmezdi.

Şehzade Selim'in bu düşünceleri bazı devlet adamlarınca da paylaşılmaktaydı.Başta Sadrazam Halil Hamit Paşa olmak üzere,yenilik taraftarı kimseler I.Abdülhamit'i fazla yumuşak ve ıslahat hareketlerinde çok yavaş buluyorlardı.Onlara göre genç Selim'in tahta geçmesi imparatorluğunda gençleşmesi demek olacaktı.Bu amaçla gizli bir örgüt bile kurulmuştu.Fakat I.Abdülhamitin haber almasıyla,Halil Hamit Paşa,önce Sadrazamlık görevinden uzaklaştırılmış,sonra da öldürülmüştü.

I.Abdülhamit,bu olaydan sonra Selim'i daha sıkı bir denetim altına aldı.Veliaht geçirdiği bu tehlikeye rağmen yolundan dönmemiş,kendisine bağlı adamlarıyla ülke sorunlarını öğrenmeye devam etmişti.Hatta daha da ileri giderek Istanbul'daki Fransız elçisi Kont de Choiseul Gouffier'yle ilişki kurmuştu.1786 eylülü başlarından Fransa'daki yenilikleri öğrenmesi için kız kardeşinin  oğlu ıshak Bey'i XVI.Louis'ye bir mektubuyla birlikte gönderdi.Velihat Selim'le Fransa Kralı arasında,Sarayın ve Babalia'nın bilgisi dışında uzun süre mektuplaşma devam etti.Veliaht Selim,Rus Düşmanı ve Fransız dostudur.Hem de tahta geçtiğnde Fransa'dan yardım bekledğini açık açık belirtmekte bir sakınca görememektedir.

I.Abdülhamit aslında iyi niyetli bir padişahtı.Fakat Şehzadeliği sarayda dört duvar arasında geçmiş,ağabeys III.Mustafa ölüp tahta geçtiğinde ,kendsini tecrübesiz bir padişah olaral Osmanlı Rus savaşının içinde bulmuştu.On beş yıl süren saltanatı sırasında arka arkaya gelen bir çok felaketlerle karşılaşmıştı.Küçük Kaynarca Antlaşmasıyle Kırım'a bağımsızlık vermek zorunda kalmış;Mora,Suriye ve Mısır da çıkan ayaklanmaları bastırmakla uğraşmıştı.Imparatorluğun hergeçen gün çökmekte olduğunu,yeniçeri sınıfının yozlaştığını görüyor,bu gelişmelere içindeki  Avrupa devletlerine yetişmek için bir takım yeniliklerin yapılması gereğine inanıyordu.Ne var ki,savaşlar ve ayaklanmalar ona bu düşüncelerini uygulama olanağını vermiyordu.Buna rağmen '' Mühendishane i Berri Hümayun '' ( Teknik Üniversite )  adı verilen okulun kurulması ve İbrahim Mütefferika matbaasının yeniden işletilmesi gibi olumlu adımları onun döneminde atıldı.

I.Abdülhamit,yorulmuş,yıpranmıştı.Rusya'yla yapılan savaşın aleyhimizde gelişmesi,onu gerçekten üzüyordu.Ölümü de bu yüzden oldu.Özi kalesinin Ruslar eline geçtiğini 6 Nisan 1789'da ögrendiği zaman öylesine üzüldüki,o gece sabaha karşı,kalp krizi sonucu öldü.7 Nisan 1789nda ilk saatlerinde Kızlarağası Idris Ağa,hareme,Şehzade Selim'in dairesine gitmiş,yer öperek saltanat sırasının kendisine geldiğine bildirmişti.

III.Selim adıyla tahta çıkan padişah,yıllardır kafasında geliştirdiği düşünceleri gerçekleştirebilirdi artık,Aşağı yukaru yüz yıldır her alanda yenilmekte ve gerilemekte olan Osmanlı Imparatorluğunu eski gücüne kavuşturabilirdi.İlk iş olarak Fransa'dan ordu ve tersane işlerinden çalışacak uzmanlar getirtti.Tersaneye yeni bri düzen verildi ve Kağıthane çayırıyle,Levent çiftliğinde askerin talim yapması için tesisler kuruldu.Yeni talim ve eğitim yöntemlerine uymak istemeyen yeniçerilere karşı,Nizami Cedit adı altında yeni bir piyade sınıfı ve çekirdeği atılan  bu ordunun  işleriyle uğraşması için 'Talimli Asker Nezareti ' diye bir de bakanlık kurulmuştu.

