Wednesday, October 23, 2019

OSMANLI IMPARATORLUĞUNDA AYANLIK VE DEREBEYLIK ÜZERINE BİR DENEME




Daha evvelki yazımızda Celalli isyanlarının nedenlerini ve etkilerini anlatmaya çalıştım.Şimdi ise


Bu dönem yanlız zorbalığın geçer akçe olduğu bir ortamda her bölgede birtakım zorbaların sivrileceği açıktır.Son Abbasi halifelerinin

Bu Derebeylerin çoğu ' Ayan ' resmi sıfatıyla tanınmaktadır.'' Ayan,bir il ve kazada,halk ile hükümet arasında aracılık eden ve iki tarafa ait işleri yürüten '' eşraf ı belde '' içinde seçilmiş bir görevli kişidir..Bu görevi için ,ayan,her yıl kaza halkına salınan vergiden bir pay alırdı.Kazadaki mükelleflerin ne miktar vergi ödeyeceklerini tesbit eden ayanın kendisiydi,bu sebeple

Hükümet XVIII,yüzyılın sonlarına doğru ( 1786 ) ,ayanların gücüne ve yetkisine son vermek için her kasabaya XVIyy da olduğu gibi,her şehire bir kethüda tayin etmişlerdi.Ama bunlar o bölgenin ikinci ve üçüncü derecedeki adamları olduklarından ve nüfuzlu tüccara söz geçiremediklerinden,hükümetin emri kazalarda geçersiz kalmış ve 1790 yılında ayanlık sistemi geri gelmiştir.

Ayanlar,genellikle voyvodalık da elde etmekteydiler.Voyvoda,Hazine ve Istanbul'daki yüksek memurlara ait hasların yıllık vergilerini,onlar adına toplayan memur idi.Has sahibinin bu memuru,has bölgesindeki reayıda yönetirdi.İşte gerek ayanlıktaki güç ve kudretlerinden ve gerek voyvodaliktaki karlı kazançtan dolayı

Hüküm ve nüfuzlarını genişletmek için ayanlar,birbirleriyle savaştıklarından,halk büyük zorluklar çekmiş ve bir kısım halk,yerinden yurdundan ayrılmıştır.Halkın devlet merkezine yaptığı şikayetler bir sonuç vermemiş,hükümetin çaresizliğini gören halk,ister istemez her türlü acı ve eziyete katlanmak zorunda kalmıştır.

Ayanlar,iltizam işlerini de almakta ve büyük çiftlikler kurmaktadırlar.Ayanlardan,Paşa,vali,vezir olanlar vardır.

Merkezi devletin çöküşü,derebeyler gibi onlarla aynı kategoriye sokabileceğimiz bir zorba vali tipini de ortaya çıkarmıştır.Hükümet bir kısım zorlu valilerin isyan edeceklerinden korkarak ,onları azledemezdi,azil cezasına uğrayanlar,devlete muti ve kimsesiz olanlardı.Güçlü vali ve ayanların hükümet merkezindeki nüfuzlu devlet ricali arasında adamları vardı.Trabzon ve Canik ( Samsun ve civarı),Bağdat,Şam,Sayda eyaletleri ile Şarki Anadolu sancakları,Musul ve Kerkük,yerli ailelerden en güçlü vali ve sancakbeylerinin ellerinde idi.Çorum,Yozgat ve etrafı Cebbarzade ( Çapanoğlu ) hanedanına

Rumelinin batısında ise sancaklarda mahalli hanedanlar,Beylerbeyi ve Vezir olarak babadan oğula valilik ediyorlardı.

Peki bu saltanat nasıl doğmuştu ? Nasıl ki 1578 de Iran la başlayan,1593 te Avusturya ile devam eden,1606 Zidvatorok barışı ile son bulan uzun savaşlar,Anadolu daki Celali Suhte ve Atlı bölük halkı ( Sipahi zorbaları )isyanlarına bütün bütün alevlenme fırsatı vererek

Istanbul da uleme ve asker ikilisinin ve Anadolu da da sekban ve sarıcalara dayanan zorba -ayan valilelerin devlet idaresini

1726 da eyaletlere vali yollanması usulü değiştirilerek ,beylerbeyliği ( mir i miranlık ),sancakbeyliği ve öteki idari görevlere

Pek çoğu azgın birer mütegallibe olan bu insanların,hem de kendi çevrelerini idare etme yetkisini almaları,gerek halk ve gerek devletin merkeziyetçiliği yönlerinden gerçek bir derebeylik 

Bir iki örnek,bu derebeylerini daha iyi tanımak bakımından yararlı olacaktır:Rumeli ayanlarından en kurnazı ve en cesuru diye tanına Tirsiniklioğlu Ismail Ağayı ele alalım.Bu zat ayanlık yapan kardeşi Ömer Ağa nın halka fazla zulmettiği için idamı üzerine,etrafına topladığı 30-40 kişi ile Rusçuk,Ziştoy etrafında üç yıl kadar

Şimdide,tarihimize Kabakçı Mustafa Isyanı nı bastırarak yenilik taraftarı olarak tanınan ( Rusçuk Ayanı ) Alemdar Mustafa Paşa nın hikayesine bakalım.Alemdar,Rusçuk yeniçerilerinden birinin oğludur.Kendisi de Yeniçeri olup Rusçuk ta hayvan ticareti ve ziraat yapmaktaydı.Tirsiniklizade 'nin maiyetine girmiş,iyi dövüşçü olduğu için,hassa silahşörü olmuştur.Tirsinikli,onu,hükümetin reddetmesine rağmen,zorla Hazergrat Ayani yapmıştır.Oldu bitti,sonra dan kabul edilmiştir.Ismail Ağa nın öldürülmesi üzerine yine bir oldu bitti ile efendisinin yerine