III.Selim yanlızca askeri alandaki ,yenilikler de yetinmedi.Devletin bütün kuruluşlarını yenileştirmeye ve eskilerinin yerine Avrupa'dan olduğu gibi alınan örnekleri geçirme işine girişti.Padişah, bu taklit kurumlarla Avrupaya yetişeceği,Imparatorluğu geri kalmışlıktan kurtaracağına inanıyordu.Oysa bu girişimler,sonucu etkilemeyen,üstelik bazı gerici ve çıkarcı çevreleri kendisine düşman etmekten başka,bir işe yaramayan çabalardı.Bütün iyi niyetine rağmen yabancı hayranlığını,' Batı' yı taklit etmekler,yabancı uzman kullanmakla kalkınmanın  gerçekleşebileceği gibi bilinçsiz ve yanlış eylemleri,düşünceleri Türkiyeye soktu.Bu yüzden de,çürük temeller üzerine oturtulmaya çalışılan yenileşme,hareketlerinin iki yüz yıldır başarısızlıkla sonuçlanmasına bilmeden yol açmış oldu.

Fransız Devriminin başladığı yıl tahta geçen,III Selim,bir çok olay atlatarak,XVIII.yy Osmanlı Imparatorluğunun kaderini ellerinde tuttu.Belkide çevresini sraan hoşnutsuzluk ve düşmanlık çemberine rağmen daha uzun yıllar tahtta kalabilirdi.Fakat önemsiz gibi görünen bir olay,1807 mayısında Kabakçı ayaklanmasını doğurdu.

Nizam ı Cedit'in kurulmasında büyük yararlıkları görülen Karaman Valisi kadı Abdurrahman Paşa azledilmiş,onun yerne Ragıp Paşa adında biri getirilmişti.Bu yeni vali,Padişaha yaranmak için,Karadenizli kavaslarından bir kaçına Nizamı Cedid elbisei giydirmek istemiş,kıyamet de bundan kopmuştu,Karadenizli kavaslar soluğu doğruca Istanbulda Boğaz daki hemşehrilerinin yanında almışlardı.

Bir süre önce,Bogaziçindeki  kalelere Trabzon dolaylarından iki bin kadar Karadeniz uşağı getirtilerek  yerleştirilmişti.Ragıp Paşa'nın kavasları,işte bu yamak adı verilen askerlerin arasına girmişler,Karaman Valisinin tedbirsizce giriştiği bir işi,Sanki III Selim'in emriyiş gibi bire bin katarak anlatmaya başlamışlardı.Söylentiler hızla yayılmaya başlamıştı :

'' Padişah bütn Osmanlı'yı Nizamı Cedit yapması için Ragıp Paşaya tuğ vermiş... '' 
'' Boğaz kalesi kumandanı Raif efendi de ,yamaklarına Nizamı cedit elbisesi giydirecekmiş''
'' Macar Tabyası kumandanı Halil Haseki de bunlara dahilmiş...'' 

26 Mayıs 1807 de yamaklarının bir araya toplanıp gizli gizli konuştuklarını gören Halil Haseki,ne olup bittiğini anlamak için yanlarına giderek sordu :
'' Bre namertler ! Ne konuşursunuz fısıl fısıl ?.... ''
Yamaklar :
'' Bizim için Istanbul'dan Nizamı Cedit elbisesi gelmiş,Sen de bu elbiseleri bize giydireceğine söz vermişsin.Ocağımızın elbisesinden başka elbise giymeyeceğiz ...''' dediler.Halil Haseki,bu söylentilerin gerçekle ilgisi bulunmadığına yamaklari,boşuna inandırmaya çalıştı.Hiç biri onun sözlerine kulak asmadığı gibi,üzerine  üşüsüp parçalamaktan da çekinmediler.Olayı penceresinden izlemekte olan  Kale Kumandanı Raif efendi,sıranın kendisine geldiğine anladığından bir sandala atlayıp canını kurtarmak istediyse de,yamaklar  yetişip onu da öldürdüler.