Devlete uzun süre isyan ettikten sonra,Vidin Muhafızlığı ile Vezir olan Pazvantoğlu Osman Paşanın ölümü üzerine ,Tuna boyu boş kalmıştı.Yeni bir vali ve serasker gerekliydi.Ama bunun Rusçuk Ayanı Alemdar ile geçinebilmesi şarttı.Böyle bir geçimli kişi bulunabilmesi ive Alemdar'a beğendirilmesi çok şüpheli sayıldığından vezirlik ile valiliğin Alemdar'a verilmesi düşünülmüştür.Ama Alemdar'ın başka yere tayin ihtimali olan bir göreve yanaşmayacağı öngörülerek,görev suretiyle yani hiç bir zaman değiştirilmemek şartıyla,teklif edilmiştir.Alemdar'ın

Yeni kurulan ' Nizam ı Cedid ' Askeri aleyhinde kazan kaldıranlar arasında Alemdar da vardır.Edirne de toplanan Ayanlar,Sultan Selim'in ismini hutbeden çıkartmışlar ve Selim i tahttan indirmeye niyetlendirmişlerdir.İlerde aynı Alemdar,Selim'i kurtarmak için Istanbul'a yürüyecektir.Ayanların kazan kaldırmısıyle ' Nizam ı Cedid ' tesebbüsü suya düşmüştür.İlerde aynı Alemdar

Ayanların Edirne'de toplanıp ' Nizamı Cedid' e karşı çıkmasından hemen sonra başlayan Rus savaşı dolayısıyle,Sadrazamn 15 bin kişilik derme çatma bir kuvvetle Istanbul dan sınıra hareket etmiştir.Istanbul da kışlada bekleyen 20-30 bin Nizam ı Cedid askerlerinin kullanılmasına ayanların korkusuyla cesaret edilmemiştir.Hatta,ayanlar Sadrazamın bile cepheye gitmesinden kuşkulanmışlardır.Alemdar Paşa,Sadrazamın gelmesini istemediği belli etmiştir.Ayanlar güçlükle ikna edilebilmiş ve Sadrazam,Edirne ye dönmesini isteyen Alemdar Paşa,orduyu yeterli erzaktan yoksun bırakmıştır.Edirne den Başkent e

İttifak,Çapanoğlu,KaraOsmanoğlu vb gibi büyük derebeylerle, başta Sadrazam olmak üzere

Ne varki bazı Hukuk tarihçilerimiz,herhalde batı örneklerinin etkisiyle,bu anlaşayı despot padişahın yetkilerini sınırlıyan Türk tarihinin ilk kamu hukuk belgesidir demektedirler.Kanımca bu yanlızca eşkiyalığı meşrulaştıran bir belgeidi. Neden Eşkıya ?

Eşkiyalarla ayan ve idareciler arasında ilişki olmadığı sorusu gelebilir.İdareci ve ayanların hükümete

Türkiye de derebeyi genellikle feodal deyiminin karşılığı olarak

Bunların bazıları mahallin ayanı ve eşrafı,bazıları hükümete

Sırf koparabildiği gelirleri alabilmek için devlet bunları ister istemez tanıyor.Osmanlı ve Moğol örneklerinde

Bunlar,devletin kolay kolay sıkıştıramaayacağı bölgelerde tutunuyorlar ve etraflarında oldukça kuvvetli bir askeri güç topluyorlar.Bazıları adeta kendi başlarına hükümet gibi davranıyorlar ve toprağın sahibi olduğunu iddia ediyorlardı. 

Osmanlıdaki Derebeyi,Avrupa feodali değildir ve eğer belirli tarihsel şartlar olsaydı,mümkün olabilecek olan kapitalizmin gelişmesinin meydana gelmeyişinde onun feodal değil,derebeyi olmasının büyük rolüvardır.

Derebeyi ' hiçbir tarihsel sistemde meşruluğu,hiçbir tarihsel ekonomide fonksiyonu olmayan bir sınıftır ' Gerçekten ,herhangi bir toplumsal kuruluşta egemen sınıf,meşrutiyetini yerine getirdiği görevlerden alır.Bu görevlerin en başında da,asayişin az çok sağlanması

Görüldüğü gibi artık,tarım üretimin artmasını gözeten,geniş derbent örgütüyle

İşte Batı üstünlüğünün Osmanlı düzeninde yarattığı buhran sonucu ortaya çıkan manzara budur.Bununla birlikte XIX yy başlarına kadar durum,hiç değilse teorik planda,umutsuz değildir.Kapitalist gelişme yoluna girmek olanağı vardır.Gerçi batının




Sunday, October 13, 2019

CELALI ISYANLARI VE ETKILERI UZERINE BIR DENEME




Tarihçilerimizin uzun uzun anlattığı buhranın akışının tamamını anlatmak için sayfalar gerekir.Umarım ileride Anadolunun bu kara dönemini etraflıca işleriz.

Deniz üstünlüğünü sağlama çalışmaları,daha Kanuni zamanında başarısızlıkla sonuçlanmıştı.Fetihler artık karlı olmaktan çıkmıştı.Sömürgelerin altın ve gümüşü ile zenginleşen batı devletleri,artık ateşli silahlarla donatılmış profesyonel ordular besleyecek kudrete erişmişlerdi.Ardı arkasına gelen ve Imparatorluğun coğrafi konumu dolayısı ile uzun ve pahalı askeri seferler,devletin para sıkıntısını ve ekonomik sorunlarını artırmaktan başka bir sonuç vermemiştir.Üstelik savaş üstünlüğünü kaybeden merkezi ordu,iç politikada gerici bir güç haline gelmekteydi.Devlet giderleri artarken ,vergi sistemi,gelirlerin yükselen fiyatları izlemesine pek az imkan verdiğinden devlette para sıkıntı baş göstermiştir.Hazinenin sıkıntısı artık para nın değeri ile oynanarak çözülecek halden çıkmıştı.Para sıkıntısını gidermek için başvurulan yeni tedbirler ise,köylünün ve taşradaki resmi kimlikli kişilerin hoşnutsuzluğunu körüklemiş ve toprak düzenin altüst etmiştir.Tasarruf amacıyla,Hazine den aylık alan kapıkullarının ,bazılarına tımar ve zeamet verilmesi,has ve tımar sahipleri elindeki arazinin bir kısmını itiraz yoluyla hazineye mal edilmesi,memurlukların yüksek harç ve rüşvetle satılması,vergi toplama işini iltizama bırakılmasi,bir çok sipahinin dirliğinin geri alınması gibi tedbirler,başta sipahiler olmak üzere,memnun olmayan bir memur kitlersi yaratmıştır.

Bu tedbirler kadar,fiyat yükselmeleri dolayısıyla de reel gelirleri düşen has sahiplerinin adamlaru ile tımar sahipleri,tıpkı hazine gibi,keyfi vergilerle halkı ezmeye koyulmuşlardır.Sipahinin yavaş yavaş yerini alan mültezim,sürekli bir görev yüklenmediği ve yatırdığı parayı bir an evvel çıkarma endişesi taşıyan bir kapkaçcı ve vurguncu olduğu için köylüyü insafsızca sömürmüştür.

Sistem normal işlediği zaman,tarım üretiminde artış sağlamakta köylü kadar çıkarı olan ve bir cins ' tarım memuru ' sayılan sipahinin giderek tasfiyesi,tarım üretiminide etkilemiştir.Toprağını bırakan köylü sayısı çoğalmıştır.

Üstelik bu köyden kaçış,nüfusun %40 -50 gibi olağanüstü bir artış sağladığı bir dönem olmuştur.Büyük sayıda köylü delikanlı ( levent ) sokaklara dökülmüştür.Bu köy delikanlarının çoğu medrese öğrencisi ( suhte ) ve bey kapısında asker ( sekban ) olmuşlardır.Suhte ve Sekban olarak adlandırılan bu deilikanlıları.çok uzun bir dönemi kapsayan kanlı vuruşmaların vurucu gücünü oluşturucaklardır.

İşsizşer güruhunun softa kılığına bürünmüş olan suhteler,çeteler halinde köyleri basacak ve kanlı yağmalara girişeceklerdir.Hangi resmi sıfatlı kişi daha çok ücret ve yağma payı verirse ,onun hizmetine giren levent ve sekbanlar da bazen asayişi korumakla görevli devriye bölüklerinde,bazende asi Celali birliklerinde köy soygunlarına yöneleceklerdir.Paşalar,Yeniçeri ağaları,tımar sahipleri,bölükbaşılar,Celali eşkiyası olacaktır.

Padişahlar,adalet fermanları ile asayiş kuvvetlerine karşı köylülerin milis kuvvetleri kurarak ,kendilerini koruma hakkını tanıyacaklardır.Sivrilen bazı milis şefleri de ( yiğitbaşı),öteki resmi sıfatlı kişiler gibi,köy soygunları ile beslenen yağmacılar dönüşeceklerdir...Anadolu köy hayatını altüst eden Celali isyanları,ellerinde '' hükm i hümayun'' ya da '' emr i şerif '' ile eşkiyalığa çıkan resmi sıfatlı kişilerin,geçim sıkıntısı içindeki işsiz köylü delikanları kitlesini kullanarak,köyle karşı giriştikleri haydutluktan ibarettir.Yine aynı köy delikanlılarından kurulu,isyanlaru bastırmakla,görevli devriye bölükleri de,köye zulmetmekte,suhteler ve Celalilerle yarışmaktadırlar.

Celali isyanlarını ,köylü ayaklanmaları olarak açıklamak gercek bir yaklaşım değildir.Sipahi,levent,Saruca,Sebkan,deli taifeleri ile kapıdan kopmuş serseri kopuk alaylar iddiaları ve davaları ne olursa olsun bir noktada ittifak ediyorlardı.Köyleri basmak ve köylüyü soymak..

Din adamından,asayiş görevlisinden ,asi devlet,memurundan,köy milis güçleri şefinden ve hatta bunları temizlemekle görevli paşalardan dahi gelen zulum;aml güvenliğinden vazgeçen köylüyü can güvenliği derdine düşürmüştür.Köylü,ovadaki ve yollar üzerindeki köyleri bırakmış,resmi sıfatlı kişilerin erişemeceği ,gözdem uzak noktalarda 5-10 hanelik yerleşme bölgelerine sığınmıştır.Tarihimizde buna ' Büyük Kaçgun ' denir.

Köylülerin devlet büyüklerine yazdıkları mektuplar ' terk i diyar ' ve ' Cela yi vatan ' feryatlarıyla doludur..Köylüler bu dağılmaya ' perakende olmak ' diyorlardır.Anadolu'nun bugün en elverişsiz yerlerde 74 bin yerleşme noktasında toplanmış akıl dışı dağınık köy yapısı,merkeziyetçi Osmanlı düzeninin Batı üstünlüğü karşısında sürüklendiği buhranın eseridir.Bu buhran sonucudur ki,kamyondan düşmüş çuvaldan saçılan patatesleri hatırlatan yeni Osmanlı köy düzeni,Asya üretim tarzı taraftarlarına hak verdiricek biçimde,dünya ile ilgisini kesmiş,içine kapalı ,ufak,bağımsız hücreler haline gelmiştir...