Raif efendinin Mühürdarı canını zor kurtarıp saraya koştu ve olanları anlattı.O gece,Babıali de veziler ve padişah ne yapacaklarını kararlaştırmak için toplandılar.Ayaklanmanın en büyük kışkırtıcısı,Istanbul Kaymakam vekili Köse Musa Paşaudı.Toplantıda kendi ayaklandırdığı yamakalrın davranışını önemsiz bir olay gibi göstermeye çalıştı.Amacı,yamakların üzerine asker gönderilmeden onların Istanbula gelerek yeniçerilerle  birleşmesini sağlamaktı.Bunda da başarıya ulaştı;yumuşak yürekli ve korkak yaradılışlı III Selim onun sözüne inanarak yamakların üzerine asker gönderilmeden yalnızca nasihat edilmesine karar vermişti.

Ayaklananlar,bir kaç gün beklemişler,kendilerini dağıtmak için asker gönderilmediğini görünce daha da azgınlaşarak  Büyükdere de toplanmışlardı.Kabakçı Mustafa denilen adamı kendilerine baş seçtikten sonra şu kararları almışlardı:

1- Islam ya da Hristiyan kim olursa lsun,hiç kimsenin malına canına ve namusuna dokunulmuyacaktır.Aksine davranışta bulunanlar hemen idam olunacaklardır.
2-Şeyhülislam Kapısından onaylanmadıkça hiç bir eyleme geçilmeyecektir
3-Et  Meydanında toplanılıp istekleri kabul olunmadıkça dağılmayacaktır

Toplantı bittikten sonra bu şartlara sadık kalacaklarına Kuran üzerine  yemin edip kılıçtan atladılar.Büyükdereden Istanbula dogru yürüyeşe geçen bu topluluk  ancak 500 kişi kadardı.Kabakçı Mustafadan  başka onun yardımcıları durumundaki Arnavut Ali,Bayburtlu Süleyman ve Memiş Çavuşlarının  yönettiği isyancılar yol boyunca taraftar topluyorlardı.Sayıları kısa süre içinde iki bin kişiye  yükselmişti.Yollarının üzerindeki Levent çiftliğinde,Nizamı Cedi askeri bulunuyordu.Bunlara verilecek bir emirle,isyancıların darmadağın edilmesi işten bile değildi.Fakat,korkak ,yumuşak ,yürekli ve kesin karar verme yeteneğinden yoksun III Selim böyle bir emir vereceğine Nizamı Cedit askerlerine kışlalarında kalmasını söyledi.

Isyancılar direnme görmeden Rumelihisarına geldiler.Kalabalığın önünde bulunan çığırtkanlar:
'' Ya Tanrının kulları ! Bizim istediğimiz Nizamı Ceditin kaldırılmasıdır.Başkaca niyetimiz yoktur.Müslüman olanlar kendisini Ocaklı bilenler bizimle birlikte gelsinler ! '' diye durmadan bağırıyorlardı.

Tophaneye  vardıklarında,Topçularda bunlara katıldılar.bu sırada III.Selim ,sanki hiç bir şey olmuyormuş gibi,saraya kapanmış,ayaklanmanın bastırılmasını gerçek kışkırtıcı olan Köse Musa Paşaya bırakmıştı.En sonunda Isyancılar Et Meydanında toplandılar.Kısa bir görüşmeden sonra yeniçerilerle birlikte hareket etmeyi kararlaştırdılar.Yeniçerilerin  ünlü kazanı ortaya çıktı,cebeciler de bu topluluğa katılınca Nizamı Cedit dışında tüm askeri birlikler ayaklanmış oldu.

Daha önceki ayaklanmalarda,bütün dükkanların kapanaması ve Istanbul halkının evlerine çekilmesi gelenek haline gelmişti.Yine öyle oldu.Fakat bu sefer oldukça disiplinli hareket eden isyancıların başları,bu durumu önlemek için tellalar çıkartarak :

'' Dükkanlar açılsın !...Kimse işinden gücünden geri kalmasın ! Kimseye zararımız yoktur.Bizim istediğimiz Tanrının kullarının rahatı ve devletin düzenidir ! ...''  diye bağırttışar.Halk bundan cesaret alarak sokaklara döküldü,dükkan ve çarşılar açıldı.Isyancılar,gerçekten hiç kimseye zarar vermediler ve aldıkları her malın karşılığını ödediler.