XVI yüzyılın sonlarına doğru başlayan bu çözülme sürecini şöyle değerlendirebiliriz.'' Köylerin dağılması ile İç Anadolu'nun coğrafi manzarasında asli değişiklikler meydana gelmiştir.Büyük köyler parçalanarak ,bölgenin en mahfuz ve en ücra ve aynı zamanda en sarp bölümlerine sığınmışlardır..Veya bataklıkların arasındaki adacıklara iltica etmişlerdir ve XVII asırda kır iskanında meydana gelen bu parçalanma tesirlerini evvela tarla kültürlerinin gerilemesine,hatta cok yerde hiç yapılamamasına kadar götürmüş,köylerini terk edip dağlık sahalara çekilenler ise,ancak geçimlerini sağlayacak kadar hayvan besleyen çoban haline gelmişlerdir '' Gerileyen göçebe hayat tarzı XVII yy sonra yeniden önem kazanmıştır.

'' Bu tertibin en karakteristik tarafı,hayat tarzlarının seçilmesinde,her şeyden evvek gizlenmek ve nisbeten yollardan uzak kalmak prensibinin hakim olmasıdır.Ancak XVI asırda varlıkları ttesbit edilen iskan ünitelerinden pek çoğunun daha sonraki asırlarda yer değiştirmiş veya izlerinin silinmiş olması,kır iskanı üzerinde çeşitli baskıların devam ettiğini ve buna dayanamayna iskan ünitelerinin yeni şartlara uymak zorunda '' kaldıkları göstermektedir.'' Nitekim kuytu sahalarda kurulmuş iskan ünitelerinden pek çoğu günümüze kadar ulaşabilmişken,açık sahalardaki iskan ünitelerinin pek çoğu dağılmış veya yer değiştirmişleridr ''

'' Anadolu nun ekonomik yapısu çok yerde eski ile mukayese edilemeyecek kadar değişikliğe uğramıştır,Anadolu da süregelen bu mücadeleler sırasında ve XIX asırda birçok şehir ve kasaba eski canlılığın kaybetmiş ,hatta bir kısım kasabalar nüfus kaybetmek suretiyle ,iri köyler seviyesine inmiş,bu arada köylerin birçoğu yerdeğiştirmek veya iskan sahasını terketmek yüzünden boş kalmışlardır.Bu karışık devrede açık sahaların öncelikle terkedilmiş olması ise,bir takım allüvial ovalar üzerinde geniş ve devamlı bataklıklar meydana gelmiş ve bu alanlar kronik sıtma yayılma sahaları olmuşlardır.Bu şartlar içinde,eski verimli topraklar,ancak kışın uğranabilen ve ancak hayvan otlatılan kışlak sahaları halini atmışlardır ''

' Son 10 – 15 yılın iç karışıklıkları,devletin yanlız ziraat işletmeciliği alanındaki düzenini değil,bütün iktisadi hayatını,para eldeğişimi sistemini ,iç ve dış alımsatım dengesini altüst etti.Bu arada yerli zanaat büyük bir çöküntüye ugradı '


'' Diyebilirizki,XVI yy in sonlarıdan birden kabarmaya başlayan iç karşıklıklar,tarlada uğraşan kişilere çiftlerini bıraktırıp,onları celalilik etmeye çekmiş,bu da memleketi kıtlığa,kıtlık iç göçlere götürmüş,en az on bel yıllık ekmeksizlik halkın üzerinden bir silindir gibi geçmiştir ''

'' Evvelce hazinenin zengin gelir kaynağu olan Diyarbakrı – Mardin – Rakka -Birecik yöresi sancaklarında pekçok köylerin harap ve adeta nüfussuz kaldıklarını görmekteyiz ''

'' Kadroları binleri aşan pek çok Celali gruplarının türemesi,Anadolu çiftçisini,bazan kendisine de hucum olacak diye korkuttuğu,bazan da,bu karışıklıtan gidip çevresinden uzakta geçen yağmalardan nasibini almak hevesine sürüklediği için,hemen bütün köyler yerlerinden oynadılar''

'' Fetret döneminde Orta Anadolu'ya göre daha iyice olan Ege bölgesinin Büyük Kaçgun sğresi içindeki hayatı hakikaten acıklı geçmiştir.Yukarıda saydığımız Celali reislerinden başka,Karakız,Şeytanoğlu,Zülfükar,Ören,Tacettin gibi daha pek çoklarının ,kalabalık bölükleriyle,çevrelerini ateş ve kana boyadıklarını ,başlarındaki binlerce leventlerinin karınlarına bir lokma ekmeği ve keselerine birkaç akçelik gündeliği ( ulufeyi ) bu şekilde kanlı yoldan sağlamaya çalışmalarına eklemeliyiz ''

'' Fetret süresinde büyük bir soygun ve yıkıp yakma olayına uğramış bulunan Orta Anadolu nun 1603 ten sonra gelen Kaçgun dönemindeki yaşantısı da az acıklı değildi.Tavil Mehmet ve Karakaş Ahmed gibi eşkiyalıkta baş mertebeye erişmiş Celalilerden başka,diğer daha birçok azılı zorbalarda bu bölgede hayatı halka zehir etmişlerdir,hükümet düzeni diye bir şey bırakmamışlardır ''

'' Levent soygunlaru diye nitelenebilecek olan büyük karışıklıların yerlerinden oynattığı milyonlarca köylünün gittikleri yerler,önem sırası ile aşağıdadır.

1- Hükümetin izni ile,uygun yerlerde yapılan palankaların ve şehirlerle kasabalardaki kalelerin içine sığınmaları..

2-Görülmesi,ya da ulaşılması güç,sarp,dere içi ve ormanlık yerlerde kurulan derme çatma yeni köylere taşınmak suretiyle,eski köylerin yerlerini değiştirme..

3-Başka sancaklara,özellikle doğunun sınır vilayetlerine kadar giden uzak göçmeler

4-Böylece,türlü yönlere dağılarak ekip biçme ve hayatını iyi kötü kazanma düzenini bozma zorunda kalmış olan ailelerin genç ve gücü yerinde erkeklerinin levent bölüklerine karışmaları

'' Celali fetreti ve Büyük Kacgunluk sıralarında köylülerin,hatta kasabalıların,canlarını kurtarmak için,göze görünmez ormanlık ,kayalık,dağ kovukları gibi yerlere kaçtıklarını,bazan vakit bulamayış yüzünden eşya,yiyecek,ekin ve hayvan sürülerini bile ortada koydularını,kadılar şikayet yazılarında veya resmi raporlar sayılan '' kazaya '' defterlerinde kaydetmişlerdir.Topcular katibi Abdülkadir Efendi de '' Vakayıname ''sinde,halkın dağlara ve balkanlara ( dağlık ve ormanlık ,insanın kolay giremeyeceği karışık ve görünmez yerlere ) sığınarak,palamut ile karın doyuracak bir yaşantı sürmeye başladıklarını tekrar tekrar söyleyip durmuştur ''

Yalnız köyler değil,şehirlerde de tahrip edilmiştir. '' Talihsiz Ankara şehir,Deli Hasan'a büyük bir fidye ödedikten sekiz dokuz ay sonra,bir de Karakaş Ahmed'in Celali bölükleri tarafında kuşatılmış ve bu azılı haydut şehrin surların dışında kalan Karaoğlan,Samanpazarı,Karacabey hamaı çizisi yanlarına düşen bütün çarşı mahallerini insafsızca yakmış idi.Ege bölgesine doğru olan Afyon,Kütahya,Isparta ve öteki bir sürü kasabalar,ya yıkılmışlar, ya da ellerinde neleri varsa verip canlarını zor kurtarmışlardı.Kastamonu yu Yularkastı ve adamları yaktı,yağmaladı.

Amasya,Tokat,Karahisarişarki ve Yeşilırmak yöresinin daha bir sürü kasabaları kalabalık Eşkıya gruplarınca kuşatılarak aylarca aç susuz kendilerini korumaya çalıştılar.Çoğu kasabada evler hanlar,dükkanlar,hatta cami ve medreseler Celalilerin çıkardıkları yangınlarıda yok olup gittiler.Kayseri nin başına gelenler de Ankara nındakinden aşağı kalmamış,Orta Anadolu nun o zaman Ankara dan sonra en büyük ticaret ve endüstri merkezi olan bu büyük şehir,yıllarca Celalilerin saldırılarına karşı koymuş,açlık,hastalık,yangın gibi olaylar burayı da harabeye çevirmişti.Malatya,Harput,Maraş,Urfa ve öteki şehir ve kasabalar,aşağı yukarı bu anlattığımız yerlerdekinin birer aynı veya daha ağırından felaketleri yaşamışlardır.

Sözün kısası,Celali Felaketi ve onu kovalayan daha yıkıcı bir devir olarak Büyük Kaçgun,Türkiye nin toplum hayatını gerek dirlik ve gerek düzenliği yönlerinden yüzyıllar boyunca onaramayacağı kayıplara uğratmıştır ''

Bütün Anadolu yu bir daha kendine gelemeyecek şekilde etkilenen yeni bir Türk köyünü yaratır.Zavallı köylüler sahipsizdi.Mallarından vazgeçmişler canlarını düşünüyorlardı.Hürriyete kavuşabilmek için açlığa ve sefalete razı idiler.Zorbaların gelemeyecekleri yerlere çekiliyorlar,onların katlanamayacağı hayata intibak ediyorlardır.Böylece köyle beşer onar evlere dağılmıştı.Ovalarda sular yatağını bırakmış,köylüler gibi serseri olmuştu.Herkes yollardan kaçıyordu...

Kervansaraylar ıssız kalmıştı.Şenlikli kervan yolları artık mamur köylere uğramıyordu.Onlar çöl ortalarında geçip gidiyordu.Bu çölün ortasında en korkunç bulut,silahlı kuvvet karaltısı idi.Atlının tırmanamadığı ve barınamadığı taş içleri,çıplak dağ dorukları,yol vermeyen orman izbeleri ,susuz setp ortaları....Artık buraları güvenli yerlerdi.Oralarda ne sipahi,ne celali,ne levent,ne saruca,ne deli vardı.Çünkü şehirlerin ve hükümetin bulunduğu yerde hayat boğucu ve öldürücü idi.... Zulmün yetişemediği yerde hayat ne kadar tatlı oluyordu !

Bu sefil göçün ne zaman dindiğini bilemiyoruz.Fakat Anadolu köylüsünün bu hayata asırlarca katlandığı kayıtlarda görülüyor.

Bu uzun boğuşma ' Türk köylerini parçalayıp dağıttı.Hele salgın denilen topyekün vergi,herkesi mal sahibi olmaktan nefret ettirdi.Köylüler ,üçer dörder haen halinde verimsiz,susuz,sakar yerlere çekildiler.Ham tabiatın şiddetine ,hem silahlı kuvvetlerin tecavüzüne karşı gelebilmek için de,insiyaki bir çaba ile bir in edinmeye başladılar.Meskenlerin mühim bir parçası toprak içinde idi,diğer yarısı öbürüne yaslanıyordu.

Kurt sürüsünün hücumuna karşı at yılgıları kafakafaya gelerek,sıkı bir daire yaptığı gibi Köy evleride tıpkı öyle birbiri üzerine abanarak bir küme yapıyordu.Bu küme çok defa bir kaplumbağaya benzerdi.Çok alçak kapılardan hangi ocağın başına gidileceği kestirilemez.Ve tek bri dam halinde olan köyün üst tarafındaki bacaların hangi kapıya ait olduğunu ev sahibi bile söyleyemez.Pencereler yok gibidir.Işık ve hava verme vazifesi bacalara ve kapılara bırakılmıştır.Bugünde aynı evler vardır.