III.Selim ayaklanmanın bütün Istanbul'a yayıldığını görünce,iyi eğitim görmüş ve o çağın en gelişmiş silahlarına sahip Nizamı Cediti harekete geçirip ısyancıları ezeceği yerde,Babıaliye Nizamu Ceditin kaldırdığını ve ayaklananların her istediğini yerine getireceğini bildiren bir hattı hümayun gönderdi ''

Isyancılar,Padişahın bu fermanına çok sevinmişlerdi.Çünkü,Nizamı Cedit askerinden gerçekten korkuyorlardı.İstekleri gerçekleşmişti.III Selim'in isteğine uyarak dağılmak üzereydiler ki,işe yeniden Köse usa Paşa karıştı.... Ayaklanmanın önderi durumundaki Kabakçı Mustafanın eline onbir kişilik bir liste ulaştırıldı.Dizginleri Köse Musa Paşa'nın elinde bulunan bu sözde ayaklanma önderi baldırı çıplak,şimdi birden ağız değiştirmiş,listede adları yazılı on bir kişinin kellerinin istiyordu.Bu onbir kişi,yenilik taraftarı olarak bilinen yöneticilerdi.Listenin başında,III.Selim'in en gözde adamlarından Ibrahim Kethüda bulunyordu.

Şeyhülislam Ataullah Efendi,Kabakçının listesini onaylayıp Padişaha göndermişti.Bütün yeniçeri ayaklanmalarında olduğu gibi,bu seferde kendilerine Ulema adı verilen kişiler,yani Imparatorluğun din ve bilim adamları,başkaldırıcların yanında yer almışlardı.Ataullah Efendi,listenin,III Selim'e gönderilmesinden sonra,Rumeli ve Anadolu Kazaskerleriyle birlikte Et Meydanına geldi.Şeyhülislamnın üstdadı Münir efendi ve daha birçok sarıklı din adamı da meydana gelmekte gecikmediler.

Sarayda ise,Padişah çaresizlik içinde kıvranıyordu.Köse Musa Paşa,istenilen  kelleler  verilmedikçe ayaklanmanın bastırılmayacağını söyleyip III.Selimi  sıkıştırmaktaydı.Padişah sonunda Ibrahim Kethüdayla sevdiği iki kişi dışında  ötekilerin idamlarına razı oldu.Fakat Köse Musa Paşa,III Selimin haberi olmadan haberi olmadan onları da isyancılara teslim etti.

Et Meydanındaki kalabalık yine de dağılmamıştı.Padişah Köse Musa Paşadan isyancıların hala niçin dağılmadıklarını ve yine ne istediklerini sorduğunda şu karşılık aldı :

'' Irad ı Cedit in kaldırılmasını istiyorlar......''

Irad ı Cedit,Nizam ı Cedit askerinin masraflarını karşılamak için konulmuş bir vergiydi.Bu vergiyi Istanbul halkıda istemiyordu.Çünkü,Irad ı Cedit le Istanbul halkının ödediği vergi iki katına çıkmıştı.Padişah,bunu da kabullendi ve söz konusu vergiyi kaldırdı.

Ertesi gün,Isyancılar yine ağız değiştirmişlerdi.Şİmdi de :
'' Abdülhamit Han Şehzadelerinden Sultan Mustafayla Sultan Mahmutun yanlarına emniyetli adamlar koyup muhafaza edeceğiz '' diyorlardı.

Duygulu ve yufka yürekli III Selim'in sözümona,bu iki şehzadeyi öldürmesinden korkuyorlardı.Oysa böylesine bir davranış,Padişahın aklının köşesinden bile geçmemişti.Çünkü kendisi kısırdı,o güne kadar çocuğu olmamıştı.III Selim,buna da ' evet ' demek zorunda kaldı ve Babıaliya şu yazıyı gönderdi.

'' Benim zürriyetim yoktur.Şehzadeler benim evladım ve gözümün nudurudurlar.Ben onlara,suikast ile ,tertemiz Osmanlı hanedanının yok olmasına ve Osmanoğulları Devletinin çökmesine sebep olmak,hiç hayal ve hatıra gelir şeymidir ? Allah o günler göstermesin ''

Artık istenecek tek bir şey kalmıştı;III Selim'in tahttan indirilmesi!.. Sonunda onu da istediler.Köse Musa Paşa,Şeyhülislam Ataullah Efendi ve ayaklanmanın önderi  durumundaki zorbalar,eninde sonunda Padişahın kendilerinde intikam alacağı korkusu içinde,isyancıları bir kere daha kışkırtılar.Şöyle bir oyun düzenlendii;Yeniçeri Ağaları gidip İsyancılara başka istekleri olup olmadığını soracaklar,sonra da bu istekleri Şeyhülislam'a bildireceklerdir !...