'' Bizde köy evleri,Celali,Saruca,Deli,Mütesellim ve keyfi şekilde salgın toplar,başıboş,zorba kuvvetlerin saldırısına karşı siper olmak üzere yapılmış zeminliklerden başka bir şey değildir.Buna birde can korkusu ile yerleştikleri sarp yerleri eklemek gerekiri.

Böyle olduğu halde,Türk köylüsünün insafsız düşmanları,onlara da yetişti.O zaman Türk köylüsü,en son savunma silahını yani yoksulluğu kullandı.

Köy hayatında mal ve can güvenliğinin ortadan kalkmasıyla birlikte,halkın dini dünya görüşünde köklü değişiklikler olmuştur.1580 – 1600 yılları arasında Istanbul ve Anadolu'da kıyamet gününün yaklaştığı ve Mehdi nin geleceği inancı yayılmıştır.Yeryüzünde iyiye gidiş umudunu yitiren halk kitleleri,kurtuluşu başka dünyalarda aramaya koyulmuştur.Kadercilik,İslamiyetin değil,bu ekonomik çöküntünün sonucudur.

Böylece gelişme yollarında ilerlemeye bir engel teşkil etmeyen din,bunalım döneminde ters bir yol oynamıştır.XVI yüzyıldan itibaren dinin,bunalımı şiddetlendirici etkisini şöyle açıklayabiliriz: iktisadi çöküntü ve mali darlık devam ettiği için,Fazıl Ahmet Paşanın sadrazamnlık devri de sosyal bir karısıklık içinde geçiyordu.Bazı medreseliler çöküntünün nedeni olarak,birtakım kimselerin dine ve onun şeriatına aykırı işler yapmakta olduklarını ileri sürmekte idileri.Garibi şu ki,bu türlü yobazların küfür diye halka yasakladıkları yaşantı kendilerinin evlerinde sürdükleri yaşantının tam kendisi idi ve bu husus yüzlerine vurulduğu zaman ,kolayca bir tevil yolu buluyorlardı.Belki,medreseli yobazlığının taşınamaz yük haline getirdiği dini hayata bir tepki olmak üzere,İslam kurallarına aykırı düşünenler de çıkmış,bunlardan fikrinde direnenler,ağır cezalara çarptırıldılar.Şu özellik kolayca dikkati çekiyorki,devleti içine düştüğü düzeni bozuk gidişatı ve toplumu adeta çözülmeye doğru götüren çöküntüyü önleyecek tedbirleri aramaya kimse fırsat bulamadan,medreselilerin tutucu zümresi ise,işi,halkta dine saygının azalmasının ve dinsiz denebilecek kişilerin halk arasında yaşamalarına göz yumulmasının Allah tarafından bütün müslümanlara ceza verilmesine sebep olduğu biçiminde anlamlayıp çıkıyorlar,bu durumda hükümet de,kendisini bu çeşit izahların etkisne kaptırarak,herkesin ibadetini yapması için fermanlar yayınlıyor,dini görevlerinde kusur edenleri şiddetli cezalara çarptırıyordu.Müslüman halkın tutuculuğu Hristiyan halka karşı tutuculuğu yarattığından,bundan faydalanmak isteyen Rusya'nın daha bu sıralarda Ortodoks dindaşları ile ilgilenmeye başlamış olduğunu görüyoruz.''




Kaynakça : Doğan Avcıoğlu Türkiyenin Düzeni
Prof Tankut '' Köylerimiz '

Sunday, October 6, 2019

ÇANAKKALE SAVAŞINDA ALMAN DENIZALTISI





Ingiliz Amiralinin forsunu taşıyan büyük bir savaş gemisinde,müthiş telaş ve heyecan vardı.Bütün yüksek rütbeli deniz subaylarıyla Çanakkale savaşı'nı yerinde takip etmek üzere Londra dan gelmiş olan '' Daily Telegraph '' gazetesinin ünlü yazarı Ellis Ashmit Hartlet kumanda köprüsünde toplanmışlardı.Dürbünler kabatepe yönüne çevrilmişti.

Amiral,dürbününü üzgün bir tavırla indirerek :
    Efendilerim,Triumph gitti '
Tüm deniz subayları hemen toplandılar ve sulara gömülmekte olan ' Triumph ' zırhlısını selamladılar.Ünlü gazeteci merak edip sordu :
Acaba neden infilak etti ?
Amiral bir an durdu,sonra:' Bir Alman denizaltısının saldırısına uğradı muhakkak ' dedi
Yüksek rütbeli tüm donanma subaylarıhep birden amirali tasdik ettiler
Evet bir Alman denizaltısı
Tahminlerinde haklıydılar.Aslında,bir kaç gün önce Alman denizaltılarının Çanakkale yolunda oldukları hakkında bir istihbarat almışlar ve alarm durumuna geçmişlerdi.

Olay 25 Mayıs Pazar 1915 gününün erken saatlerinde ceryan etmişti.

Türk Deniz Kuvvetleri Kumandanı Alman Amirali Souchon ,Avusturya Donanma Komutanlığına müracaat ederek iki denizaltı gönderilmesi ihtimalini sormuş,ancak red cevabı almıştı.Bunun üzerine Amiral 2 Mart 1915 de Berlin deki Deniz Kuvvetleri komutanlığına bir telgraf çekerek şöyle dedi:

'' Çanakkale savunmasında denizaltıların etkisi pek ümit verici ve degerli olabilir.Avusturya Donanma komutanlığı denizaltı isteğimi Adriyatik denizindeki operasyonlarını öne sürerek red etti.Denizaltıların her türlü ihtiyacı Osmanlı Hükümeti tarafından Anadolu sahilllerinde karşılanacaktır ''

Aynı gün Enver Paşa'da Alman Orduları Başkumandanlığına bir telgraf çekerek,Çanakkale savunmasını anlatarak şöyle diyordu.
^'' Birkaç büyük denizlatıya ihtiyaç vardır.Bu takdirde düşman Çanakkale boğazını yarıp geçmeyi düşünemeaz.Eğer Avusturyadan uc buyuk denizaltıyı satın alırsak bu konuyu çözebiliriz.Gemileri alırız,sizde Alman personeli yollarsanız sorunumuzu çözeriz ''

Ertesi gün yani 3 Mart günü Istanbul daki Alamn Büyük Elçisi Von Vangelheim,Berlindeki dış işleri bakanlığına aynı isteği tekrarlayan bir telgraf çekti :

Berlindeki Donanma Kurmay dairesi ile Avusturya Donanma Komutanlığı arasındaki temaslar da bir sonuc vermemiş,Avusturyalılar ihtiyaçları olduğunu söyleyip,talebi red etmiştir.

Alman Donanma Komutanlığı uzun süren görüşmelerden ve yazışmalardan sonra 10 Mart 1915 te Açık Deniz Komutanlığına iki denizaltının Çanakkale savunmasında kullanılmak üzere hazırlanmasını bildirdi.Komutanlık ellerinde U-21 i teklif edince,hemen kabul edildi.
U 21 22 Ekim 1913 tarihinde denize indirilmiş olup 650 tonluk bir denizaltıydı.İkinci denizaltı UB 8 olup parçalar halinde trenle Avusturyanın Pola limanına gönderilmiş ve montajı burada yapılan küçük bir denizaltıydı.



Kıdemli Yüzbaşı Hersing Kumandasında bulunan ' U 21 ' 25 Nisan 1915 te Wilhelmhafen'den hareket etti.Avusturyanın Kataro limanına kadar hiç bir yere uğramayacak ,ancak İspanya'nın kuzeybatı sahilinde bulunan Finisterre Burnu açıklarında kendini belirleyecek olan ' Marzala' vapurundan yağ ve malzeme alabilecekti.

Alman Donanma Komutanlığında ' U 21' in Çanakkale'ye kadar olan binlerce mil mesafeyi nasıl alabileceğine dair ciddi endişeler vardı.Birinci dünya savaşı boyunca Alman Deniz Kuvvetleri Komutanlığını yapan Amiral Scherr şöyle demişti:

'' U 21'in Çanakkale savunmasına gönderilmesi denizaltımızın seyir kabiliyetlerinin ne derece büyük olduğuna bir delildir ''

' U 21 ' Wilhelmshafe'den hareketinden bir hafta sonra,Finisterre açıklarında ' Marzala ' levazım gemisi ile buluşmuş rampa ederek çok miktarda erzak ve 12 da yakacak yağ almıştı.Sonra birbirlerine veda ederek ayrılmışlardır.Fakat ' Marzala' dan alınan yağ denizaltındaki dizel motorlarında yanmıyordu.Yapılan bütün gayretler ve tecrübeler boşa çıktı.

56 ton yağla denize açılmış olan 'U-21 ',Almanya'dan 2000 mil ve Kataro'dan ise daha fazla bir uzaklıkta bulunuyordu ve deposunda 25 ton yağ kalmıştı.Geriye dönse ,dönemez ,ileriye gitse yağ yetmeyebilirdi.

Kıdemli Yüzbaşı Hersing,her ne pahasına olursa olsun,yoluna devam etmeye karar verdi.Yağdan tasarruf etmek için çoğunlukla deniz üstünde ve süratini azaltarak yol almaya başlamıştı.

Finisterre den Cebelitarık'a kadar olan mesafe dört günde alınmıştı.Cebelitarık Boğazından içeriye girildiği zaman takvim 6 Mayıs 1915 i gösteriyordu.

' U-21' Kuzey Afrika sahillerini takip ederek yol alırken,Fransız savaş gemileri kendilerini görmüşlerdi.Fakat denizlatı dalarak kurtulmuştu.Wilhelmshafen'den ayrıldıktan 18 gün sonra Adriyatik Denizi'ne gelinmişti.13 Mayıs'ta denizaltının ancak 1300 kilo yağı kalmıştı.Yüzbaşı Hersing bunu anılarıdan şöyle aktarır:
' Herşeyi,yaşamı,doğduğum tarihi bile unutabilirim fakat 1300 rakkamını tüm ömrüm boyunca unutamayacağım '

Bir Avusturya destroyeriyle 13 Mayıs 1915 te karşılaşan Alman denizaltısı onun yedeğinde Kataro'ya gelmişti.Buradan bol miktarda erzak ve yağ aldı.
' Oh ! Dünya varmış ' diyen Yüzbaşı Hersing,anılarında Çanakkale Savaslarına da değinir:
'' Kataro da Çanakkale de olanlar hakkında geniş bilgi aldık.Gelibolu'da Türkler'le Ingilizler en şiddetli bir ölüm keşmekeşi içinde bulunmaktaydılar.Ingilizler'in Anzak taburları hergün yeni bir hiddet ve cesaretle Türk siperlerine saldırıyorlardı.Türkler ise,Türk askerinin eskiden beri meşhur olan inat ve kahramanlığıyla karşı koyuyorlardı''

'' Ingiliz hücumları gemiler tarafından gayet mükemmel destekleniyordu.Ingiliz donanması karadaki ordusunun savletlerine,ateşlerinin bütün kuvvet ve ağırlığıyla yardım ediyordu.Muazzam ingiliz zırhlıları sahilden açıkta duruyorlar ve Türk siperlerine 38'lik toplarıyla yıldırımlar yağdırıyorlardı. ''

'' Hayalimde bir denizaltının ,bu alev kusan devlerin yanına yaklaştığını görüyor gibi oluyordum ''

Kataro da bir hafta kalan U-21 Yunan adaları sahillerinde dolaşarak ve Adalar denizinden geçerek Gelibolu yarımadasına yaklaştı.Bu sırada Ingilizler ve Müttefikleri bir Alman denizaltısının Akdeniz'e girdiğini haber almışlar ve Çanakkale sularındaki gemilerine alarm vermişlerdi.