Yeniçeriler yeniden Et Meydanında toplandılar.Toplantıyı Istanbul kadısı Murat Efendi yönetiyordu.Bu danışıklı dövüş sonunda ,Yeniçeriler III Selim'in tahttan indirilmesini ve yerine Şehzade Mustafa'nın cıkarılmasını istediler 

Yeniçeri Ağaları,Isyancıların bu isteklerini Şeyhülislama şu sözlerle bildirdiler.
'' Sultan Selimin Saltanında gelecek yok,yönetimi bir takım zalimlerin eline verdi.Kendisi zevk ve sefayla meşgul.Arkasını devlete veren herkes,halka ve fukaraya zulum etmekte ! ''

Oyun başarıyla oynanmıştu.Şeyhülislam ve ulemanın kararıyle,isyancıların istekleri yerine getirildi..III.Selim tahttan indirilip yerine Sultan Mustafa geçirildi.

III.Selim'in durumu öğrendipinde tepkisi saray kapılarını kapattırmak ldu.Bu gülünç tedbir işe yaramadı.Kısa bir süre sonra Köse Musa Paşa'yla Şeyhülislam Ataullah Efendiyi karşılarında  gören kapıcılar ardına kadar açmakta sakınca görmediler

Sultan Mustafa haremnden alınarak tahta çıkarılmış,III Selim ise ,direnmeden bunuada boyun eğerek haremdeki dairesine kapanmıştı.

Devrik Padişah III Selim alınyazısna boyun eğerken,onun tahttan indirilmesini hoş karşılamayan,boyun eğmek niyetinde olmayan biri vardı: Alemdar Mustafa Paşa..

Bu serhat Beyi ilk önce amacını gizlemesini çok iyi bilmiş ve IV Mustafayla aynı adı taşıyan Sadrazam Çelebi Mustafanın güvenlerini kazanmıştı.Onlardan ordusuyla birlikte Istanbul'a gelmek için izin aldı.Alemdar,III Selim'in tahttan indirilmesiden bir yıl iki ay sonra,yirmi bin askeriyle 28 Temmuz 1808 de Rumeliden Istanbul'a gelerek Veliefendi çayırında ordugah kurdu.Aynı gün Babıaliyi bastı ve Sadrazam Çelebi Mustafadan sadaret mührünü zorla aldı.

Daha sonra başta Şeyhülislam Ataullah Efendi olmak üzere din adamlarını ve vezirleri çağırttı.Sarayda din  ve devlet işlerini görüşmek gerekçesiyle hepsini önüne katıp Topkapı sarayının yolunu tuttular.Fakat daha onlar saraya varmadan,haberciler duruu IV Mustafaya anlatmışlardı bile... Padişah ve adamları korku içindeydiler.Önlerinde tek bir kurtuluş yolu vardı:III Selim'le genç Veliaht Mahmutu,Alemdar saraya gelmeden öldürürlerse IV.Mustafa tek başına kalacaktı.

Bu kanlı düşünce aceleyle uygulama alanına konuldu.Alemdar Mustafa Paşa,saray kapısından girdiği sırada ,IV Mustafa nın adamları dairesinde kitap okumaka olan III Selim'i hançer ve kılıç vuruşlarıyla öldürdüler.Fakat,Şehzade Mahmut'un dairesine gittiklerinde,işleri ters gitti.Yiğit bir cariye,suikastçilerin gözüne kül serpip onları oyalarken bir kaç kişide Şehzadeyi dama çıkartarak kurtardılar.

O sırada Alemdar Mustafa Paşa Harem dairesininin kapısını kırdırıp içeri girdiğinde ,III Selim'in kanlar içindeki cesediyle karşılaştılar .Koca Alemdar,çok sevdiği efendisinin başı ucunda çocuklar gibi ağlıyordu.Yanındakiler:
'' Aglamak zamanı değil,iş yapmak zamanıdır ... '' diyorlardı.Alemdar ie kendinden geçmiş bağırıyordu.

'' Vah efendim '.. Ben seni tahta çıkarmak için b kadar yoldan geleyim de,seni bu halde göreyim ! Şİmdi bütün saray halkını kılıçtan geçireyim de,intikamı alınmış olsun ! '' 

Alemdar tahta genç Şehzade Mahmutu çıkarttı ve onun izniyle III Selim'in öldürülmesine adı karışanlar öldürüldü

Padişah II Mahmut da genç yaşında tanık olduğu kanlı olayları ve bir cariyenin kendini feda etmesş karşılığı kurtulduğunu unutmadı.Bu ocağı 1826 da ortadan kaldırdı.