Büyük zırhlılar muhafaza altına alınmışlardı.Mesela Kabatepe'de demir üzerinde yatan ve son günlerde 19luk toplarıyla ve gerekse hafif bataryalarıyle sabahtan akşama kadar Maydos,Kilya ve Maltepe ile Türk mevzilerini ve bataryalarını bombardıman eden Ingiliz ' Triumph' zırhlısı destroyerlerle muhafaz ediliyordu.

'' Triumph ' 1903 te denize indirilmiş olup 133 m boyunda 20 mil süratinde 12.000 tonilatınluk bir zırhlıydı.

U-21 24 Mayıs'ta saat 11.45 'te Dedeağaç'ın güneyinde bir savaş gemisi gördü.Yaklaştığı zaman bunun '' Ascolt'' adındaki bir Rus kruvazörü olduğu anlaşildı.Kruvazör ,5 m,il uzakta demirlemişti.Denizaltı,görünmemek için daldı.Yüzbaşı Hersing isabetten emin olmasına rağmen nedense,'' Ascolt'' a hucum etmedi.Birinci Dünya Savaşında Türk donanmasında irtibat subayı olarak bulunan ve savaştan sonra Alman Deniz Müzesi Müdürlüğüne atanan Amiral Lorey'e göre ,Hersing,daha ziyade Gelibolu yarımadaıs önüne giderek ilk taaruzunu Gelibolu önünde bulunan Ingiliz Fransız donanmasına yapmayı düşünmüştü ''

Amiral Lorey derki :
'' Hersing gemisinin henüz rapor edilmediğini kabul ediyordu.Ingiliz olmayan bir kruvazöre torpido atmakla esas mevkideki taaruz ümidini azaltmaktan kaçınmak istiyordu ''

25 Mayıs 1915 Pazar günüydü.Hava sakin,deniz adeta dümdüzdü.Görüş sahası açıktı.Düşman ana kuvvetlerinin Kabatepe açığında olmadığı ve Helias burnunda bulunduğu anlaşılmıştı :

Hersing '' Hedefe yaklaşıyoruz '' diyordu

Gün ağarırken,ana kuvvet üzerine taarruz edemeyeceğini anladı.Çünkü görülmesinden endişe ediyordu.Saat 05.30 da birçok gemilerle emniyete alınmış üç zırhlı gördü.Nihayet,saat 06.21 de e yakın bulunan '' Triumph'' zırhlısına taaruz kararını verdi.Bu sırada Ingilizler de U21i farketmişlerdi.Bir taraftan destroyerler gidip geliyor ,öte taraftan '' Triumph'' demire üzerine manevralar yapmaya ve denizaltıya provasını vermeye çalışıyordu.

Yüzbaşı Hersing şöyle anlatır :
'' Bir müddet periskopu çıkarmaya cesaret edemeyerek etrafımızı görmeksizin suyun altından gittik.Yolumuz yarımadanın kuzeyinden geçiyordu.Saat 16.30 du.Periskop bir harp gemmisi daha daha gösterdi.Kataloga bakarak geminin Triumph sınıfından olduğunu anladım.Yine sürü ile takip gemileri koca bir devle küçücük cücelerin muhafaz etmesi kabilinden muazzam hattı harp sefinesin etrafında dolaşıyorlardı''

'' Triumph'' 300 yarda mesafede burnunu doğuya çevirmiş,pür azamet duruyordu.Eminim ,şimdiye kadar hiçbir denizaltı güzel bir hedef bulmamıştır ''
'' Torpil Ateş ! ''
'' Emrini verdiğim zaman yüreğimizin hopladığını hissettim.Şimdi,korkunç,hareketsiz sükün dakikası...Intizar ve merak demir pençesiyle kalbimi sıkıyordu.Her tehlikeyi unutarak periskopu dışarıya çıkardım.İşte,denizaltının bunundan ayrılarak giden beyaz köpük sütununu görüyordum.Dosdoğru gidiyor,azametli düşmanımızın tam bordasına doğru süratle yol alıyordu.Birden büyük bri duman bulutu fışkırdı.Tarassut kulesinde evvele iki cizmin çarpışmasından doğan madeni ses ve hemen akabinde de etrafı titreten bir infilak işittik''

'' Manzara o kadar cezbedici ve bağlayıcıydı ki,bu korkunç manzarayı sonuna kadar seyretmeden terketmemek için hayatımızı tehlikeye koymaya kifayet edecek kadar uzun müddet periskopu dışarıda bırakmıştık ''
'' Triumph'' batmıştı.Kocaçimen'de Türk tarassuf mahallerinde bulunanlar bu manzarayı sevinçle seyrediyorlar,alkışlıyorlardı''

Akdeniz Seferi Kuvgetşer Başkumandanı General Ian Hamilton SS ' Arcadinan ' savaş gemisindeki karargahında '' Triumph'un batırıldığını haber aldığı zaman şöyle bağırmıştı :

Ama ! Buna inanmak bile Güç ! ''




Kaynakça: Yıllarboyu Tarih Dergiis